 |
|
İŞÇİ KADIN VE KAPİTALİST SİSTEM

Dünya nüfusunun yarısını ve işgücünün üçte birini oluşturan kadınların toplumsal konumları hala çözümlenmemiş olup, emperyalist kapitalist sistemde kadınlara uygulanan ayrımcılık politikası, baskı ve sömürü sürüp gitmektedir. Kadınların ikinci sınıf vatandaş olarak ezilmesi, baskı altına alınması ve sömürülmesi, yüzyıllardan beri devam edip gelen bir uygulamadır. İlkel komünal toplumu saymazsak, tüm ücretli kölelik sistemleri -köleci, feodal, kapitalist- aynı zamanda kadınların köleleştirildiği, horlanıp baskı altına alındığı sistemler olmuştur. Bugüne kadar hiç bir toplumsal gelişme, kadınlar katılmadan gerçekleşmemiştir. Kadınlar, insanlığın ileriye atılmış her adımında, her büyük eyleminde önemli role sahip olmuştur. Ama insanlığın ilerlemesindeki bu önemli rolüne rağmen, kadınların ezilmişliği tüm açıklığıyla devam etmektedir. Bugün bir çok ülke hukukunda kadınlarla erkeklere biçimsel eşitlik tanınmak zorunda kalınmıştır. Ancak bu, tamamen biçimsel olmuş, gerçekte ise kadınların ekonomik, toplumsal ve politik ezilmişliği ve eşitsizliği derinleşerek sürüp gitmektedir. Hatta birçok ülke de biçimsel eşitlik bile kadınlara hala çok görülmeye devam etmektedir. Kadınların ücretli kölelik sisteminden tamamen kurtuluşunu gerçekleştirmek ve onu erkekle eşit hale getirmek için, emekçilerin sosyalist iktidarı altında ulusal ekonominin toplumsallaştırılması ve kadınların ortak üretici çalışmaya katılmaları gerekmektedir. İşte ancak o zaman kadınlar erkeklerle eşit bir konuma kavuşacaklardır. Dünyada ve Türkiye'de, kadınların üretici çalışma yaşamına katılması tüm yasal kısıtlamalara, dini gericiliğin etkilerine, ayrımcılığa ve toplumsal önyargılara rağmen yaygınlaşıyor. Toplumsal çalışmaya katılmakla kadınlar, evin ve aile ilişkilerinin aptallaştırıcı dar sınırlarından kurtulurlar. İşçi ve emekçi kadınlar ortak toplumsal çalışma yaşamına katılmakla, sınıf bilinçlerini yükseltirler ve işçi sınıfının özgürlük savaşına katılma olanağını bulurlar. Tüm emperyalist kapitalist dünyada ve onun bir parçası olan Türkiye'de kadın ve çocuk emeğinin erkeklere göre ucuz olması kapitalistlerin iştahlarını kabartmış, sanayi ve ticarette kadın işgücüne olan talebi arttırmıştır. Makinenin üretim sürecini basitleştirmesi, kadınların ve çocukların daha fazla üretim sürecine katılmalarının olanaklarını sağlamıştır. Kapitalistlerin servetlerinde, erkek işçilerin yanında ucuz işgücünden ötürü kadın ve çocukların emekleri, acıları ve ızdırapları yatmaktadır. Ekonomik yaşama katılan kadınların çalışma yaşamı, bütün yaşamının bir parçasını oluşturur. İşçi ve emekçi kadınlar çalışma yaşamına katılmakla, ev yaşamının getirdiği yüklerden kurtulmuş olmuyor, tersine altına girdiği yük iki kat artıyor. Bir tarafta evin ve ailenin ağır yükü, diğer tarafta sömürü ve çalışma yaşamının yükü; işte bunun için kadına ''emekçinin emekçisi'' deniyor. İşçi kadın aynı zamanda çifte baskı altındadır. İşte patronlar sınıfının, evde, ailede erkeğin baskısı. Çalışan kadın bütün gün yaptığı işin ağır, ezici yorgunluğunu üzerinden atmadan, daha yorgunluğunu gidermeden, evde birikmiş olan yemek, bulaşık, çamaşır ve çocuk bakımı görevlerini yerine getirmek zorunda kalmaktadır. Bu çok ağır ve son derece yıpratıcı bir süreçtir. Denilebilir ki, işçi kadının toplumsal yaşamı tamamen bundan ibarettir. Türkiye'de çalışan kadınların çoğunluğu ucuz işgücü ve aşırı sömürünün yanında, emperyalist ülkelerin çok gerisinde olarak asgari ''sosyal güvenlik''ten bile yoksun bırakılmışlardır. Sosyal güvenlik açısından, emperyalist kapitalist ülkelerin bir çoğundan geri olmak gösteriyor ki, Türkiye'de kadınların ekonomik alanda da demokratik talepleri için mücadele etmek acil ve güncel önemdedir. TC ve işbirlikçi tekelci burjuvazisi asgari talep olan çalışan kadınların sigorta kapsamına alınmasının gereklerini bile yerine getirmiyor. Buda Türkiye'de sosyal çelişkilerin ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Burjuva kapitalistler kadınlara, erkek işçilere nazaran daha az ücret verirler. Uluslararası Çalışma Örgütü (İ LO)'nun erkek ve kadın işçilere eşit iş için eşit ücret hakkındaki 100’nolu kararına bir çok ülke ve işveren karşı çıkmaya devam etmektedir. Kadınlara, erkeklere göre daha az ücret ödenmesi, yani ücretteki ayrımcılığı kapitalistler kendilerine göre ''haklı'' gerekçelere dayandırmaya çalışıyorlar. Kapitalistler kadınların meslek eğitimi görmemiş olmalarını, eğitim durumlarını, beceri durumların vb. gerekçe göstermeye devam ediyorlar. Devlet memurluğu, sözleşmeli işyerleri hariç, tüm işyerlerinde kadınlar erkeklere göre daha az ücret alıyorlar. Bazı zamanlarda bu oran yüzde otuzlara kadar çıkıyor. Özellikle son 30 yılda yaygınlaşan konfeksiyonculuk,hizmet sektörü vb. alanlarıında daha çok çocuk ve kadınlar çalıştırılırlar. Bu işyerlerinde tıpkı tarım alanındaki gibi, çalışma saatleri saptanan 8 saatin çok üzerindedir. Ve fazla çalışma, ya ek ücrete tabi değildir, ya da az ücret ödenir. Buralarda sömürü aşırı bir biçimde sürer. Öte yandan yapılan iş son derece yoğun ve yıpratıcıdır. Türkiye'nin derin bir ekonomik ve sosyal yıkım içerisinde olması, işten atılmaları sürekli hale getirmiştir. Kuşku yok ki bundan da en büyük payı kadın işçiler almaktadır. Kadınlar çoğu zaman kadınlıktan ileri gelen özelliklerinden ötürü çalışma hakkından yoksun bırakılırlar. Bir çok işyerinde kadın evlendiğinde, ya da hamile kaldığında işinden olur. Çoğu yerde kadınlar çok çocukluysa işe alınmazlar. İşverenler ise, işçi almak ve atmakta tamamen serbest bırakılmıştır. Sendikalı işyerleri de dahil olmak üzere, hiç bir işyerinde iş güvencesi yoktur. Tarım alanında ve küçük işletmelerde işçi kadınlar ve çocuklar hiç bir iş güvencesine sahip olmadan, tamamen işverenin, hatta büyük işyerlerinde ustabaşlarının, şeflerin insafına kalmışlardır. Kadınlar işsiz kaldıklarında bunun acısını iki kez hisseder, yaşarlar. Birincisi, işten atıldıkları için ekonomik olarak; ikincisi, bunun yarattığı sosyal sorunlar (Fuhuş, ev içi kavgalar, çocukları doyurmanın acısı ve daha birçok sorun) olarak.
|
(1683 okuma)
(Devamı... )
|
İŞÇİ KADIN VE KAPİTALİST SİSTEM

Dünya nüfusunun yarısını ve işgücünün üçte birini oluşturan kadınların toplumsal konumları hala çözümlenmemiş olup, emperyalist kapitalist sistemde kadınlara uygulanan ayrımcılık politikası, baskı ve sömürü sürüp gitmektedir. Kadınların ikinci sınıf vatandaş olarak ezilmesi, baskı altına alınması ve sömürülmesi, yüzyıllardan beri devam edip gelen bir uygulamadır. İlkel komünal toplumu saymazsak, tüm ücretli kölelik sistemleri -köleci, feodal, kapitalist- aynı zamanda kadınların köleleştirildiği, horlanıp baskı altına alındığı sistemler olmuştur. Bugüne kadar hiç bir toplumsal gelişme, kadınlar katılmadan gerçekleşmemiştir. Kadınlar, insanlığın ileriye atılmış her adımında, her büyük eyleminde önemli role sahip olmuştur. Ama insanlığın ilerlemesindeki bu önemli rolüne rağmen, kadınların ezilmişliği tüm açıklığıyla devam etmektedir. Bugün bir çok ülke hukukunda kadınlarla erkeklere biçimsel eşitlik tanınmak zorunda kalınmıştır. Ancak bu, tamamen biçimsel olmuş, gerçekte ise kadınların ekonomik, toplumsal ve politik ezilmişliği ve eşitsizliği derinleşerek sürüp gitmektedir. Hatta birçok ülke de biçimsel eşitlik bile kadınlara hala çok görülmeye devam etmektedir. Kadınların ücretli kölelik sisteminden tamamen kurtuluşunu gerçekleştirmek ve onu erkekle eşit hale getirmek için, emekçilerin sosyalist iktidarı altında ulusal ekonominin toplumsallaştırılması ve kadınların ortak üretici çalışmaya katılmaları gerekmektedir. İşte ancak o zaman kadınlar erkeklerle eşit bir konuma kavuşacaklardır. Dünyada ve Türkiye'de, kadınların üretici çalışma yaşamına katılması tüm yasal kısıtlamalara, dini gericiliğin etkilerine, ayrımcılığa ve toplumsal önyargılara rağmen yaygınlaşıyor. Toplumsal çalışmaya katılmakla kadınlar, evin ve aile ilişkilerinin aptallaştırıcı dar sınırlarından kurtulurlar. İşçi ve emekçi kadınlar ortak toplumsal çalışma yaşamına katılmakla, sınıf bilinçlerini yükseltirler ve işçi sınıfının özgürlük savaşına katılma olanağını bulurlar. Tüm emperyalist kapitalist dünyada ve onun bir parçası olan Türkiye'de kadın ve çocuk emeğinin erkeklere göre ucuz olması kapitalistlerin iştahlarını kabartmış, sanayi ve ticarette kadın işgücüne olan talebi arttırmıştır. Makinenin üretim sürecini basitleştirmesi, kadınların ve çocukların daha fazla üretim sürecine katılmalarının olanaklarını sağlamıştır. Kapitalistlerin servetlerinde, erkek işçilerin yanında ucuz işgücünden ötürü kadın ve çocukların emekleri, acıları ve ızdırapları yatmaktadır. Ekonomik yaşama katılan kadınların çalışma yaşamı, bütün yaşamının bir parçasını oluşturur. İşçi ve emekçi kadınlar çalışma yaşamına katılmakla, ev yaşamının getirdiği yüklerden kurtulmuş olmuyor, tersine altına girdiği yük iki kat artıyor. Bir tarafta evin ve ailenin ağır yükü, diğer tarafta sömürü ve çalışma yaşamının yükü; işte bunun için kadına ''emekçinin emekçisi'' deniyor. İşçi kadın aynı zamanda çifte baskı altındadır. İşte patronlar sınıfının, evde, ailede erkeğin baskısı. Çalışan kadın bütün gün yaptığı işin ağır, ezici yorgunluğunu üzerinden atmadan, daha yorgunluğunu gidermeden, evde birikmiş olan yemek, bulaşık, çamaşır ve çocuk bakımı görevlerini yerine getirmek zorunda kalmaktadır. Bu çok ağır ve son derece yıpratıcı bir süreçtir. Denilebilir ki, işçi kadının toplumsal yaşamı tamamen bundan ibarettir. Türkiye'de çalışan kadınların çoğunluğu ucuz işgücü ve aşırı sömürünün yanında, emperyalist ülkelerin çok gerisinde olarak asgari ''sosyal güvenlik''ten bile yoksun bırakılmışlardır. Sosyal güvenlik açısından, emperyalist kapitalist ülkelerin bir çoğundan geri olmak gösteriyor ki, Türkiye'de kadınların ekonomik alanda da demokratik talepleri için mücadele etmek acil ve güncel önemdedir. TC ve işbirlikçi tekelci burjuvazisi asgari talep olan çalışan kadınların sigorta kapsamına alınmasının gereklerini bile yerine getirmiyor. Buda Türkiye'de sosyal çelişkilerin ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Burjuva kapitalistler kadınlara, erkek işçilere nazaran daha az ücret verirler. Uluslararası Çalışma Örgütü (İ LO)'nun erkek ve kadın işçilere eşit iş için eşit ücret hakkındaki 100’nolu kararına bir çok ülke ve işveren karşı çıkmaya devam etmektedir. Kadınlara, erkeklere göre daha az ücret ödenmesi, yani ücretteki ayrımcılığı kapitalistler kendilerine göre ''haklı'' gerekçelere dayandırmaya çalışıyorlar. Kapitalistler kadınların meslek eğitimi görmemiş olmalarını, eğitim durumlarını, beceri durumların vb. gerekçe göstermeye devam ediyorlar. Devlet memurluğu, sözleşmeli işyerleri hariç, tüm işyerlerinde kadınlar erkeklere göre daha az ücret alıyorlar. Bazı zamanlarda bu oran yüzde otuzlara kadar çıkıyor.
|
(1667 okuma)
(Devamı... )
|
8 MARTI SÖMÜRÜ VE ZULME BAŞKALDIRI GÜNÜ OLARAK YAŞATALIM !-

8 Mart'ı 1857 yılında Amerikan'ın Newyork kentindeki tekstil işçisi kadınlar bize direniş günü olarak bıraktılar. Onlar, ağır ve uzun süreli çalışma koşullarına, zulme ve sömürüye karşı bir direniş bıraktılar. " 8 saatlik işgünü", " Eşit işe eşit ücret' şiarıyla greve gidip, Newyork sokaklarını işgal ettiler, direndiler. Binlerce tekstilci kadının katıldığı bu direniş, kanla bastırıldı ama mücadele ateşi asla söndürülemedi. Almanya'nın Stutgart kentinde 1910 yılında toplanan Uluslararası Sosyalist Kadınlar Kurultayının 2. Kongresi, 8 Mart'ı dünyanın emekçi kadınlarına özgürleşme kavgalarında esin kaynağı olarak armağan etmeyi kararlaştırdı. Dünya emekçi kadınlarına "birleşin, birbirinizle dayanışma gösterin ve haklarınız için mücadele edin" dedi. Böylece 8 Mart, Uluslararası emekçi kadınlar günü olarak sınıf mücadeleleri tarihinde şanlı yerini aldı. O günden bu yana her 8 Mart, dünya komünist örgütlerinin, yurtsever ve devrimci örgütlerin önderliğinde emekçi kadınların kapitalist kölelik zincirlerine, savaşa ve faşizme karşı mücadele günü olarak yaşatıldı. O günün devrimci ruhu ve geleneği, diğer kıtaların işçi ve emekçi kadın ve erkeklerine taşındı ve onlara ilham kaynağı oldu. Eşitlik ve özgürlük isteminin ancak dişe diş mücadele ile kazınılacağını ispatladı.Yalnızca bunu değil, " kadın sorunu, büyük toplumsal sorunun yalnızca bir parçasıdır ve yalnızca onunla birlikte proletarya, cinsiyet farkı olmaksızın tüm sömürülenlerin, tüm ezilenlerin ortak mücadelesi ile kapitalizmi ezdiği ve komünizmi inşa ettiğinde çözülebilir''liğini de pratikleriyle gösterdiler. Ve "Özgür kadın özgür toplumda olur'' şiarını bayraklaştırarak kadının özgürleşmesi kavgasında " erkeklerle rol değişimi, erkeğe karşı tüm kadınların kavgasını amaçlamak için feminizm ve sömürücü sınıfların kadınların kendi sınıflarının erkekleriyle hak eşitliği arayan burjuva kadın hareketlerinden kalın çizgilerle ayrılmayı bize miras bıraktılar Özel mülkiyetin ortaya çıktığı günden bu yana hep ikinci sınıf insan işlemi gören, ezilen, horlanan, cins ayrımcılığına uğrayan, içinde barındırdığı sınırsız yeteneklerini toplumun hizmetine sunmasına izin verilmeyen kadın, kapitalizm doğası gereği evinin duvarları arasına hapsedildi. Ama feodalizmin kanlı baskısı, kadınların mücadeleye atılmasını engelleyemedi. 1789 Fransız burjuva devriminde, Şehir Meclisi'nin kapısına dayanan binlerce kadın "Ekmek İsteriz" diye haykırıyordu. Ve gelişen kapitalizm, ucuz işgücü olarak kullanmak üzere kadını evinin dört duvarı arasından çekip çıkardı, aldı getirdi fabrika kapısına. Kadınlar doğru dürüst beslenmeden, karnını bile zor doyuran ücretlerle, karanlık, havasız atölyelerde günde 16-17 saat çalıştırıldılar. Böylece feodal baskının yerini kapitalist sömürü aldı. Bu gelişmeler, kadının mücadelesinin gelişmesini de birlikte getirdi. 1871 Paris Komünü'nde, çoğu işçi olan 10 bin kadın barikatlarda çarpışan kardeşlerini tüm güçleriyle destekledi. Onların düştüğü yerlerde, silahlarını alarak mücadeleyi sürdürdüler, özlemleri uğruna yiğitçe çarpışmayı ve ölmeyi bildiler. Komün'ün yenilgisinden sonra da sürdü kadınların mücadelesi. Katmerli bir baskı altında ezilen kadınlar, en küçük hakları içini bile dişe diş bir mücadele sürdürmek zorunda kaldılar. Yalnız kendi hakları için değil, işçi sınıfının istemleri için mücadeleye de olanca güçleriyle katıldılar.8 saatlik işgünü için yürütülen mücadelede onlarda etkin olarak yer aldılar. Kapitalizmin kadını evinden çıkarıp üretime sokması, onun kurtuluşunu sağlamak için değil, ucuz işgücü olarak sömürmek içindir. Kadın işçiler, erkeklerle aynı işi yaptıkları halde çok daha düşük ücretlerle çalıştırdılar, çalıştırılıyorlar.
|
(1563 okuma)
(Devamı... )
|
DÜNYADA VE TÜRKİYEDE KADIN OLMAK

Dünyanın her yerinde egemen sınıflar kadını baskı altında tutmak, onu yaşamı her alanında ikinci plana itmek için ellerinden geleni yapıyor. Türkiye de bu kuralın dışında değil elbet. Kapitalist ülkelerde kadın ucuz işgücü olarak kullanılma vb. baskılar altındayken, bizim ülkemizde bunun üstüne bir de feodal baskılar biniyor. Yasalar, gelenekler, görenekler vb. Türkiye kadını üzerindeki burjuva-feodal baskının dayanakları. Dünyada her 3 kadından biri şiddete maruz kalıyor, her 5 kadından biri tecavüze uğruyor ya da tecavüzden son anda kurtuluyor. Yoksulluk ise giderek “kadın”laşıyor. Yeryüzündeki mutlak yoksulluk sınırındaki 1.5 milyar kişinin yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor. Dünyadaki işlerin yüzde 60’ını yapan kadınlar, toplam gelirin yüzde 10’una; dünya üzerindeki mal varlığının ise yüzde 1’ine sahipler. Mültecilerin yüzde 80’ini kadınlar oluşturuyor. 280 milyonluk Arap dünyasında her 2 kadından biri okuma yazma biliyor. Dünya genelinde okuma yazma bilmeyen yetişkinlerin yüzde 67’si kadın. Eğitim olanağından yoksun 45 milyon erkek çocuğa karşılık, kızlarda bu rakam 85 milyona ulaşıyor. 700 milyon kadın yeterli yiyecek ve içme suyu ile sağlık ve eğitim hizmetlerinden mahrum. Birleşmiş Milletler’e üye 191 ülkenin sadece 12’sinin lideri kadın... TÜRKİYE'DE KADIN OLMAK Türkiye'de işgücüne katılı için hazır 25 milyon kadın yaşıyor. Yani çalışabilir nüfusun yaklaşık yarısını kadınlar oluşturuyor. Neki 25 milyon içinde yalnızca 7 milyonu çalışıyor. Ama ülke nüfusunda böylesi bir yer tutan kadınların toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşam içinde aldıkları yer, hiç de sayılarıyla orantılı değil. Şimdi çeşitli rakamlarla kadının Türkiye toplumu içinde aldığı yere bakalım: * Türkiye'de her üç kadından biri, hayatı boyunca en az bir kez, sadece kadın olduğu için şiddete maruz kalıyor...
|
(3699 okuma)
(Devamı... )
|
O SUSKUN, YALNIZ KADINLAR

“Konuşmaların en önemlisi kendi kendimize olanıdır. Ama bunu çoğu zaman ihmal ederiz.”[ Oxenstiern.]
Ne kadar çokmuşlar… Ve ne kadar suskunmuşlar ki, o kadar çok olduklarını hiç ama hiç anlamamışız… Görmemişiz onları. Adlarını, ama gerçek adlarını ve o geçirimsiz suskunlukları ardında yatan yaşam öykülerini öğrenme gereğini duymamışız… Acıya tanık, hatta mensuplarının çoğu acının şu ya da bu biçimde faili kuşakların susuş konspirasyonlarına suç ortaklığı etmişiz, onların o suskun, kendi kendinin gölgesi bir yaşama yazgılı varlıklarını sürekli bilincimizin gerilerine kovalamakla. Bu suç ortaklığını ilk kırmaya cesaret eden, bastırılmışlıklarımızın duvarlarını tuzla buz eden, Fethiye Çetin oldu. Yaşı 60’ı aşkın her T. C. yurttaşının bildiği “sır”rı hepimize haykırıverdi: Büyükannesi, katliamlardan her nasılsa kurtulup bir Müslümanla evlendirilmiş bir Ermeniydi! Onun bu keşfini, kısa süre içinde Türkiye’nin hemen her köşesinde pek çok “torun” tekrarlayacaktı. Ermeni “büyükanne”ler (ve sayıca çok daha az olan) “dede”lerin büyük kısmı suskun ve küskün, geçip gitmişti bu dünyadan. “Torun”lar şimdi ikinci kuşağa, Müslüman babalarla Ermeni anaların çocukları olan kendi anne-babalarına, büyükanne-büyükbabalarına dönüyordu ağızlarından laf alabilmek için. Herkesin bildiği, herkesten gizlenen, böylece döküldü ortalığa… “Anneannem annesini on yaşına kadar görmüş. Çok ağlarmış kadın sessiz sessiz. ‘Hiç gülmedi, hiç kahkahasını hatırlamıyorum,’diyor. (…) Anneanneme Ermenice hiçbir şey öğretmemiş. Kadın da kim bilir nasıl sakladı. Ki o dönemde iyice saklaması gerekmiş olabilir. Anneannemin babası hâkim olduğu için Türk kimliğine sokmaları kolay olmuş sanırım.”[ Ayşe Gül Altınay, Fethiye Çetin, Torunlar, İstanbul, Metis Yayınları, 2009, s. 23.] “(…) Ferman’da,[ Ferman-e Fılla: Kürtçe, Tehcir fermanı.] Kozluk’taki bütün Ermenileri katletmişler. Onlardan hiç kimseyi sağ bırakmamışlar. Kocasını ve ailesini de öldürmüşler. Onu da benim kayınpederim Xalil e Derweş kaçırmış. Böylece ölümden kurtulmuş. Onu bizim köye, Şat’a götürüp samanlığa saklamış. Tam altı ay samanlıkta gizlenmiş. Kayınpederim, geceleri gizlice ona yiyecek götürüyormuş. Ortalık yatıştıktan sonra onu samanlıktan çıkarmış. Evine götürüp onunla evlenmiş. Kayınpederim Xalil e Derweş’in Pire Hatun’la evlenmeden önce dört eşi daha varmış…”[ Gülçiçek Günel Tekin, Kara Kefen. Müslümanlaştırılan Ermeni Kadınların Dramı. İstanbul, Belge Yayınları, 2008, s. 78.] Hem Gülçiçek Günel Tekin’in Kara Kefen’inde (Belge Yayınları 2008), hem de Ayşe Gül Altınay ile Fethiye Çetin’in birlikte hazırladığı Torunlar (Metis Yayınları, 2009)’da derlenen anlatılar, tek bir trajik öyküyü dillendiriyor bize: o uğursuz “Tehcir” kararı çıkmadan önce yerlerinde, yurtlarında, mamur, müreffeh bir yaşam sürdüren, çevredeki Müslümanlarla bayram ziyaretlerine gidecek, birbirine ebelik yapacak, düğünlerde omuz omuza halaya duracak, beraber çalışacak kertede komşu, Ermeniler. “Ferman” ile birlikte üzerlerine çöken karabasan… Uzak köylerden yakınlara, kulaktan kulağa “Yola çıkardıkları kafileleri yol boyunda katlediyorlarmış,” fısıltıları… Toparlanıp götürülmeler… Yine de geride birkaç parça eşya, para bırakıp; “ne olur ne olmaz, belki döneriz” diye… Sonra öyle bir dönem olmuş ki erkekler köyden ayrılmışlar. Geceleri gizlice gidip gelenler oluyormuş. Bir sabah babaannesiyle, annesiyle birlikte uyandıklarını hatırlıyor. Evdeki kap kacağı falan bahçede bir yere gömüp gidiş hazırlıklarına başlamışlar. ‘Osmanlı bizi sürecek, İstanbul hükümeti bizi sürecek, geri gelirsek eşyalarımızı tekrardan çıkarırız,’ diyerek gömmüşler. Orayı örterken bekçi gelmiş. Bekçi anneannemin ve babaannesinin adını çağırmış. ‘Siz ne yapıyorsunuz, daha tarla mı yapıyorsunuz?’ demiş. (…) ‘Yapmayın, yapmayın, hepiniz gideceksiniz,’ demiş. (…) Sonra bekçi yanlarına gelmiş, ve anneannemin başını okşamış. ‘Bu kızı bana ver ha, bu kıza yazık olmasın.’ Anneannemin annesi de demiş ki, ‘Yok ben kızımdan ayrılamam.’ Sonra bir gün herkesi köy meydanında topluyorlar. Özellikle unutmadığını söylediği bir şey, belinden aşağıya kadar uzun saçı olan genç halasının saçlarından sürüklenmesi, kız çocukları arasında sürüklenerek ilk önce onun ayrılması. Bazı genç kızlar o sırada askerler tarafından ayrılıyor –anneannem ‘güzelleri seçtiler’ diye anlatıyordu- diğerleri de hemen apar topar yola çıkartılıyorlar. (…) Yolda ilk hatırladığı yer Şarkışla istasyonu. Şarkışla istasyonu, kendisi, annesi, babaannesi ve üç küçük kardeşi. (…) Bir de kundakta erkek kardeşleri var. (…) Şarkışla tren istasyonuna kadar zaman zaman kağnı arabası gibi bir şeyler bulup yola devam etmişler. Her durdukları yerde askerlerin, köylülerin, tek tek çocukların, kadınların arasına girip elbiseleri parçalamaları, üzerlerinden altın veya benzeri şeyleri almaları, çeşitli yiyecekleri ekmek karşılığında elbise alışverişleri, altın istemeleri var. (…)
|
(1896 okuma)
(Devamı... )
|
|
Юu ana kadar 12851955 sayfa izlenimi aldэk. Baюlangэз: April 2005
|
|
|