|
|
KOMÜNÝST HAREKETÝ DOÐRU ANLAMAK
“Tarihi doðru okumak, geleceðe emin adýmlar yürümenin zeminidir.” Tarihsel süreçle bugüne iletilmeyen ilgiye deðmeyendir. Tarihimize, varlýðýmýzýn kendiliðinden bilinciyle bakmamýz yetmiyor. Tarihimizi kurmak gerekiyor. Bu, tarih bilincinin nedeni ve sonucudur. Türkiye'de politik Marksizm bir tarihe sahiptir. Dünü anlama ve bugüne taþýma geleceðe emin adýmlarla yürümek bakýmýndan bu tarihsel diyalektiðin kavranmasýdýr. Elbette bu öncelikle doðru bir açýsý kazanmakla baðlýdýr. Aksi durumda yanlýþlara düþmek ya mükemmeliyetçilik altýnda inkarcýlýk yada hatalarda azade biçimindeki tutuculuk -dogmatizm sonuçta ayný noktada buluþan küçük burjuva yaklaþýmlarda konaklamak kaçýnýlmaz olur. Tüm sorunlarýn ele alýnýþýnda olduðu gibi, parti ve ona baðlý bir dizi sorunun doðru kavranmasý, bu konudaki görevlerin doðru tarzda tespiti de öncelikle soruna doðru bir yaklaþýma, bakýþ açýsýna sahip olmakla gerçekleþebilir. Oportunizm ile Marksizm-Leninizm arasýndaki her ayrýlýðýn baþlangýç noktasý bakýþ açýlarýndaki ayrýlýk düðümlenir. Komünist hareketin doðuþu ve geliþimi konusundaki bakýþ açýsýndaki ayrýlýklar ister ortaya çýksýn çýkmasýn bu böyledir. Çünkü ayrým bakýþ açýsýndan itibaren baþlar. Bakýþ açýsý, olgulara dünya görüþü temelinde yaklaþýmýn ifadesidir. Mutlaka bir sýnýfýn damgasýný taþýr. Ayný olgulardan hareketle deðiþik sýnýflarýn farklý sonuçlara varmalarýnda belirleyici olan, dünya görüþü ve üzerinde yükselen bakýþ açýlarýndaki farklýlýklardýr. Sýnýf çýkarlarýdýr. Dolayýsýyla, bu sorunda da proletaryanýn çýkarlarýna uygun sonuçlara varabilmek için soruna nasýl yaklaþýlmasý gerektiðini belirlemeliyiz.
O halde komünist hareketin doðuþu ve geliþimi sorununu nasýl ele almalýyýz ? Bilindiði üzere Marksizm -Leninizm bir bilimdir. Bilginin dolayýsýyla iþçi sýnýfýnýn biliminin hem geliþip zenginleþmesi hem de kavrayýþý diyalektik geliþim yasasýna uygun bir seyir izler. Bilgi maddenin beyne yansýmasýdýr. Maddenin hareket biçimindeki sonsuz deðiþmeye baðlý olarak insan bilgisinin ve bilimin sýnýrsýz geliþiminin, bilginin diyalektik geliþim seyrinin özünü oluþturduðu bilinen, yadsýnmaz bir gerçektir.
Diyalektik geliþim yasasý bize, sosyal-pratikten doðan bilginin, objektif bir bilim olan M-L"in teoriyle pratiðin birliði içinde basitten karmaþýða, alt düzeyden üst düzeye kesintisiz bir tarzda geliþeceðini tam bir netlikle açýklar. Ýþte bu yüzden M-L, bir doðma olamaz, bütün bilgilerin doruk noktasý deðildir, onlarý özet halinde veren ansiklopedik bir kaynak da deðildir. Bilim sonsuza dek geliþeceðinden böyle olmasý düþünülemez. M-L, toplumun ve tabiatýn geliþme yasalarýný ortaya koymuþ, her alanda doðru bilgiye ulaþmanýn yollarýný açmýþtýr. Elbette bu kadarla kalmamýþ, pratik içinde hazinesini zenginleþtirmiþ, pratikte doðrulanan deneyleri teorileþtirerek geliþmiþtir. Bu da tamamen diyalektik geliþme seyrine uygundur. Zaten baþka türlü olmasý mümkün deðildir. Ýþte M-L'in somut þartlarýn somut tahlili olmasý gerçeði buradan gelmektedir. haliyle bakýþ açýmýz bu temeller üzerine oturmalýdýr. Olgular þartlarýndan soyutlanamazlar. Þartlarý içinde ele alýndýklarýnda içinde barýndýrdýklarý çeliþkiler doðru tahlil edilebilirler. Þeyler, sürekli geliþme ve deðiþme, pratikten doðan bilgi sürekli derinleþme durumunda olduðundan belirli tarihi, sosyal ve iktisadi þartlar altýnda doðru olan baþka þartlar altýnda yanlýþ olabilir. Bu cümleden olarak M-L’in bazý þartlarda doðru olan bir kesim teorik önermeleri farklý þartlarda geçerliliðini yitirmiþtir.O halde bakýþ açýmýzýn odaðýnda, olgularý incelerken yer ve zaman kavramýndan; içinde bulunduðu tarihi, sosyal koþullardan soyutlamamak yer almalýdýr. Söylediklerimizi konumuz açýsýndan somutlaþtýralým. Bilimin, buna baðlý olarak M-L 'in Kavranýþý sürekli zenginleþip, derinleþeceðinden harekete belli bir durumda kavrayýþýn göreceli yetersizliðinin ürünü olan hatalarýn, özellikle genç ve tecrübesiz hareketlerde daha fazla olacaðý -genellikle bu böyledir- kolayca görülür. Bu hareketlerin kavrayýþlarýnda yüzeysellikler, anti -Marksist ideolojilerin etkileri nispeten fazla olacaktýr. Olgularý þartlarýndan soyutlamamak, bu noktada geliþme düzeyin'i dikkate almakta somutlaþacaktýr. Sadece bununla da yetinilmeyip uluslararasý tarihi ve sosyal þartlarýn yanýnda özgül koþullar da titizlikle incelenmelidir . Hatalarýn objektifliði; bu nedenle objektif olarak ele alýnýp deðerlendirilmesi ise, varýlan noktada ulaþýlan kavrayýþ düzeyinden hareketle hatalarý Marksizm’e yabancý ideolojilerin etkilerini objektif olarak ortaya koymayý belirler. Ancak, bunlarýn bütün içinde deðerlendirilmesi gerektiðinde koþullar kesinlikle göz önüne alýnmalýdýr. Bu yapýlmadýðýnda tek yanlýlýða düþülür. Oportünist tespitler yapmaktan kaçýnýlmaz. Bakýþ açýsý sorunu doðru kavranmadýðýnda geçmiþi ve bugünü deðerlendirme de doðru tespit ulaþýlamayacaðýný, görevlerin doðru tespit edilmesinin mümkün olmadýðýný belirtmiþtik. Diyalektik geliþim yasasýnýn, bilimin dolayýsýyla M-L’in kavrayýþý ile baðýný kuramamak mükemmeliyetçiliðe ve onunla el ele giden inkarcýlýða yol açar. Ýnkarcýlýk, varýlan her ileri noktada, önemli atýlýmda geçmiþin reddedilmesi olarak belirlenir. Ýdealizmden kaynaklanan bu ele alýþ yöntemi, diyalektik deðil metafiziktir. Aslýnda diyalektiðin reddidir. Terk edilmediðinde kiþi gruplarý, komünist örgüt ve partileri oportünizmin derinliklerine batýrýr. Türkiye de buna örnek MLKP, TKÝP, TÝKB vb. gibi akýmlardýr. Ýþin ilginç olaný ise bu akýmlarýn en azýnýn geçmiþi 20. yýl olmasýna karþýn hala sýnýftan ayrý tellerden çalmalarý ve hemen her yýl yapamadýk, edemedik yönlü özeleþtirilerin de bulunmalarý bu akýmlarýn nasýl bir çifte standartçý oportünizm içinde bulunduklarýný gösteriyor. Çünkü komünist hareketin geliþmesi, olumlu yanlarý üzerinde, bunlarý sürekli geliþtirerek hatalarýna karþý mücadeleyle olur. Ýnkarcýlýk olumlu yanlarýn geliþtirilip yanlýþlarýn atýlmasýný önler. Geliþmeyi, kendini aþmayý engeller. Bakýþ açýsýndaki sakatlýðýn götüreceði baþka bir hata da, tutuculuktur, dogmatizmdir. Bu eðilim, ciddi hatalarýn varlýðý ile M-L olmayý baðdaþtýramaz. M-L'leri hatasýz görmeye ve göstermeye çalýþýr. Dolayýsýyla hatalara sýký sýkýya sarýlýp, onlarý barýndýrýr. Türkiye de bu eðilimin kötü örnekleri MKP ve TKP-ML gibi akýmlardýr. Bu akýmlarýn geçmiþi savunma adýna nasýl bir dogmatizm çýkmazý içinde kývrandýklarýný ve geliþememe krizi yaþadýklarýnda görmek mümkündür. Aslýnda her ne kadar bir birine karþý gibi görünen bu eðilim de, mükemmeliyetçilikle ayný özden kaynaklanýr ve onun teryüz edilmiþ þeklidir. Ayný zararlý sonuçlara; kendini aþamamaya ve yozlaþmaya götürür. Bireycilik temelindeki keyfi yaklaþýmlar da inkarcýlýk ya da dogmatizm olarak biçimlenir. Ýþte Ýnþamýz bu her iki eðilme karþý mücadele ederek olgularý kendi koþullarýndan ve geliþimi içinde ele alýp deðerlendirerek komünist hareketin oluþumu ve geliþimi konularýnda M-L bakýþ açýsýnýn savunucusu çizgisin de yürümeye devam etmektedir. Olgularý þartlarý içinde deðerlendirme konusundaki görüþlerimizi kýsaca aktardýktan sonrasý TKP/ML Hareketi’nin doðuþu ve geliþim sürecine geçebiliriz. Devrimci 1960'lý yýllar boyunca iþleyen tarihine bakýldýðýnda görülecektir: Atýlan her yeni adým belki bir þeyleri alýp götürmüþtür, ama kesin olan odur ki , bir öncekinin ilerisindedir. Ýlerleme doðrusal deðil sýçramalýdýr ve 'TKP-ML'' Hareketinin kuruluþu, Türkiye devrimci hareketinde temel bir çizginin, önceki çizgilerden kopmuþ ve artýk kendi özgüllüðünü kurmuþ bu çizginin de ''ilk vuruþu'' anlamýna geliyor. TKP-ML Hareketini, 1972 Nisan ayýnýn son günlerinde, Ýbrahim Kaypakkaya önderliðinde bir grup genç devrimci tarafýndan kuruldu. Elbette ,devrimci örgütler ,genel bir kural olarak genç insanlar tarafýndan kurulur. Türkiye devrimci hareketini, TKP-ML Hareketine getiren yol neydi? 60'lý yýllarda devrimci hareket içinde, bugün de devamlarýna tanýk olduðumuz iki ayrý çizgi belirginleþmiþti: Milli Demokratik Devrimciler ve Sosyalist Devrimciler .Türkiye'de devrimci geleneklerin döl yataðý MDD çizgisidir. Ulusal ve uluslararasý devrimci dinamiklere açýk olan MDD çizgisi çevresinde geliþen gençlik hareketinden, zamanla kurumlaþarak örgütsel biçimlere bürünen üç ayrý çizgi doðdu. TÝÝKP bir yaný temsil ederken, belli bir geliþmenin sonuçlarýný verebilecek THKP-C ve THKO kuruldu. TÝÝKP ; baþtan itibaren Sovyetler Birliði'ne karþý oldu ve dünya ölçeðindeki ayrýþmada. ÇKP'nin baþýný çektiði tarafta yer aldý. TÝÝKP, MDD çizgisi içinde bir kopuþ temsil etmektedir. MDD çizgisinden kopuþ ( bu, devrimci bir kopuþ olacaktý ) bu gruba nasip olmamýþtýr. THKO ve THKP-C bizzat Perinçek grubunun da saðcý çizgisine ve bir bütün olarak sol hareketin reformizmine bir tepki olarak kuruldular. THKO ve THKP-C, Türkiye'de sýnýfsal zeminlerde mayalanan devrimci dinamiklerin dolaysýz siyasal yansýmalarýdýr. Bu gerçekleþmiþ devrimcilik, rahatlýkla bir sabit nokta olarak alýnabilir. TÝÝKP , görece teorik ve sistemli bir bakýþ açýsýna sahip ve Marksizm-Leninizm’in temel terim ve tezleriyle konuþurken, THKO ve THKP-C'nin içinde olduðu devrimci pratik hattýna gelemedi. Bu iki devrimci hareket ise çeþitli düzeylerde etkilenmelerine raðmen Marksizm-Leninizm’in sistematik düþünme evrimine girememiþlerdir . Ýþte, Ýbrahim Kaypakkaya ve onun 'TKP-ML Hareketi, özgül yollarýnda ilerleyen bu iki ayrý çizgiye bir üçüncü olarak, geliþmeyi aþamasýna götüren kuvvet olarak, bir moment olarak müdahale ederek ortaya çýktý. TÝÝKP Doðu Anadolu Bölge Sorumlusu Ý.Kaypakkaya'nýn önderlik ettiði bir grup komünist, Nisan 1971'de öne sürdüðü bazý tezlerle muhalefetini belirtti. Nihayet, Ý.Kaypakkaya tarafýndan kaleme alýnan ve ''DABK Kararý'' adýný taþýyan Þubat 1972 tarihli metin, muhalefetin ayrýlmasý anlamýna geldi. Pratikte somutlanan temel gerekçe, TÝÝKP çizgisinin devrimci olmadýðýydý. Ý. Kaypakkaya, sonraki aylarda geliþtirdiði tezlerle sadece TÝÝKP'ten kopmakla kalmýyor , bir bütün olarak Türkiye devrimci hareketinden kopuyordu. Kaypakkaya, ''eleþtiri silahý''ný büyük bir beceriyle kullanýyordu ve sonuçta bütün enerjisini yönelttiði bir hedef vardý: Kemalizm. ” Þafak revizyonistleri ( TÝÝKP ) kendi boþ hayallerini gerçeklerin yerine koymaya çalýþýyorlar, ülkemizde bir yýðýn revizyonist ve oportünist klik bilhassa Kemalizm konusunda ayný þeyi yapýyor .Özellikle Kemalizm konusunda, orta burjuvazinin gerçeklere aykýrý idealist yargýlarý öylesine beyinlere yerleþmiþ, beyinlere öylesine tekel kurmuþtur ki, Kemalizm’in komünistçe deðerlendirilmesi artýk imkansýz hale gelmiþtir. ( Ýbrahim Kaypakkaya. Bütün Yazýlar ) Kemalizm’in, komünistçe deðerlendirilmesi gerekmektedir, çünkü Marksist olmanýn ilk ve temel adýmý burjuva ideolojisiyle bütün baðlarý koparmaktan geçer ve Türkiye'de burjuva ideolojisinin tek belli- baþlý biçimi Kemalizm’dir. Kemalizm politik varoluþlarýnýn çeþitli iç düzeylerinde, sol hareketin ( devrimci hareket dahil ) bütün Üyelerini etkisi altýna almýþtý. Burjuva ideolojisinin özgül biçimi olan Kemalizm, sol hareket üzerinde etkiler býrakýyordu. THKP- C ve THKO Kemalizm’in ideolojik reddini gerçekleþtirememekle birlikte, politik pratiklerinde onun dýþýna çýktýklarý için ve o oranda devrimciydiler. Yani ideoloji bire bir olarak politikaya yansýmamýþtýr . ''Þimdi iyi biliyoruz ki, bizim Kemalizm konusundaki yargýlarýmýz, Çetin Altan, Doðan Avcýoðlu, Ilhan Selçuk'tan tutun da, TIP, M. Belli, H. Kývýlcýmlý, TKP, THKP-C, THKO ve Þafak revizyonistlerine kadar, bütün burjuva ve küçük burjuva örgüt ve akýmlarýný ayapa fýrlatacaktýr.'' (s. l46.) Ý. Kaypakkaya tespiti koyuyordu: Komünist olmanýn ilk ve temel adýmý Kemalizm’in reddedilmesiydi. Lenin'in yöntemiyle ''çubuðu tersine büküyor'' ve bunu baþarýyordu Kaypakkaya. Bu baðlamda, Kemalizm’in tarihsel karakterinin ne olduðu deðil, bugüne tarihsel etkisinin ne olduðu önemliydi..O, solda etkili olan bir çok eðilimin nedeninin Kemalizm olduðunu belirtiyordu . Kaypakkaya, Kürt sorununda ilk defa hakim ulus þovenizmini kýrmýþ ve Marksist-Leninist konum almýþ bir enternasyonalist devrimcidir. O, TÝÝKP'in þahsýnda bütün Türkiye solunu, kendi kaderini tayin hakkýný Kürt ulusunun ayrý devlet kurma hakký olarak anlamadýklarý için eleþtiriyordu. Ayrýlýðýn propagandasýný öncelikle ezen ulus komünistleri yapmalýydý. 0, Türkiye'de kapitalizmin niteliði ve geliþme doðrultusunu doðru tespit etmiþ ve kapitalizmin gerici tarzda da geliþebileceðini ve feodalizmin tasfiye ola bileceðini belirterek gelecekteki bilimsel çalýþmalar ve politik öngörüler açýsýndan zemin hazýrlamýþtýr. 0, bu tespitte de ilk olma özelliðini taþýmaktadýr. Bu nokta ileride güçlü tarihsel sonuçlara yol açacaktýr. Fakat Kaypakkaya'nýn kapitalizmi kavrayýþýnýn Maocu deðil Leninist olduðu kuþkusuzdur. Parti, devlet, mücadele ve devrim konularýný da eklersek, TKP- ML Hareketinin '72'deki politik çizgisinin, diðer sol hareketlerin hayli ilerisinde ve kendi içinde bir iç tutarlýlýk bütün oluþturduðunu söylemek, gerçeðin kendisini çýplak olarak ifade etmekten baþka bir þey olamaz. Bu ayrýmý koyduktan sonra, ''somut olarak görme''nin ilk elde mümkün olamayacaðý bir problamatiðe gelebiliriz: Kaypakkaya'nýn Marksizm’i ile Maoculuðun iliþkisinin anlamý. Marksizm, bir defada yapýlýp bitmiþ bir doðma deðildir. Kendisini, teorik olarak tarihsel unsura baðlamýþ bir öðretidir. Ortaya çýkýþýndan itibaren bütünlüðünün bir ucunu pratikle organik iliþkisi teþkil eder. Marksistler ancak çatýþmalý ve eksikli bir Marksizm gerçekleþtirebilirler. Tertemiz bir teori ve bu teorinin ''safýn'' bir uygulanýþýný arayanlar, sonuçta ''doðru teori''yi yanlýþ pratik ederler. Bu, aydýnca bir arayýþtýr. Baþka bir dünya, baþka bir ülke ve insanlar bulunamayacaðýna göre, Marksizm özgül tanýmýnda somut özelliklere yer vermek durumundadýr ve zaten tarihsel materyalizm bu konuyla uðraþýr. l960'lý yýllarda UIuslararasý Komünist Harekette büyük bir çatýþma yaþanmýþ ve ÇKP önderliðinde ve AEP'nin de baþlýca tarafýný oluþturduðu bir kesim, Modern Revizyonizmin karþý devrimci kampanyasýna karþý durmuþtur . Bu bir devrimci mücadele hattýydý ve gerçek Marksist-Leninistler, küçük burjuva devrimcileri ya da devrimci ya da devrimci rüzgara kapýlmýþ çeþitli burjuva demokrat akýmlarla yan yanaydýlar. UKH içinde Mao Zedung Düþüncesi'nin ideolojik hegemonyasý söz konusuydu. Ýdeolojik düzeyde anti-Marksist olan MZD, politik düzeyde önemli bir devrimci rol yüklenmiþti ve politik mücadelenin çok öne çýktýðý o dönemin uluslararasý konjonktüründe, ÇKP ile yan yana olmak aðýr pratik sorunlarý yol açmýyordu. Yani ideolojik hegemonya politik hegemonya anlamýna gelmiyordu. Dönemin belli baþlý komünist partileri ve hareketleri, UKH þemsiyesi altýnda mücadele ediyorlardý. Bu durumun en pratik ifadesi, komünistlerdeki Maocu söylemdi. Uluslararasý politik þartlar komünistleri U'K'H þemsiyesi dýþýna çýkmamak durumunda býrakýyordu. Ýþte buda Kaypakkaya yoldaþýn Maoculuktan etkilenmesini koþulluyordu.
|
(1630 okuma)
(Devam... )
|
Ütopyalar Ve Gerçekler
Vahþileþen Kapitalizm insanlarý adeta dev bir kafese hapsetmiþ durumda. Çýkýþsýzlýk içinde çýrpýnan iþçiler ve emekçiler, bir yandan ayakta kalma mücadelesi verirken, bir yandan da her türlü büyük ideal ve amaçtan uzaklaþtýrýlarak, küçük mülkiyet heveslerinin ve dar beklentilerin peþine düþmeye mahkûm ediliyor. Ancak çoðunluk bunlara ulaþamadýðý gibi, ulaþanlar da umduðu mutluluðu yakalayamýyor. Bu kapitalist sistem, insaný insan olmaktan çýkarýp, sistemin çarklarý arasýnda bencil/bireyci bir yaratýða dönüþtürüyor. Ýnsanlara onursuzluðu, yalancýlýðý, rekabet güdüsüyle birbirinin gözünü oymayý dayatýyor. Bu durum elbette derin iç çeliþkileri ve ruhsal yarýlmalarý da beraberinde getiriyor. Bunun doðrudan sonuçlarýndan biri de kapitalizmin çürümesine paralel olarak psikolojik rahatsýzlýklarýn ivmelenerek artýyor olmasýdýr. Bu hýzlý artýþ Türkiye’de de yaþanmaktadýr. OECD araþtýrmalarý, Türkiye’nin OECD ülkeleri arasýnda akýl saðlýðý bakýmýndan en sorunlu ülke olduðunu gösteriyor. Kuþkusuz bunda hýzlý kapitalistleþmenin yarattýðý büyük toplumsal altüst oluþun yaný sýra, son 26 yýlda þiddetlenerek süren Kürdistanda ki kirli savaþýn da önemli bir rolü bulunmaktadýr. Devletin her türlü manipülasyon yöntemine baþvurarak üstünü örtmeye çalýþtýðý bu yýkýcý savaþ, ezici bir çoðunluðu Kürt olmak üzere 40 bine yakýn insanýn canýna mal olmuþ, yüz binlerce Kürdü evlerinden yurtlarýndan ederek büyük þehirlere göçmek zorunda býrakmýþtýr. Türküyle Kürdüyle milyonlarca insan, 26 yýldýr, savaþa gönderdiði evlatlarýnýn sað salim geri dönüp dönemeyeceði endiþesiyle yaþamaktadýr. Dolayýsýyla bu kirli savaþ bütün toplumu büyük bir travmaya sürüklemiþ bulunmaktadýr. Ayný araþtýrmalar Türkiye’de her dört kiþiden birinin tedaviye ihtiyaç duyacak ölçüde psikolojik rahatsýzlýðý olduðunu tespit ediyor. Hastanelerin psikiyatri servislerinin dolup taþmasý gerçeði de bu tespiti doðruluyor. Türkiye toplumuda psikolojik sorunlarýn katlanarak arttýðýnýn bir diðer göstergesi de psikiyatrik ilaç tüketimindeki dikkat çekici artýþtýr. Türkiye Psikiyatri Derneðinin açýklamalarýna göre, dünya genelinde en çok satan 10 ilaçtan 3’ü psikiyatrik ilaçlardýr. Türkiye’de de durum farklý deðildir. Sinir sistemi ilaçlarý Türkiye ilaç pazarýnda antibiyotik, kalp-damar sistemi ve romatizmal ilaçlardan sonra dördüncü sýrada yer almaktadýr. 2003 yýlýnda yaklaþýk 14 milyon kutu antidepresan tüketilirken, bu sayý 2007 yýlýnda neredeyse iki kat artarak 26 milyonu geçmiþtir. Antipsikotik ilaçlarda ise daha çarpýcý bir artýþ kaydedilmiþ, 2007 yýlýnda toplam 2 milyon 616 bin kutu antipsikotik tüketilirken, bu sayý 2008’de 4 milyon 12 bin kutuya yükselmiþtir. Ekonomik kriz dönemlerinde psikolojik rahatsýzlýklarýn görülme oranýnda belirgin bir yükseliþ yaþandýðý da bilinen bir gerçektir. Ýþini kaybeden, her an iþini kaybetme tehdidiyle burun buruna olan, iþ yükü ve ekonomik sorunlarý katlanarak artan iþçilerin içine sürüklendikleri durum, her türlü ruhsal bozukluðu körüklemektedir. Örgütlü güçle desteklenen bir uyanýþ sürecinden geçerek iç çeliþkilerini olumlu yönde çözemeyen ve tek baþýna kalan milyonlarca insan bu kaçýnýlmaz sona sürüklenmektedir. Ýþçi ve emekçi sýnýflarýn boðuþtuðu ekonomik zorluklarýn yaný sýra, kapitalist sistem yarattýðý toplumsal iliþkilerle de mutsuzluðu her daim yeniden ve yeniden üretmektedir. Emekçilerin en basit ve en insani dileði, sevdikleriyle, gelecek kaygýsý duymadan, dünyanýn güzelliklerinden dilediðince yararlanarak, saðlýklý ve mutlu bir hayat sürmektir. Ancak kapitalizm, bir yandan üretici güçleri tarihte ilk kez buna olanak tanýyacak denli geliþtirirken, diðer yandan bu basit dileði milyarlarca emekçi için ulaþýlamaz bir hayal haline getirmiþtir. Ýþçinin ürettiði tüm artý-deðerin ve üretim araçlarýnýn sermaye tarafýndan gasp edildiði bu sistemde, iþçi ne kadar çok zenginlik üretirse o kadar yoksullaþmakta, ne kadar çok deðer yaratýrsa o ölçüde deðersizleþmektedir. Sermaye için iþçi, ihtiyaçlarý en aza indirilmiþ bir yük hayvanýdýr. O kazandýðýyla karnýný doyurmalý, sermayenin ihtiyaç duyduðu kadar çocuk yapmalý, en ucuz eðlence araçlarýyla yetinmeli, bunun dýþýnda dilediðince kendisine ayýracaðý boþ bir zamaný kalmaksýzýn ertesi gün iþe gitmeli ve bu kýsýr döngüyü yaþamýnýn sonuna dek biteviye devam ettirmelidir. Ýþçinin yaþamýný idame ettirmesini ve yeniden üretim yapabilmesini saðlayacak temel ihtiyaçlarý dýþýndaki tüm sosyal ihtiyaçlarý (saðlýklý konutlarda yaþamak, iyi bir eðitim görmek, güzel þeyler yemek, sinemaya, tiyatroya, konsere gitmek, tatil yapmak, hele hele siyaset yapmak) sermayeye lüks olarak görünür. Ürettiði ürünün sahibi olmayan ve üretim üzerinde hiçbir karar hakký bulunmayan iþçi, ürettiði nesneye yabancýlaþýrken, ayný zamanda doðaya ve topluma da yabancýlaþmaktadýr. Yaþayabilmek için iþgücünü sermayeye satmak ve onun için üretmek zorunda olan iþçi için çalýþma, mutluluk deðil mutsuzluk kaynaðýdýr. Marx’ýn da ifade ettiði gibi, bu zorunlu çalýþma onun tüm enerjisini, bedenini, zihnini tüketir. Bu yüzden, ancak çalýþma dýþýnda kendine gelebilen iþçi, vebadan kaçarcasýna kaçar iþten. Ve onun çalýþmasý kendisi için bir iþkenceyken, sermaye için bir zevk, hayatýn tadýdýr. Öte yandan kapitalizm yalnýzca iþçi sýnýfý için deðil genelde emekçi kesimler için de mutsuzluk kaynaðýdýr. “Kendi iþinin patronu olmak” ve “zengin olmak” hayaliyle yanýp tutuþan, bu uðurda hayatýný tüketen ve iflastan iflasa sürüklendiði halde bir türlü akýllanmayan küçük-burjuva emekçilerin (esnaf, atölyeci vb.) durumu tam da budur ve toplumda bunun sayýsýz örneði mevcuttur. Sýnýf bilincine sahip olmayan ve burjuva ideolojisinin salvolarýyla serseme dönen iþçi ailelerinin, çocuklarýna her fýrsatta “kendine ait bir iþ sahibi olmayý” bir kurtuluþ yolu olarak sunmalarýysa, bu topraklarda söz konusu anlayýþýn sürekli yeniden üremesini saðlamaktadýr. Ýþçi ve emekçi aileler, çocuklarýna, mutlu ve özgür bir hayat adýna, köleliði, insanlýktan çýkmayý ve ömür boyu mutsuzluk içinde debelenmeyi önerdiklerinin, onlarý böylesi bir sefil hayata teþvik ettiklerinin elbette farkýnda deðildirler. Çünkü kapitalizm onlarý amansýz bir ideolojik bombardýmana tâbi tutarak alýklaþtýrmaktadýr. Mutluluðu kapitalizmin dar ufkunda arayan emekçileri son derece sýkýcý, bunaltýcý ve mutsuzluk veren bir yaþamýn beklediði ortadadýr. Kapitalizmin onlara özgürlük olarak sunduðu þey mutlak bir esarettir. Paranýn, burjuva ve küçük-burjuva deðer yargýlarýnýn, her türlü gericiliðin, iþ yaþamýnýn, medyanýn, eðitim sisteminin vb. tutsak aldýðý, yoðurduðu ve posasýný çýkarýp bir kenara attýðý emekçiler, mücadeleden uzak durdukça, kendi kurtuluþlarýnýn deðil, sermayenin ve onun sömürü sisteminin varlýðýný sürdürmesinin teminatý olmaktadýrlar. Ve onlar çocuklarýna “baþkasýný býrak sen kendini kurtar” öðüdü verip, onlarý boþ avuntularla oyalayarak mücadeleden uzak tuttuklarý içindir ki, bu sömürü sistemi yüzyýllardýr varlýðýný sürdürmektedir. Ana-babalar genç kuþaklara, “biz o kadar çalýþtýðýmýz halde kendimizi kurtaramadýk, sizin için de iyi bir hayatýn koþullarýný yaratamadýk, siz boþuna didinmeyin, çabanýzý sizin gibi olanlarla birleþtirip bu sömürü sistemini yeryüzünden silmeye harcayýn” gibi son derece gerçekçi öðütler verseler, hiç bu sistem varlýðýný bu kadar rahat sürdürebilir mi? Kendini kurtarmak üzere gösterilen çabanýn küçücük bir kýsmý toplumsal kurtuluþ için gösterilse, acaba bu sistem yaratýlacak örgütlü güç karþýsýnda ayakta kalabilir mi? Kuþkusuz hayýr.
|
(1502 okuma)
(Devam... )
|
ORDU POLÝTÝK ÝKTÝDAR ÝPÝNÝ ELÝNDE TUTMAYI ‘82 FAÞÝST DARBE ANAYASASINDA ALIYOR
Bir çok kesim ordunun rejimi vesayet altýnda tutmasýný Anayasa da azade olarak ele alarak EMASYA yada MGSB’nin deðiþmesiyle demokrasinin önündeki takozlarýn kalkacaðý ve Ordunun rejim üzerindeki tayin edici etkisinin geriye çekileceðini düþlüyorl. Bunun için AKP’nin yanýnda saf tutan liberal aydýn taifesi, AKP’den Orduya karþý tutum alarak demokratikleþme bekliyor. Ordunun rejimi yönetip yönlendirmeisnde tayin edici etkide bulunmasýnýn temeli 82 faþist darbe Anayasasýn da ve yýllardan bu yana sürüp genlen geleneklerde aramak gerekiyor. 82 faþist darbe anaysasýnýn ilk dört maddesinde dokundurmam adiyen bir AKP’nin ordunun vesayetine karþý çýktýðýný söylemek kadar gerçek dýþý bir þey olamaz. AKP’nin ordunun vesayetine karþý çýkmasýnýn esasýný kendine devlet içind engel olunmasýyla baðldýýr. Yoksa AKP’nin orduyla her hangi bir sorunu olmadýðý gibi Baþbakan Erdoðan, generallerle çok iyi bir uyum içinde çalýþtýklarýný açýklayarak, demokratikleþmede ne anlaýdðýný ortaya koymuþ oluyordu. Nitekim tartýþmalarýn seyrinin, askeri vesayet/sivil vesayet þeklinde- sanki siviller politik yöentimde egemen olunca demokrasi ve özgürlük gelecekmiþ gibi bir yanýlsama pompalanýyor- sürmesi vesayetin görünmeyen yüzünün toplumdan saklanmasýna neden olmaktadýr. Asýl üzerinde durulmasý gereken nokta, oduyu politik yönetim merkezine oturtmayý haklý kýlan kutsal/baba devlet ideolojisinin anayasal dayanaðýdýr. Bu anayasal dayanak ve onun bekçisi olan Anayasa Mahkemesi'nin yapýsý bu þekilde devam ettikçe yapýlacak düzenlemelerin bir hiçbir anlamýda olmayacaktýr. Bir çok düzenlemeler ve yasalar Anayasa mahkemesinde geri dönüyor. Örneðin, Türban düzenlemesindeki Anayasa deðiþikliði ve askerin bazý suçlar bakýmýndan adli yargýda yargýlamasýnýn yolunu açan kanun deðiþikliðinin Anayasa Mahkemesi tarafýndan iptal edilmiþ olmasý Ordunun politik yönlendirmede anayasal temelinin çok canlý olduðunu göstermektedir. Diyelim ki, Kürt açýlýmý kapsamýnda bazý yasal düzenlemeler yapýldý. Bu düzenlemeler karþýsýnda Anayasa Mahkemesi'nin mevcut devletin resmi ideolojisi olan inkar ve imha politikasýný hemen harekete geçireceðini tahmin etmek zor olmayacaktýr. Bu konuda yapýlacak Anayasa deðiþikliðinin dahi Anayasa'nýn deðiþtirilemez hükümleriyle baðlantý kurularak engellenebileceðini de öngörmek gerekiyor. Anayasa'nýn 4. maddesine göre 1, 2 ve 3. maddeleri deðiþtirilmez ve deðiþtirilmesi teklif dahi edilemez. Anayasa Mahkemesi son olarak türbanla ilgili olarak Anayasa'nýn 10 ve 42. maddesinde yapýlan deðiþikliklerin Anayasa'nýn 2. maddesinde belirtilen laiklik ilkesine aykýrý olduðu gerekçesiyle bu konuda, TBMM'nin Anayasa'yý deðiþtiremeyeceðini hüküm altýna almýþ bulunmaktadýr. 411 milletvekili ile kabul edilen bu deðiþiklik ne yazýk ki uygulama imkaný bulamamýþtýr. Anayasa'nýn deðiþtirilmesi dahi teklif edilemeyen 2. maddesinin 'baþlangýçta belirtilen temel ilkelere dayanan' þeklindeki ibaresi, Kürt açýlýmý konusunda yapýlacak düzenlemelerin ne kadar zor olacaðýný göstermektedir. 'Türk vataný ve milletinin ebedi varlýðý ve Yüce Türk devletinin bölünmez bütünlüðü', 'Egemenliðin kayýtsýz þartsýz Türk milletine ait olduðu', 'üstünlüðün Anayasa ve kanunlarda bulunduðu', 'Hiçbir faaliyetin Türk milli menfaatlerinin, Türk varlýðýnýn, Türklüðün tarihi ve manevi deðerlerinin Atatürk milliyetçiliði, ilke ve inkýlaplarý ve medeniyetçiliðinin karþýsýnda koruma göremeyeceði' gibi ilkelerdir. Anayasa'nýn bu hükmü Anayasa'nýn 1, 2 ve 3. maddelerinde yer alan deðiþtirilemez kurallar ayarýndadýr. Haliyle bunlar temel ilke olarak kabul edildiðine göre 'deðiþtirilemez' maddelerin kapsamýna girmiþ oluyorlar. Böylece adý Kürt açýlýmý ya da demokratik açýlým olsun; yapýlacak düzenlemelerin Anayasa'nýn bu ilkelerine Aksi durumda en basit düzenlemede Anayasa Mahkemesi iptal silahýný kullanmaktan geri kalmayacaktýr. Anayasa'nýn deðiþtirilemez hükümleri, sadece Yasama'nýn deðil herkesin önünde engel olarak durmaktadýr. Örneðin, Bilim ve Sanat Hürriyeti baþlýklý Anayasa 27/2. maddesinde 'Yayma hakký, Anayasa'nýn 1'inci, 2'inci ve 3'üncü maddeleri hükümlerinin deðiþtirilmesini saðlamak amacýyla kullanýlamaz' þeklindeki düzenleme, baþta basýn olmak üzere sanat ve akademik düzeyde çalýþma yapanlarýn önünde çok önemli bir engel durumundadýr. Bu engel býrakalým anadilde eðitimi, üniversitede Kürtçe bölüm açýlmasý karþýsýnda dahi engel olarak kullanýlabilir. Yukarýda yazýlý düzenlemelerin yanýnda askeri gücün, halen Anayasa'da olduðu gibi durmasý da her an Balyoz Harekatlarýyla karþý karþýya olunduðunu çarpýcý bir þekilde ortaya koymaktadýr. Milli Güvenlik Kurulu Baþkaný'nýn sivil olmasý hiç bir þeyi deðiþtirmiyor, Çünkü, Milli Güvenlik Kurulu'nda askeri kesimin yoðunluðu, idari olarak da bu kurumun daha çok askeri bir nitelikte olmasý nedeniyle, her zaman milli güvenlik adý altýnda planlamalar yapacaðý da Anayasa gereðidir.
|
(1520 okuma)
(Devam... )
|
ULUSLARIN EÞÝTLÝÐÝ VE ULUSAL AZINLIÐIN HAKLARI
Ulusal sorunun tartýþmasýnda Rusya oportünistlerinin en çok baþvurduklarý yöntem, Avusturya örneðini ileri sürmektir. Severnaya Pravda'daki yazýmda (Prosveþçenye, n°10, s. 96-98) -ki oportünistler bu yazýya karþý savaþ açmýþlardý (Bay Semkovski, Novaya Raboçaya Gazeta'da, [27] Bay Liebmann da Zeit'ta)- ulusal sorunun biricik çözümünün, bu sorun kapitalist dünyada çözümlenebildiði kadar, tutarlý demokratizm olduðunu belirttim. Ve bu görüþümü tanýtlamak için Ýsviçre örneðini verdim. Bu örnek, yukarda adý geçen iki oportünistin hoþuna gitmemiþ; bunlar, görüþümü çürütmeye ya da kapsamýný daraltmaya çalýþýyorlar. Kautsky'ye göre, Ýsviçre, eþi-benzeri bulunmayan bir örneði temsil edermiþ: güya Ýsviçre'de tamamen kendine özgü bir merkeziyetsizlik, kendine özgü bir tarih, özel coðrafi koþullar ve nüfusun son derece özgün bir daðýlmasý vb., vb. varmýþ. Bunlar; tartýþmanýn temel konusundan kaçma çabalarýndan baþka bir þey deðildir. Kuþkusuz türdeþ (homogène) [sayfa 39] bir ulusal devlet olmama anlamýnda Ýsviçre'nin kendine özgü bir durumu vardýr. Ama ayný kendine özgü durum (ya da Kautsky'nin eklediði gibi ayný gerilik durumu) Avusturya'da da, Rusya'da da vardýr. Kuþkusuz, Ýsviçre'de, bu ülkenin tarihinin ve geleneklerinin özel, özgün koþullarý, komþu Avrupa ülkelerinin çoðundakinden daha çok demokratizmi saðlamýþlardýr. Ama bir örnekten bazý þeyler alma sözkonusu olduðuna göre, bütün bunlarýn burada yeri yoktur. Bugünkü koþullarda þu ya da bu kurumun tutarlý bir demokratizmin ilkelerine uygun olarak gerçekleþtirildiði ülkelerin hepsi, bir bakýma, eþi-benzeri bulunmayan ülkelerdir. Bu, bizim, programýmýzda bütün kurumlarda tutarlý bir demokratizmin uygulanmasýný istememize engel olur mu? Ýsviçre'nin özelliðini meydana getiren þey, tarihidir, coðrafi koþullardýr ve baþka þeylerdir. Rusya'nýn özelliðini meydana getiren þey, burjuva devrimler döneminden bugüne kadar eþi görülmemiþ güçte bir proletaryadýr ve nesnel olarak (türlü belalar ve yýkýmlara sürüklenme önlenecekse) görülmedik hýzda ve kararlýlýkta bir ilerlemenin gerekliliðidir. Proletaryanýn görüþ açýsýndan hareket ederek bir ulusal program hazýrlýyoruz. En iyi örnekler yerine en kötü örneklerin alýndýðý nerede görülmüþtür? Her ne olursa olsun, kapitalist düzende ulusal barýþýn (gerçekleþebildiði kadar) yalnýzca demokratizmin tutarlý bir tarzda uygulandýðý ülkelerde gerçekleþtirildiði tartýþma götürmez bir gerçek deðil midir? Böyle bir þey, tartýþma götürmeyeceðine göre, Ýsviçre yerine Avusturya örneðini inatla ileri süren oportünistler, týpký Avrupa'nýn en iyi anayasalarýndan esinleneceklerine, en kötülerini kopya eden kadetler gibi davranmaktadýrlar. Ýsviçre'de üç devlet dili vardýr, ama referandumlar sýrasýnda yasa tasarýlarý beþ dilde basýlýr, yani üç devlet [sayfa 40] dilinde ve "Latin kökenli" iki lehçede, 1900 sayýmýna göre bu iki lehçeyi konuþanlar 3.315.443 nüfus üzerinden 38.651 kiþidir, yani %1'den biraz fazla. Ordudaki subaylar ve assubaylar "erlere kendi anadillerinde hitap etmekte tam serbesttiler". Grisons ve Valais kantonlarýnda (ki bunlarýn her birinin nüfusu 100.000'in üstündedir), sözkonusu iki lehçe, tam bir eþitlikten yararlanmaktadýr.[4*] Þu soru karþýmýza çýkýyor: ileri bir ülkenin bu canlý deneyimini yaymalý ve savunmalý mýyýz,yoksa Avusturyalýlarýn dünyanýn hiç bir yerinde denenmemiþ olan (ve Avusturyalýlarýn kendilerinin de henüz kabul etmedikleri) "bölgeler-dýþý özerklik" türünden icatlarýný kabul mü etmeliyiz? Böyle bir icadý öðütlemek, okulun milliyetlere göre bölünmesini savunmak demektir, yani açýkça zararlý bir propagandaya katýlmak demektir. Oysa Ýsviçre deneyimi, bir devletin bütünü içinde (baþkalarýna göre) tutarlý bir demokratizm düzeni altýnda, (gene baþkalarýna göre) en büyük ulusal barýþý saðlamanýn pratikte olanaklý olduðunu -ve bu gerçekleþmiþ bir þeydir- bize göstermektedir. "Sorunu incelemiþ olanlar, Ýsviçre'de ulusal sorunun Doðu Avrupa'daki anlamýyla var olmadýðýný söylemektedirler. Ulusal sorun terimi bile burada bilinmemektedir..." "Ýsviçre, ulusal-topluluklar arasý savaþýmý, artýk çok geride kalmýþ bir dönemde aþmýþtýr, 1797-1803'te."[5*] Bu demektir ki, zamanýnýn feodalizmden kapitalizme geçiþ ile ilgili sorunlarýný en demokratik tarzda çözüme baðlamýþ olan büyük Fransýz devrimi dönemi, ulusal sorunu da, geçerken "çözüme" baðlayabilmiþtir. Þimdi de kalksýn Semkovskiler, Liebmann'lar ve öteki oportünistler bu çözümün "ancak ve ancak Ýsviçre'ye özgü" olduðunu ve Rusya'nýn herhangi bir bölgesine, hatta þimdiden 209.000 nüfus içinde, kendi-ülkelerinde dil bakýmýndan [sayfa 41] tam bir hak eþitliðinden yararlanmak isteyen 40.000 yurttaþýn konuþtuðu iki lehçenin bulunduðu Rusya'nýn bir bölgesinin bir bölümüne uygulanamayacaðýný öne sürmeyi denesinler! Uluslarýn ve dillerin tam eþitliði propagandasý, her ulusta demokratik ilkelerin tutarlý olarak uygulanmasýndan yana olan öðeleri (yani yalnýzca proleterleri) , onlarý ulusal topluluklarýna göre deðil, devletin genel yapýsýnda derin ve ciddi olumlu deðiþiklikleri gerçekleþtirme özlemlerinden ötürü birleþtirerek toplu hale getirir. Buna karþý, "ulusal kültür özerkliði" propagandasý, bazý gruplarýn ve kiþilerin dileklerine karþýn, uluslarý böler ve gerçekte bir ulusun iþçilerini kendi burjuvazisine yaklaþtýrýr (ünlü "ulusal kültür 'özerkliði"nin bütün Yahudi burjuva partileri tarafýndan benimsenmesi).
|
(1499 okuma)
(Devam... )
|
KANAYAN BÝR YARA MARAÞ KATLIAMIN 31. YILINDA UNUTMAYALIM
Aylardan Aralýk ise, Türkiye siyasal tarihinde akla gelen ilk olay; hiç þüphesiz, olanca vahþetiyle belleklerde çakýlýp kalan MARAÞ KATLÝMI olur. Bundan tam 31 yýl önce, 24 Aralýk, 1978 günü ülkenin dört bir yanýna bir katliam haberi yaylýyordu. Evet, faþizm yine kan dökmüþtü. Hem de kadýn, erkek, genç ihtiyar ve çocuk demeden... Sadece insanlar katledilmekle kalýnmamýþ, evleri de yakýlýp, yýkýlýp talan edilmiþti. Bu, Türkiye siyasi tarihinde resmi ve sivil faþist güçlerin organize olarak gerçekleþtirdiði en büyük katliam olma özelliðini de taþýyor. Bu katliam, Türkiye'de egemen sýnýflarýn tezgahladýðý, gerçekleþtirdiði ne ilk, ne de son katliamýydý. Bunlarýn en büyükleri Kürdistan'da gerçekleþtirildi. Dersim, Zilan, Koçgiri, Aðrý bunlardan bazýlarýdýr. Yani onlar, Kürt kaný akýtmaya alýþkýn olduklarý gibi, katliamlar tezgahlamak ve gerçekteþtirme de de ustalar. Onlar, halklar arasýndaki ulusal ve dinsel farklýlýklardan yararlanmayý, çeliþkileri derinleþtirmeyi, birbirine karþý kýþkýrtmayý ve bir birlerine kýrdýrtmayý da ustaca becerirler. Tarih, bunun örnekleriyle doludur. Egemen sýnýflar ve faþizm, halklar arasýndaki ulusal, dinsel vb. çeliþkilerin yoðun olarak yaþandýðý yer ve bölgelere özel bir önem verir. Buralarda, bu duruma uygun düsen örgütlenmeler oluþturur, var olan çeliþkileri þiddetlendirir. Zira, halklarýn kardeþliði ve çýkar (ortaklýðý temelinde birliktelikler oluþturmasý egemen sýnýflar ve faþizm için en büyük tehlikeyi oluþturur. Bundan ötürüdür ki, onlar, bu tehlikeyi etkisiz kurmak için her yolu dener ve her oyuna baþvururlar. Yakýn tarihte gerçekleþtirilen ya da gerçekleþtirilmek istenen katliamlar bunu gösteriyor, bunu doðruluyor.Faþizmin, Maraþ'ý katliam yeri olarak seçmesi buna uygun düþüyor. Neden baþka bir yer deðil de MARAÞ ? Öncelikle, neden MARAÞ ya da neden 1978 Aralýk'ý? önce bunu irdeleyelim. 12 Mart yenilgisinden sonra, 74’lerden baþlayarak Türkiye devrimci ve komünist hareketi yeniden toparlanma sürecine girmiþti ve buna koþut olarak devrimci mücadele de giderek yükselen bir ivme kazanýyordu. Sonraki yýllarda ise, daha büyük bir hýzla yükseliyor ve geniþ emekçi yýðýnlarý her gecen gun daha fazla içine çekiyordu. 77-78 yýllarýna gelindiðinde ivmenin daha da yükseldiði ve emekçi yýðýnlarla faþist diktatörlük arasýndaki mücadelenin giderek sertleþtiði bir siyasal ortama girdiði görülür. Genel bir kural ola devrim birleþik, güçlü bir karþý devrimi beraberinde getirir. Her siyasal mücadele iktidar mücadelesidir. Bu sýnýf mücadelesinin temelini oluþturur. Buradan hareketle, sömürülen ve ezilen yýðýnlar iktidar olmak, sömüren ve ezilen yýðýnlar ise iktidarlarýný korumak için kýyasýya bir mücadeleye giriþirler. Ve her iki tarafta konumlarýna yani sýnýfsal çýkarlarýna denk düþen yapýlanmalar oluþtururlar. Egemen sýnýflarýn elinde yýðýnlar üzerinde bir baský unsuru olan devlet aracýlýðý ve polis gibi resmi silahlý örgütler oluþtururken, bunun yaný sara yasadýþý sivil ve askeri örgütlerde yaratýrlar. Bunlarý istihbarat aracýlýðýyla yönetir ve çeþitli karanlýk iþlerde kullanýrlar. Egemen sýnýflar güçlü bir ordu örgütüne sahipken, baþka silahlý güçlere niye gereksinim duyuyorlar. Bunlarý, þu belli baþlý iþlerde kullanmak için öne çýkan ilerici aydýn, devrimci ve komünist kiþileri imha (12 Eylül'den önce, onlarca devrimci, demokrat, ilerici bilim adamý, komünist katledildi ) etmek; kitle katliamlarý gerçekleþtirmek; provokasyonlar yaratmak, vb. vb. iþler dayanýlarak yapýlýr. Ýþte Maraþ katliamýnda da esas olarak bu güç kullanýldý. 1978'e gelindiðinde sýnýf mücadelesinin giderek yükselen düzeyi egemen sýnýflarý baþka yöntemler almaya zorluyordu. Zira, yürürlükteki yasalar vs. bu durumun önüne geçmede yetersiz kalýyordu ve siyasal ortam iyice kýzýþýyordu. Orduyu fiilen devreye sokacak bir ortam gerekiyordu, bunun ortamý yaratýlmalýydý. Daha önceki kimi giriþimleri baþarýsýz kalmýþtý bu kez daha iyi bir yer ve zaman seçilmeli ve daha asgari organizeli bir faaliyet yürütülmeliydi. Bu ortamda ancak egemen sýnýflarýn sivil faþist örgütlenmesi olan MHP yaratabilirdi. MHP, hem ülke içindeki diðer faþist güçler ve hem de ABD emperyalizmiyle eþgüdümlü bir þekilde katliamýný planlanmasýna baðladýlar. Amaç açýktýr. Ya, 1978'de iþbaþýnda bulunan CHP hükümetini yýpratarak bir iktidar boþluðu yaratmak ve bu ortamdan yararlanarak ordu destekli faþist bir MHP iktidarý kurmak, ya da orduyu doðrudan devreye sokarak emekçi yýðýnlar üzerinde faþist baský ve terör estirmekti. Herþeyden önce, MHP, yoðun bir iktidar hazýrlýðý içindeydi. Silahlý faþist militanlarý aracýlýðýyla ilerici kiþi ve kuruluþlara karþý faþist terör uygulayarak bu güçleri sindirmeye çalýþýrken, diðer yandan da bu yolla kendi taraftar kitlesine moral kazandýrmaya çalýþýyordu. Ama, O, ayný zamanda saldýrýlarý için devrimcilerin hazýrlýksýz olduðu alanlar seçerek, devrimcilerin emekçi yýðýnlar üzerindeki hakli prestijlerini sarsmaya çalýþýyordu. Tam da burada neden MARAÞ ? sorusu açýklýk kazanýyor... Maraþ'ýn sosyoekonomik yapýsal özellikleri üzerinde kýsaca da olsa durmak gerekiyor.Maraþ, ekonomik olarak fazlaca geliþmiþ bir bölge deðil. Bir kaç dokuma (tekstil) fabrikasý; Madeni eþya, tuðla, kereste ve kýrmýzý biber atölyesinin dýþýnda da çoðunlukla hayvan ve tarýmcýlýk baþlýca uðraþ alanlarýdýr. Halkýn büyük çoðunluðu yoksul olup, geçim sýkýntýsý çeker. Yetiþkin nüfusun (erkek) önemli bir kesimi baþka þehirlerde ve yurtdýþýna iþçi yaparak yaþamlarýný sürdürürler. Kadýoðullarý, Emiroðullarý, Arslanlar ve Uncular gibi etkin aileler, bölgede önemli bir ekonomik ve siyasal güç oluþturuyor ya da ellerinde tutuyorlar... Bölgede Kürt-ve Türk ulusundan baþka, deðiþik etnik gruplar da vardýr. Mezhep farklýlýðý ise, (alevi-sünni) önemli bir yanýný oluþturur. Bunlardan alevi halk genellikle ilerici, devrimci ya da demokrat bir yapýya sahipken, sünni halk ise, siyasi bakýmdan gerici ve faþist düþüncelerin etkisindedir. AP, MHP ve MSP gibi gerici-faþist partilerin kitlesel tabaný çoðunlukla sünni halktan oluþuyordu. Bu partilerden MHP, kýsa zamanda önemli bir kitlesel büyüme gösterdi. MHP, 1968 seçimlerinde 1500-oy alýrken, 1977 seçimlerinde oy sayýsýný 33.470'e çýkarmýþtý. Bölgede bu denli önemli bir kitlesel desteði saðlayan faþist güçler, ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu), TÝT (Türk Ýntikam Tugayý ) gibi faþist vurucu askeri timler oluþtururlar. Bir yandan bunlar olurken, diðer yandan derinleþen toplumsal ve sýnýfsal çeliþkilere koþut olarak yükselen sýnýf mücadelesi Kürt Türk ulusuna, alevi sünni mezhebine mensup emekçi yýðýnlar arasýnda giderek bir kaynaþma ve birlikte hareket etmenin nesnel ortamýný da olusturuyordu. Ama bu, sözünü ettiðimiz ulusal ve mezhepsel çeliþkileri ortadan kaldýrabilecek düzeyde bir kaynaþma deðildi henüz, Bu çeliþkiler kullanýlmaya uygundu. Ýþte egemen sýnýflar, ülkede yükselen devrim, sosyalizm ve Kürt halkýnýn ulusal özgürlük mücadelesinin önüne geçebilmek, bunu kan ve zulümle bastýrmanýn ortamýný yaratmak için Maraþ'in özgül durumundan hareketle Maraþ'ý katliam yeri olarak seçtiler. Dönemin baþbakaný Bülent Ecevit'in hazýrlatmýþ olduðu raporlarda :" Olaylardan önce, Ankara ili Bahçelievler,Karþýyaka ve Keçiören semtlerinde oturduklarý bilinen Hüseyin Yýldýz, Ünal Aðaoðlu, Haluk Kýrcý, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayýr, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalý, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve Ýsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli þahýslarýn Kahramanmaraþ iline gittikleri öðrenilmiþtir. Yine Ýskenderun Demir Çelik iþletmesinde fabrika stok kontrol müdür muavini olan Hayri Kuþçu Çelik-Ýþ Sendikasý yetkililerinden Tuncay Tekeli..isimli þahýslarýn olaylardan önce ve olaylar sýrasýnda Maraþ’a gittikleri öðrenilmiþtir," Raporda sayýlan pek çok isimden bir kaþý: Ünal Aðaoðlu ile Haluk Kýrcý daha sonra Ankara Bahçelievler'de yedi TÝP'linin evlerini basarak öldürdükleri için hüküm giydikleri, Ahmet Ercüment Gedikli ise Kemal Türkler'in katil zanlýsý olarak aranan ülkücü militanlardý. Çelik-Ýþ Sendikasý'nýn ise o zaman MHP yanlýsý bir sendika olduðu bilinen bir gerçekti. "Adýyaman ilinde gelerek, Çelik Palas Oteli'nde, 19-20 Aralýk 1979 günlerinde yatan kendilerine milli piyangocu tanýtan 26 deðiþik isimli þahsýn, Milli Piyango Ýdaresi'nden alýnan, 26 Ocak 1979 gün ve 013/653 sayýlý yazýlarý vetkili bulunan bölgelerden, ne sabit ne de seyyar bayi olmadýklarý anlaþýlmýþtýr. Yine ekte bulunan OÏ3 sayýlý yazýdan, yalnýz 9 ve 31 Aralýk günlerde çekiliþ yapýldýðý Kahramanmaraþ içinde de yeteri kadar milli piyango bayii vardýr. Ve 19-22 Aralýk günlerinde çekiliþ olamayacaðýna göre, sahte meslek göstererek kalan bazý kiþilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiþ militanlar olduklarý kanýsý uyanmaktadýr, Milli piyangocularýn Kahramanmaraþ’ta olduklarý günlerde, bazý ev ve iþyerlerini üç hilal ve çarpý koyarak iþaretledikleri, þehir halký tarafýndan da gözlemlendi. 19 Aralýk l978 tarihinde " Güneþ Ne Zaman Doðacak " filmi gösterilirken, Çiçek Sinemasý'nda meydana gelen patlama önceden planlanmýþ olup, katliamýn baþlamasý yolunda önemli bir adým oluþturuyordu. Olay sonrasý hazýrlanan raporda: "18.12.1978 günü ÜGD Maraþ Þubesi ikinci baþkaný Mustafa Kanlýdere, Ökkeþ Kenger- ve üçüncü baþkan Mustafa Tecirli'ye halký kýþkýrtmak, tahrik etmek ve isyanýný saðlamak için, solcularýn attýðý süsü verilmek kaydýyla, tahrip gücü az bir dinamit atýlmasýný emretmiþtir.. Atýlacak dinamitin saat 13.00'de þekerli Camisinden alýnmasýný ister. Sonra birinci baþkan Mehmet Leblebici ile görüþür ve bir köye gelir. Ayný gün birinci baþkan Leblebici'de Ankara'ya hareket eder."
|
(1569 okuma)
(Devam... )
|
|
u ana kadar 12834945 sayfa izlenimi aldk. Balang: April 2005
|
|
|