 |
|
GENÇLİK HAREKETİ EMEKÇİ MÜCADELESİYLE BULUŞMALIDIR

Geçtiğimiz ay içinde gençler, iki önemli olayın odağında yer aldılar. Aslında fotoğrafa bakmasını bilenler bakımından gençlik iki olayda da politik duruş sergileme ve işçi ve emekçi yığınların sorunlarına sahip çıkma dahası gençlik hareketinin canlanması bakımından iki önemli eyleme imza atmıştı.68 ve 78 gençlik hareketlerinin yığınsal bir coşkuyla kurulu burjuva düzene bir devrimci başkaldırıydı. Gençlik hareketi toplumu dinamik bir gücü olarak grevlerde,direnişlerde devrimci bir itici rol oynuyordu.. faşist 12 Mart ve 12 eylül faşist darbeleri gençlik ile emekçi yığınlar arasındaki bağı kesme için gençliği suçlu ilan ederek adeta potansiyel suçlu ilan etti, gençliği yozlaştırıp sisteme bağlamak için her yolu denedi. Uzun yıllar gençlik zapt-u rapt altında tutuldu ve toplumsal sorunların gerisine itildi. Ama gelinen durumda gençlik yeniden kendi ve toplumun çözüm bekleyen sorunlarına duyarlı davranıp müdahale ederek üzerindeki atalet ve ölü torağını atmaya çalışıyor ve eskisinden farklı yeni tutumlar geliştiriyorlar. TEKEL işçilerinin direnişine gençler de, emekçi halkın diğer katmanları gibi destek verdiler. Haberler, İstanbul Çekmeköy’e bağlı Mehmetçik Lisesi’nden 24 öğrencinin, TEKEL direnişine destek verip dayanışma içinde olmaları nedeniyle okuldan uzaklaştırıldığını verdiler. Gençler, kendilerinin yüzlerce derdinden birini gündeme getirmek için değil, TEKEL işçilerinin hak arayışlarını desteklemek için eyleme geçmişlerdi. İşte bu gençliğin işçi mücadelesiyle buluşması bakımından yeniydi: Gençlerin işçilere destek için eyleme geçmeleri uzun bir aradan sonra yeniydi. ’68 ve 78 gençlik işçilere, köylülere, halka dönmüşlerdi yüzlerini; yanlarına koşmuşlar, eylemlerine katılmışlardı, halka mesaj olmak üzere 15-6 Haziran Büyük işçi Direnişi, Commer’in arabasının yakılması, Değirmendere toprak işgali, Tariş, Çukobirlik vb. direniş ve çok sayıda eylem yapmışlardı;68 ve 78 gençlik mücadelesi nde işçiler için, işçilerin hak mücadelelerini desteklemek üzere eyleme geçmişlerdi. Ama 12 Eylül faşist darbesinden sonrası gençliğin bu türden sınıfla dayanışma eylemlerine yönelimleri geriye düşmüştü. Şimdi yeniden öğrenciler, eyleme geçen işçiler tarafından harekete geçirildiler. Ve kendilerine destek verdikleri için okullarından atılan öğrencilere TEKEL işçileri sahip çıktı. Gittiler okullarına, okul gösteri alanı oldu. TEKEL bu bakımdan da öğretmeye devam ediyor. Ama öğrenciler de öğrendiklerini gösteriyorlar. CHP Milletvekili Sevigen’i konuşturmayan liseliler, binlercesiyle, okullarına gelen yüzlerce TEKEL işçisine bağırlarını açtılar gençliğin sorunlarının işçi sınıfının sorunlarının çözümüne bağlı olduğunu yeniden hatırladılar.
|
(1497 okuma)
(Devamı... )
|
SIRADA ÇOCUK AÇILIMI VAR

AKP hükümeti Açılımlarla yığınları ne kadar demokrat olduğu yönde aldatarak yedeklemek istiyor. Duvara çarpan Kürt, Alevi, Ermeni açılımının ardından çocuk açılımı geliyor. Aile ve Çocuktan Sorumlu Devlet Bakanlığı ve Çocuk Esirgeme Kurumu; kısacası devlet ve hükümet, Çocuk Hakları Kongresi düzenleniyor. Baklava çalan çocuklara, taş atan çocuklara ağır hapis cezası veren devlet, kirli savaş boyunca Kürt çocuklarına vahşet uygulayan, kolunu kırıp, bedenine onlarca kurşun sıkan, zindanlara kapatan,ağrı cezalara çarptıran devlet; çocukların satılması, kaçırılması, cinsel tacize uğraması, ucuz işgücü olarak sömürülmesi konularında kılını kıpırdatmayan devlet; her yıl 23 Nisan Çocuk bayramında bilinenleri tekrarlayan nutuklar dışında çocukları insan yerine bile koymayan devlet, ne oldu da, birden çocuk hakları savunuculuğuna soyunmaya başladı? Çocuk hakları kongresi, 2010′un Çocuk Yılı olarak kutlanması vb. Çocuklara karşı tutumuyla, toplumun tüm kesimlerinin tepkisini toplayan; dünya çapında kara listeye alınan; sokakta, okulda, işletmede, çocuklara yönelik faşist, şoven, bastırmacı geleneksel tutum ve ilişkileri, sermayenin gelişen ihtiyaçlarıyla uyumlu olması için devlet, bu konuda da göstermelik toplantılar düzenleyerek, “ çocuk açılımı” na yöneliyor Bilindiği üzere Türkiye’de, resmi rakamlarla, 3 milyon 850 bin çocuk, en sağlıksız koşullarda, uzun iş saatleri boyunca amansızca çalıştırılıp sömürülüyor. Bunların 511′i 6-14 yaş grubunda. 6-17 yaş grubundaki çocukların yüzde 58′i tarımda, yüzde 22’si sanayide, yüzde 10′u ticarette, yüzde 10′u hizmet sektöründe çalıştırılıyor. İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi tarafından düzenlenen “Çocuk ve Genç İşçiler İşgücü” anketine göre (2008), çocuk ve genç işçilerin yüzde 85′i ilk işe alındıklarında sağlık kontrolünden geçirilmiyor, yüze 62’si 14, yüzde 38′i 9 saat çalıştırılıyor; ancak verilen yemek arasında dinlenme fırsatı bulabiliyorlar, 16 yaş altı çocukların yüzde 85′i, 16 yaş üstü çocukların yüzde 52’sinin sigortası yapılmamış, genç işçilerin yüzde 64′ünün, çocukların ise yüzde 73′ünün iş sözleşmesi yok; yüzde 35′i asgari ücretin altında ücret alıyor; yüzde 79′unun ailesi yoksul; 12-16 yaş grubundakilerin yüzde 58′i, 16-18 yaş grubunun yüzde 42’si eğitime devam etmiyor; çocuklar 24 saatlerini atelye’de geçirerek köle gibi çalıştırılıyorlar; taşların üzerine kauçuk parçaları sererek yatıyorlar…
|
(1462 okuma)
(Devamı... )
|
LİSELİLER TEKEL DİRENİŞİ DESTEKLEDİLER OKULDAN ATILDILAR

Gençliği politikada uzak tutmak ve ehlileştirerek sisteme bağlamak için devlet eğitim sistemini buna uygun olarak düzenlemiştir. Bunun dışına çıkanlar devletin demir yumruğunu enselerinde bulurlar. Örgütsüz ve kendi sorunlarından uzak, emekçilerin sorunlarına duyarsız bir gençlik kuşağını yönetip yönlendirmek daha kolaydır. Onun içindir ki gençlik sistem tarafından sürekli olarak potansiyel suçlu olarak görülmüş ve buna uygun davranılmaya çalışılmıştır. Nitekim ne zaman ki gençlik toplumsal sorunlara duyarlı davranmış, devlet ve hükümetlerce ağır cezalandırmaya karşılaşmıştır. Tekel işçi direnişine destek etkinliği düzenlediği için 24 lise öğrencisini okuldan atılması da bu gerçeği göstermektedir.. Tekel işçilerinin direnişiyle dayanışma eylemi yaptıkları nedeniyle, İstanbul Çekmeköy Mehmetçik Lisesi'nin 24 öğrencisinin ilişiği ilçe Milli Eğitim Müdürlüğü kararıyla kesilmiş. 25 Şubat günü Tekel direnişine destek için bahçede etkinlik yapıp, halay çeken öğrencilerin ellerine süratle tasdiknameleri tutuşturulmuş ve liseli gençlere, “sakın eylem yapmayın sonunuz kötü olur” görüntüsüyle korkutulmaya ve sindirilmeye çalışılmıştır. Dahası devlet liseli gençliğin politikayla uğraşmasında öcü gibi korkar hale gelerek , öğrencilerin en demokratik eylem yapma hakları cezalandırılmaya karşılanmıştır. İstihbarat kamera kayıtlarının öğlen arasında bahçede toplanan öğrenci kalabalığı dışında bir şey göstermediği belirtiliyor. Ama okul müdürünün öğrencilere 'Sen Tekel işçisinin maaşı kaç lira biliyor musun?' sorusu çok tanıdık ve manidardı. Böylece sosyal hassasiyetlere kör ve sağır gençlik profiline uymayan 24 öğrenci, 'sakıncalı' bulunup eğitim dışı bırakılarak cezalandırılmışlardır.Hem de başkalarına kötü örnek olmamak adına en ağır cezaya çarptırılmışlar. Çünkü şahsi menfaatlerine odaklanma yerine sistem için kabul edilemez toplumsal içerikli eyleme katılmışlar. Eğitim kurumundan ziyade 'nöbetçi asayiş sektörü' gibi faaliyet gösteren okulların mesaisini, 'öğrenci gözetlemek ve cezalandırmak' teşkil ediyor. Ulu orta bütün resmi mercilerin toplumsal konulara ilgiyi 'solculuk ve ideolojiklik' diye suçlamasının kendisi, katı ve baskıcı ideolojik performans. Somut insanlık durumlarından kopuk gençlik günümüz 'milli şuurunun' vizyonunda birincil hedef. Piyasaya yedek iş gücü ya da tüketici kimliğinden başka kimliklere ve etkinliğe müsaade vermeyen 'zihniyet kalıbı dökümcüleri' heyecan içinde öğrenci jurnalliyor. Ama Avrupa'da lise öğrencileri, vızır vızır sistem eleştirisi ve 'öğrenci hakları' mücadelelerinde 'birey' kabul ediliyor. 12 Kasım 2009'da 120 bin Alman lise öğrencisi sokaklarda 'eğitim sistemindeki reformları' protesto etti. Ve yerel parlamentoları kuşattılar, siyasetçilere geri adım attırdılar.
|
(1651 okuma)
(Devamı... )
|
Üniversiteler, Özerk ve Demokratik olmalıdır

Çoğunlukla anlaşıldığı gibi özerk ve demokratik nitelik yalnızca yönetsel anlamda değildir. Özerk ve demokratik üniversite esasen su üç temel özellikten oluşmaktadır. Birincisi, eğitimden yararlanma, meslek ve iş hakkı. Toplumun her bireyi, daha ilk öğretimden başlayarak, üniversite öğretimine kadar eğitimden eşit olarak yararlanma hakkına sahip olmalıdır. Herkese parasız eğitim talebinin hayata geçmesi için bu koşul mutlaka yerine getirilmelidir. Ayrıca eğitimde fırsat eşitliği de tam anlamıyla gerçekleşmelidir. Bu bölge ve sınıf farkı gözetmeksizin bütün eğitim kurumlarında ve üniversitelerde eşit ve ihtiyaçlar çerçevesinde olanakların sunulması anlamına gelir. Herkese parasız eğitim ve eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması aynı zamanda seçmeci ve eleyici eğitim sisteminin de ortadan kaldırılması demektir. Elbett'e ki eğitimden yararlanma hakkı, meslek ve iş hakkıyla birlikte değerlendirilirse bir anlam kazanır. Her üniversite mezunu, üniversitede öğrendiklerini belirli bir meslek ya da iş içinde değerlendirebilmeli, geliştirebilmeli ve hayatını bu yolla idare ettirebilmelidir. İkincisi; eğitimin içeriğinin demokratikleştirilmesidir. Üniversite, bilimin özgürce gelişip filizleneceği ve emekçilerin, hizmetin, üretimin ve üretim tekniklerinin geliştirileceği, ahlak ve moral değerlerin, kültürün her türlü engellerden azade serpilip yayıldığı bir yer olmalıdır. Bunun için öncelikle eğitim demokratik nitelikte olmalıdır. Emperyalizme, faşizme, şovenizme ve her türden gerici iktisadi ve siyasi yapıya karşı olmalıdır. Bunlara karşı olunmadan demokrat olunamayacağı gibi, bunlara karşı bilim bir silah olmalıdır. Bunun için öncelikle eğitim demokratik nitelikte olmalıdır. Emperyalizme, faşizme, şovenizme ve her türden gericiliğe karşı silah gibi kullanmayan üniversite de demokratik olamaz. Üçüncüsü üniversite yönetim organların katilimin önündeki engellerin kaldırılması ve özerkliktir. Kısaca idari mali ve akademik özerklik olarak özetlenebilir. Akademik özerklik, öğretim üyelerinin tamamen özgür bir çalışma içerisinde ve kendi istedikleri yöntemle araştırma yapma ve öğretme hakkına sahip olmalarının en önemli güvencelerinden biri olan iş güvencesinin ve akademik kariyer hakkının hakkaniyet içinde sağlanması anlamına gelir. Üniversiteye yeterli bütçenin ayrılması kullanımında seçilmiş yönetime tam bir yetki ve sorumluluk verilmesi ise mali özerklik olarak ifade edilir. Üniversite bileşenlerinin öğretim üyeleri; öğrenciler ve üniversite çalışanlarının kendi yönetimlerini seçme ve yönetime seçilme hakkının gerçekleşmesi ve bu hakların başka hiç bir merci tarafından gasp edilmeyeceği anlamına gelen idari özerklik mali özerklikle birlikte hayata geçmelidir. Nasıl bir ülkede yaşıyoruz? Bugünkü iktisadi ve sosyal sistemde; emperyalizme bağlı yarı sömürge nitelikte, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin faşist diktatörlüğünün hüküm sürdüğü bir sistemde yukarıda açıklanan özelliklere sahip bir üniversite gerçekleşebilir mi? Bu soruyu cevaplamadan önce bugünkü uygulamaya bir göz atalım. Eğitimden yararlanma, meslek ve iş hakki eşit olarak gerçekleşemiyor. Sınıfsal ulusal ve bölgesel eşitsizlik hat safha da. Sınıfsal eşitsizlik uygulanıyor. Eğitim paralı, diğer eğitim kurumlan bir yana bütün badireleri atlatıp, üniversiteye gelen bir kişinin zengin bir ailesi yoksa, okuma şansı da yok demektir. Bunun dışında zenginler için özel okullar açılmaktadır. Bilkent, Kore üniversitesi gibi ulusal eşitsizlik var; Kürt ulusuna mensup öğrenciler kendi dillerinde öğrenim hakkından yoksun oldukları gibi, Kürt ulusunun yoğun olarak yaşadığı bölgelerde üniversite sayısı ve kalitesi bir hayli düşük. Kürt ulusu dışında diğer ulusal ve dinsel azınlık mensuplarının da bir dizi sorunu bulunuyor. Ayrıca bölgesel eşitsizlik bir hayli belirgin ve etkili. Özellikle sanayinin geliştiği batı illerinde, diğer kurumlarında olduğu gibi üniversite eğitimi de daha ileri düzeyde. Kırsal bölgelerde genel olarak eğitimin düzeyi çok düşük ve yetersiz. Ortaokul öğrencilerinin ancak yüzde 8'i bir üniversite kurumundan mezun olabilmektedir. 25 yaş üstü nüfusun ortalama öğrenim süreci 3,5 yıldır. Aynı oran ABD'de 12,3, Japonya'da 10,7, İsrail'de 1O, İspanya'da 6,8, Portekiz'de 6'dir. Geri kapitalist ülke ortalaması 3,7'dir. Görülüyor ki bu konudaki oran ülkemizin durumunu ortaya koyuyor. ülkemizin yüksek öğretimdeki okullaşma oranı yüzde l l'dir. Bu oran ABD'de yüzde 75, Japonya'da yüzde 39, İspanya'da yüzde 32, Portekiz'de yüzde 17'dir. Bu rakamlar seçmeci, elemeci eğitim sisteminin ulaştığı boyutu gösterirken, gerçekleri açıklamaya yetmiyor. Okuma sansına sahip olan küçük azınlık içinde de eğitim kalitesi, içeriği ve niteliği anlamında da derin uçurumlar var. Türkiye'de ders veren öğretim elemanı basma düsen üniversite öğrenci sayısı 24'tür. Bu rakam Tayland'da 28'dir. Türkiye bu durumda dünya ikincisidir. Ne var ki bu ortalamanın kendisi bile eşitsiz bir dağılımın ortalamasıdır. 300-500 kişilik anfiler de ders almaya çalışan dahası, öğretim elemanı yokluğundan derslerin boş geçtiği ya da herhangi bir devlet memurunun ders verdiği onlarca üniversite olduğunu herkes iyi biliyor. Bunun dışında meslek ve iş hakkı diye bir kavram dahi telaffuz edilmiyor. Öne çıkmış bir kaç üniversite mezunları dışında kalanların ortak kaderi ayni, issizler ordusunun yeni erleri olmak. Hal böyle iken bu düzen içinde durumun düzelme sansı varmı dır? Elbette ki hayır. Çünkü eğitim sistemindeki eşitsizlik, sistemin genel eşitsiz karakterinin eğitime yansımasıdır sadece. Eğitimin parasız ve eşit koşullarda gelişmesi söz konusu olamaz. Seçmeci ve eleyici niteliğin ortadan kalkması mümkün olamaz. Eğitilmiş herkesin, eğitim gördüğü alanda iş bulması.
|
(1801 okuma)
(Devamı... )
|
GENÇLİĞİ İDEALSİZLEŞTİREN UYUŞTURUCU İLLETİ VE MÜCADELE GÖREVLERİ

Burjuva medyada son aylarda sürekli olarak uzmanların ve polis yöneticileri;''gençliğe uyuşturucu satan şebekelerine göz açtırmayacağız'' sözleriyle, gençliğin saflarında uyuşturucunun hızla yaygınlaştığı ve uyuşturucu tacirlerinin önemli bir pazar açtıklarından dem vuruyorlar. Bu gerçeklik bilinmeyen bir durum değildir ve verilerle sabittir. Ne ki bütün polis önlemlerine ve operasyonlara rağmen büyük şehirlerde orta okullara kadar inen uyuşturucu illeti gençlik saflarında hızla yayılıyor. Polis bir yandan uyuşturucuya karşı operasyon düzenlediği görüntüsü verirken öte yandan Tarkan, Deniz Seki gibi sanatçılara özle muamele yaparak , koruyup kollayarak gençliğe kötü örnekleri idol olarak göstermekte. Yine uyuşturucu trafiğinde halkın güvenliğini sağladığı iddia edilen polis ve subayların aktif rol oynamaları da, uyuşturucu trafiğinde devletin eli olduğunu gösteriyor. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesinin yaptığı araştırma elbette dehşet verici tabloyu açığa sermektedir. Türkiye uyuşturucu kullanımında son 7 yılda altı kart artmış. İstanbul’da 6800 lise 2.sınıf öğrencisiyle yapılan ankete göre, öğrencilerin %4.2 esrar, %4'ü uçucu madde kullanıyor, binde 7'si eroin, binde 8'ide kokain en azında bir kez kullanmış. Bilindiği gibi,sürekle olarak vatan, millet, sakarya edebiyatıyla kötülenmeye,aşağılanmaya çalışılan gençlik devrimci mücadelenin dorukta olduğu ve gençliğin devrimci mücadeleye kitlesel olarak katıldığı 70-80li yıllarda İstanbul’da yalnızca bir tek eroin kullanıcısının olduğu gözler önüne getirilirse egemen sınıfların gençliği dünden bugüne ne hale soktukları daha iyi anlaşılacaktır. Medya görüntüleri uyuşturucu krizine girip intihar eden,yada fuhuş yaparak yaşamını sürdürmeye çalışan yüzlerce gencin uyuşturucu bağımlısı olduğu ve yılda onlarcasının yaşamlarını kuytu köşelerde yitirdiğine tanıt oluyoruz. Bütün bunlar elbette bir devlet politikası olarak yukarıdan aşağıya doğru uygulanmaktadır.'' Savaşma,seviş'' felsefesi gençlik saflarında egemen olması için 12 Eylül faşist darbesinden daha planlı olarak başlanarak,yozlaşmış,kendi sorunlarından arındırılmış ve düzene boyun eğer hale düşürülmüş gençlik yetiştirilmesi için,gençlik baş düşman olarak ilan edildi.Gençliğin özgürlük,bağımsız ve yeni bir dünya arayışları,enerjilerini bütünüyle temiz bir toplumun yaratılmasına adayan gençlik,bu niteliğinden arındırılmak amacıyla bir yandan faşist terör dolu dizgin uygulamaya sokularak,okullar kışlalaştırıldı,diğer yandan uyuşturucu,yoz ilişkiler geliştirilerek gençlik teslim alınmaya çalışıldı. Bu süreçte ve daha sonrasında da küçük bedenler işkencelerden, idam iplerinden sallandırıldı,sokak ortalarında kurşuna dizilerek,düzene başkaldırmayan, kendi sorunlardan uzaklaştırılmış ezilmiş, silikleştirilmiş ve tümüyle bireyselleştirilmiş yeni bir gençlik kuşağı yetiştirilmeye çalışıldı. Gençliğin politikayla ilgilenmesi öcü gibi gösterilerek adeta yasaklandı. Burjuva partilerinin bile gençlik örgütü kurmaları yasaklandı, burjuva yoz kültür özellikle Amerikan kültürü yaygınlaştırılarak,gençliğin saflarında her türlü çirkefliğin doğal sayıldığı cinsellik teşvik edilerek,bu türden yoz ve toplumu düşkünleştirecek ilişkilere ve kültüre karşı duranlar ise, komünistlikle yada geri kalmışlıkla suçlanarak,mahkum edilmeye çalışıldı. Önce gençlik düşürüldü, politikadan, toplumun ve kendi sorunlarından uzaklaştırıldı, gemisini kurtaran kaptandır, bananeci eğilimler ve burjuva görüşler egemen kılındı ve gençliğin düzene bağlanması için uygun bir ortam hazırlardı. Keza bu hazırlıkların ve uygulamaların ardından gençlik saflarında uyuşturucu ve diğer yoz ilişkiler şırıngalanmaya başlandı. Bundan sonrası açısından polisin okullara muhbir koyması,okulların etrafındaki cafe, bar vb. basarak arama yapmasının, pek fazla bir önemi de kalmadı. Aksine uyuşturucu ticaretinde bizzat polisinin elinin olması, gençliğin uyuşturucu tuzağına daha hızla çekilmesini etkileyen unsurlardı. Keza, gençliğin uyuşturucuya yönelmesinde en önemli nedenlerden birisi,gençlik üzerinde polis terörünün bitmez tükenmez bilmecesini sürekli ve sistemli bir hal alarak sürmesidir. Polis gençliği potansiyel suçlu olarak görerek,gençliği faşist baskı ve terör altında tutarak, örgütlenme ve kendi sorunlarına, toplumun sorunlarına sahip çıkmasını engellemeye çalışıyor.1960 yıllarında başlayarak gençlik bağımsızlık ve özgürlük alanlarına çıktı ve enerjisini yeni bir dünya kurma kavgasına hasretli.Bu yıllarda gençlik politize oldukça, örgütlendi ve örgütlendikçe toplumun sorunlarına sahip çıkarak tez canlılık,değiştiricilik ve dönüştürücülük istemleri devrimci mücadeleye dönüştürüldü ve gençlik yüksek ahlaki değerleri ve oto kontrol mekanizmasını sağlamasıyla, 80'lere kadar bu çizgide ilerledi ve toplumun en gözde, örnek kesimini oluşturdu.Gençlik coşkusunu ve arayışlarını uyuşturucuyla değil, kendisinide zincirleyen faşizme ve gericiliğe karşı devrimci idealler ve özgürlükleri mücadelesine döktü.Gençlik bu yıllarda savaşsız ve sömürüsüz bir dünya yaratmak için, yemekte bizimde tuzumuz olsun diyerek ,enerjilerini bütünüyle mücadeleye döktüler. Gençliğin enerjisini halkın çözüm bekleyen sorunlara hasretmesi egemen sınıfları paniğe itiyordu.Onlara göre gençler politikayla ilgilenmemeli ve büyüdükleri zaman politikayla ilgilenmeliydiler, derken,diğer yandan ise polis terörü yoğunlaştırılarak gençlik saflarında şeriatçı ve sivil faşist hareket desteklenerek geliştir- ilmeye çalışıldı.Bu taktik uyuşturucu yaygınlaştırılarak gençliğin dinamizmini, geleceği hakkında karar verme arzusunu ezme faaliyetinin bir unsuru olarak devreye sokularak tamamlandı. Sömürüsüz ve baskısız yeni bir dünya kurma mücadelesinin ideal olmaktan çıkarıldığında, gençliğin saflarında idol olarak Tarkan, Deniz Seki, Cladia Shiffer,SMichael Jaçkson vs vb. olabileceğini iddia eden hayal dünyası açtırıldı. Sosyetenin çirkef ilişkileri ve pempe dünyaları medyadan hemen her gün bol bol yayınlanarak partilerden, partilere, yoz ilişkilerden ilişkilere koşulan dumanlı partilerde her şey gençliği yozlaştırmak için kullanılıyordu. Kolay yoldan bol para kazanıldığı ve dünya nimetlerinde yararıanma adına gençlik saflarında fuhuş ve uyuşturucu hızla yaygınlaştırıldı.
|
(2886 okuma)
(Devamı... )
|
|
Юu ana kadar 12845755 sayfa izlenimi aldэk. Baюlangэз: April 2005
|
|
|