|
|
ZALÝMLER YENÝLMEYE MAHKÛMDUR !
“Biz yeni bir hayatýn acemileriyiz Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor aþkýmýz yeniden, Son kötü günleri yaþýyoruz belki güzel günleri de yaþarýz belki Kekre bir þey var bu havada Geçmiþle gelecek arasýnda Acýyla sevinç arasýnda...” [1]
Her þeyin, her yerde; yerkürenin yedi iklim dört coðrafyasýnda müthiþ hýzlandýðý bir kesitte; sürdürülemez kapitalizm ile burjuva iktidarlarý alt üst oluyorken; Türkiye de, Kürdistan da bundan baðýþýk deðil; hýzlanan tarihin tam orta yerinde topraklarýmýz… Kar altýndaki coðrafyamýz, Ankara’nýn orta yerindeki direngen Tek-el, Antep’deki ‘Çemen Tekstil’ ve Ýstanbul’daki ‘Ýtfaiye’ iþçileriyle, Ýzmir’deki ‘Kent A. Þ.’ direniþçileriyle ve daðlarýndaki yok edilemeyen umutla dim dik ayakta… Topraklarýmýzda yeniden, bir kez daha “Ekmek ve Özgürlük” mücadelesinin sloganlarý yükseliyor… Onlarla “genel grev”de omuz omuzaydým; onlarýn selamýný getirdim sizlere; hepinizi aydýnlýk bir geleceðe olan inançlarý ve onu yaratmak mücadelesini sürdüren alt edilemez iradeleriyle kucaklýyorlar… Hiç kimsenin kuþkusu olmasýn; kriz içinde debelenen sürdürülemez kapitalist vahþete karþý verilen bu kavga, daha da büyüyecek…
SÜRDÜRÜLEMEZ KAPÝTALÝZMÝN KRÝZÝ: SÜRÜYOR, BÜYÜYOR!
‘Le Temps’daki söyleþisinde Fransýz filozof Andre Compte-Sponville’in, “Bugün borçla zenginlik yaratmaya ve bunu da yalnýzca bir kesime, para babalarý ile onlara hep daha çok kazandýrarak ücretlerini ve yýl sonu primlerini arttýrmaya çalýþan, bu amaçla da ihtiraslarýnda ve pervasýzlýklarýnda sýnýr tanýmayan bir avuç finansal aktöre aktaran, mutasyona uðramýþ bir kapitalizm ile karþý karþýyayýz,” diye betimlediði sürdürülemez kapitalizm temellerinden sarsýlýyor; üçüncü büyük bunalýmýný yaþýyor… Ulaþtýðý yýkýcýlýk kapasitesiyle insan(lýk)ýn topyekûn imhasýna denk düþen “küreselleþme” alt baþlýklý sürdürülemez kapitalizm; George Soros’un, “Kurallarýna göre oynamakla kurallarý koymayý birbirinden ayýrmalýyýz,”[2] dediði riyakârlýkta somutlanýrken; kapitalizm “küreselleþme” dediðinin “nihayeti”yle de yüz yüzedir… Oysa her þey ne güzeldi! Kredi maliyetleri neredeyse sýfýrlanmýþ; varlýk fiyatlarý astronomik boyutlara ulaþmýþ; ihtiyati fonlar, türev varlýklar, repolar, türev varlýklardan gene türevlendirilmiþ yeni varlýklar... köpük köpük balonlar yaratýlmýþtý. Finans piyasalarýnýn “dâhi” beyinleri “sanayi-sonrasý ileri hizmet toplumunun” inþasýný geçekleþtirmiþlerdi. Öyle ki, dünya mal piyasalarýnda her 1 dolarlýk sanayi üretimi, eþanlý olarak 25-30 dolarlýk bir finansal iþlemi yaratýr hâle gelmiþti. 2006 yýlýnda ABD ekonomisinin yýllýk ulusal geliri 12.5 trilyon dolar olarak hesaplanmaktaydý. Buna karþýn, ayný sene “türevlendirilmiþ” finansal varlýklarýn deðerleri küresel piyasalarda 1200 trilyon dolar (yani ABD ulusal gelirinin 100 misli!) olarak ölçülmekteydi. Küresel finans ekonomisinin 2000’li yýllarý büyük bir coþkuyla geçmekteydi. Dahasý, ulus devletler artýk piyasalarýn düzenlenmesi görevlerinden uzaklaþtýrýlmýþ ve sermayenin gereklerine göre “yönetiþimci/ hakem devlet” yalanlarýyla yeniden biçimlendirilmiþti. Bunun da ötesinde iþçi sýnýfýnýn ideolojisi itibarsýzlaþtýrýlmýþ ve üniversitelerden ve akademik çevrelerden uzaklaþtýrýlmýþtý. Kýsaca “tarihin sonu”na ulaþýlmýþ idi! Küresel kriz tam da bu sýrada patlak verdi. Reel dünyadan kopartýlmýþ sahte deðerler sisteminin iflasý 2007 yazýnda baþladý; 2008 sonuna gelindiðinde geride 40 trilyon dolara yakýn “toksik” deðersiz finansal kâðýt ve 50 milyon yeni iþsiz býrakarak...[3] Kapitalizm artýk bir “devri saadet”in sonunda! Bu noktada Uluslararasý Para Fonu (IMF) Baþkaný Dominique Strauss-Kahn, yeni bir resesyon tehlikesine dikkat çekti; dünyada yeniden ekonomik darboðaz görülebileceði uyarýsýnda bulundu; “çift dipli kriz modelinin (double-dip recession) ciddi bir risk olduðu”na dikkat çekti. Evet kapitalist dünya ekonomisinde, ama özellikle geliþmiþ ülkelerde, uzun bir süre için “Yeni Normal”in, tarihsel ortalamalarýn altýnda bir büyüme hýzý, yüksek iþsizlik oranlarý olacaðý anlaþýlýyor. Ekonomist Heizo Takenaka iki dipli “W” tipi bir resesyon olasýlýðýnýn güçlü olduðunu vurgularken Roubini, toparlanmanýn “V” deðil “U” tipi olduðunu söylüyor. Michael J. Elliot’un þirketinin, 52 ülkede 1200 CEO’yu kapsayan anketinin sonuçlarý da iyimser deðildi.[4] Kimi aklý evellerin “Bitti-Bitiyor-Bitecek” dediði kriz, “sosyal” özellikler kazanarak büyüyor ve sürüyor! Anýmsayýn: 1929-1932 krizi 810 gün sürmüþtü ve o süreçte borsa tam yüzde 90 oranýnda düþtü… 1973-1974 krizi 450 gün sürmüþtü ve o süreçte borsa tam yüzde 48 oranýnda düþtü… 2000-2002 krizi 660 gün sürmüþtü ve o süreçte borsa tam yüzde 49 oranýnda düþtü… Son krizin (2007-2008 kesitindeki) 410. gününde borsa tam yüzde 49 oranýnda deðer kaybetti... Ayrýca 1980-2010 kesitindeki son 30 yýla, “neo-liberal” döneme bakýldýðýnda kapitalizmin bir dizi irili ufaklý mali kriz yaþadýðý görülmektedir: 1987 Wall Street krizi, 1990 yýlýnda Japonya’da gayrimenkul balonunun patlamasý… 1992’de Avrupa döviz kuru sisteminin krizi… 1994’de Meksika krizi… 1997’de Güneydoðu Asya’da yaþanan kriz… 1998’de Rusya krizi… 2001’de dot.com krizi ve ABD’de resesyon… Ýçinden geçmekte olduðumuz resesyon ise, Ýkinci Dünya Savaþý sonrasý ortaya çýkan yedinci büyük çaplý resesyondur. 1967, 1970-1971, 1974-1975, 1980-1982, 1991-1993, 2001-2002 yýllarýnda karþýlaþýlan resesyonlar her seferinde eðilimsel olarak daha uzun sürme ve daha derin etkileri olma özelliðine sahiptiler. Ne var ki bu krizlerin hiç biri þu anda yaþamakta olduðumuz kriz kadar “derin ve yaygýn deðildi… Ancak yaþanan kriz; üçüncü büyük bunalýmdýr; “Uzun Dalga”nýn sonudur! Marksist “Uzun Dalga” yaklaþýmýnýn ana önermelerine göre i) Kapitalizmde kâr oranlarýnýn düþme eðilimi 20-30 senelik uzun bir dönemde açýða çýkar. ii) Uzun durgunluk evresinde karþý eðilimler (baþta devlet müdahaleleri olmak üzere) ana eðilime (kâr oranýnýn düþme eðilimi) tâbi olurlar.[5] iii) Uzun durgunluk evresinde çevrimsel, konjonktürel krizler daha sýk, derin ve uzun olur. iv) Kapitalizmi krize, uzun durgunluk evresine sokan dinamikler sisteme içseldir, ancak yeni bir uzun canlanma evresine geçiþ dýþsal etkenlerce (“sistem þoklarý”) belirlenir. v) Krizden çýkýþýn ve yeni bir geniþleme evresinin önkoþulu sermayenin deðersizleþmesi ve yýkýmýdýr. Evet, olan tam da budur (yýkýma eþitlenmiþ) bir topyekûn deðersizleþme… Ýþte birkaç veri: Dünya Ekonomik Forumu’nun yayýmladýðý rapora göre, 2009 yýlýnda sadece Kuzey Amerika, Japonya ve Batý Avrupa’da 12 milyon kiþinin iþini kaybettiði açýklandý. Dünyada ise 27 milyon kiþi iþsizler ordusuna katýldý… Dünya Bankasý’na göre devam eden küresel ekonomik toparlanma, mali teþviklerin etkisi zayýfladýkça yýlýn sonlarýna doðru yavaþlayacak. Dünya Bankasý’nýn Küresel Ekonomik Beklentiler 2010 raporuna göre, finans piyasalarýnda sorunlar devam ediyor ve yüksek iþsizlik ortamýnda özel sektör talebi geriliyor. Rapor, finansal krizin en kötü aþamasý geride kalmýþ olabileceðine raðmen küresel toparlanmanýn kýrýlgan olduðu uyarýsýnda bulunuyor. Raporda krizin etkilerinin önümüzdeki 10 yýlýn finans ve büyüme tablosunu deðiþtireceði öngörülüyor. Dünya Bankasý baþ ekonomisti ve Kalkýnma Ekonomisi kýdemli baþkan yardýmcýsý Justin Lin konu ile ilgili olarak þunlarý söyledi: “Ne yazýk ki, bu derin ve sancýlý krizden bir gecede çýkmayý bekleyemiyoruz; ekonomilerin ve iþlerin yeniden yapýlandýrýlmasý yýllar alacaktýr. Yoksullara çýkacak fatura çok ciddi olacaktýr. Hibelere ve sübvansiyonlu kredilere baðýmlý olan en yoksul ülkeler, sadece kriz öncesi sosyal programlarýný sürdürebilmek için ilave 35-50 milyar dolarlýk finansmana ihtiyaç duyabilir.” Raporda, ekonomilerin þu zamana kadar uðradýklarý zararlarý telafi edebilmeleri için birkaç yýla daha ihtiyaç duyacaklarý uyarýsýnda bulunuluyor. 2010 yýlýnda, krizin gerçekleþmemiþ olmasý hâlinde ortaya çýkacak olan aþýrý yoksul sayýsýna ilave olarak 64 milyon insanýn daha aþýrý yoksulluk (günde 1.25 dolardan az) içinde yaþayacaðý tahmin ediliyor… Alman ekonomisinin Ýkinci Dünya Savaþý’ndan bu yana ilk kez görülmemiþ bir çöküntü yaþadýðý ve 2009 yýlýnda yüzde 5 oranýnda küçüldüðü açýklandý… Deutsche Bank Yönetim Kurulu Baþkaný Ackerman’a göre de, “Kimi sektörlerde daralmanýn yüzde 40’lara ulaþmasý” söz konusu! Joseph Stiglitz’in, “Aðýr bir resesyona sürükleyecek,” diye nitelediði “Yunanistan ekonomisini kurtarma yollarý arýyor”ken; “Borç bataðýna saplanan Yunanistan’ýn zor durumda…”[6] olduðu yolunda haberlerle yoðunlaþýyor. Obama’nýn, “Ýnsanlar iþlerini kaybetmiþ durumda. Acý çekiyorlar. Yardýmýmýza ihtiyaçlarý var. Ýstihdam konusu, 2010’da en çok odaklanacaðýmýz konu bu olmalý,” dediði ABD’de, geneldeki iþsizlik oranlarý aþaðýlara çekilemezken, eyaletlerden de kötü haberler geliyor. 2009 Aralýk ayý itibariyle 43 eyalette iþsizlik oranlarý artarken, 600 bin, genelde de 6 milyon Amerikalýnýn iþ bulma umudunu kaybettiði belirtiliyor…
“ABD’DEN UMUTSUZ SAYILAR”[7] 14.7 milyon: Aralýk 2009’da 16 yaþ ve üzeri iþsiz. (13 milyon: Ocak 2009’da 16 yaþ ve üzeri iþsiz.) Yüzde 10: Aralýk 2009 iþsizlik oraný. (Yüzde 7.7: Ocak 2009 iþsizlik oraný.) 12.3 trilyon dolar: 14 Ocak 2010’daki kamu borcu. (10.6 trilyon dolar: Ocak 2009’daki kamu borcu.) 173 milyar dolar: 20 Ocak 2009 sonrasý finansal kriz kurtarma fonundan yapýlan federal harcama. (296.4 milyar dolar: 20 Ocak 2009 öncesi finansal kriz kurtarma fonundan yapýlan federal harcama.) 165 milyar dolar: Bankalar ve otomobil üreticileri tarafýndan geri ödenen kurtarma fonu. 139: 20 Ocak 2009-14 Ocak 2010 arasý iflas eden banka. 274.399: Ocak 2009’da ipotekli malýn hacziyle ilgili ihtar alan mülk.
Bunlara bir ek daha: IMF, 2010 Ocak ayýnda yayýnladýðý çalýþmasýnda, ABD ekonomisinde 2009 yýlýndaki yüzde 2.5 oranýndaki daralmadan sonra 2010 ve 2011 yýllarýndaki büyüme hýzlarýný sýrasýyla yüzde 2.7 ve yüzde 2,4 olarak tahmin ediyor. Ancak, ABD’nin üretimdeki bu performansýnýn bir bedeli de bulunuyor. IMF ve ABD Bütçe Dairesi verilerine göre, kriz öncesinde yüzde 2.2 seviyesinde bulunan bütçe açýðý/ GSYÝH oraný 2009 yýlýnda yüzde 9.9’a kadar yükselmiþ durumda! Yine kriz öncesinde GSYÝH’nin yüzde 42’si düzeyindeki kamu net borçlarý da 2009’da yüzde 53’e fýrlamýþ. Bütçe açýðýnýn 2010 yýlýnda bir zirve yaparak yaklaþýk 1.6 trilyon dolara ulaþmasý bekleniyor. Bundan sonra ise atýlacak adýmlarla açýðýn 2014 yýlýnda 700 milyar dolar seviyelerine gerileyeceði ve sonradan ekonomik dengelerle birlikte tekrar artacaðý tahmin ediliyor. 2011 2020 kümülatif bütçe açýðý tahmini ise 8.5 trilyon dolar civarýnda bulunuyor. ABD kamu borcunun 2009 yýlýndaki 7.5 trilyon dolardan 2020 yýlýnda 18.5 trilyon dolara yükselmesi bekleniyor. Asya kýtasýnýn en büyük havayolu þirketi ve 16.5 milyar dolar borcu bulunan Japon Havayollarý JAL, iflastan koruma sürecine girdi… Japon ekonomisi de JAL’dan farksýz… Evet IMF Baþkaný Dominique Strauss-Kahn, aþýlamayan krizin yeni politik iklimlere geçiþi de zorunlu kýldýðýný da ifade ediyor. Bu politik iklim deðiþikliðinin zýmnen anti-sendikal, anti-emek muhtevada olacaðýndan kimsenin þüphesi olmasýn... Ki bu da kriz içinde sýnýf mücadelesinin yoðunlaþarak, yaygýnlaþmasý anlamýna geliyor… “Büyük krizler bu yüzden iþçi sýnýfýný büyük bir kararýn eþiðine getirir. Ýþçi sýnýfý ya krizin yükünü üstlenecektir ya da krizi kapitalizmin devrilmesiyle kendi lehine aþacaktýr. Baþka bir þekilde söyleyecek olursak, büyük krizler toplumun bütünü için bir karar anýdýr. Kapitalistler açýsýndan krizin aþýlmasý mutlaka iþçi sýnýfýnýn mevzilerini geriletmeyi gerektirir...”[8] Söz konusu “geriletme gereði” de emperyalist-kapitalizmin daha da saldýrganlaþmasýný olmazsa olmaz kýlar…
SALDIRGANLAÞAN ÝMPARATORLUK
Emperyalist-kapitalizm içeride gerileþip, “öteki” ilan ettiklerine karþý ýrkçýlýða ve topyekûn saldýrganlýk silahýna sarýlýyor… Örneðin “Yüzyýl önce Avrupa’da Musevilere reva görülen konum, bugün Müslüman göçmenlere uygulanýyor”ken[9] aþýrý saðcýlýk giderek yoðunlaþýyor/ yoðunlaþtýrýlýyor… Söz konusu tabloda Rami G. Huri, “Göreve baþladýðýnda büyük umutlar uyandýran ABD baþkaný bir yýlda hiçbir somut baþarý kaydetmedi,”[10] derken; Ergin Yýldýzoðlu da ekliyor: “… ‘Obamania’ bir yýlda bitti…” Örneðin ABD Baþkaný’nýn Guantanamo esir kampýný kapatmak için verdiði süre sona erdi. Beyaz Saray’ýn “çok tehlikeli” olduklarý gerekçesiyle 47 esiri yargýlanmadan tutma kararýnda ýsrar etti… Bu arada Obama’ya layýk görülen “Nobel Barýþ Ödülü”nün heba olduðu kanýsý giderek yaygýnlaþýyor. Quinnipiac Üniversitesi’nin anketine göre Amerikalýlarýn yüzde 66’sý Obama’nýn bunu hak etmediðine inanýyor... Ayrýca Obama, Pentagon’un uluslararasý operasyonlarý için kesenin aðzýný açtý… ABD Baþkaný, Afganistan’a yeni asker göndermek için 33, Irak, Afganistan ve Pakistan operasyonlarýný sürdürmek için 159, Pakistan ekonomisine destek için 1.3 milyar dolarlýk ödenek istedi. Toplam 3.83 trilyon dolarlýk harcama öngören 2011 mali bütçesini Kongre’ye sunan ve bazý harcama kalemlerini üç yýl için “dondurma”yý öneren ABD Baþkaný Barack Obama, savunma harcamalarýnda 708 milyar dolarlýk “rekor düzeyde” bütçe talep etti. 1.66 trilyon dolarlýk açýk öngörüsü ile yeni bir dünya rekorunu daha elde eden tasarýda, Pentagon’un taban bütçesinin de yüzde 3.4 arttýrýlarak 549 milyar dolara çýkarýlmasý öngörüldü. Evet, Obama savaþ ýsrarýndan geri adým atmýyor! Bu konuda da Bob Herbert, “Afganistan ve Irak’ta kesinlikle zorunlu olmayan iki savaþý rahatça baþlatan ABD, kaybedildiðini bildiði Vietnam’a da asker yollamaya devam etmiþti”;[11] Mj Akbar, “Obama’nýn yýkýcý bir ideolojiye önerdiði meþruiyet ‘Afpak’ coðrafyasýnýn ötesine yayýlacak bir yýkým yaratacak,”[12] diyorlarken; “ABD Savunma Bakanlýðý (Pentagon), 25 yýllýk ayný anda iki cephede savaþa hazýr olma askeri stratejisini, çeþitli bölgelerde farklý tarzlarda savaþa hazýr olacak tarzdaki ‘Her Yerde Teröre Karþý Savaþ’la deðiþtirerek yeniden yapýlanmaya gidiyor…” “Barýþçý” diye sunulan Barack Obama baþkanlýk görevine baþlar baþlamaz Afganistan’a daha çok kaynak ayýrmak istediðini dile getirdi ve ülkeye 21 bin ilave ABD askeri gönderirken;[13] NATO Genel Sekreteri Jaap De Hoop Scheffer de, “NATO güçleri, Afganistan’da baþarýsýz olursa terörizm bütün dünyaya yayýlýr,” açýklamasýný yaptý… Ancak Obama ve NATO saldýrganlýðý Afganistan’da “çözüm” deðil, olamayacak da! Gerçekten de Ahmed Mufik Zeydan’ýn, ABD saldýrýsýna beklenmedik yerlerde patlama gerçekleþtirerek yanýt veren Taliban bu savaþý kazanabilir. ABD’nin kayýplarý giderek artýyor,”[14] dediði çerçevede David Davis açýk açýk, “Afganistan Vietnam’a benzemek üzere!”[15] diyor… Bunlara ek olarak Afganistan yetmezmiþ gibi Yemen’e de “cephe” açýlýyor... “ABD’nin Afganistan ve Pakistan’dan sonra Yemen’deki Kaide’ye karþý gizli bir üçüncü cephe açtýðý iddia edildi. ABD’nin Kaide’yle savaþmasý için Yemen’e 70 milyon dolar verdiði ve Yemen güçlerinin eðitilmeleri için subaylar gönderdiði belirtiliyor…” diyen Fevaz El Acemi ekliyor: “ABD’nin Kaide’ye karþý açtýðý iddia edilen bu gizli cephe çok tehlikeli. Kaide ve Husiler mezhepçi ve etnik söylemlerle Arap vataný üzerindeki Amerikan-Siyonist planlarýný bilinçli veya bilinçsiz biçimde hayata geçiriyor. Bu söylemler, düþmanlarýnýn ümmeti parçalamak için kullandýðý en önemli silahlar. Arap ülkelerinin, ABD’nin Yemen’de üçüncü cephe açmasýný önlemek için ortak duruþ sergilemesinin, Yemen’i desteklemesinin ve yöntemleri Araplarýn düþmanlarý dýþýnda kimseye hizmet etmeyen Kaide’yi sonlandýrmasýnýn zamaný. Bu yapýlmazsa Yemen ikinci Pakistan’a dönüþebilir.”[16] Evet “Sana’yý ziyaret eden Amerikan Senatosu Ýç Güvenlik Komitesi Baþkaný Joseph Lieberman, Yemen’deki bir Amerikalý yetkiliye dayanarak ‘Irak dünün savaþýydý, Afganistan bugünün savaþý. Eðer önceden harekete geçilmezse Yemen yarýnýn savaþý olacak,’ diyor.” Ya “2003’teki ABD iþgali olan 30 yýllýk savaþlardan sonra radyasyon ve toksik çöplüðüne dönen; topraklarýnda zehir saptanan kuzeyden güneye uzanan 42 yerde kanser ve anormal doðum oranlarý yükselen” Irak? mý Orada da bir þey deðiþmedi; direniþ sürüyor! Ve nihayet Ýran! Örneðin ABD Merkez Kuvvetler Komutaný General David Petraeus, Ýran’ýn nükleer tesislerine yönelik planlar geliþtirdiklerini ve Ýran’ýn “kesinlikle bombalanabileceðini” söyledi. CNN’e konuþan Petraeus, Ýran’ýn nükleer tesislerinin sýký korunduðu hatýrlatýlýnca, “Valla kesinlikle bombalanabilirler” dedi… Ayrýca ABD, “olasý Ýran saldýrýlarýný önlemek gerekçe”sine sarýlarak, Körfez bölgesindeki müttefiklerine silah satýþlarýnýn hýzlandýrýyor… ABD Ýran kaynaklý füze “tehdid”i gerekçesiyle Basra’ya denizden füze savunma sistemi yerleþtirip bu ülke açýklarýna avcý füzeleri donanýmlý Aegis tipi savaþ gemilerini sevk etti… Bunlara ek olarak ABD saldýrganlýðýnýn Kolombiya’ya yeni askeri üsler açmasý ve Haiti’yi de “insani yardým” adý altýnda iþgal etmesi ve Honduras’daki askeri darbe de, ABD emperyalizminin Latin Amerika’ya müdahalesinden baðýmsýz düþünülemez…
“NEO-OSMANLI” AKP ÝLE ABD
Latin Amerika’dan Ortadoðu’ya, oradan da Kafkasya ve öteki coðrafyalara uzanan saldýrganlýk emperyalistler ve iþbirlikçileri eliyle yürütülüyor! Bu noktada ABD’nin Ortadoðu ve Kafkasya politikalarýnda, “Neo-Osmanlý”cý AKP bir koçbaþý iþlevi üstlenmeye çabalýyor! Örneðin, “Önemli bir diplomatik arabulucu hâline gelen Türkiye, Ermenistan’la iliþkileri normalleþtirir ve Kürt milliyetçiliðiyle uzlaþma zemini bulabilirse, önünde çok iyi bir asýr uzanacak. Bu sorunlarý çözmüþ bir Türkiye, Obama yönetimi için mükemmel bir ortak olur,”[17] diyen Stephen Kinzer’in saptamalarýna “model ortaklýk” konsepti çerçevesinde bakmak gerekir… Bilindiði üzere “Model ortaklýk, 11 Eylül’den sonra ABD’nin Büyük Ortadoðu Projesi kapsamýnda Türkiye için seçtiði ‘model ülke’nin yerine geliþtirilen bir kavram. Türkiye’nin Müslüman ülkelere model oluþturmasý yaklaþýmý çok tartýþma yaratmýþ ve kabul görmemiþti. Onun yerine geliþtirilen ‘model ortaklýk’ kavramý tuttu.”[18] Bu kapsamda ABD Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Mike Hammer, Obama’nýn Türkiye’yi önemli stratejik ortak olarak gördüðünü belirtip “Bu stratejik ortaklýðý daha fazla derinleþtirmek çýkarýmýza,” diyor… O hâlde saptanmasý gereken ilk þey, AKP’li “Neo-Osmanlý”cý yönelimlerin de ABD patentli ve icazetli olduðudur! “Türkiye’nin Ortadoðu’daki aðýrlýðý giderek artýyor”ken;[19] Ýlyas Harfuþ’un deyiþiyle, “Türk dýþ politikasýnýn Osmanlý köklerini canlandýrdýðý veya Ýslâmi eðilime kapýldýðý söyleniyor. Fakat ortadaki tek somut gerçek þu: Ankara bölgesel ittifaklarýný siyasi ve ekonomik çýkarlarý doðrultusunda yeniden tanýmlýyor.”[20] Dýþiþleri Bakaný Ahmet Davutoðlu’nun, 8 Aralýk 2009 günü Siyaset Ekonomi ve Toplum Araþtýrmalarý Vakfý’nýn Washington’da düzenlediði ‘Türk Siyasetinin Ýlkeleri’ konulu konferansta “Asýl eksen deðiþtiren Avrupa. Türkiye küresel barýþ çabasýnda. Eksen nerede? Eksen Ankara’da” vurgusu kapsamýnda “Türkiye’nin Yeni Osmanlýcý-Ýslâmcý kimliði ile ana jeopolitik ekseni, diðer eksenlerde tali hareketler olsa bile, doðal olarak Güney ekseni yani Ortadoðu olmaktadýr.”[21] “ABD’nin AB’ye ilgisi azalýrken Türkiye’nin de dýþ politikada Osmanlý’nýn son dönemini hatýrlatýr þekilde Avrupa’dan çok komþularýna aðýrlýk verir gibi görünmesi insaný geçmiþe götürüyor. Bölgede yeni bir düzenin doðmasý yerine eski dengeler canlanabilir.”[22] Ýyi de Türkiye Batý’dan kopuyor mu? Yüzünü Doðu’ya mý çevirdi? Bu soruyu ‘The Economist’in, “Türkiye’nin Batý’dan uzaklaþtýðý falan yok”;[23] Morton Abramowitz ile Henri Barkey’in, “Türkiye’nin Batý’dan uzaklaþtýðý korkusu abartýlý,”[24] diye yanýtladýðýnýn altýný çizerek ekleyelim: “Türkiye Batý’dan kopmuyor. Yüzünü Doðu’ya çevirmiyor. Tam tersine daha çok Batýcý oluyor. Çünkü baþta ABD ve Ýngiltere olmak üzere tümüyle Batý, Türkiye’nin yeni bir rol üstlenmesini, Ortadoðu’da etkin bir aktör olmasýný ve kendi suflesiyle iþ görmesini istiyor. Türkiye’den beklenen Batý politikalarýnýn sýký takipçisi ve uygulayýcýsý olmasýdýr…”[25] Neo-liberal AKP’de, ABD için bunu yapmaya çabalýyor!
TÜRK(ÝYE) SÝYASETÝ
AKP, bunlarý yapmaya çabalaya dursun; yeküredeki tüm kriz eðilimleri ve gerçeði de bire bir coðrafyamýza yansýyor; iç dinamiðin çeliþkilerini daha sert pozisyonlarda, çatýþma eksenlerinde konumlandýrýyor… Örneðin “iç siyaset”te olanlarý, “Cadý Kazaný ve Cadý Avý” olarak niteleyen Murat Yetkin ekliyor: “Ne zaman cadý kazaný kaynatýlýp cadý avý baþlatýlmýþsa, gördüðümüz, iþ baþýndakilerin bir yönetme sýkýntýsý içinde olduðu ve bunun topluma yansýdýðýdýr.” Gerçekten de “egemen koalisyon”un çatýrdadýðý gidiþatta eski Genelkurmay Baþkaný Yaþar Büyükanýt, “devletin hasta olduðu” vurgusuyla, “Devlette kurumlar arasýnda güvensizlik varsa, þüpheler varsa o devlet sorunludur. Ben asker olarak emniyetin istihbaratýna güvenmiyorsam, çünkü bana istihbarat getirecek kurum benim hakkýmda istihbarat topluyor. Bunlar gerçek vakalar. Adalet Bakanlýðý Ýçiþleri Bakanlýðý’na, MÝT Emniyet’e, Emniyet MÝT’e güvenmiyor. O zaman bu devlette hastalýk var,” diyor… Söz konusu gerilimle iç içe geçen “Ergenekon/ darbe” tartýþmalarý bizi; Olli Rehn’in ifadesiyle, “Türkiye’deki demokratikleþme çabalarýnýn kilidinin Ergenekon” olduðu kolaycýlýðýna savurmamalýdýr! Çünkü coðrafyamýzda demokrasi verili egemenliðin tüm türevlerinden kurtulmaktan baþka anlam taþýmaz; “egemen koalisyon”un daðýlmasý, çatýrdamasýyla da Türkiye’ye demokrasi gelmez; demokratikleþmez… Aslýnda olan net: “Türkiye, sarsýntýlar içinde hýzla bir uçurumun kenarýna sürükleniyor. Ýlk bakýþta neredeyse anlaþýlmaz gibi görünen genel tablo, aslýnda bir dizi temel çeliþkinin iç içe geçmesinin ürünü. Ülke, bir süredir üç büyük savaþýn etkisi altýnda kývranýyor: Bütün bölgeyi saran emperyalist sürekli savaþ, Kürt sorunundan doðan savaþ ve burjuvazinin politik iç savaþý. Üstelik bu savaþlarýn her biri ötekileri etkiliyor ve ortaya bir kördüðüm çýkýyor. Bu savaþlarýn ilerici bir çözüme açýlmasý, Türkiye’nin bugünkü güç dengeleri içinde mümkün deðil. Düpedüz iç savaþa mý? (…) Türkiye’nin uçuruma doðru bu gidiþini durdurmanýn yolu, ülkenin kimyasýný deðiþtirmekten geçiyor. Bütün bu mücadelelere sýnýf mücadelesini eklemekten geçiyor. Sýnýf mücadelesi Türk iþçi ve emekçileri; Kürtlere ve Romanlara saldýrmak yerine gerçek suçluya, kendilerini iþsiz ve aþsýz býrakan kapitalist sistemle mücadeleye yöneltecektir. Bugün iþçi sýnýfýnýn tamamen gerici ideolojilerin etkisi altýnda olduðunu söylemek bizim iddiamýzý çürütmez, güçlendirir! Onlarý bu gerici ideolojilerden kurtaracak olan tam da sýnýf mücadelesidir. Mücadele eden, hükümetin baskýsýyla, devletin polisiyle, burjuvazinin medyasýyla karþý karþýya gelen insanýn bilinci deðiþir. Toplumun çeliþkilerini farklý biçimde algýlamaya, hiddetini gerçek davalara yöneltmeye baþlar.”[26] Hayýr! Türkiye demokratikleþmiyor; E. Fuat Keyman’ýn ifadesiyle, “Türkiye iyice muhafazakârlaþýyor”! “Yaldýzlý açýlým lafziyatý”nýn pratiði baskýlarýn katmerlenmesidir! Örneðin Muhammed Nureddin’in, “Kýbrýs’a 35 yýldýr barýþ getiremeyen Türkiye’nin, derin tarihsel unsurlar barýndýran Ermenistan sorununu çözme giriþimi ilerleme saðlamayabilir,”[27] dediði; ya da Avrasya Kamuoyu Araþtýrmalarý Merkezi’nin yaptýðý araþtýrmaya göre, Alevilerin yüzde 89’unun AKP’nin “Alevi açýlýmýnýn” samimi olmadýðýný düþündüðü; veya Kürt Meselesi’ne baðýntýlý “AKP Açýlýmý”nýn, Ergenekon yaygaralarýnýn kocaman bir “hiç” olduðu üzere… ‘Türkiye’yi Anlama Kýlavuzu-2010’ çalýþmasýna göre, halkýn yüzde 75’i gelecekten kaygýlý; seçmenlerin umutsuz; halkýn yüzde 49’unun partilerden umutsuz olduðu; vatandaþlarýn yüzde 26’sýnýn “Bu sorunlar sürer gider”; halkýn yüzde 65’inin “Ülke kötüye gidiyor” dediði güzergâhta coðrafyamýzda ekonomi-politik bir kilitlenme yaþanýyor; topraklarýmýz kilidi açacak anahtarýný arýyor… Evet; “Sermaye merkezileþtikçe, oligarþik yapýlar, bürokrasi, yeni teknolojiler geliþtikçe izleme ve kontrol yöntemlerinin de geliþtiðini, terörizme karþý savaþ döneminde ülkelerin adeta birer ‘Panopticon’a (herkesin bir merkezden her an izlendiði tutukevi projesi) dönüþtüðünü biliyoruz”;[28] Türkiye’de de olan bu! Bu noktada iþçilerin, yoksullarýn, ezilenlerin, kadýnlarýn, Alevilerin, Kürtlerin, ötekileþtirilenlerin emekçilerle neo-liberalizmle mücadele programýný esas alan bir birleþik devrimci alternatifte buluþmasý neo-liberal dayatmanýn ileri mevzisi AKP karþýsýnda þimdi öngörülemeyecek ölçüde güçlü bir muhalefet odaðý oluþturabilir. Tek çýkýþ yolu halkýn, yoksulun, emekçinin, kadýnýn, gencin siyasete girerek çürümüþ partilere karþý kendi seçeneðini yaratmasýdýr…
TÜRK(ÝYE) EKONOMÝSÝ
Bu mümkündür; ekonomik koþullar ve siyasal gereksinimler de bunu imkân dahilinde kýlmaktadýr… Kolay mý? Dünyayý sarsan krizin Türkiye’yi teðet geçmediðini vurgulayan Ýsmail Çoban, “Bunun farklý olduðunu” söylerken; Salim Tanýl’ýn ifadesiyle, “Ýçinden geçmekte olduðumuz kriz, doðrudan doðruya dünya ekonomisinin yaþadýðý derin krizin Türkiye topraklarýndaki ifadesidir… “Dünya kriziyle Türkiye krizi arasýndaki temel bir uyumsuzluk, Türkiye’deki ekonomik krizin özgül karakterinin en dikkat çekici yanýný ortaya koyuyor… “Türkiye bir finansal çöküþ yaþamaksýzýn aðýr bir üretim krizine girmiþtir…”[29] Bu da krize “sosyal” karakter kazandýrýp, Tekel iþçilerinin direniþindeki üzere “toplumsal” sonuçlarý kaçýnýlmaz kýlmýþtýr! Krizin “sosyal” karakter kazanmasý, rotasýný “toplumsal” sonuçlara kýrmasý anlamý taþýr ki, bu da kilit önemdedir… Vatandaþlarýn pek çok mal ve hizmet için devlete akýl almaz tutarlarda vergiler ödemek zorunda býrakýldýðý Türkiye’nin[30] 2010 yýlýnda, büyük kýsmýný iþçi ve memurun ödediði gelir vergisinden 43 milyar TL hedeflenirken, kurumlar vergisinden de 20 milyar TL. bekleniyor. Bunlarla birlikte sadece akaryakýt ve doðal gaz kullanýmýndan beklenen ÖTV ise 30 milyar TL’dir! Günlük kullanýmda vatandaþlar, pek çok mal ve hizmet için çok yüksek tutarlarda vergi ödüyor. Dolaylý vergilerin yüksekliði, günlük yaþama olumsuz etkilerinin yaný sýra vergideki adaletsizliði de artýrýyor. Mevcut uygulamada çok kazananlar genellikle az, az kazananlar da çok vergi ödemek zorunda kalýyor. Örneðin 3.65 liraya satýlan bir litre benzinin 2.45 TL’si, 3 TL’lik konuþmanýn 1 TL’si, 7 TL’lik sigaranýn 5.47 TL’si vergiye gidiyor. Söz konusu tablonun adaletsizliðiyle, hayatýn etkilenmesi kaçýnýlmazdýr! Bunlara eklenmesi gereken bir diðer kalem de Türkiye’nin dýþ açýðýnýn 25 milyar dolar çýkmasý beklentisidir. Ayrýca yine 2010’da özel sektörün 41 milyar dolar, kamunun 13 milyar dolar anapara ve faizini ödemesi gerekiyor. Ya da 2010 yýlýnda Türkiye, toplam 79 milyar dolar ödemekle mükellef… Sýkýntý tam da burada! Diyelim ki “3 milyar dolarý birleþme ve satýn alýnma, 4 milyar dolarlýk özelleþtirme-haydi, 4 milyar dolarlýk da yatýrým olsun! Toplam giriþ 11 milyar dolar ediyor! Kalan açýk 69 milyar dolardýr!”
“2010 YILINDA NELER ÖZELLEÞTÝRÝLECEK” (2010 Yýlýnda imza aþamasýnda bekleyen özelleþtirmeler-milyon dolar) ÞÝRKET TAHAKKUK EDEN TUTAR TAHSÝL EDÝLEN TUTAR Ýzmir Limaný 1.275 0 Derince Limaný 195 0 Bandýrma Limaný 175 0 Samsun Limaný 125 0 Aras Elektrik Daðýtým 128 0 Osmangazi Elektrik Daðýtým 485 0 Yeþilýrmak Elektrik Daðýtým 441 5 Çoruh Elektrik Daðýtým 227 0 Türk Þeker (C portföyü) 606 0 Tekel Ýstanbul Taþýnmazý 198 3 Toplam 3.855 8
Bu(lar) ve kamunun finansman açýðý ne olacak? Devam edelim: Küresel krizin týrmanýþa geçtiði 2009 yýlýnda Türkiye bütçesi 52.2 milyar TL açýk verdi. Böylece bütçe açýðý 62.8 milyar TL açýk öngören Orta Vadeli Mali Programýn altýnda kalýrken, 10.5 milyar TL açýk hedeflenen 2009 yýlý Bütçe Kanunu’nun beþ kat üstünde gerçekleþti. Maliye Bakaný Mehmet Þimþek, 2009 bütçe gerçekleþmelerini açýkladý. “Kriz nedeni ile açýk yüksek” diyen Þimþek, 2009 merkezi yönetim bütçe giderlerinin 267.3 milyar lira olduðunu ifade ederek, faiz hariç bütçe giderlerinin 214.1 milyar lira, bütçe gelirlerinin ise 215.1 milyar lira olduðunu kaydetti. Bakan Þimþek, bu çerçeveden bakýldýðýnda 2008 yýlýnda 17.4 milyar lira olan bütçe açýðýnýn 2010 yýlýnda ise 52.2 milyar lira olduðunu söyledi. 2000 yýlýnda, milli gelirin (GSMH’nin) yüzde 8’ine ulaþmýþ bulunan merkezi yönetim bütçe açýðý, 2009’da yeniden yüzde 6’yý geçmiþtir. 1983-1994 döneminde yýllýk ortalama enflasyon oranýnýn yüzde 62.7’ye, 1995-2001 döneminde de yüzde 71.6’ya yükselmesinin en önemli nedeni de bu yüksek bütçe açýklarý olmuþtu. Çok emek ve sýkýntýlar pahasýna, bütçe açýðýnýn milli gelire oraný, 2003’te yüzde 9’a, 2004’te yüzde 5’e, 2005’te yüzde 1’e, 2006’da yüzde birin yarýsýna kadar düþürüldükten sonra, 2007’den baþlayarak yeniden yükselmiþ ve 2008’de yüzde 2’ye yaklaþmýþtý. 2009’daki yüzde 6’lýk oran tehlikenin yaklaþmakta olduðunu göstermektedir. Bunlara eklenmesi kaçýnýlmaz baþka artýlar da var: Türkiye’nin bir yýl içinde elde ettiði toplam gelirin yüzde 5 ini en yoksul 14 milyon insan paylaþýyorken; en zengin 14 milyon insan toplam gelirden yüzde 47 pay alýyor ve nüfusun 42 milyonu bir yýlda elde edilen gelirin yüzde 31 ile yaþarken, nüfusun geri kalan 28 milyonu yüzde 69’uyla yaþýyor. TÜÝK verilerine göre, en üst gelir grubundaki yüzde 20’lik grup, toplam gelirin yüzde 46.7’sini alýrken; kapitalist sistemin paçasýndan adaletsizlik ve eþitsizlik akýyor! Örneðin Abdüllatif Þener, “Gerçek iþsizliðin yüzde 30’un üzerinde olduðunu, 13 milyon insanýn yoksulluk sýnýrýnýn altýnda yaþadýðý”ný söylüyor! Türkiye Ýþveren Sendikalarý Konfederasyonu’nun ‘Ýþgücü Piyasasý Bülteni’, 2009’un ilk 10 ayýnda bir önceki 2008 yýlýnýn ayný dönemine göre aylýk ortalama iþsizlik artýþýnýn 1 milyon kiþi olduðu açýklýyor! Merkez Bankasý tarafýndan 2010 yýlbaþý öncesi yayýmlanan Finansal Ýstikrar Raporu’na göre, 2009 yýlýnýn ilk 9 ayýnda hane halkýnýn borçlarý yüzde 8.7 oranýnda büyürken, hane halkýnýn toplam gelirleri içinde borçlarýnýn miktarý yüzde 5.6 oranýnda arttý! Sosyal Güvenlik Kurumu istatistiklerine göre esnaf borç bataðýnda yüzüyor. 2 milyon 226 bin 797 esnafýn 1 milyon 669 bin 130’unun sigorta ve prim borcu bulunuyor. SGK’nin esnaftan alacaðý ise 23 milyar 508 milyon lira civarýnda! Konutta sorunlu krediler krizin etkisiyle týrmanmaya baþladý. 2007 yýlýnda 5 bin 257 kiþi konut kredisini ödeyemezken bu sayý 2008’de 9 bin 848, Kasým 2009’da 18 bin 124 kiþiye ulaþtý! Krizin baþlangýcýndan beri tekstil baþta olmak üzere sanayide sorunlar yaþayan Denizli’de aktif nüfusun üçte ikisinin icralýk olurken, kente 150 bine yakýn icra dosyasý var! Nihayet Ekonomik kriz sosyal çöküntüye de neden oldu; Çorum’da 2010 yýlýnýn ilk iki haftasýnda 5 kiþi intihara kalkýþtý. Bunlardan 4’ü yaþamýný yitirdi!
AKP “DEDÝKLERÝ”!
Tam da bu tabloda “Kriz teðet geçti” diyor AKP (ve Erdoðan); “Hayýr” diyenlere de celalleniyor! Hem de ne celallenme; AKP (ve Erdoðan) kendine “Hayýr” diyenleri “Darbecilik”le/ “Ergenokonculuk”la “suçlayýp”/ “terbiye etmeye”/ “ýslaha” gayret ediyor! AKP (ve Erdoðan)’dan “demokrasi” bekleyenlerin kafasý karýþtýkça karýþýrken; Necmiye Alpay gibi, “Kiþisel olarak, AKP’nin üzerinde ‘F tipi’ bir vesayetin (baskýnýn deðil, vesayetin) varlýðýndan emin deðilim. Ama yokluðundan da emin deðilim. Baþta Recep Tayyip Erdoðan olmak üzere yöneticileri ne kadar karizmatik olurlarsa olsunlar, biat kültüründen uzaklýklarýna kefil olunabilir gibi gelmiyor bana, týpký o kültüre baðlýlýklarýna da kefil olunamayacaðý gibi. Oysa her iki yönde de kesin hükümlerle konuþan yazarlar var ve benim bu konudaki itirazým bu kesin hükümlülüðedir,” türünden “ebelep-gübelep” laf salatalarýyla gerçeðe “es” geçmeye özel önem veriyorlar! Oysa Salih El Kallab’ýn, “ABD’nin kararýyla olmasa da teþvikiyle ortaya çýktýðý da gözardý edilemez,”[31] vurgusuyla betimlenen AKP; neo-liberalizmin seçeneðidir; demokratlýðý da olanaksýzdýr! Bu baðlamda, “AKP’ye þüpheci yaklaþmalý,” diyen Mýsýrlý sosyolog Dr. Saadettin Ýbrahim hiç de haksýz deðildir; ayrýca da Kai Strittmatter’in deyiþiyle “Eleþtiriye tahammülü olmayan, popülizme baþvuran ve partisini tek baþýna yöneten Tayip Erdoðan 4. Murat’ý andýrmaktadýr.”[32] Evet; Fethullah Gülen vaftizli AKP (ve Erdoðan), yalan, manipülasyon ve takiyedir! Örneðin liberal Cengiz Aktar bile, “AKP bizi aldatmadý, ama nefesleri bu kadarmýþ,” derken; Yýldýrým Türker de ekliyor: “AKP’li takiyeciler, demokrat taklidi yapýyorlardý.” Liberallerin ve en Ýslâmcý muhafazakârý, Ýslâmcý muhafazakârlarýn en liberali AKP (ve Erdoðan) ne özgürlükçü ne de demokrattýr!
ERDOÐAN’IN DEDÝKLERÝ 29 Mayýs 2004’te Oxford Üniversitesinde konuþurken “Ýslâm ile laikliði yan yana taným olarak getirmek yanlýþ olur. Kiþiler laik olmaz.” 22 Aðustos 2001’de Akþam gazetesine verdiði demeç “Asýl itibarýyla laiklik bir sistemdir ve fertlerin deðil, devletin laikliði söz konusudur.” 2005 Haziran’ýnda Beyrut’tan uçakla Ýstanbul’a dönerken “Türban sorununu nihai kertede aþmak için referanduma gidilmesi gereði de zaman zaman kendi düþünce dünyama giriyor. Tabii, bunun taymingi (zamanlama) önemli.” 2004 yýlý Ocak ayýnda New York’ta yaptýðý konuþma “Baþörtüsü, yüzde 98’i Müslüman olan Türkiye’de gerek millet ve gerekse kurumlarýn ortak sorunu.” 2005 yýlý Haziran’ýnda CNN’e verdiði demeç “Burada (ABD’de) o özgürlük anlayýþý var. Ama ülkemde yok. Biraz daha bu iþin çilesini çekeceðiz gibime geliyor. Ama inanýyorum ki eninde sonunda hak yerini bulacaktýr.” 2005 yýlý Haziran ayýnda AB büyükelçileri’ne hitap ederken “(Ýnanç özgürlüðü) Bu sorunu sadece azýnlýktaki gayrimüslümler deðil çoðunluktaki Müslüman kesim de çekiyor. (Türban sorununu) Bu sorunu bizzat ben yaþýyorum. Eþim baþörtülü. Eþim Baþbakanlýk Konutu’nda takabiliyor, karþýda (Cumhurbaþkanlýðý’ný iþaret ederek) takamýyor.” 2005 Kasým’ýnda Danimarka’da yaptýðý açýklama “(Baþörtüsü yasaðý) bana göre din ve vicdan özgürlüðünün, eðitim özgürlüðünün kýsýtlanmasýdýr. AÝHM’nin son kararý var. Ben bu kararlara þaþýyorum. Mahkemenin de bu konuda söz söyleme hakký yoktur. Söz söyleme hakký din ulemasýnýndýr.” 2006 Þubat’ýnda Mersin’de Danýþtay 2. Dairesi’nin türban yasaðýný onaylayan kararýný deðerlendirirken “Türkiye’de din ve vicdan özgürlüðünü kimsenin kýsýtlamaya hakký yoktur. Bu ülkenin bir baþbakaný olarak, evladý olarak doðrusu kýnýyorum. Herkes yerini belirlemek zorunda. Biz gerilim olmasýný istemiyoruz. Birileri nemalanmasýn diye sabrediyoruz.” Þubat 2008 tarihinde ATV’nin canlý yayýnýnda sorularý yanýtlarken “Beþ yýl baþörtüsü konusunda ses çýkarmadýk. Hep sabýr sabýr dedik. Din Ýþleri Yüksek Kurulu 1980’de Kur’an-ý Kerim’den bir ayeti alýyor þöyle diyor: Cenab-ý Hak bu ayeti ile celile ile cahiliye devrinin bu âdetini kesinlikle yasaklamýþ. Müslüman kadýnlarýn baþörtülerini, saçlarýný, baþlarýný, kulaklarýný, boyun ve gerdanlarýný örtecek þekilde yakalarýnýn üzerine salmalarýný emretmiþtir.”
AKP (ve Erdoðan) ceberut bir zorbalýktýr! Örnek mi? Çoook! Recep Tayyip Erdoðan’ýn memleketi Rize’ye yaptýðý ziyaret sýrasýnda yolu ulaþýma kapattýklarý gerekçesiyle Baþbakanlýk korumalarý ile tartýþtýktan sonra gözaltýna alýnan 35 yaþýndaki Þenol Topçu tutuklandý.
BÝR KAÇ ÖRNEK! 26 Eylül 2003 Erdoðan’a soru sormaya çalýþan gazeteci Musa Aðacýk’a koruma tekme attý. 29 Aðustos 2005 Ýstanbul E-5 yolunda þerit deðiþtirmeyen minibüs þoförü Ayhan Özgür korumalarca dövüldü. 11 Þubat 2006 Erdoðan Mersin’de kendisini eleþtiren bir çiftçiye “Hadi ananý da al git buradan lan!” diyerek hakaret etmiþ, çiftçi Kemal Öncel gözaltýna alýnmýþtý. 11 Eylül 2006 Erdoðan’ýn yeðeni Ali Erdoðan ile üç arkadaþý, Söðüt’teki Ertuðrul Gazi’yi anma töreninde baþbakaný protesto edenlerle kavga etti. 26 Nisan 2007 Erdoðan’ýn Niðde mitingini izleyen gazetecilerin olduðu minibüs baþbakanlýk korumalarýnca durdurularak minibüs þoförüne silah çekilmiþti. 3 Mayýs 2008 Erdoðan Tuzla Selah Tersanesi’nin açýlýþýna katýldýðýnda protestocu iþçiler yaka paça gözaltýna alýnmýþtý. 11 Mayýs 2008 Antalya’yý ziyaret eden Baþbakan Erdoðan’ýn korumalarý, “65 yaþýnda emeklilik getirdiniz, bizi üç kuruþa mahkûm ettiniz” diye baðýran Ertuðrul Saðlam isimli vatandaþý sürükleyerek koruma aracýna bindirdi ve dövdü.
Lafý uzatmadan diyeceðimizi diyelim: “Anadolu Kaplanlarý” denen yeni zenginlerin siyasi temsilcisi AKP, Kemalistlerin (ve bürokrasinin) anti-demokratik uygulamalarýnýn halkta yarattýðý bezginlikten de yararlanarak, halkýn en güvendiði kurumlarýn baþýnda gelen TSK’yi köþeye sýkýþtýrmaya baþladý. AKP ordunun açýklarýný bulup ortaya çýkardýkça, yalnýzca ordu ile pazarlýk gücünü güçlendirmektedir. Çünkü AKP bir sistem partisidir ve sistemin en güçlü koruma gücünü saf dýþý etmesi beklenmemelidir. Liberaller, askeri vesayet rejiminin sona erdirilmesinden söz ediyorlar. Ve bunun için baþta Kürtler olmak üzere, Müslümanlar, Aleviler ve solcularýn AKP ile ittifak yapmalarýný istiyorlar. Silahlý güçler, (ordu ve polis) esas olarak sistemi korumak için vardýrlar. Sistemin düþmanlarý dýþ düþmandan çok, iç düþmandýr. Ordunun iç düþmana karþý geliþtirdiði savaþ planlarý liberalleri hayretler içinde býrakmaktadýr. O kozmik odalarda Kürtlere ve sosyalistlere karþý hazýrlanmýþ çok ayrýntýlý savaþ planlarý vardýr ama AKP o planlarý açýklamaz. Çünkü AKP esas olarak o egemenlerin cephesindendir. AKP’nin o cepheden olduðunu anlamak için bir iki örnek yeter. Birinci örnek, 1 Mayýs Ýstanbul, ikinci örnek, Tekel iþçileri, üçüncü örnek, BDP’ye yapýlan operasyonlar. Ýþçilere 1 Mayýsta ve Ankara’da yapýlanlarýn, Kürtlere yapýlan operasyonlarýn diðer hükümetler zamanýnda yapýlanlarla farký var mý? Liberallere sormak gerekir; siz 1 Mayýsta o tazyikli sularý, o gaz bombalarýný yiyen iþçilerin yerinde olsanýz AKP ile ittifak yapar mýsýnýz? Siz kýþ günü Ankara’da suya dökülseniz, iki ay soðukta ekmeðiniz için direnseniz, Baþbakan size baþkalarýnýn hakkýný çalýyormuþsunuz gibi davranýp, “Ben kimseye yetim hakký yedirmem,” dese, AKP ile yinede ittifak yapmayý savunur musunuz? Sizin çocuðunuz hayvan otlatýrken kýþladan atýlan havan topu ile öldürülse, daðdakine “Daðdan inin ovada politika yapýn” deseler, ama ovada politika yapan seçtiðiniz belediye baþkanýnýz tutuklansa, her gün 25-30 parti üyeniz “Terörist” diye tutuklansa yine AKP ile ittifaký savunur musunuz? Yirmi beþ yýl savaþýrken muhatap aldýklarýný, barýþ için muhatap almayýz deseler, siz yine de AKP ile ittifak yapmayý savunur musunuz? Bize sorarsanýz, biz ittifak yapmayýz, yapmayacaðýz! Biz, 1980 öncesi “Faþist yuvalar daðýtýlsýn, kontrgerilla daðýtýlsýn” diyor ve bunun için mücadele ediyorduk. Bunu söylerken o günün hükümeti ile ittifak yapmak aklýmýzýn ucundan geçmedi. Bu gün de “Kontrgerilla daðýtýlsýn!” “Kapitalist askeri vesayet kalksýn!” diyoruz… Bunun için AKP ile ittifak yapmaya deðil, bunun gerçekleþmesi için mücadele etmeye gerek var. Çünkü AKP de “O” cephede ve bizim yanýmýzda deðil, karþýmýzda. Bu ülkede askeri vesayet kalkacaksa, bu ülkeye barýþ gelecekse, bu ülkede demokratik haklar geniþleyecekse, bu yalnýzca Türk ve Kürt halklarýnýn mücadelesi ile olacaktýr…
“DERÝN (DENÝLEN) DEVLET”E KARÞI “MÜCADELE” (MÝ?)
AKP, “Derin (denilen) Devlet”e karþý “mücadele” mi veriyor? “Kozmik Oda”ya bile girildi mi? Öncelikle “Derin (denilen) Devlet” eksenli meseleler, “raison d’état”sýyla AKP’yi de içerir ve bir burjuva partisi olarak da aþar… Ya “demokrasi”, “demokratikleþme” mi? Örneðin “Kozmik Oda”ya bir devlet görevlisinin deðil, halkýn girmesi demokrasiyi getirir! Baþka türlüsü “demokrasi” deðil, egemenler arasý pazarlýktýr; asla ötesi deðil… “Mesela” mý diyorsunuz? Emniyet, istihbarat, hatta yargý, “Balyoz”/ “Ergenekon” vb. operasyonlarýndan sürekli bilgi sýzdýrýrken, “Kozmik Oda”dan tek bir bilginin sýzmamasýna ne dersiniz? Ýyi de “Bir devir kapanýyor. Diriliðini iç düþman üreterek ve bunlara karþý yýlmadan savaþmaktan alan bir devlet düzeninden çýkýþýn sancýlarý, karmaþasý yaþanýyor.” “Silahlý Kuvvetler siyasal parti olma niteliðini yitirdikçe, ‘istismar etme’, ‘etkileme ve yönlendirme’, ‘rahatsýz etme’ kapasitelerini kaybettikçe, Türkiye toplumu da demokratikleþme yolunda ilerleyecektir,” diyen Ahmet Ýnsel’in (ve benzerlerinin) maruzatlarýna gelince; demokrasi ve demokratikleþme bu denli “tedrici” ve “düzen içi” deðildir, olamaz ve AKP “etkinliði” kapsamýnda da ele alýnmamalýdýr… Yeri geldi anýmsatalým: “Ergenekon söylemi çerçevesinde, ‘militarizme karþý demokrasi mücadelesi’ soylu kisvesi altýnda, otoriter siyasetlere nasýl mazeret bulunduðu”[33] unutulmamalý; yani “Ergenekon söylemi çerçevesinde, otoriter bir siyaset anlayýþý ve uygulamasýna mazeret bulunuyor… Bakýn, iþçi, emekçinin hak arama eylemleri bile gelip, provokasyona dayandý. Ankara Valisi, Tekel iþçilerine karþý uygulanan, insanlýk dýþý sindirme önlemlerini, ‘provokasyon’ mazeretine sýðýnarak savuþturma yoluna gitti. Tüm otoriter rejimler, sistemler ve iktidarlar, kendilerine karþý çýkan herkesi, her þeyi, ihanet, hýyanet, provokasyon olarak kestirip atarlar. Hep birileri, ihanet içindedir, olmayanlar ‘gaflet ve delalet’ içinde kötü emelli birilerine alet oluyorlardýr, bu nedenle her tür yöntemle sindirilmeyi, susturulmayý hak ederler. Bu uðurda kesilen parmaklar acýmaz! Bakýn, Kürt meselesi de ayný çerçeveye oturmadý mý? Reþadiye olayýnda, parmaklar Ergenekon’u gösterdi. Olmadý, ‘Derin devlet’e karþý, ‘derin PKK’ provokasyonundan bahsedildi. Oysa, durum gayet net; iktidarýn Kürt açýlýmýna aklý yatmayanlar, kendi bulunduklarý yerden tepki gösteriyor...”[34] Tüm bu ve benzerleri, “demokrasi”/ “demokratikleþme” adýna kabul edilebilir mi? Ederseniz; “Taraf”çýlar sizi “demokrat”; yok etmezseniz “darbeci/ Ergenekon”cu ilan ederler… Aslý sorulursa bu, hep kendine yontmak isteyen nalýncý keseri mantýk(sýzlýð)ýdýr; týpký AKP’nin bir “kapana” dönüþtürdüðü “Kürt Açýlýmý”; yok pardon “Milli Birlik Projesi” gibi…
AKP “KAPANI” = “MÝLLÝ BÝRLÝK PROJESÝ”
AKP ile liberallerin ve de AB’nin[35] zýrvalarýna deðinmeden önce, açýk açýk belirtelim: “Bugün Kürtler ve Kürdistan, Ortadoðu’nun ortasýnda bölünmüþ, parçalanmýþ ve paylaþýlmýþ olarak varlýk mücadelesi, yaþam mücadelesi vermektedir. Herkes için doðal olan haklar, insanýn insan olmaktan dolayý sahip olduðu haklar Kürtler için yasaktýr,”[36] diyen Ýsmail Beþikçi’nin ifadesi “Kürt Sorunu”nun da ne demek olduðunun en net izahýdýr… Ulaþýlan koordinatlarda bir kez daha kanýtlandýðý üzere, “Kürtlerin yaný sýra ilerici, demokrat, sosyalist çevrelerde büyük umut yaratan ‘açýlým’ süreci, bugün derin bir kriz içinde. Bunun nedenini anlayabilmek için ‘açýlým’ adýyla anýlan sürecin kendisinin doðasýný doðru kavramak gerekiyor. AKP hükümetinin TSK desteðiyle yürütülen ‘açýlým’ politikasý, esas olarak Türkiye Kürtlerine deðil Irak Kürtlerine, daha yalýn biçimde söyleyecek olursak Barzani yönetimine bir açýlýmdýr. Türkiye burjuvazisi ve devleti, ABD’nin himmetiyle, Barzani politikasýný deðiþtirdi, onun yönettiði bölgeyi ekonomik, politik ve askeri olarak himayesine almaya yöneldi. Türkiye’de ‘açýlým’ diye anýlan süreç, bu yeni yöneliþin türevidir. Amacý, Kürt savaþýnýn bu yeni iliþki önünde bir engel olarak yükselmesini önlemek... Daha açýk þekilde söylenecek olursa, ‘açýlým’ýn Türkiye içindeki ayaðýnýn amacý, Kürt sorununu deðil Kürt hareketini çözmektir. Bunun için de bir dizi yöntemle, Türkiye’nin Kürtleri AKP saflarýna, AKP olmazsa Barzani saflarýna kazandýrýlmak isteniyor. ‘Açýlým’ sürecinin bugün içine girdiði krizin kilometre taþlarýný incelemeye yerimiz yok. Ama sonuç þu: ‘Açýlým’, Kürt halký Barzanicileþmeyi reddettiði için krize girdi.”[37] “Misak-ý Millici” AKP’nin, ABD patentli “kapaný” Kürt muhalefet ve itirazýný tasfiye ederek, ehlileþtirip, düzen içileþtirme giriþimidir… Mustafa Erdoðan’ýn da ifadesiyle, “Aslýnda AKP, Kürt açýlýmýyla, Kürtleri AKP’lileþtirmeyi kastediyor. Kürtlere bazý rahatlamalar saðlayýp onlarý AKP kanalýyla sisteme entegre etmeye çalýþýyor.” Zaten AKP’nin ne yapmak istediði de, çok net ve açýktýr; “çözüm” adýna çözümsüzlüktür! AKP Tanýtým ve Medya Baþkanlýðý, “açýlým”ý halka anlatmak için, ‘Sorularý ve Cevaplarýyla Demokratik Açýlým Süreci’ baþlýklý bir kitap bastýrarak bütün teþkilâtlarýna daðýttý. 30 soruya verilen 30 yanýttan oluþan kitapçýða göre; “Ölümlerin ve gözyaþýnýn durmasýyla þehitlerimizin ruhu þad olacak, Öcalan, kesinlikle affedilmeyecek, PKK silah býrakmadýkça operasyonlar sürecek ve koruculuk sistemi terör bitene kadar kaldýrýlmayacak. Kitaptaki bazý sorular ve yanýtlarý þöyle: “Abdullah Öcalan’ýn affý veya yeniden yargýlanmasý söz konusu mu? - Öcalan’ýn affedilmesi veya yeniden yargýlanmasý kesinlikle söz konusu deðildir ve olamaz. Böyle bir sürecin hukuki olarak gerçekleþmesi de mümkün deðildir. “Açýlým terör örgütüne verilen bir taviz midir? - AKP Hükümeti hiçbir illegal yapý ve oluþuma asla taviz vermez. “Sürece raðmen terör devam ederse ne olacak? - Dünyanýn hiçbir yerinde size silahla saldýranlara siz çiçek buketleri ile karþýlýk veremezsiniz. Kýsa vadede silaha karþý silahla mücadele edilir. Ancak hiçbir zaman silahla kesin ve kalýcý çözüm elde edilememiþtir. “Koruculuk sistemi ne olacak? - Terör devam ettiði sürece koruculuðun ortadan kaldýrýlmasý söz konusu olamaz. Açýlým sonucunda referandum yapýlacak mý? - Hayýr. Çünkü temel hak ve özgürlükler referandum konusu olamaz.” Evet, AKP tam da bunlarý yapmak istiyor! Ýyi de bunlarý yapmak isteyen AKP, bunlarý yapýyor diye neden “demokrat” ilan edilsin ki? Kaldý ki Avrasya Kamuoyu Araþtýrmalarý Merkezi’nin araþtýrmasýna göre Kürtler, AKP’nin ‘açýlým’ konusunda samimi olmadýðýný düþünüyor. “Açýlým süreci”nde Kürtlerin yüzde 67.5’i AKP’nin samimi olmadýðýna inanýyorken, yüzde 13.3’ü de kararsýz olduðunu ifade ettiler. Örnek oluþturmasý nedeniyle AKP sözcülerinin “çocuk eylemciler” konusunda iktidarýn alacaðý önlemlere iliþkin söylemini anýmsayalým. Yaþlarý 18’in altýndaki “eylemciler” çocuk mahkemelerinde yargýlanacaklar, ceza yasasýnda deðiþiklikler yapýlacak, cezalarýný çocuklara özel infaz kurumlarýnda çekeceklerdi. “Demokratik açýlým” sözü ortaya atýldýðýnda alýnacaðý söylenen ilk önlem çocuk eylemcilere iliþkin bu düzenlemeleri içeriyordu. Sonra da, ilk rafa kaldýrýlan önlem paketi de bu düzenlemeler oldu. Ayrýca 16 Ocak 2010’da tarihinde Baþbakan Yardýmcýsý Cemil Çiçek, cezaevleri þartlarýný beðenmeyerek beþ mahkûmla birlikte eylem baþlatan Abdullah Öcalan’a, “Orasý otel falan deðil” diye seslendi… Demokratik Açýlým çerçevesinde Öcalan’ýn talimatý üzerine Kandil ve Mahmur’dan gelen ‘Barýþ ve Demokratik Çözüm Grubu’ Ankara’da Türkiye Barýþ Meclisi’nin düzenlediði konferansa katýlan grubun sözcüsü M. Þerif Gençdal, Ankara’da TBMM’ye de gitmek istedikleri ancak emniyet yetkilileri tarafýndan, gitmemeleri yönünde uyarýldýklarý belirterek, “Daha önce gelmek istediðimizde gözaltýna alýndýk. Ancak eðer imkân verilirse, koþullar uygun olursa Meclis’e gidip tüm kesimleri ziyaret etmek isteriz” dediler… Sonra da Mahmur Mülteci Kampý ile PKK’nin Kandil’deki askeri kanadýndan gelen 34 kiþinin getirdikleri, Kürt sorununun çözümü için koþullarýn yer aldýðý mektuplarýn kaybolduðu belirlendi... Bu ve benzerleri “demokrat” AKP’yi yeterince deþifre etmiyor mu? Bizce ediyor! Kaldý ki BDP Genel Baþkaný Selahattin Demirtaþ, Kongrede Kürtlere “asimilasyonu reddedin, anadilde eðitim için Milli Eðitim’in kapýsýna dayanýn”, annelere de “kanýn durmasý için askerlik þubesi kapýlarýna dayanýn” çaðrýsý yaparken; yaþanandan dersler çýkartýldýðýnýn da ipuçlarýný vermektedir… Yine BDP Grup Baþkaný Nuri Yaman, partisinin belediye baþkanlarýna yönelik gözaltý ve tutuklama kararlarýnýn “demokratik açýlým”ýn koordinatörü Ýçiþleri Bakaný Beþir Atalay tarafýndan verildiðini belirterek, “Atalay kelepçe koordinatörüdür.” “Bir elde kelepçe, diðer elde açýlým olmaz,” diyor. Ýçiþleri Bakaný’nýn açýklamalarýyla hükümetin açýlýmda “yeniden gaza bastýðý” yorumlarý yapýldýðýna iþaret eden Yaman, “Hükümet gaza o kadar çok basmýþ ki, Emniyet’in elinde gaz bombasý kalmamýþ” diye konuþtu. Ayrýca “AKP’nin askeri vesayetle mücadelesinin inandýrýcý olmadýðý”ný belirten BDP Grup Baþkaný Nuri Yaman, AKP hükümetinin Kürt açýlýmýnýn inandýrýcýlýðýný kaybettiðini belirterek “Açýlým adý altýndaki açmazlarýnýn geldiði nokta þu olmuþtur: Kürt açýlýmý kelepçeye, Roman açýlýmý sürgüne, Alevi açýlýmý da oyalamaya dönüþmüþtür.” “Hükümetin Kürt açýlýmý, umut pompalamaktan öteye gitmedi,” dedi. Avrupa Ýþkenceyi Önleme Komitesi (CTP) üyelerinin, Abdullah Öcalan’ýn hükümlü bulunduðu Ýmralý Adasý’ndaki Yüksek Güvenli
|
(1558 okuma)
(Devam... )
|
139. yýlýnda KOMÜNÜN DEVRÝMCÝ BAYRAÐI KURTULUÞ BAYRAÐI OLARAK DALGALANIYOR
Bundan tam 139 yýl önce 1871 yýlý 18 Mart'ýnda ayaklanan Paris emekçi yýðýnlarý, iktidarýn iþçi sýnýfýnýn eline geçmesini saðladý. Paris iþçi sýnýfýnýn egemenliðini ilan etti. 28 Mayýs'a dek tam 72 gün süren bu büyük alt üst oluþ tarihe Paris Komünü adýyla geçti.Paris Komünü, bir insan ömrü bakýmýndan sözü bile edilemeyecek kadar kýsa süren bu 72 günlük sürece tarihi bir dönüm noktasý olmasý özelliklerini sýðdýrdý. 18 Mart'tan 28 Mayýs'a kadar süren 72 günlük iktidar dönemi, iþçi sýnýfýnýn siyasal iktidarýnýn nasýl hazýrlanmasý gerektiði ve nasýl ayakta kalacaðýna iliþkin zengin deneyimler ve derslerle birlikte anlam kazanmaktadýr.Ýþçi sýnýfýnýn burjuvaziye karþý mücadelesini siyasal iktidar hedefine baðlayarak yürütmesi zorunluluðunu, iþçi sýnýfýnýn baský, zulüm ve sömürüden kurtulmak için siyasal iktidarý ele almasýnýn zorunluluðunu, bunun yol ve yöntemlerinin zengin deneyimlerini kazandýðý bu tarihsel olay, Komün rastlantýlar sonucu biraraya gelmiþ bazý olaylarýn sonucu deðil, o günün nesnel, toplumsal-siyasal koþullarýnýn doðal sonucu olarak meydana gelmiþtir. Komünü hazýrlayan koþullar nelerdi?Her þeyden önce 1848 devrimi yenilgiye uðramýþ, burjuvazi iþçi hareketini bastýrmýþtý. Ancak iþçi sýnýfýndan duyduðu korkusunu hala bastýrabilmiþ deðildi. Bu nedenle 3. Napolyon'un ordularýna sýðýnmayý da ihmal etmedi. Çünkü hala bürokratik militarist sistemin burjuvazinin egemenliðini güvence altýna alacaðý ümitlerini yitirmemiþti. 1848 devriminin yenilgisiyle birlikte kurulan Bonapartist sistem koþullarýnda Fransa tam bir ekonomik yýkýma uðradý. Emekçi yýðýnlarýn giderek çekilmez hale gelen yaþam koþullarý, ýrkçý-þoven-saldýrgan politikalarla geri plana itilmeye çalýþýlýyor, dýþ politikadaki saldýrganlýk, iç ekonomik ve politik sorunlarýn üzerini örtücü rol oynuyordu.Napolyon Bonopart'ýn saldýrgan serüvenci dýþ politikasýný, Prusya'ya saldýrýya dönüþtürmesiyle baþlayan savaþ, emekçi yýðýnlarýn ekonomik koþullarýný daha da çekilmez hale getiriyor, iþçilere ve emekçilere karþý alýnan önlemler toplumsal muhalefetin giderek daha fazla yükselmesine yol açýyordu.Bonapart'ýn emekçi yýðýnlarýn dikkatlerini ülkenin ekonomik toplumsal sorunlarýndan uzaklaþtýrmak amacýyla ýrkçý-þoven dýþ politikalarýný Almanya'ya karþý savaþ ilan ederek sürdürmesi, çok geçmeden savaþýn, Napolyon'un yenilgisiyle sonuçlanmasý, emekçi yýðýnlarýn "kahrolsun imparatorluk" þiarýyla ayaklanmasýna yol açtý. Ayaklanan halk yasama meclisine girmeyi ve cumhuriyetin ilan edilmesini saðlamayý baþardý.Ancak oluþturulan yasama meclisinin çoðunluðu kralcýlardan ve cumhuriyetçi burjuvazinin sað kanadýndan oluþuyordu. Halk kitleleri Prusya'ya karþý ulusal savunmayý örgütlemesi için hükümete baský yapýyordu. Zaten emekçi yýðýnlarýn baskýsýyla oluþan hükümette "ulusal savunma hükümeti" adýný taþýyordu. Bunun sonucunda düþmanla savaþmak amacýyla halkýn silahlandýrýlmasý kabul edildi. Ýþçiler ve esnaflardan kurulu Ulusal Muhafýz taburlarý oluþturuldu. Fakat 1848 ayaklanmasýnýn korkularý ve tecrübesi burjuvaziyi ihanete sürükleyen "sebepler" oldu. Burjuvazi, iþgalcilerin ülkeden kovulmasýný, kendisinin siyasal iktidarýna son verecek ayaklanmanýn izleyeceðini, silahlanmýþ halkýn silahlarýný kendisine çevireceðini biliyordu. Bu nedenle Mareþal Barzaine iþgalci Alman birlikleriyle savaþmak yerine 170.000 kiþilik ordusuyla Prusya ordularýna teslim oldu. Bunun ardýndan hükümete karþý ikinci kez ayaklanma gerçekleþti. Fakat ayaklanmanýn önderlerinin halk kitleleriyle baðlarýnýn olmamasý, ayaklanmanýn baþarýsýzlýkla sonuçlanmasýna yol açtý.Baþarýsýz ayaklanmanýn ardýndan hükümet Prusya ile bir teslimiyet anlaþmasý imzalandý. Ülke topraklarýnýn üçte birinin iþgalcilerin kontrolü altýnda olduðu bir sýrada gerçekleþtirilen teslimiyet anlaþmasýyla Fransa 5 milyar altýn Frang'ý, Almanya'ya ödedi. Alsas-Loren'den çekildi.28 Ocak 1871'de Prusya ile gerçekleþtirilen anlaþma sonrasýnda yapýlan ulusal meclis seçimlerinde 700 milletvekilinin 450'si krallýk yanlýsýydý. Ve daha ilk oturumda cumhuriyeti reddederek kralcý bir hükümet oluþturdular. Thiers hükümetinin teslimiyet anlaþmasýný imzaladý. Ancak Paris ulusal muhafýz birliðini silahsýzlandýrmaya cesaret edemedi. Oysa kralcý hükümetin ilk iþi halký silahsýzlandýrmak için, Paris ulusal muhafýz birliðinin silahlarýný teslim etmesini istemek olmuþtu. Paris emekçi yýðýnlarý, iþgal birliklerine karþý kenti savunmak için oluþturduðu askeri birliði olan ulusal muhafýz birliðinin silahlarýný teslim etmesi yönündeki çaðrýlara kararlýlýkla red cevabýný vermiþ, ellerindeki silahlarýn özellikle toplarýn kanlarý-canlarý pahasýna elde ettikleri ve koruyabildikleri gerçekliðini bir kez daha haykýrarak, teslimiyet anlaþmasýnýn emekçi yýðýnlarca yýrtýlýp atýlmasýna da vesile olmuþtur. Teslimiyet anlaþmasýnda, ulusal muhafýzlarýn silahlarýnýn Bismark birliklerinin girmediði bölgelere çekileceði kesinlikle belirtilmiþ olmasýna ve Bismark birlikleri kente girmemiþ olduðu halde, kralcý hükümetin halký silahsýzlandýrmaya çalýþmasý, Paris halkýndan duyduðu korkuyu ve halka karþý iþgalci Bismark'la el ele vermesinin, ihanetinin kaçýnýlmaz sonucuydu.Silahlarýn teslim edilmesi yönündeki baskýlara halkýn kararlýlýkla karþý çýkmasý sonucu 17-18 Mart'ta hükümet saldýrýya geçerek, silahsýzlandýrma iþi zor yoluyla gerçekleþtirmeye çalýþtý. Böylece iç savaþ fitilini de ateþledi. Hükümet ulusal muhafýzlarý silahsýzlandýrmak için çaðrýlar yayýnlayýp, türlü oyunlar çevirirken bir yandan da Paris'in kuþatýlmasý yoluna gidiliyordu. Paris'in kuþatýlmasýndan önce hükümet Bordeauks (Bordo)ye çekilmiþti. Baþkentin de Versa'ya taþýmasý, bunu çok geçmeden Fransýz büyük burjuvazisi ve bürokratlarýnýn da kenti terk etmesi, ayaklanan Paris halkýnýn iþinin kolaylaþmasýný saðlamýþtý. Ancak hükümetin ve burjuvalarýn kentten kaçmalarýna göz yumulmasý, daha sonraki yenilgide önemli rol oynayan zaaflardan biri olarak görülmüþtür. Ýþte Paris halký bu koþullarda ayaklanmayý baþlatmýþ, kýsa bir sürede baþarýyla sonuçlandýrmýþtýr. Ulusal Muhafýz Merkez Komitesi önderliðinde ayaklanan halk Paris'i ele geçirdi. Daha ayaklanmalar baþlamadan çok önce iþçi sýnýfýnýn iktidar için örgütlüðünün ve birleþik önderliðinin bulunmadýðýný gören Marks, zamansýz ayaklanmanýn yanýlgýlarýna dikkat çekerek, iþçi sýnýfýný uyarmaya çalýþtý. Ancak hareket baþladýktan sonra da canla baþla katýlarak, baþarýlý olmasý ve en az zararla atlatýlmasý için elinden geleni yaptý.Paris iþçi sýnýfý ayaklanmasýnýn baþarýsýyla gerçekleþen devrim, kendinden önceki devrimlerden temelden farklýydý. Bu farklýlýklarýn en belli baþlýlarýný þöyle belirtebiliriz:Birincisi; bu devrim, eski devlet mekanizmasýnýn el deðiþtirmesi deðil, eski devlet mekanizmasýnýn parçalanarak yerine yenisinin örgütlenmesinin getirilmesi. Böylece tarihte yer alan ve bir sömürücü sýnýfýn elinden bir baþka sömürücü sýnýfýn eline geçen, devletin el deðiþtirmesini ifade eden devrimlerin aksine Paris Komünü eski devlet mekanizmasýnýn parçalanarak yerine yeni tipte bir devletin konulmasý giriþimiyle ayrýlýyordu.Ýkincisi; daha önceki devrimler, sonuçta azýnlýðýn çoðunluk üzerindeki egemenliðine son vermiyor, azýnlýðýn çoðunluk üzerindeki egemenliðini bir baþka biçimde sürmesi anlamýna geliyordu.
|
(1593 okuma)
(Devam... )
|
KAPÝTALÝZM, TEKEL ÝÞÇÝLERÝ VE GELEN(LER) !
“Cennet ile cehennem Tek ve ayný kent olabilir: Cennet, mülksüzler için cehennemdir…”[2]
“Postmodern Dönem”, yere çakýlan küreselleþme yalanýyla nihayet erdi… “Elveda edebiyatý”na sarýlan vazgeçiþin, artýk hiçbir kýymet-i harbiyesi kalmadý… Þimdi yeni bir dönemin eþiðindeyiz ve öncelikle “Elveda Devrim… Elveda Proletarya…” diyenlerin hâl-i pür melali hemen herkesi gülümsetiyor… Bu elbette kendiliðinden olmadý; ulaþýlan koordinatlarýn ardýnda sürdürülemez kapitalist yýkýmýn krizi ve sýnýflar savaþýmý gerçeði duruyordu… Her þeyin kendi meþrebince dönüþerek deðiþeceði bir kesitteyiz… Bunun en çarpýcý örneklerinden birisi Tekel iþçileri ve mücadeleleri… Anýmsayýn; yakýn geçmiþin en moda sloganý “Özelleþtir… Güzelleþtir”di! Özelleþtirmelere böyle devam edildi… Tam da o günlerde iþçi sýnýfýndan söz etmek “dinozorluk/ doðmatiklik”; özelleþtirmeye karþý çýkmak ise, “Ortodoksluk/ aymazlýk” idi… Nihayet, geldik bugüne! Tekel iþçileri sokakta; Tekel iþçileri özelleþtirmeye karþý; Tekel iþçileri neo-liberal vahþete “Hayýr” diyor; Tekel iþçileri emeðin en yüce deðer olduðunu toplumun vicdan ve bilincine bir kez daha nakþediyor… Emeði ile baþkaldýran, bu baþkaldýrý ile insanlýðýný bulan, kendini keþfeden Tekel iþçileri, bir avuç egemenin kölesi kýlýnmaya “Hayýr” derken; insan(lýk) tarihinin de nasýl biçimlendiðini anýmsatmaktadýr bir kez daha herkese… Evet, “Gerçek, akli olandan çok çok daha büyüktür,”[3] sözünü dosttan düþmana yedi düvele bir kez daha kanýtlayan sokaktaki Tekel iþçileri, ayný zamanda Eflatun’un, “Korkaklar hiçbir zaman zafer anýtý dikememiþlerdir”; Emiliano Zapata’nýn, “Güçlü insaný zayýf halk yaratýr. Güçlü halkýnsa, güçlü insana ihtiyacý yoktur,” uyarýlarýnýn altýný da özenle çiziyorlar… Dahasý; “AKP’nin sivil alaný geniþletmek için verdiði mücadele”[4] yanýlgýsýna sarýlan liberal patentli “demokratikleþme” yalaný, sýnýf çizgisinin ayrýþtýrýcý netliðiyle yerle yeksan ediyor…
OTORÝTER AKP
“AKP olgusunu, Milli Görüþ hareketi ile bir kopuþ-devamlýlýk iliþkisi çerçevesinde açýklamaya çalýþmaktansa, siyasal Ýslâmýn küreselleþme sürecinde neo-liberal yeniden yapýlandýrma projesi ile nasýl bir uyum saðladýðýnýn bir örneði olarak deðerlendirmek daha gerçekçi olacaktýr.”[5] AKP; Ýslamcýlarýn en liberali veya liberallerin en Ýslamcýsý olan muhafazakâr bir neo-liberal partidir ve ABD iþbirlikçisidir. Nuray Mert’in ifadesiyle, “Rövanþist, fetihçi, iktidar mutlakçýsý bir yol izlemeyi tercih eden AKP”nin; Alfred Stepan’ýn belirttiði gibi, “Þeriat istediði iddiasý da temelsiz.”[6] Tayyip Erdoðan bir dönem “þeriat söylemine sarýlmýþ” olabilir; ki böyledir de; ancak bunlar AKP ve Erdoðan için geride kalmýþtýr; Yaser El Zegatir’in de iþaret ettiði üzere, “AKP’nin Arap dünyasýnýn anladýðý anlamda Ýslâmcý olduðunu söylemek zor”;[7] hatta imkânsýzdýr… Kazým Gökbayrak’ýn saptamasýyla, “Türkiye’de liberal çapulcular AKP ve Fetullahçýlarla birlikte Amerika’nýn Yeni Dünya Düzeni’ni tesise çalýþýyorlar. (...) AKP’nin ve Fetullah’ýn Müslümanlarý liboþlaþtýrma misyonu Amerika’nýn onlarý tercih sebebidir.”[8] “ABD’nin siyasi desteðini yedeðine alan”[9] “AKP vargücüyle kendi burjuvasýný yaratýyor… AKP gerçekte neyin peþinde? Bu sorunun tek ve çok basit bir yanýtý var: Paranýn…”[10] AKP, bir serbest piyasa piyonudur… Emir Taheri’nin iþaret ettiði gibi, “AKP’yi ‘Ýslâmcý’ diye tanýmlamak zor.”[11] AKP muhafazakâr-liberal bir parti... Yükseldiði zemin, dayandýðý taban muhafazakâr. Pragmatik ve esnaf özellikleriyle AKP’yi ne Hizbullahçý diye, ne de “Tayyip Erdoðan, pragmatik ve karizmatik bir lider. Statükoyla uzlaþmaya yatkýn mesajlar verdiði gibi kendisini deðiþen koþullara uydurmasýný da biliyor. Toplumun dilini diðer liderlerden daha iyi okuyor. Bir deðiþim ve kopuþ sürecinden geldiði için deðiþime açýk olacaðýnýn mesajlarýný vermeyi de ihmal etmiyor. Önümüzdeki süreci belirleyecek gelenek bu partinin çevresinde oluþacak,” diyen Oral Çalýþlar gibi yorumlamak mümkün deðildir… AKP; “Diktatoryal eðilimleri, Erdoðan’ý mazlum demokrat görüntüsünden uzaklaþtýrýp, Rusya Baþbakaný Putin’e benzemesine yol açýyor,”[12] diyen Michael Rubin’in saptamasýndaki üzere otoriter bir partidir; zaten kuralsýz serbest piyasa savunuculuðu totalitarizm olmadan hayata geçirilemez… Örnek mi? AKP’nin gazladýðý, saldýrdýðý Tekel iþçilerinin mücadelesi karþýsýndaki tutumu! Yani Ankara Valiliði, 14 Ocak 2009’da mücadelelerinin 30. gününe giren TEKEL iþçilerine gözdaðý verip; iþçilerin planladýklarý eylemlerle ilgili olarak, “Kanunsuz eylem güvenlik güçlerince engellenecek ve sorumlular hakkýnda da gerekli yasal iþlem yapýlacak” açýklamasýný yaptý… Örnek mi? “Serbest piyasayý, arz/ talep dengesini, rekabeti savunuyoruz” diye çýðlýk atan AKP Maliye Bakaný Mehmet Þimþek’in, “Bir gelir hedefimiz var, onu yakalayacaðýz. Hangi sektör olursa olsun yaptýðýmýz düzenlemelere uymak zorunda” diye “rest” çekince þirketlerin geri çektikleri zammý yeniden fiyatlara koymak zorunda kalmalarý… Örnek mi? AKP yanlýsý Sanko’nun patronu Abdulkadir Konukoðlu’nun, tekstil ve konfeksiyon sektörünün “tehlikeli iþler” kapsamýna alýnmasýna isyan edip, düzenleme kapsamýnda kadýn iþçilere ayda 5 gün regl izni verilmesine tepki göstererek, “Ben iþçilerimin aybaþýný mý takip edeceðim. Uygulama deðiþmezse 4 bin iþçinin iþine son vereceðim,” diye haykýrmasý… Örnek mi? “Geleneksel Karabük Kültür Sanat Festivali’nin ilk günü bir konuþma yapan Latife Tekin, AKP’nin enerji politikalarýný eleþtirince Belediye Baþkaný’nýn hýþmýna uðradý. Mikrofonu kapatan Karabük Belediye Baþkaný Hüseyin Eser, Tekin’in konuþmasýný yarýda kesip kürsüden inmeye zorlama”sý… Örnek mi? Kapitalizmin giderek korku toplumuna dönüþ(türül)mesi! Yani “Geride býraktýðýmýz on yýl boyunca, hükümetlerin korkutarak yönetme eðilimi güçlendi; 1990’larýn küreselleþme ve ‘risk toplumu’ söylemleri, yerlerini giderek kriz ve korku söylemlerine býraktý. Halklarýna daha iyi bir gelecek sunamayan yönetici sýnýflarýn, konumlarýný korumak için giderek daha çok ‘korkutma’ ve ‘koruma’ ve ‘disiplin’ denklemine baþvurarak toplumsal muhalefeti etkisizleþtirmeye, bireylerin ‘özneye’ dönüþmesini önlemeye çalýþtýklarýný söyleyebiliriz. Bu koþullarda kültür endüstrisinin de her gün ‘insanlýðý yok edecek’ yeni bir tehlike keþfederek, yaratýlan korkudan para kazanmasý da eþyanýn (sermayenin) doðasýna uygun bir geliþme…”[13] Toparlarsak; “AKP hükümeti bir taraftan rakiplerinin militarizmine karþý çýkarken diðer taraftan baskýcý ve otoriter devlet yapýsýný bu sefer Kemalizm ile deðil fakat Ýslâmcý-muhafazakâr model üzerinden yeniden üretmekte deðil midir? Çýkarýlan yasalar bunun göstergeleri deðil midir? Demokrasi meselesinin sadece kültürel haklarla deðil ayný zamanda siyasal ve ekonomik haklarla birlikte ele alýnmasý gerekmez mi? Neden söz konusu olan iþçi ve emekçilerin haklarý olduðunda bu mesele demokrasi ile baðdaþtýrýlmaz? Bütün bunlar doðru ise, AKP ile Türkiye kapitalizminin ve siyasetinin daha demokratik bir yapýya büründüðünü ileri sürmek, Auguste Comte’un üç hâl yasasýnýn tam da orta evresine denk düþen bir zihinsel geriliðin göstergesi deðilse nedir?”[14] Evet, Tekel iþçileri kapitalizme olduðu kadar AKP’ye karþý da ne yapýlmasý gerektiði bir kez daha öðretiyorlar! Bunu yaparken de, burjuvaziye/ kapitalizme karþý sýnýf mücadelesini, sendikalarýn ne olmasý gerektiðini, sosyalistlerin de ne yapmasý gerektiðini hepimize, herkese anýmsatýyorlar…
ÝÞÇÝ HAKLARI, ÝÞÇÝLERÝN DURUMU VE MÜCADELESÝ
Evet, þunun altýný çizerek belirtelim: Radikal sosyalistler ve muhalefet açýsýndan TEKEL iþçisinin öyküsü geleceðin de öyküsüdür… Ulaþýlan koordinatlarda bunun bir çok nedeni vardýr. Ýlki iþçi sýnýfýnýn maruz kaldýðý/ býrakýldýðý saldýrýdýr; örnekleri hýzla sýralayalým… Türk-Ýþ’in, ‘Türkiye’deki Sendikal Hak Ýhlâlleri Raporu’nun ortaya koyduðu bulgular, vahim durumu net biçimde sergiliyor. Söz konusu rapora göre 2008 yýlýnda 12 bin 359 çalýþan “sendikal haklarýný kullandýklarý” için maðduriyet yaþadý. Raporda yer alan sendikal hak ihlâllerine iliþkin bazý örnekler þöyle:
Belediye-Ýþ’in örgütlü olduðu bir belediyede iþçilerin baþka sendikaya geçmeleri için baský yapýldý. Bunu kabul etmeyen iþçiler baský, tehdit ve sürgünlere maruz kaldý. Sendika baþ temsilcisi belediyede ‘þoför’ olarak çalýþýrken ‘çim biçme’ iþçisi olarak görevlendirildi. Baþ temsilci ve þube mali sekreteri beþ kiþinin taþlý-sopalý saldýrýsýna uðradý. 205 iþçinin görev yerleri deðiþtirildi, 150 iþçinin hizmet akitleri askýya alýndý. Koop-Ýþ Sendikasý’nýn örgütlenme çalýþmasý yürüttüðü çeþitli market ve maðazalarda sendikal örgütlenme nedeniyle 116 kiþi iþten çýkarýldý. Tarým-Ýþ’in bir taþeron þirketteki 10 üyesi sendikal örgütlenmeden kýsa süre sonra iþten çýkarýldý. Tekgýda-Ýþ’in Çanakkale’deki bir süt ürünleri fabrikasý için Çalýþma ve Sosyal Güvenlik Bakanlýðý’na çoðunluk müracaatý sonrasý sendika üyelerinin iþten çýkarýlmasýna ve sendikalý iþçilerin yaptýðý iþlerin taþeron firmaya devrine baþlandý. Türkiye Maden-Ýþ’in Isparta’da örgütlü olduðu bir iþyerinde, iþveren, yemekhanedeki toplantý sýrasýnda “Sen ne hakla sendikayý temsil edersin” diyerek diðer temsilcilerin önünde iþyeri baþ temsilcisine tokat atýp, daha sonda iþine son verdi. Türkiye Maden-Ýþ’in Çorum’daki bir iþ yerinde yürüttüðü örgütlenmede aktif olarak yer alan iþçiler iþten çýkarýlarak diðer iþçilere gözdaðý verilmeye çalýþýldý. Sendika üyesi iþçilere istifa etmeleri için baský yapýldý, etmeyenler iþten çýkarýldý. Tekgýda-Ýþ’in Balýkesir’de örgütlendiði bir iþyerinde sendika üyeleri ‘topluca’ iþten çýkarýldý. Tekgýda-Ýþ’in örgütlü olduðu bir kamu iþyerinde iþçilere ‘siyasi güç’ de kullanýlarak sendika deðiþtirme baskýsý yapýldý. Belediye-Ýþ’in Ýstanbul’da aldýðý grev kararýný iþyerine asmak isteyen iþçilere, polis gaz ve tazyikli suyla müdahale etti. Belediye-Ýþ’in örgütlü olduðu bir belediyede 126 sendikalýnýn iþine son verildi. Ýstanbul’daki bir belediyede sendika deðiþtirerek Belediye-Ýþ’e üye olan bir iþçiye ‘sokaðýný süpürme’ görevi verildi.
Ýþ bunlarla bitmiyor; Türkiye, Cenevre’de düzenlenen 98. Uluslararasý Çalýþma Örgütü (ILO) Konferansý’nda iþçi haklarý açýsýndan en kötü ülkeler listesine girdi. Gerçekten de iþçi haklarý ve iþçilerin durumu açýsýndan giderek bir cehennemi andýran Türkiye’de istihdam edilenlerin yüzde 46.4’ü kayýtdýþý çalýþýyor. Yani 22 milyon 213 bin olan çalýþanýn 10 milyon 305 bin kiþisi, herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kaydý bulunmadan istihdam ediliyor. Ortalama “2 Çalýþandan 1’inin kayýtdýþý” olduðu Türkiye’de “Ýþveren ‘kiralýk iþçi’de ýsrarlý”yken; Tuzla örneðindeki üzere iþ “kaza”larý (cinayetleri) gündelikleþmiþtir! Bilindiði üzere Tuzla tersanelerinde kayýtlara geçen ilk ölüm 1985’te meydana geldi. O tarihten AKP’nin iktidara geldiði 2002’yekadar geçen 17 yýllýk dönemde ölen iþçi sayýsý 38’di. Tuzla tersanelerinde 5.5 yýllýk AKP iktidarý dönemindeyse 46 iþçi hayatýný kaybetti. Limter-Ýþ Sendikasý’nýn verilerine göre de Tuzla tersanelerinde 5 Mart 2007’den 29 Mart 2008’e kadarki dönemde ölen iþçi sayýsý 21 idi... Sonrasýnda Tuzla’da ölen iþçi sayýsý Aralýk 2009’da 130’a ulaþýrken tersane patronlarý en fazla 2 yýl hapis cezasý alýyordu… Özetle Çalýþma Bakanlýðý müfettiþleri 3 bin 18 iþyerinde iþ kazasý incelemesi yaptý. Müfettiþler korkunç bir tabloyla karþýlaþtý. Ýnceleme sonunda, iþ kazalarýnda 670 kiþinin öldüðü, 549 kiþinin ise sakat kaldýðý tespit edildi… Evet kot kumlama iþçiliði yaparken “silikozis”e yakalanan Ýbrahim Güloðlu, söz konusu iþ hastalýðýna kurban giden 43. iþçiyken; durum bu! Bun(lar)a bir de, kriz faktörünü eklemeden geçmeyelim… Türk-Ýþ’in Krize Karþý Emek Masasý’na gelen bilgilere göre, 2009’un Mayýs ayýnda aðýrlýklý olarak otomotiv ve gemi inþa sanayinde olmak üzere 1106 Türk-Ýþ üyesi iþten çýkarýldý. Kriz nedeniyle iþten çýkarýlan Türk-Ýþ üyesi sayýsý 8 aylýk dönemde 40 bini aþtý. Ayrýca Türk-Ýþ’in verilerine göre, Ekim 2008-Temmuz 2009 dönemindeki 10 ayda, “ekonomik kriz gerekçesiyle” konfederasyona baðlý sendikalara üye 40 bin 755 iþçi iþten çýkarýldý. Sonra Kýzýlay’ýn üç çalýþanýn iþine sendikal faaliyetlerde bulunduklarý gerekçesiyle son verdi. Kýzýlay daha önce de benzer giriþimlerde bulunmuþ ancak çalýþanlar yargý kararýyla iþe dönmüþtü. Nihayet iþçilere yönelik þiddet! Örnek mi? Ýstanbul Büyükþehir Belediyesi’nin iþtiraklerinden BÝMTAÞ’a baðlý çalýþýrken toplu iþ sözleþmesi yapmaya hak kazandýklarý süreçte taþeron þirkete geçmeleri istendiði için Saraçhane Parký’nda ‘Demokrasi Çadýrý’ kurup direniþe geçen itfaiyecilere gece yarýsý baskýný yapýldý. Ýddiaya göre, sivil giyimli zabýtalar falçatalarla çadýrý kesip kaldýrýrken eylemcilere biber gazlarý da sýkýldý. Ýtfaiyeciler dört arkadaþlarýnýn yaralandýðý baskýnla ilgili suç duyurusunda bulunuldu. Tam da bu noktada, “sendikalarýn durumu”nu Engin Ünsal, “Sendikalar tarihinin en sancýlý ve zor dönemini yaþamaktadýr. Kâðýt üzerinde sendikalar vardýr ve özgürdür ama gerçekte sendikalar üye sayýsý yönünde çok kan kaybetmiþtir, güçsüzdür ve sendika baðýmsýzlýðý siyasetin pençesinde özünden çok þey yitirmiþtir,”[15] diye betimlediði dibe vurmuþluk hâli Tekel iþçilerinin mücadelesiyle ters yüz edilmektedir… Yani “Ýþçilerin mücadele bilinci”[16] olumlu düzlemde katlanmakta ve büyümektedir… Örneðin AKP iktidarýnýn baskýsýyla Hak-Ýþ ve Memur-Sen’in yüzde 800 büyütüldüðü; veya 5 Temmuz 2008 tarih ve 26927 sayýlý Resmi Gazete yayýmlanan 2008 Yýlý Kamu Görevlileri Ýstatistikleri’ne göre Memur-Sen Konfederasyonu’nun AKP’nin iktidara geldiði 2002 yýlýnda 41 bin 871 üyesi varken bu sayýnýn 2008 yýlýnda 314 bin 701’e yükseldiði verili tabloda Türk-Ýþ Baþkaný dahi, “Devlet çalýþanlarý sürekli aldatýyor,” demek zorunda kalýrken; ortaya çýkan bilinçle de, AKP’nin sendikalar üzerindeki oyunlarý deþifre oldu, oluyor da… Sadece bu kadar mý? Elbette deðil; 4-C dayatmasýný -iþçilerin deyimiyle- “C-4”e (patlayýcý madde) benzeten iþçilerin kavga hedeflerinden birisini de facto olarak özelleþtirme oluþturuyor! Görünen odur ki iþçilerin, egemenlik(ler)den adým/ adým kopuþu, giderek derinleþecektir; bu süreci, kriz ve ekonomik yýkým durumu güçlendirecektir…
KRÝZ VE TÜRK(ÝYE) EKONOMÝSÝ
Müthiþ bir krizin orta yerindeyiz; kapitalizmin sürdürülemezlik krizi bu; Türk(iye) ekonomisini de temellerinden sarsýyor… Yerkürenin; küreselleþmenin iflasýyla çakýlmasýyla eþ zamanlý kesitte yaþanan kriz sýradan bir ekonomik kriz deðil; kapitalizmin büyük bunalýmýndan geçmekte olduðunun kanýtýdýr. 2008-2009 Bunalýmý, kapitalist sistemin egemen ve yönetici sýnýf ve katmanlarýnýn çok yoðun bir çürüme içinde olduklarýný ortaya koydu. Eski FED Baþkaný Greenspan da 23 Ekim 2008’de ABD Kongresi’ndeki “tanýk”lýðýnda, “Yüzyýlda bir gerçekleþecek bir kredi tsunamisinin içindeyiz. Kredi veren kurumlarýn, kendi çýkarlarý için, hissedarlarýnýn hisselerini de koruyacaklarýný düþünenler þoktalar (özellikle de ben). Ýnanamýyoruz,” diye haykýrýyordu… Kolay mý? Dünya ekonomisi 2009 yýlýnda yaklaþýk yüzde 1 oranýnda daralma gösterdi. Dünya ekonomisinin bir bütün olarak gerilemesi Ýkinci Dünya Savaþý’ndan sonra ilk defa yaþanan bir olguydu. Krizin baþlangýcýndan bu yana ABD’de 4.2 milyon istihdam kaybý yaþandý. Avrupa’da ve ABD’de iþsizlik oranlarý yüzde 10’un üzerine çýktý. Uluslararasý Çalýþma Örgütü (ILO) kriz süresince toplam istihdam kayýplarýnýn 20 milyonu aþtýðýný, bunun da ötesinde iþsizliðin uzun dönemli ve yapýsal bir niteliðe bürünerek kalýcý hâle gelmekte olduðunu vurguladý. Tüm dünyada ücret gelirleri gerile(til)di ve emeðin, iþ güvencesi baþta olmak üzere, sosyal kazanýmlarý askýya alýndý. Waþington DC merkezli Ekonomi Politikalarý Enstitüsü raporlarýna göre istihdamdaki daralmayla birlikte 2008-2012 arasýnda küresel krizin ABD emekçilerine faturasý 1 trilyon dolar ücret kaybý anlamýna gelmektedir. Ýþ elbette bunlarla da sýnýrlý deðil! Krizle mücadele adýna yapýlan devlet borçlanmalarý uluslararasý piyasalarda inanýlmaz ölçülerde bir þiþkinlik yarattý. Yunanistan’ýn gerçek devlet borcu bilinmiyor. Brüksel’deki tedirginlik hýzla yayýlýyor. Ýzlanda ve hemen sonrasýnda da Macaristan ile Yunanistan’ýn ödeme güçlüðüne girdiklerinin ilanýyla birlikte, Avrupa ekonomilerinin eskisini aratabilecek bir krize doðru daha hýzlý yol aldýklarý ileri sürüldü. Ödeme krizine giren dev þirketleri ve kamu kurumlarýný borçlanarak kurtaran devletlerin piyasalarda büyük bir þiþkinlik yarattýðý, adeta “finansal piyasalar köpüðünden devlet köpüðü aþamasýna geçildiði” belirtildi. Morgan Stanley’in Almanya Müdürü Dirk Notheis açýklamalarýnda, birçok devletin ödeme gücünün sýnýrýnda olduðuna dikkat çekti. Notheis ve bir dizi uluslararasý uzman, ‘Handelsblatt’ýn sorularýný yanýtlarken, bir “bumerang düzeneðiyle karþý karþýya olunduðunu” da hatýrlattýlar. ‘Financial Times Deutschland’ ile ‘Handelsblatt’ýn arka arkaya iþledikleri geniþ haberlerde devletlerin borçlanarak neden olduðu yeni þiþkinliðin, ABD’de düþük ödeme gücüne sahip olanlara satýlan konutlardan kaynaklanan köpüðü geride býrakabileceði vurgulandý. Sadece küçük üyelerin deðil AB’nin motoru konumundaki Almanya’nýn da büyüyen devlet borcunun altýnda zorlandýðýna dikkat çekilirken, AB Komisyonu, Berlin’in bile 2010 yýlý borçlanmasýnýn milli gelirin yüzde 77’sini bulabileceðini hatýrlattý. Avrupa Merkez Bankasý Jean-Claude Trichet’nin de Avro bölgesindeki ülkelere ýsrarla “orta vadede devlet maliyesini konsolide etmeleri” çaðrýsýnda bulunmasý, büyüyen tehlikeyle baðlantýlandýrýldý. Yunanistan, 2009 Ekim’in de bütçe açýðýnýn gayri safi yurtiçi hasýlanýn yüzde 12.5’i olduðunu açýklayýp piyasalarda þok yaratýnca, AB’nin istatistik enstitüsü Eurostat, ülkenin ekonomiye iliþkin verilerini güvenilmez bulduðunu bildirdi. Özetle “düze çýktý” yalanlarýna sarýlan kapitalizmin Dubai, ardýndan Yunanistan ve diðerleriyle yüzleþtiði gidiþatta somut olgular ve saptamalar, sistemin meþruiyetinin dayanaklarýný ortadan kaldýrmýþtýr ve krizi bir sistem bunalýmý hâline getirmiþtir. Bu algýlama yaygýnlaþtýkça da, kapitalizmin aþýlmasý gündeme gelecektir. Egemen çevreler de durumun, tehlikenin farkýndalar. Sistemi hedef alan, köktenci bir eleþtiri söyleminin oluþmamasý, sistem-dýþý siyasi akýmlarýn yeni bir dalga hâlinde yeþermemesi için özel çaba sarf ediyorlar. Sistemi hedef alan bir muhalefet, ara-aþamalardan geçmeden yeþeremez. Önce ekonomik bunalýmýn kýsa dönemli siyasi yansýmalarýný izlemek gerekir. Büyük ekonomik bunalýmlarýn siyasete taþýnmasý tek yönlü deðildir. Bir önceki büyük bunalýmýn siyasi yansýmalarýný hatýrlayalým: 1929’u izleyen on yýl içinde Almanya, Ýtalya, Doðu-Orta Avrupa faþizme sürüklenmiþ; Fransa, Halk Cephesi ile ABD ise “New Deal” sayesinde emekten yana dönüþümlere yönelmiþti. Ýki kriz yýlýnda (2008-2009’da) gözlenen siyasi deðiþimler hangi doðrultudadýr? Metropol ekonomilerinde sistem-karþýtý hareketlerin önem kazanmasý henüz gündemde deðildir. Radikalleþmeyi emperyalist sitemin çevresinde aradýðýmýzda Latin Amerika öncelik taþýyor. Zira, XXI. yüzyýlýn baþlarýndan itibaren sermayenin tahakkümüne sýnýf-tabanlý muhalefet çizgileriyle karþý çýkan ve bu direnmeyi iktidara taþýyan deneyimlerin çoðu, o coðrafyada gerçekleþmektedir. “Baþka bir dünyanýn mümkün olduðu” algýlamasýný geleneksel sol çizgilerle birleþtiren Latin Amerika’daki siyasi hareketlerin, uluslararasý bunalým koþullarýndaki kaderi bu bakýmdan önemlidir. Ancak radikalleþme, sadece Latin Amerika ile sýnýrlý deðildir; Ortadoðu’da (Türkiye ve Kürdistan’ý içeren ölçekte) bu sarmalýn içindedir. Liberal ahlâk(sýzlýk) ile yoksulluk”un iç içe geçtiði[17] “Türkiye, toplum olarak tümüyle dibe doðru batýyor. Ciddi bir çözülme içerisindeyiz. Bireysel olarak yýkýmlar arttý. Ýnsanlar öldürüyor, yakýp yýkýyor, çalýp çýrpýyorlar. Çaresizlik dört bir yanýmýzý sarmýþ durumda.”[18]
“VERÝLER”[19] ÝÞSÝZLÝK KÂBUSU Resmi iþsizlik yüzde 15, gerçek iþsizlik yüzde 22 ve sayýlarý 6.3 milyon. Genç iþsiz sayýsý 1 milyonun üstünde. Kentlerde kadýnlarýn üçte biri iþsiz. KÜÇÜLEN EKONOMÝ 2009 küçülmesi yüzde 6’yý aþtý. Ekonomi 4 çeyrektir daralýyor. Sanayide kapasitenin yüzde 30’u boþ. Küçülme, iþsizlerin iþ umudunu azaltýyor. Kiþi baþýna gelir kaybý 2009’da 1890 dolara çýktý. GEÇÝM SIKINTISI Asgari ücret, mutfak giderinin ancak yüzde 70’ine yetiyor. Aileler, ancak mutfaða harcama yapýyor, 140 milyar TL borçlarý var, 9 milyar TL borç batýk. EMEK GELÝRLERÝ AZALIYOR Emekliler 60 TL’lik zamma öfkeli. Memur maaþ zamlarý yetersiz. Özel sektör iþçilerinin çoðuna 2009’da zam yapýlmadý, tersine ücretleri bile indirildi. BÜTÇE AÇIKLARI Merkezi bütçe 2009’da 60 milyar TL açýk verecek, 2010 açýðý da 50 milyar TL. Bütçede faiz ve SGK açýklarýndan geriye fazla bir para kalmýyor. Tarým ve hanehalký harcamalarý azalýyor. BORÇLAR ÇIÐ GÝBÝ ARTIYOR Bütçe açýklarýný büyüttükçe, kamu borçlarý da 450 milyar TL’yi buldu. Kiþi baþýna kamu borcu 4109 dolar... Dýþ borçlar 269 milyar dolara çýktý. Üçte ikisi özel sektör borcu. BATAN BATANA Bankalara ödenemeyen krediler 15 milyar TL, karþýlýksýz çek sayýsý 2 milyon, tutarý 16 milyar TL’ye; protestolu senet sayýsý 1.5 milyona, deðerleri 7 milyar TL’ye yaklaþtý.
Ýzmir’de bir yýlda icra takibinde olan dosya sayýsýnýn 1 milyonu bulduðu; bankalara ödenemeyen kredilerin 15 milyar TL, karþýlýksýz çek sayýsýnýn 2 milyon, tutarýnýn 16 milyar TL’ye; protestolu senet sayýsýnýn 1.5 milyona, deðerleri 7 milyar TL’ye yaklaþtýðý; kredi kartý sahibi 487 bin 989 kiþiyle imzalanan protokolle, 1 milyar 598 milyon 94 bin 444 liralýk borcunun yeniden yapýlandýrýldýðý ekonomik tabloda 2008 Eylül ayýnda yüzde 3 olan bireysel kredilerin takibi gecikmiþ alacaklara dönüþüm oraný, 2009 Aðustos ayýnda yüzde 5.9’a yükseldi. Merkez Bankasý Risk Merkezi verilerine göre, 2009 Eylül ayý itibarýyla tasfiye olunacak kredi kartý ve tüketici kredisi borcu bulunan toplam kiþi sayýsý 2008 yýlý sonuna göre yüzde 52.2 artýþla 1 milyon 664 bin 301 kiþiye ulaþtý. Yani krizde bankalarýn takibe düþen kredi oranlarýnda yüzde 76’lýk bir artýþ olmuþken; Türkiye’de 2.5 milyon kiþi kart borcunu ödeyemiyor. Türkiye’nin kamu ve özel sektörün toplam dýþ borçlarý da 2002 yýlý sonundan Haziran 2009’a kadar olan dönemde yüzde 107.4 oranýnda artýþ kaydetti. 2002 yýlý sonunda 129.5 milyar dolar olan dýþ borç stoku Eylül 2009 sonunda 273.5 milyar dolara kadar çýktý. Dýþ borç stokunda bu dönemde yaþanan 143.9 milyar dolarlýk artýþýn büyük bölümü özel sektörün borçlanmalarýndan kaynaklandý. 2002 yýlýnda 6.4 milyar dolar olan Türkiye’nin kamu ve özel sektör olarak dýþ borçlarý için yabancý kreditörlere ödediði faiz miktarý 2008 yýlýnda 11.8 milyar dolara kadar yükseldi. Ekim 2009 sonu itibarýyla son bir yýllýk dönemde Türkiye’nin dýþ borçlarý için ödediði faiz miktarý ise 11.1 milyar dolar olarak gerçekleþti. Özetle devletin mali krizi, tüm Türkiye için de geçerli. Türkiye’de bütçe açýklarý 2009’da 60 milyar TL’yi bulduktan sonra, 2010’da, hedeflenen yüzde 3.5 büyümenin gerçekleþmesi hâlinde bile 50 milyar TL’nin altýna düþmeyecek. Kamunun borç stoku þimdiden 450 milyar TL’yi aþmýþ, 500 milyar TL’ye doðru koþuyor… Evet AKP iktidarýnýn 2009’da hýzla büyüyen ve 2010’da en büyük baþ aðrýsý olacak kamburlarýný, büyüyen bütçe açýðý ve açýðý kapatmak için çýð gibi büyütülen borç stoku oluþturuyor… 2009’un ilk 10 ayýnda 43 milyar TL, ekimden geriye 12 ayda ise 56 milyar TL’ye ulaþan bütçe açýðý, 12 aylýk milli gelirin (717 milyar TL) yüzde 7’sine yaklaþmýþtýr. Bu açýklarý kapatmak için baþvurulan kamu borçlanmasý ise Türkiye’nin borç stokunu devasa boyuta ulaþtýrmýþtýr. Bir ek daha: Türkiye’de bütçede açýk yüzde 460 artarak 8 milyar lirayý aþtý. Bütçe giderleri yüzde 18.6, gelirleri binde 3 azaldý... Çözülmekte olan Türk(iye) ekonomisinin somut verilerine göz atarsak; Baþbakan Erdoðan’ýn, “Yine söylüyorum kriz teðet geçiyor, teðet.” “2010’da krizden tamamen arýnacaðýz,” saptamalarýnýn komikliði ortaya çýkar. Meral Tamer’in, “2010 Yýlýnýn 2009’u aratmamasý dileði”ni dillendirdiði tabloda Sabancý Holding Yönetim Kurulu Baþkaný Güler Sabancý da, “2008-2009 deprem yýllarýydý, 2010 ve 2011’de ‘artçýlar’ gelebilir,” uyarýsýnýn altýný çizerken; profesör Korkut Boratav da, Türkiye ekonomisinin 1994 ve 2001 yýlýnda yaþanýlan krizlerden daha büyük bir bunalýmýn içinden geçtiðini söyledi... Bunlarýn yanýnda ekonomist Bartu Soral, küresel kriz sonrasýnda Türkiye’nin toparlanma sürecinde öncü ülkeler arasýnda yer alacaðý görüþüne katýlmadýðýný belirterek, “Ýþsizlik ve gelir daðýlýmý bozukluðu sonucu bütün ülkede yangýn var. Hükümetin orta vadeli programýnda bu sorunlarý çözecek hiçbir önlem yok. Ne istihdam artýþý için yatýrým var, ne üretim var,” dedi. Ýþ aramaktan vazgeçenler eklenince toplamda yüzde 20, 15-24 yaþ arasý gençlerde ise yüzde 30 oranýnda iþsizlik olduðunu vurgulayýp, bütçe açýklarýnýn 2010’da ekonomiyi çok zorlayacaðýný ifade eden Soral, “Bu bütçe nasýl denk olacak, yatýrýmlara kaynak nasýl ayrýlacak; bu sorularýn tamamý yanýtsýz. Türkiye’nin kriz öncesi yýlda, yani 2007’de, 55 milyar dolar dýþ ticaret açýðý, 270 milyar dolar dýþ borcu, yüzde 15’e yakýn iþsizlik oraný vardý,” dedi. Gerçekten de iþsizlik Türkiye’nin giderek “kronik”, yapýsal bir sorunu hâline dönüþmektedir. TÜÝK’in ilk kez açýkladýðý il bazýndaki iþsizlik verileri, Batý ile Doðu arasýndaki uçurumu bir kez daha ortaya koyarken; büyüyen iþsizlikle birlikte toplumda geçim sýkýntýsý giderek büyüyor. Sayýlarý 6 milyon olan iþsizler evlerine ekmek götüremezken iþi olanlarýn gelirleri ise, yüzde 6.5’lik resmi enflasyon kadar bile artýrýlmadý. Ýþsizlik büyürken; eþitsizliðin de derinleþtiði coðrafyamýzda Türkiye Ýstatistik Kurumu’nun (TÜÝK) ‘Gelir ve Yaþam Koþullarý Araþtýrmasý’na göre her beþ kiþiden biri yoksuldur. TÜÝK’in 2007 yýlý verilerine göre en üst gelir grubunda bulunan yüzde 20’lik grup toplam gelirin yüzde 46.9’unu alýrken, en düþük gelir grubunda bulunan nüfusun gelirden aldýðý pay yüzde 5.8’de kaldý. “En zengin yeri ile en fakir yeri arasýndaki gelir ve refah farkýnýn 300 katlarý aþtýðý Türkiye”de[20] (gelir daðýlýmý verileri Türkiye ortalamasýnda zenginle fakir arasýndaki uçurumu gösteriyor. Ýstanbullunun ortalama geliri Güney Doðu’nun en zengin yüzde 20’lik dilimin gelirinin üstünde… Kamu-Sen’in ‘Gelir Daðýlýmýnýn Ýyileþtirilmesi Sorunu ve Politikalar’ baþlýklý raporuna göre, Türkiye OECD ülkeleri arasýnda gelir daðýlýmý en bozuk üçüncü ülke durumunda. Raporda, Türkiye’de hâlen en düþük gelire sahip 14 milyon kiþinin, toplam gelirin yalnýzca yüzde 6.1’ini, en yüksek gelirli 14 milyon kiþinin ise toplam gelirin yüzde 44.4’ünü aldýðý belirtildi. Türkiye’de en düþük gelirli grup ile en yüksek gelirli grup arasýnda yaklaþýk 7.3 kat fark bulunduðu vurgulanan raporda, uluslararasý bilim çevrelerine göre, bu farkýn 8 kat olmasý durumunda ülkede sosyal patlamalar yaþandýðýna dikkat çekilip, “Buna göre Türkiye, 7.3 kat farkla son derece kritik bir eþikte bulunuyor,” denildi. Kapitalistlerin sömürü çarký tam istim dönerken; tüm bunlarýn kaçýnýlmaz getirisiyse, yoksulluðun katlanmasýdýr! Örneðin ‘Sosyal Yardýmlaþma ve Dayanýþma Genel Müdürlüðü’nün verilerine göre, “Türkiye’de 10 milyon kiþi yardýmla yaþýyor”ken; Türkiye’de, hane halký geliri bakýmýndan nüfusun yüzde 20’si yoksulluk sýnýrý altýnda yer alýyor.
ÝNSAN VE ÝSYAN
Ýfadeye gayret ettiðimiz koþullar insan(lýk)ýn isyan edeceði münbit zemini oluþturur… Ancak; bunun böyle olmasýna karþýn; içinden geçilen döneme iliþkin olarak Nihat Behram’ýn, “… ‘Okumuþ zümre’ sarsak olmadý bu denli hiç, bu denli ruhsuz, onursuz, ürkek, yardakçý, sümsük... Arsýzlaþmadý beyin bu denli hiç, yitirip utanma duygusunu...” uyarýsý da göz ardý edilmemeli… Gerçekten de verili isyan zemininde; T. Adorno’nun, “Yanlýþ yaþam doðru yaþanmaz”; Slavoj Zizek’in, “Gerçek tarafýndan alt üst edilen özne, kendisinin ve dünyasýnýn güçsüz bir seyircisine dönüþür,”[21] uyarýlarýyla kavranmasý mümkün olan “negatif diyalektik”in unsurlarý bütün diriliðiyle karþýmýzdadýr… José Saramago’nun, ‘Körlük’ baþlýklý romanýnda, körlük olgusunu metafor olarak kullanarak, bir ülkenin nasýl fark edilmeden deðiþtirildiðini anlatýrken betimlediðine benziyor içinden geçtiðimiz kesit… Körlerin deðil, çeþitli körlüklerin var olduðunu anlatan Saramago’nun yapýtý, sonunda, körlükten kurtulmanýn bir zaman sorunu olduðunu vurgulayarak; roman kahramanýna, “Neden kör olduk?” diye sordurur… Tarihin hýzlandýðý bir kesitte; “körlükten kurtulmak” bir zaman ve mücadele sorunuyken; “Daha çok zaman var...” “Biraz zamana býrakalým...” diyemeyiz… “Zaman kötülüðü” türünden “gerekçeler”in ardýna sýðýnamayýz… Hayýr; “Daha çok zaman yok”! Çok þeyin zamaný geldi de, geçiyor… Hayýr; “Hiçbir þeyi zamana býrakamayýz”! Çok þey sýkýþmýþken daha çok zaman yok… Hayýr; “Zaman kötü falan deðil”! Þimdi her þeyin zamaný… Evet, þimdi toplumsal bilinç daralmasýna karþý gerçeðin tufanýna sarýlma zamanýdýr; kapitalizmin giydirilmiþ insan kimlikleriyle zihinleri uyuþturan pembe bulutu daðýtmamýz gerek… Tekel iþçilerinin de yaptýðý budur; Tekel iþçilerinin mücadelesi bunun için önemlidir… Evet Yýlmaz Aysan’ýn, “Ýsyan hâlâ devam ediyor ve 3009 yýlýnda da olsak bitmeyecek. Çünkü her zaman istemediðimiz þeyler oluyor,” diye ifade ettiði eksende Tekel iþçileri; Ýspanya’da ETA; Nepal’de baþkaldýrý; Sri Lanka’da ise zulme karþý direnen Tamil Kaplanlarý iradesidir… Yani bir ütopyanýn yüzünü sokaklara dönmüþ hâli ve onun herkese anýmsatýlmasýdýr… Hayýr tarihin itici gücü ütopyalara bugünlerde, dudak bükülüyorsa da çað açýcý düþüncelerin gücü hiç ama hiç azaltýlamamýþtýr. Her cinsten zorbalýða, sahtekârlýða, düzenbazlýða ya da aymazlýða raðmen insani olan yok edilemiyor. Ýnsani ve sýnýfsal olan yok edilemiyor, edilemez de… Guillaume Perrier’nin, Le Monde’da yayýnlanan ‘Üçüncü Dünya Savaþý, Türkiye’den Çýkabilir...’ baþlýklý makalesinde, “Türkiye, son ve büyük bir hesaplaþmaya doðru gidiyor. Bu ülke korkulduðu gibi ýrka ya da dine dayalý bir bölünme yaþamadý. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor,” dediði güzergâhta tarih deðiþimi getirip önünüze koyuyor. Þimdi biz(ler)e düþen deðiþimin hangi yönde olmasýný istediðimizi ortaya koymaktýr.
|
(1561 okuma)
(Devam... )
|
TARÝH HIZLANIRKEN!
“Cambia, todo cambia…”[1] “Yoksulluk” üzerine konuþmam istendi benden; ne demeliyim; ne diyebilirim? En iyisi birbirinizin suratlarýna, ellerine bakýn; orada yoksulluðu/ yoksunluðu, bütün derinliði ve sarsýcýlýðýyla göreceksiniz… Her þey ayan beyan ortada olsa da; yine de yoksulluðun, sürdürülemez kapitalist yoksayýcýlýðýn eseri ve kaçýnýlmazlýðý olduðuna dair bir þeyler anlatabilirim. Evet, ben konuþmamda bunu yapacaðým; yani Charles Buxton’un, “Çok kere, en kuvvetli eleþtiri ses çýkartmamaktýr”; ya da S. Kierkegaard’ýn, “Sessizliklerin en kesini susmak deðil, konuþmaktýr,” saptamalarýna aldýrmadan; açýk açýk, açlýk ile onu yaratan kapitalizmin organik baðýntýsýný sergilemeye çalýþacaðým… Ancak bunu yaparken; Uludað Üniversitesi ‘Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu’ndan Öðretim Görevlisi Melahat Ala’nýn ‘Yoksulluk ve Küresel Çözümsüzlük’ baþlýklý yazýsýnda, “Yoksulluk, bir ülkenin sosyo-ekonomik koþullarýndan kaynaklanan bir sorun ve oldukça geniþ ve farklý þekillerde kullanýlan, politize edilmeye en açýk kavramdýr. Yoksulluk kavramý kullanýldýðý yere göre deðiþmektedir,”[2] diyen “nötr”/ “belirsiz” tutumdan uzak duracaðým… Bana göre, kapitalizm sürdürülemez bir felakettir; yoksulluðun doðrudan nedenidir… Örneðin, Afrika’nýn kara renkli insanlarý açlýktan ölürken Amerikalý kara tenisçi Serena Williams’a, bir turnuva birincisi olarak, bir buçuk milyon dolar ve bir gümüþ kupa verilirken… Ýnsani bütün kaygýlardan soyutlanmýþ kapitalizmin daha mide bulandýrýcý bir fotoðrafý çekilebilir mi? Kaldý ki, Roma Katolik Kilisesi’nin lideri Papa XVI. Benediktus’un dahi, BM Gýda ve Tarým Örgütü’nün Roma’daki zirvesinde “Açlýk, nüfus artýþýyla ilgili bir konu deðil. Yeryüzü, kendi sakinlerini besleyebilecek kaynaklara sahip. Gýdadaki fiyat artýþý, zengin ülkelerin israfçýlýðý ve bencilliði dünyadaki açlýk sorununun giderek artmasýnda önemli bir rol oynuyor;” ya da Birleþmiþ Milletler Gýda ve Tarým Örgütü’nün (FAO) gýda güvenliði zirvesinde konuþan Baþbakan Recep Tayyip Erdoðan’ýn bile, “Yoksul ülkelerdeki içler acýsý manzarayý izlediðimiz gibi zengin ülkelerdeki sýnýrsýz tüketimi de biliyor ve görüyoruz. Bu manzaranýn sürdürülebilir olmadýðý açýktýr,” demek zorunda kaldýðý yerkürede; “Ülkeler arasý eþitsizliðin nedenini coðrafya, iklim veya tarihte arayanlar yanýlýyor,” vurgusuyla Daron Acemoðlu altýný çizdiði gerçeklerle ekliyor: “Biz zenginiz, hâli vakti yerinde ve geliþmiþ olanlarýz. Ve geri kalanlarýn büyük kýsmý, yani Afrika, Güney Asya ve Güney Amerika’dakiler, dünyanýn Somalilileri, Bolivyalýlarý, ve Bangladeþlileri zengin olmayanlar. Her zaman böyleydi, zenginlikle yoksulluk, saðlýkla hastalýk, gýdayla kýtlýk arasýnda bölünmüþ bir küreydi bu; fakat günümüzde ülkeler arasýndaki eþitsizlik inanýlmaz boyutlarda: Ortalama Amerikan vatandaþý, ortalama Guetamalalý’dan 10 kat, ortalama Kuzey Koreli’den 20 kat ve Mali, Etiyopya, Kongo veya Sierra Leone’de yaþayanlardan 40 kat daha zengin.”[3] Verili tabloda 1.5 milyar insan açlýk sýnýrýndayken; açlýk ve susuzluk “hemen þimdi” önlem alýnmazsa giderek artacaktýr. Açlýktan, kuþkusuz, çocuklar da nasibini alýyor. BM verilerine göre aç çocuklarýn sayýsý 40 milyon gibi vahim bir düzeydedir. Yoksulluk sýnýrý altýndaki çocuklarýn sayýsý ise 380 milyon. Dünya zengini ABD’de bir milyon çocuk az beslenme sorunuyla karþý karþýyadýr. Daha fazla kâr hýrsýyla yarattýklarý finansal krizde batma tehlikesiyle karþý karþýya olan bankalarý ayaða kaldýrmak için milyarlarca dolarý gözden çýkaran Amerika, bir milyon az beslenen çocuðunun bu yaþamsal sorunu karþýsýnda çaresizdir. Kronik açlýðýn yaþandýðý Afrika ve Uzakdoðu ülkelerini býrakýnýz, zengin Fransa ve Ýtalya gibi Avrupa ülkeleri de açlarýna, az beslenenlerine, evsiz barksýzlarýna çare üretmekte yayadýr. Yoksul, aç, az beslenen, saðlýk ve eðitim hizmetlerinden yoksun, aðýr iþlerde yok pahasýna zorla çalýþtýrýlan, eline silah verilerek savaþa sürülen, Tanrýnýn her günü otuz bini ölüp giden çocuklar günümüz dünyasýnýn yüz karasý, baðýþlanmaz insanlýk ayýbýdýr. BM uzmaný Ýsviçreli bilim adamý Jean Ziegler’in deyiþiyle “Ýnsanlarýn açlýktan ölmesi, insanlýða karþý iþlenen bir cinayettir.” KAPÝTALÝZMÝN CÝNAYET(LER)Ý BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, dünyada 1 milyar insanýn açlýk sorunuyla boðuþmasýna seyirci kalýnamayacaðý vurgusuyla, “Sadece bugün itibarýyla 17 bin çocuk açlýktan ölecek: Her beþ saniyede bir çocuk, yýlda 6 milyon çocuk açlýk yüzünden can veriyor,” derken; hâlen dünyada her altý kiþiden biri kronik açlýk sorunuyla karþý karþýya ve yaþadýðýmýz küresel ekonomik kriz, açlýk sorununu giderek derinleþtiriyor. Sorun ciddi ve uluslararasý toplum öncelikle bir milyar insanýn doyurulmasý için acil olarak tedbir almalý. Her yýl bir trilyon dolarý aþan parayý savaþa hazýrlýk ve askeri silahlanma için harcayan dünya devletleri ne yazýk ki, açlýk, fakirlik ve yaygýn hastalýkla mücadele için yeterli kaynak ayýrmýyor. Oysa bu harcamanýn çok küçük bir miktarýyla Afrika’nýn tüm açlarý doyurulabilir. FAO’nun 2009 tahminlerine göre, dünyada hâlen 1 milyar 50 milyon kiþi kronik açlýk ve yetersiz beslenme sorunuyla karþý karþýya. Bu rakam, 1970’lerden bu yana gözlenen en yüksek açlýk oraný. Açlýk ve fakirliðin artýþýnda temel sorunlarýn baþýnda yükselen gýda fiyatlarý geliyor. Ne yazýk ki, gýda fiyatlarý uluslararasý piyasalarda son yýllarda inanýlmaz artýþlar gösterdi. Ýnsanlarýn temel besin maddesini oluþturan buðday, pirinç, mýsýr gibi tahýl ürünlerinin fiyatlarý kýsa sürede yüzde 200-300 artýþ gösterdi. Etiyopya, Mýsýr, Pakistan ve bazý Afrika ülkelerinde halkýn gýda fiyatlarýndaki artýþa isyan etmesi, bu ülke hükümetlerini siyasi olarak zor durumda býraktý. Gýda tüketiminin çok büyük çoðunluðunu ithalat yoluyla karþýlayan bazý petrol zengini Körfez ülkelerinin gýda faturasý ikiye katlandý. Bu tabloda FAO’nun tahminlerine göre, 2007-2008’de buðday ve pirinç gibi temel ürünlerin fiyatlarýndaki artýþ ile küresel mali krizin ortak etkileri sonucunda 2009 yýlýnda aç insan sayýsý yaklaþýk 100 milyon arttý. FAO verileri, mali krizin ve gýda fiyatlarýndaki artýþýn vurduðu ciddi darbeden önce de dünyada sayýsý gittikçe artan bir aç nüfusun mevcut olduðunu gösteriyor. 1990-1992 arasýnda 842 milyon olan aç insan sayýsý, 2003-2005’te 848 milyona çýktý, bu sayý 2008 yýlýnda ise yaklaþýk 915 milyona yükseldi. Ayrýca ABD Tarým Bakanlýðý tarafýndan yayýnlanan bir raporda, 2008 yýlý itibariyle 4 milyondan fazla ABD’li çocuðun daha önceki yýllara göre açlýk tehlikesiyle karþý karþýya olduðu açýklandý. Raporda, ülkede iyi beslenemeyen ABD’li sayýsýnýn 49 milyon kiþiye ulaþtýðý belirtildi. Devam edelim; yerkürede her iki saniyede bir çocuk ölüyor dünyada ama kimin umurunda! Dünyada 1 milyar 100 milyon saðlýklý beslenemeyen çocuk var. Evsiz sayýsý 760 milyon... Hiç okula gitmemiþ 170 milyon çocuk yanýnda, annesiz, babasýz olan çocuk sayýsý bilinmiyor. Yoksulluk sýnýrýnýn altýnda 380 milyon çocuk yaþýyor ve 6 milyon çocuk sokakta… Çocuk Vakfý’nýn hazýrladýðý ‘Dünya Çocuklarýnýn Durumu Raporu’ndaki bilgilere göre, 2 milyar 850 bin çocuðun yaþadýðý dünyada: 4 çocuktan 1’i yoksul… Yoksulluk sýnýrýnýn altýndaki çocuk sayýsý: 380 milyon… Aç çocuk sayýsý: 40 milyon… Açlýk nedeniyle ölen çocuk sayýsý günde 30 bin kiþi… Yine FAO rapora göre; Asya ve Pasifik’te yaklaþýk 642 milyon, Güney Afrika’da 265 milyon, Latin Amerika ve Karayipler’de 53 milyon insan açlýktan ölmemeye çalýþýyor. Doðu ve Kuzey Afrika’da 42 milyon insan aç... Geliþmiþ ülkelerde ise, 15 milyon insan açlýk sýnýrýnda yaþýyor... FAO Genel Direktörü Jacques Diouf’a göre 1 milyarý aþkýn insan açlýk sýnýrýnda. Bunda iklim deðiþikliðinde ortaya çýkan tarýmsal kayýp ve küresel ekonomik krizin etkisi oldukça yüksek… Evet, açlarýn sayýsý her yýl daha da artýyor. Hem de tehlikeli biçimde artýyor: 1960’larýn sonunda 878 milyon kiþi olan açlar ordusu, 1990’larýn ortasýnda 825 milyona indirilebilmiþti. Hem de dünya nüfusundaki artýþa raðmen. Sonra grafiðin eðrisi yeniden yukarý týrmanmaya baþladý ve 2008 yýlýnda 900 milyonu aþtý, 2009 yýlýnda ise 1 milyar tavanýný deldi: 1 milyar 17 milyon kiþi. Yani kapitalizmin cinayet(ler)i büyük bir süratle devam ediyor! Bu tabloda “Dünyadaki büyük adaletsizliklere çare bulamayan, hatta kayýtsýz kalan bir sistem sürüp gidemez, insanlýðýn kaderi bu olamaz,” diyen Fikret Þenses ekliyor: “Dünyada her yýl, kötü beslenme baþta olmak üzere önlenebilir nedenlerden 11 milyon çocuk ölüyor. Dünya nüfusunun en zengin yüzde 1’lik kesiminin toplam geliri dünya nüfusunun en yoksul yüzde 57’lik kesiminin gelirine eþit. Yani en zengin 50-60 milyon kiþi en yoksul 3 milyara yakýn insanýn toplam geliri kadar gelir elde ediyor”! Açlýk ve yoksunluk tablosu sadece Güney’i deðil; Kuzey’in “güney”in de vuruyor… Örneðin, ‘AB Gelir ve Yaþam Koþullarý Araþtýrma Birimi’nin (SILC) araþtýrmasýna göre, Avusturya’da 1 milyon 18 bin kiþi yoksulluk sýnýrý altýnda yaþýyor. 2008’de nüfusun yüzde 6’sýna denk yoksulluk sýnýrý oraný 2009’de yüzde 12.4’e yükseldi... Bir zamanlar “Rüyalar Ülkesi” olarak lanse edilen ABD’de 50 milyon insan açlýkla boðuþuyor… ABD Tarým Bakanlýðý’nýn verilerine göre, 2008 yýlýnda bu oran 2007’ye göre yüzde 3 oranýnda artýþ gösterdi. Yoksulluk, ABD ve Ýngiltere’nin bazý bölgelerinde bile fark edilir þekilde týrmanýyor. En zengin ülkelerde yaþayan nüfusun yüzde 12’sini yoksullar oluþturuyor. ABD’de çocuklarýn yüzde 22’si göreli yoksul yaþýyor. Geliþmekte olan ülkelerde her dört kiþiden birinin mutlak yoksulluk içinde yaþadýðý OECD raporunda ifade edilmiþtir. Öte yandan Almanya’da yoksul çocuklarýn sayýsý da, diðer sanayi ülkeleriyle kýyaslandýðýnda, daha fazla artýþ gösterdi. Þu anda yoksulluk içinde yaþayan çocuklarýn oraný yüzde 16, baþka bir deyiþle sayýsý 3 milyona ulaþtý. Toplumsal araþtýrmalarýyla tanýnan Rosa Lüksemburg Vakfý yöneticisi Murat Çakýr sosyal devletin budanmasýnýn Almanya’da yoksul-zengin farkýný arttýrdýðýný öne sürüyor ve toplumdaki eþitsizlik duygusunun son ekonomik önlemler sonrasýnda, daha da yoðunlaþtýðýný söylüyor. Almanya’da fakirlik sýnýrý 781 Euro’nýn altýnda kalan net gelir olarak tanýmlanýyor. OECD’nin 2008 tarihli ‘Ekonomik büyümeye raðmen gelir daðýlýmýnda adaletsizlik’ baþlýklý raporu, örgüte üye 30 devlet arasýnda refah düzeyi açýsýndan toplum içindeki eþitsizliðin en çok arttýðý ülke olarak Almanya’yý birinci sýrada gösteriyor. 1985-2005 yýllarý arasýnda gelir bölüþümündeki dengesizliði deðerlendiren rapora göre, Türkiye; Fransa, Ýspanya, Ýrlanda ve Yunanistan, Ýngiltere, Meksika, Yunanistan ve Avustralya ile birlikte eþitsizliðin azaldýðý az sayýda ülkeden biri. Gelir eþitsizliði 2000 yýlýndan bu yana Kanada, Almanya, Norveç, ABD, Ýtalya ve Finlandiya’da önemli ölçüde artmýþ durumda. KAPÝTALÝZMÝN YARATTIÐI KARANLIK (TABLOSU) Bu tabloyu kapitalizm veya “serbest piyasa” denilen “býrakýnýz yapsýnlar, býrakýnýz geçsinler” aymazlýðý yarattý… Burada durup, “Bir zengin yaratmak için kaç kiþiyi sefalete, orantýsýz çalýþmaya, ahlâksýzlýða, aþaðýlanmaya, cehalete, üstesinden gelinemez talihsizliðe ve mutlak yoksulluða mahkûm etmeniz gerektiðini hesapladýnýz mý?”[4] diyen José Saramago’nun haykýrýþýný anýmsatmadan geçmemeliyim… Yine konuyla baðýntýlý olarak burjuvanýn ahlâk anlayýþýný da sorgulayan Max Horkheimer, zengin bir adamýn kendisi için servetler harcarken, çalýþanlarýndan küçücük bir artýþý esirgemesine dikkat çekip, bunu haksýzlýk olarak deðerlendirdikten sonra, “Bu bir terbiyesizlik deðil midir?” diye sorar ve ekler: “Evet ne güzel iþliyor bu ahlâk anlayýþý! Alman sanayisi, savaþtan ve enflasyondan sonra eskiye oranla daha güçlenmiþ; liderlerinden, derebeyi ve generallerinden hiçbirini neredeyse yitirmemiþ; verdiði sözlerin hiçbirini de yerine getirmemiþtir.” Bütün bu ahlâksýzlýðýn yaný sýra, kendilerine karþý hak arayýþýnda olanlarý bir kalemde çeþitli yaftalar ve aþaðýlamalarla anmalarýný açýk ve tepkisel bir dille anlatýr…[5] Burjuva ahlâk(sýzlýk) tablosu; bolluk içinde açlýk, yoksulluk demektir… Bu tabloda insanlarýn karný doyurulmaz; silahlanýlýr… Örneðin 2008 yýlýnýn verileri ile dünyada yaklaþýk 1 trilyon 500 milyar dolar deðerinde silahlanma harcamasý yapýlmýþtýr. Yaklaþýk 1.5 trilyon dolarý bulan silahlanma harcamalarýnýn 711 milyar dolarý, yani yüzde 48’i ABD’ye aittir... Dünyamýzýn nüfusu yaklaþýk 7 milyar iken, ABD’de 300 milyondan biraz fazla insan yaþamaktadýr. Dünya nüfusunun yaklaþýk 23’te birine sahip olan ABD, dünyadaki tüm silahlanma harcamalarýnýn yüzde 48 kadarýný yapmýþ olarak gözükmektedir. Bir de þüphesiz ayný ülkenin sattýðý yüz milyarlarca dolarlýk silah vardýr... Bu durum, yeryüzündeki felâketlerin asýl sorumlusunu bizlere iþaret etmektedir... Saðlýk sigortasýndan mahrum 30 milyonu aþkýn insanýn ve bir o kadar evsizin ve açýn yaþadýðý ABD’de, söz konusu yüzde 48’lik harcamayý kimlerin ödediði ortadadýr. Bu harcamanýn bedeli sadece ABD vatandaþlarýnýn sýrtýndan deðil; sömürülen, yoksullaþtýrýlan dünya insanlarýnýn da sýrtlarýndan çýkmaktadýr. Artan açlýðýn ve sokak köpekleri gibi çöplerden beslenmeye çalýþanlarýn sýrrý bu gerçekte gizlidir... (Toklarýn -çöpe atýlan- artýklarý ile beslenmeye çalýþan açlar gibi…) ‘Stockholm International Peace Research Institute’un (SIPRI) 2005 verilerine göre, dünyadaki toplam askeri harcamalar 1 trilyon 464 milyar dolardýr. 2008 verileri, harcamanýn arttýðýný göstermektedir. 2008 verileri, ABD’nin genel harcamalardaki payýnýn arttýðýný da göstermektedir. Söz konusu harcamalarda Fransa’nýn payýna yüzde 4.5, Ýngiltere’nin payýna ise yine yüzde 4.5 düþmektedir. Yani, NATO üyesi bu iki emperyalist ülke, toplam harcamalarýn yüzde 9’unu yapmaktadýr. Çin’in -2005 verileri ile- bundaki payý yüzde 5.8, ve Rusya’nýn payý ise yüzde 4 kadardýr. 2008 verileri, bu son anýlan iki ülkenin de askeri harcamalarýný arttýrdýklarýný göstermektedir. Çin’i ve Rusya’yý sýrasý ile Almanya, Japonya, Ýtalya, Suudi Arabistan ve Hindistan izlemektedir. Bu tablo, askeri harcamalarýn aðýrlýklý olarak emperyalist Batý tarafýndan yapýldýðýný, 2005’e göre 2008 yýlýnda tüm ülkelerin harcamalarýnýn arttýðýný, en büyük artýþýn ise ABD’de olduðunu göstermektedir. Görüldüðü gibi ABD’nin askeri harcamalarý, tabloda sýralananlarýn tümünün toplamýndan fazladýr. Býrakýn askeri harcamalarý, ABD’nin yýllýk 8 milyar dolar tutan süslenme veya kozmetik harcamasý, Avrupa’nýn yýlda 11 milyar dolar tutan dondurma harcamasý, yine Avrupa’nýn 50 milyar dolar tutan sigara harcamasý, 105 milyar dolar tutan alkollü içki harcamasý, dünyada açlarý doyurmaya ve eðitim sorununu çözmeye yeter de artar bile. Buna bir de 400 milyar dolarý aþan uyuþturucu madde harcamasýný ve yine uzun bir liste oluþturacak diðer zararlý veya tamamen yararsýz harcamalarý ekleyebilirsiniz... Bu tablo sadece açlýk ve savaþ deðil; ayný zamanda egemen terör ve baskýdýr… Evet, insan(lýk)ý açlýða mahkûm eden kapitalizm; ayný zamanda totaliter bir terör aygýtýdýr! Örneðin, ‘Britanya’da King’s College’ bünyesinde faaliyet gösteren Uluslararasý Cezaevi Çalýþmalarý Merkezi (ICPS)’in yayýmladýðý verilere göre, ABD bugün dünyada en yüksek cezaevindeki nüfus oranýna sahip. Bu ülkede yaþayan 100 bin kiþiden 760’ý 2008’de cezaevinde tutuklu veya hükümlü olarak kalýyor. ABD’deki cezaevi nüfusu, 2 milyon 310 bin kiþi. Bunlarýn yüzde 21’i tutuklu veya mahkûmiyeti kesinleþmemiþ kiþiler, geri kalaný ise mahkûmiyeti kesinleþmiþ hükümlü. 10 yýl önce, ABD’de cezaevindeki nüfus oraný 669’muþ. 1992’de ise 505. Cezaevindeki nüfusun toplam nüfusa oraný 15 yýlda yüzde 50 artmýþ. Böyle bir artýþýn suç iþleme eðilimindeki artýþtan daha çok, mahkemelerin suç ve suçlu konusunda çok daha sert davranmasýnýn sonucu olduðunu, ABD’deki insan haklarý örgütleri ýsrarla belirtiyor. Cezaevi nüfusu oraný konusunda ABD’yi Rusya izliyor. 2009’da Rusya’da yaþayan 100 bin kiþiden 628’i cezaevinde. 10 yýl önce bu oran 668’miþ. Daha sonra, 2004’e kadar 587’ye düþmüþ. 2005’ten itibaren yeniden artmaya baþlamýþ. 1992’de ise oran 487 imiþ. Rusya Federasyonu’nda cezaevindeki nüfus arasýnda tutuklu veya cezasý kesinleþmemiþ kiþi oraný yüzde 15. Ayrýca Avrupa’nýn iki büyük ülkesi Almanya ve Fransa’da, cezaevlerinde hükümlü ve tutuklu bulunanlarýn sayýsýnda 1992-2000 yýllarýnda hýzlý bir artýþ yaþandý. Fransa’da 52 bin olan cezaevleri kapasitesi, tutuklu ve hükümlü bulunanlarýn sayýsýnýn çok altýnda. Resmi verilere göre Fransa’da toplam 63 bin kiþi cezaevinde bulunuyor. Almanya’da ise iki Almanya’nýn birleþmesinden bu yana cezaevindeki insan sayýsý en yüksek düzeye ulaþtý. Federal Ýstatistik Dairesi’nin rakamlarýna göre 2007 sonu itibariyle ülke cezaevlerinde 75 bin kiþi tutuluyordu. Avrupa’nýn diðer ülkelerinde de cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlü sayýsýnda son yýllarda artýþ meydana geldi. Ýngiltere’de 2005-2007 yýllarý arasýnda her 100 bin kiþiden 148’i cezaevine atýldý. Polonya’da 100 binde 234 kiþi, Çek Cumhuriyeti’nde 100 binde 185, Ýspanya’da 100 binde 145, Hollanda’da ise 100 binde 128 kiþi cezaevinde atýldý. Fransýz cezaevlerinde 2007 yýlýnda 115 kiþi hayatýný kaybetti ve 1200 kiþi de intihara teþebbüs etti. Kaç kiþinin sakat kaldýðý konusunda ellerinde veri olmadýðýný belirten Delarue, polisin gözaltý sürecindeki muamelesini de eleþtiriyor. Ýnsan(lýk)ý aç býrakan, totaliter terörüyle ezen, emperyalist ekonominin “mafyasý” olarak anýlan IMF/DB’siyle soyan kapitalizm her türlü melanetin biricik sorumlusu olmasýyla; sürdürülemezdir; sürekli bir krizdir… Tam da bu noktada birisi bana, Arif Dirlik’in, “Eskisi gibi bir emperyalizm deðil bu,”[6] sözlerini anýmsatýrsa; ben de ona Ümit Tanýþýr’ýn, “Emperyalizm kapitalizmdir!”[7] saptamasýný hatýrlatarak eklerim: Ücretli kölelik sisteminin hâlâ bildik, tanýdýk ve deðiþen içinde deðiþmeyenin ta kendisidir… KAPÝTALÝZM KRÝZDÝR! Kapitalizm krizdir! Görmeyen, bilmeyen yok! Herkesin bilgisi dahilinde… Küresel kriz, son 30 yýla damgasýný vuran neo-liberal amentüyü de berhava etti, çökertti. Piyasanýn her þeye kadir olduðunu, her þeyin metalaþtýrýlýp özelleþtirilmesinin, ticarileþtirilmesinin en ideali olduðunu, devletin her tür müdahaleden uzaklaþtýrýldýðý takdirde, kaynaklarýn en etkin biçimde kullanýlýp daðýlacaðýný, bunun da topluma azami refahý getireceðini vaat eden inanýþ, iman, krizle dümdüz oldu. Küresel deprem ile birlikte piyasaperestler hemen burjuva devletlerine sarýlýp kurtarma operasyonlarý istediler ve piyasanýn her þeye kadir olduðu inançlarýnda da böylece inkâra gittiler. Þimdi, krizi aþmada baþrol devlette ve bir hesaplamaya göre, bugüne kadar çeþitli biçimlerde devletçe kriz ateþini söndürmek için yapýlan müdahalelerin faturasý 10 trilyon dolarý geçmiþ durumda... Ama kriz, aþýlmak bir yana, yeni bir dip yapmaya yöneliþte... Piyasaya iman, neo-liberalizme inanç, paradigma, krizle birlikte iflas edip yerle bir oldu... Yani 1980 sonrasýnda neo-liberalleþerek, küreselleþerek, piyasalaþarak sermaye birikimi krizini aþmaya çalýþan emperyalizm, finansallaþma oyunu ile de düþen kârlarýný yükseltmeyi denedi ve bir dizi balon yaratarak ömrünü 2008’e kadar uzattý ama patlayan son balon, ortalýðý fena daðýttý… Tam da bu tabloda Cumhurbaþkaný Gül’ün, “Ýslâmî deðerleri hayata geçirirsek küresel krizden daha az etkileniriz”[8] hurafelerine sarýlarak gölgelemeye çalýþtýðý gerçeðin altýný bir kez daha çizerek, hatýrlatalým: Sürdürülemez kapitalizm krizdir; kaostur; yalandýr! Evet kriz içindeki kapitalizm, “sürdürülemez” olduðu kadarýyla da katmerli bir yalandýr! Bakýn, Fareed Zakaria kriz içinde debelenen yerküreye dair neler diyor? “(…) Tüm bunlarýn ötesinde, kanýmca geçen yýl [2008’de] sistemli bir çöküþle karþý karþýya kalmamamýzýn bir baþka nedeni var. 1987’deki borsa çöküþünü, 1992’deki resesyonu, 1997’deki Asya krizini, 1998’deki Rusya borç krizini ve 2000’deki tekno-köpük çöküþünü atlatabilmemizi saðlayan neden. Sistem, sandýðýmýzdan daha istikrarlý…” “(…) tarihsel standartlara göre, günümüz dünyasý, en güçlü uluslar arasýnda sürtüþmeden þaþýrtýcý ölçüde uzak.” “(…) Dolayýsýyla bugün Doðu Avrupa iktisadî krizle karþý karþýya kalsa bile, aþýrý-milliyetçilik, yayýlmacý komünizm ya da etnik savaþa yönelmesi olasý gözükmüyor.” “(…) Ve dünya insanlarý kazanýmlarýný etnik savaþ ya da iþçi ütopyasý gibi ideolojik kâbuslara prim vererek yitirmemeye kararlýlar. Bunu daha önce yaptýlar; bedelini biliyorlar.”[9] Fareed Zakaria’nýn satýrlarýný bir kez daha okuyun; kapitalistler aç býraktýklarý insan(lýk)la, dalga geçiyorlar! NE OLUYOR? Ýktisat tarihçisi Neil Ferguson, ekonomik krizin bittiðini ilan etmenin zor olduðu kanýsýndayken; Ýngiliz Merkez Bankasý Baþkaný Mervyn King, 20 Ekim 2009’de, büyük banka ve þirketlerin temsilcileri önündeki konuþmasýnda þu tarihsel gerçeðin altýný çizdi: “Finans dünyasýnda hiç bir zaman, bu kadar az sayýda kiþi, bu kadar çok sayýda insana, bu kadar büyük miktarda borç yapmamýþtý...” King’in saptamasý, onu izleyenleri hayrete düþürürken; daha da ileri giden King, bankalarýn kaybetme olasýlýklarý büyük olmasýna raðmen bu riskleri, kendilerini “batmalarýna müsaade edilemeyecek kadar büyük” olarak gördükleri ve devletlerin onlarý nasýlsa kurtarmak zorunda kalacaðýný bildikleri için aldýklarýný ifade etti.[10] Ayný konuda ‘The Guardian’dan Garry Younge da, “Bankacýlara Saldýrýrken, Tamamen Çürümüþ Sistemi Gözden Kaçýrdýk” baþlýklý makalesinde, herkes bankacýlarýn, maaþlarý dýþýnda aldýklarý ikramiyeleri konuþurken asýl sorunu, yani sistemin temelden çürüdüðü gerçeðini göremediklerine dikkat çekiyordu. [11] Bunlara eklenmesi gereken bir diðer þey de Naomi Klein’ýn bir makalesindeki krizin kapitalist sistemden kaynaklandýðýna iliþkin vurgusudur. O hâlde “Ne oluyor?” sorusunu, “Kapitalizmin krizi yeniden, kesintisiz süreklilik kazanýyor,” saptamasýyla yanýtlayabiliriz… Kolay mý? Prof. Dr. Nouriel Roubini’nin, ‘Financial Times’daki makalesinde “Bir gün bu köpük patlayacak ve bugüne kadarki en büyük varlýk krizi yaþanacak,” vurgusuyla yeni bir kriz uyarýsýnda bulunduðu… Ünlü yatýrým danýþmaný Marc Faber’in de krize sebep olan sorunlarýn henüz çözülmediðini ifade ederken, hükümetlerin para basarak refahý düþüreceðini ve bunun da savaþa yol açacaðýný ileri sürdüðü… IMF Baþekonomisti Olivier Blanchard’ýn ise bazý geliþmekte olan ülkelerin kontrol edilemeyen sermaye hareketleri, balonlar ve rezerv birikimi riskiyle karþý karþýya olduklarýný açýkladýðý… IMF Baþkaný Dominique Strauss-Kahn’ýn da, küresel ekonomide kýrýlganlýklarýn sürdüðünü belirttiði tabloda “ABD hükümeti talebi canlandýrmak için bütçe açýklarýný artýrýyor. Ama vergi gelirlerinde çöküþü tecrübe etmiþ çoðu eyalet ve yerel yönetimler polisleri, öðretmenleri ve itfaiyecileri iþten çýkarýp diðer yandan yoksullar için sosyal yardýmlarý ve hizmetleri kesmek zorunda. Ülkenin daha yoksul kesimlerindeki çok sayýda eyalet ve yerel yönetim, federal hükümet mali durumlarý için büyük bir kurtarma giriþimini üstlenmediði takdirde iflas tehlikesiyle karþý karþýya. Dahasý, gelir ve servet eþitsizliði yine yükseliþte: Daha yoksul hanehalklarý daha fazla iþsizlik, maaþ kesintisi ya da çalýþma saatlerinde azalma riskiyle yüz yüze. Bütün bunlar da daha düþük iþçi gelirlerine yol açýyor. Oysa Wall Street’te acýmasýz bonuslar adeta intikam alýr gibi geri dönüyor. Ev fiyatlarý düþüp borsa yükselirken, zengin daha da zenginleþiyor, orta sýnýf ve yoksullar - ki bu kesimin temel zenginliði hisse senetlerinden ziyade bir evdir - daha da yoksullaþýyor ve sürdürülemez bir borç yükünün altýna giriyor,” diyor Nouriel Roubini… Bu tablo, ayný zamanda bir açmazdýr; çýkmazdýr! Hani kötülük üretme makinesi olan kapitalist “Küreselleþme”nin yol açtýðý krizde zaman ilerledikçe sistemin zayýf halkalarý kopma noktasýna gelirken; Mahfi Eðilmez’in de, “Küresel sistem sallanmaya, saðda solda yeni balonlar çýkmaya ya da eskiden beri var olup da idare edilen balonlar patlamaya devam ediyor,” diye tarif ettiði türden! Elbette bu iþin bir yaný; bir de dünyanýn borç içinde boðulma olasýlýðý söz konusu… Küresel ekonomik kriz bir taraftan tüm dünya ekonomileri üzerinde olumsuz etkisini gösterirken, diðer taraftan dünya ülkeleri neredeyse borç içinde yüzüyor. Uluslararasý Para Fonu (IMF), CIA ve IMD ‘World Competitiveness Yearbook 2008’ verilerine göre, toplam kamu ve özel sektörün yabancýlara, yabancý para, mal ve hizmet karþýlýðý dahil ödemesi gerekli toplam dýþ borç miktarýný gösteren “dýþ borç sýralamasýnda” dünyanýn en büyük ekonomisi ABD baþý çekiyor. Buna göre ABD’nin 12 trilyon 250 milyar dolar toplam dýþ borcu (devlet ve özel sektör dýþ borç toplamý) bulunuyor. ABD’yi 10 trilyon 450 milyar dolar toplam dýþ borçla Ýngiltere, 4 trilyon 489 milyar dolar toplam dýþ borçla Almanya, 4 trilyon 396 milyar dolar toplam dýþ borçla Fransa takip ediyor. Nüfusu 16 milyon olan Hollanda’nýn 2 trilyon 277 milyar dolar, 4 milyon olan Ýrlanda’nýn 1 trilyon 841 milyar dolar toplam dýþ borcu bulunuyor. Japonya’nýn toplam dýþ borcu 1.5 trilyon, Ýsviçre’ninki 1.3 trilyon dolar, Ýspanya’nýnki 1.1 trilyon dolar düzeyinde. Bunu 996.3 milyar dolarla Ýtalya, 826.4 milyar dolarla Avustralya, 758.6 milyar dolar ile Kanada, 752.5 milyon dolar ile Avusturya, 598.2 milyon dolar ile Ýsveç, 588 milyar dolar ile Hong Kong takip ediyor. Danimarka’nýn 492.6 milyar dolar, Norveç’in 469.1, Portekiz’in 461.2 milyar dolar toplam dýþ borcu bulunurken, dünyanýn en kalabalýk nüfuslu ülkesi, ikinci büyük ekonomisi Çin’in toplam dýþ borcu 363 milyar dolar düzeyinde. Rusya’nýn 356.5 milyar dolar, 5 milyon nüfuslu Finlandiya’nýn 271.2 milyar dolar düzeyinde toplam dýþ borcu bulunuyor. Türkiye, 247.1 milyar dolarlýk toplam dýþ borç stokuyla dünya sýralamasýnda 23. sýrada. Özetle dünya genelinde toplam dýþ borç tutarý 51 trilyon 780 milyar dolar. Bunun 22.7 trilyon dolarý ABD ve Ýngiltere’ye ait. Ýki ülke dünya toplam borç stokunun yüzde 43.84’üne sahipler. Bu ülkelere Almanya ve Fransa’yý da eklediðimizde 4 ülkenin toplam dýþ borç toplamý 31 trilyon 585 milyar dolara, dünya borç toplamýndaki oranlarý da yüzde 61’e ulaþýyor. Nihayet Jonathan Freedland’ýn verileriyle, “Japonya gayri safi yurtiçi hasýlasýnýn iki katý kamu borcuna doðru yol alýrken, ABD’nin borcu da neredeyse ekonomik üretimine eþit. Gayri safi yurtiçi hasýlasýnýn yüzde 89’una tekabül eden bir borç tahminiyle, Britanya da aþaðý kalmýyor...”[12] DUBAÝ ÖRNEÐÝ Sonra Dubai örneðiyle açýða çýkan borç bataðý, finansal kriz endiþelerini yeniden canlandýrdý… ‘Dubai World’, ‘Wall Street Journal’ýn bir yorumcusunun deyiþiyle “yatýrýmcýlarý, krizden çýkmaya iliþkin uzun dönemli varsayýmlarý gözden geçirmeye zorladý.”[13] ‘The Daily Telegraph’ da Beckett’in Oyunun Sonu piyesindeki, “Telaþlanacak bir þey yok, olay kendi seyrini izliyor” sözlerini anýmsatan bir yaklaþýmla “Gelin hakkýný verelim. Belki de Dubai yeni bir rekor kýrmaya çalýþýyordur. Önce bize en büyük binayý, en büyük kapalý salon ski slalomunu, en büyük eðlence parkýný, en büyük alýþveriþ merkezini verdi. Dubai, þimdi de bize en büyük borç piyasasý fiyaskosunu vermeye çalýþýyor olabilir,”[14] diyerek dalga geçiyordu. ‘Bloomberg’, ‘Financial Times’, ‘Business Week’, aklýnýza gelen hemen tüm finans piyasasýyla ilgili “blog”lar, “Dubai’nin buz daðýnýn görünen ucu” olduðuna iliþkin yorumlarla doluydu.[15] Özetle Dubai World’ün 59 milyar dolarlýk borcunu ödeme zorluðuna düþmesi, dünyada yeni bir dip korkusu yarattý. Dubai World’ün 59 milyar dolarlýk borcunu ödeme zorluðuna düþmesi, Dubai Emirliði’nin toplam borcunun 80 milyar dolarý geçmesi piyasalarda ikinci çöküþ döneminin yaþanacaðý endiþelerini yeniden canlandýrdý… Dubai Emiri El Maktum’un þirketi Dubai World alacaklýlarýna “paranýzý altý ay ödeyemem” dedi; Maktum’un þirketlerinin borcu 59, kamu ve özel sektörün toplam borcu ise 80 milyar dolar! Uluslararasý rating kuruluþlarýndan Moody’s Dubai’nin ve sahip olduðu þirketlerin toplam borcunun daha önce açýklanan 80 milyar dolardan daha fazla olduðunu açýkladý. Moody’s borç rakamýný 100 milyar dolar olarak tahmin ediyorken; Dubai World, 59 milyar dolarlýk borcunun 26 milyar dolarlýk kýsmýnýn yeniden yapýlandýrýlmasý konusunda bankalarla görüþmeye baþladý. OECD, Dubai’deki borç krizi diðer ülkelerdeki kamu borçlarýndaki tehlikeye de dikkat çekti. OECD, 30 ekonominin borçlarýnýn 2010 yýlýnda yüzde 100 büyüdüðü yönünde uyarýda bulundu. Rakam 20 yýl önceye göre iki kat artýþ anlamýna geliyor. Japonya kamu borçlarýnýn 2010 yýlýnda yüzde 200 artacaðý tahmin ediliyor. Bu oranýn Ýtalya’da yüzde 127.3, Yunanistan’da yüzde 111.8 olmasý bekleniyor. Hükümetlerin artýk vergi artýþlarý yönünde sinyal vermesi isteniyor. Batý’nýn, emperyalistlerin Dubai’deki çöküþü küçümsemeye hakký yok! Çünkü Jonathan Freedland’ýn deyiþiyle, “Gelecek nesiller XXI. yüzyýlýn baþýndaki büyük çöküþün hikâyesini anlatmak için çocuklarýný karþýlarýna oturttuklarýnda, anlatmaya kesinlikle Dubai adlý bir yerin ibret alýnacak öyküsüyle baþlayacaklar…”[16] Kolay mý? Ýstanbul Bilgi Üniversitesi Öðretim Üyesi Prof. Dr. Gülten Kazgan, Dubai’nin iflasýnýn baþta Avrupa olmak üzere dünya piyasalarýný derinden etkileyeceðini belirterek, “2008’de krizi yaratan ABD olurken ABD’nin çýkýþýnda etkilenme çok þiddetli oldu. Ýzlanda borçlarý nedeniyle iflas etti. Ama Ýzlanda küçük bir ülke olduðu için dünya bundan çok fazla etkilenmedi. Ama Dubai’ye bakýldýðýnda durum çok ciddi. 60 milyar dolarlýk borçtan söz ediliyor. Dubai’nin ödemesi gereken borcun büyük kýsmý Avrupalý bankalara ait ve bu Avrupa’yý derinden sarsacak. Özellikle Ýngiltere ilk etkilenecek ülke olacak. ABD’de bankalar, sigorta þirketleri sürekli devlete finans kaynaklarýný kýsmayýn çaðýrýsýnda bulunuyor. Orada yardým alan bankalar toparlanýyor gibi görünüyor ancak diðer taraftan yardýmý almayanlar zor günler geçiriyor. ABD içerideki finans bataklarýný engellemek için önemli kaynak çýkardý. Bu da büyük bir balon yarattý. Yeni bir balonun habercisi de ABD’den geliyor. Dünya bu krizin yan etkilerinden kolay kolay kurtulmayacak,” dedi… Yani “gösteriþli büyüme modeli”yle tanýnan Dubai’nin borçlarýný ödeyememesi “kriz bitmedi” gerçeðinin altýný bir kez daha çizerken; bankacýlýk kaynaklarýna göre, uluslararasý bankalarýn Dubai World þirketinde 12 milyar dolarý risk altýnda bulunuyor. Bu yüzden dün Dubai’ye büyük kredi açan HSBC’nin hisseleri yüzde 7’den fazla ve Standard Chartered’ýn da yüzde 6 geriledi. Goldman Sachs’ýn ilk tahminlerine göre, Orta Doðu’da önemli operasyonlar yürüten HSBC ile Standard Chartered, sýrasýyla 611 ve 177 milyon dolar zarar edebilir. Japonya’nýn üç numaralý bankasý Sumitomo Mitsui Financial Group’un da zararý birkaç yüz milyon dolara çýkabilir. Güney Kore hükümeti de, ülkenin finansal kurumlarýnýn Dubai’de sadece 88 milyon dolarýnýn risk altýnda olduðunu açýkladý. Özetle dünya, Dubai’de yaþanan iflas paniðinin ikinci bir kriz dalgasý yaratmasý endiþesiyle çalkalanýrken; ünlü yatýrýmcý Mark Mobius, Dubai’nin iflasý durumunda dalga hâlinde iflaslar görülebileceðini açýkladý. ÝLK ARA SONUÇ: KRÝZ VE SINIF MÜCADELESÝ Kapitalizmin, 1929 sonrasýnda yaþadýðý en büyük kriz devam ediyor. Kriz sürecinde tüm iktisatçýlarýn deðerlendirmeleri ve ölçümleri ABD ekonomisi üzerinde yoðunlaþmýþ olsa da krizin bütün küresel ekonomileri benzer þekilde etkiliyor olmasý krizin yapýsal bir yanýnýn da olduðunu gözler önüne sermeye baþladý. Burjuva iktisatçýlar için dahi kapitalizmin sürdürülebilirliði tartýþmaya açýlýrken, þimdiye kadar sokak eylemlerinin sonucu olarak, Latin Amerika’yý saymazsak Belçika, Ýzlanda ve Letonya’da hükümetler devrildi. Yunanistan’da ise haftalarca süren sokak protestolarý, hükümeti zorladý, ama düþüremedi. Ancak genel seçimlerde sað koalisyon yenildi, PASOK yeniden iktidara gelirken komünist parti ve diðer sol partilerin oy oranýný artýrdý. Görünen odur ki geliþmesi muhtemel olan mücadelelerin nasýl sonuçlanacaðý birçok faktöre baðlýyken; emperyalist ülkelerin, kalkýþma gündeme geldiðinde sosyal olanaklarýn yetersiz kalmasý durumunda iç savaþ tarzýnda hazýrlýklar yaptýðý tahmin edilmelidir. Sorunu ele alan ‘The Economist’, siyasi bir sistemi istikrarsýzlaþtýran faktörleri sýralýyor: i) Sosyal eþitsizlik; ii) Uzun süren ekonomik durgunluk; iii) Yaygýnlaþmýþ yolsuzluk; iv) Halktan kopmuþ politikacýlar; v) Ülke içinde etnik çatýþmalar; vi) Geçmiþte kalkýþmalarýn yaþanmýþ olmasý; vii) Kendiliðindenci grevler ve iþçi sýnýfýnýn zoru içeren mücadelesi; viii) Yoksullarýn yeterli olmayan bakýmý; ix) Ýstikrarlý olmayan hükümetler; sýk sýk hükümet deðiþimi… Karl Marx’ýn ‘Kapital’indeki kâr oranlarýnýn düþme eðilimi yasasý uyarýnca oluþan krizler ne doðrudan devrime yol açar ne de iþçi sýnýfýnýn devrimci mücadelesini kendiliðinden yükseltir. Krizin devrime yol açmasý için baþka faktörlerin olgunlaþmýþ olmasý gerekir. Her hâlükârda kapitalizmin tarihinde yaþanmýþ ekonomik krizler, tek baþýna neden olarak, devrimleri beraberinde getirmedi. Ancak krizlerin devrimlere yol açtýðý örnekler de az sayýda deðildir. Burada tartýþma götürmez gerçek, ekonomik kriz ile devrim ve iþçi hareketinin geliþmesi arasýnda zorunlu bir baðýn olduðudur. Her kriz, son tahlilde yoðunlaþmýþ bir sýnýflar mücadelesidir. Her krizin sonunda birileri kazanýr, birileri kaybeder. Müthiþ bir çöl fýrtýnasýnýn ardýndan oluþan yeni kum tepeleri gibi, krizle beraber topografya da deðiþir. Kriz, kurbanlar almadan bitmez, yeni bir istikrarý yakalayamaz. Bu sýnýf mücadelesi, hem sermaye ile emek arasýnda cereyan eder, hem de sermayenin kendi arasýnda… Bu her yerde olduðu gibi, coðrafyamýz için de geçerlidir… TÜRK(ÝYE) EKONOMÝ-POLÝTÝKASI ‘Dünya Gýda ve Tarým Örgütü Zirvesi’nde Baþbakan Recep Tayyip Erdoðan’ýn, “Yoksul ülkelerdeki içler acýsý manzarayý izlediðimiz gibi zengin ülkelerdeki sýnýrsýz tüketimi de görüyoruz. Bu dengesizliðin ve eþitsizliðin bir an önce giderilmesi þart,” demiþ olmasýný sakýn ola ciddiye almayýn! Erdoðan da “eleþtirdiði”ni yaratanlardandýr! EKONOMÝK YIKIM HSBC Yöneticisi Piraye Antika’nýn, “Türkiye olarak biz krizin henüz baþlarýndayýz, ortasýnda deðiliz. Bu fýrtýna henüz dinmiþ deðil. Belirsizlikler var” derken; “Feci bir deprem’ olarak nitelediði küresel ekonomik krizin etkilerinin daha devam edeceðini belirttiði Türkiye’de Mustafa Koç da, “Bazý kötümserler ise iyileþme dönemine girdiðimiz yönündeki algýlarýn yanýltýcý olduðunu savundular. Hepimiz iyimser olmaya daha yatkýnýz ama bugün için ne yazýk ki ‘çok þükür geçti’ diyemiyoruz,” diye ekliyor! Kaldý ki TEPAV, UNICEF ve Dünya Bankasý’nýn ortak araþtýrmasý, Türkiye’de krizin en büyük kent merkezindeki ailelerinin çoðunluðunun yaþamlarýný olumsuz etkilediðini ortaya koydu. Buna göre ekonomik yavaþlama, daha düþük gelir ve daha yüksek iþsizlik sebebiyle Türkiye’nin en büyük beþ kent merkezi Adana, Ankara, Ýstanbul, Ýzmir ve Kocaeli’deki ailelerin çoðunluðunun yaþamlarýný etkiledi. Ekim 2008- Haziran 2009 döneminde ailelerin neredeyse dörtte üçü gelirlerinde düþüþ bildirdi. Krizin baþlangýcýnda en yoksul ailelerin yüzde 90’ýndan fazlasýnýn gelirleri düþtü. Anket kapsamýnda görüþülen yoksul ailelerin üçte biri kamu hizmet faturalarýný ödeyemediklerini, yüzde 9’u ise en azýndan geçici süreyle de olsa elektriklerinin kesildiðini belirtti. Aileler eðitim gibi diðer yaþamsal giderlerini koruyabilmek için gýda harcamalarýný azaltarak, gelirlerindeki düþüþe uyum saðladý. Kentlerde yaþayan yoksul ailelerden çoðu gelirlerini ve giderlerini dengeleyebilmek için komþularýndan, dostlarýndan, ailelerinden, topluluklarýndan ve kamu programlarýndan yardým aldý. Birçok aile zor döneme aþmak için borçlandý. En yoksul ailelerin yaklaþýk beþte biri her türlü destekten yoksun kaldý. 2 bin 102 aileyle gerçekleþtirilen anket, hanehalkýnýn neredeyse dörtte üçünün gelirlerinde bir azalma olduðunu ortaya çýkardý. Krizin baþlangýcýnda en yoksul ailelerin yüzde 90’ýndan fazlasýnýn gelirlerinde düþüþ oldu. Krizden en çok etkilenen en yoksul yüzde 20’lik dilimdeki ailelerin dörtte üçü gýda tüketimlerini, ayný gruptaki ailelerin yarýya yakýný da çocuklarý için gýda tüketimlerini azalttýklarýný söyledi. Ayrýca, bu grubun yüzde 29’u saðlýk hizmetlerinden daha az yararlanmaya baþladýklarýný ifade etti. Kentlerdeki hane halklarýnýn yaklaþýk üçte biri son aylarda elektrik, su ve gaz gibi yaþamsal hizmetlerin faturalarýný ödemekte zorlandýklarýný belirtti. Faturalarýn ödenememesi nedeniyle ailelerin yüzde 10’unun en azýndan geçici olarak elektrik, telefon ve internet hizmetlerinden mahrum kaldý. Her 100 aileden 3-6’sý su ve gaz baðlantýsý kesildi. Kentlerdeki hanehalkýnýn en yoksul yüzde 10’u nakdi veya ayni yakacak veya gýda desteði gibi kamu sosyal programlarýndan yararlanýyor. Bu arada ‘The Economist’ de, 2010’un Türkiye için hayal kýrýklýðý yýlý olacaðýný belirterek; dünyada sosyal patlama ihtimali en yüksek ülkeler arasýnda Türkiye’yi gösterdi ve ekonomik kriz nedeniyle çatýþmalarýn artacaðýný yazdý. Bu mümkündür… Çünkü BM 2009 Ýnsani Geliþme Endeksi’nde 182 ülke arasýnda 79. sýrada yer alan Türkiye’deki ekonomik durum karaya oturmuþ gemiyi andýrmaktadýr… Ekonomik Ýþbirliði ve Kalkýnma Örgütü’nün (OECD) ‘Bir Bakýþta Bölgeler’ baþlýklý raporuna göre, Türkiye bölgeler arasýndaki büyüme farklýlýklarý açýsýndan OECD ülkeleri arasýnda birinci sýraya oturdu. Güvenlikte de olumlu tablo çizmeyen Türkiye, ABD ile birlikte 2005’te kiþi baþýna en fazla cinayetin iþlendiði ülke oldu. Bunlarýn yanýnda Türkiye, büyümede 149 ülke arasýnda 29’unculuktan 136’ncýlýða düþtü. Rekor borçlanmaya karþýn büyüme, Cumhuriyet döneminin altýna düþtü. Kredi borcunu ödemeyen yurttaþ sayýsý 1.2 milyona yaklaþtý. 42 bin esnaf kepenk kapattý. Borç stoku 2009’un dokuz ayda 51 milyar lira arttý. ‘Management Centre GfK Türkiye’ tarafýndan gerçekleþtirilen, ‘Ýþ Dünyasýnda Satýþ ve Pazarlama Vizyonu Araþtýrmasý’na göre þirketlerin yüzde 60’ýnda satýþlar düþtü. Bunlarla birlikte “Her gün 3 bin 322 kiþinin evine ekmek götüremediði”[17] Türkiye’de Devlet Ýstatistik Enstitüsü’nün rakamlarýna göre, çocuk nüfusu 27 milyon 429 bin 570 kiþiden Türkiye’de: 2 milyon 700 bin çocuk eðitim hakkýndan yoksun; 2 milyon 500 bin çocuðun beslenme yetersizliði var…
|
(1502 okuma)
(Devam... )
|
YAÞASIN KOMÜN, YAÞASIN DEVRÝM
Arkadaþlarým, Yeni bir yýla giriyoruz. Bugüne dek burjuvazi bize, yeni bir yýla eðlenerek, kumar oynayarak, içki içerek… yani, gerçek sorunlarýmýzdan olabildiðince uzak, tüm sorunlarýmýzdan kaçarak girmeyi öðretti ve öðütledi. Radyosu, TV’si, basýný ile bizleri hep bu yönde koþullandýrdý. Geçmiþi unutmak, çeliþkilerimizin üstünü örtmek, hiçbir þey üzerinde ciddiyetle düþünmeden, hesaplaþmadan yeni yýlýn yolunu tutmak.
Biz, bir yýlýn bitmek, yeni bir yýlýn baþlamak üzere olduðu bu gece, öyle yapmayacaðýz; burjuvazinin tuzaðýna düþmeyeceðiz.
Biz, bilincimizi kendi sýnýf çýkarlarýna hizmet doðrultusunda biçimlemeye çalýþan burjuvaziye, siyasi iktidar ortaðý toprak aðalýðýna ve yardakçýlarýna hesap sorarak, her türlü yoz etkilerden silkinerek yanlýþlarýmýzý, zaaflarýmýzý, eksiklerimizi ciddiyetle ele alarak, yeni yýla hesaplaþma temelinde adým atarak girmek istiyoruz. Bayramlarda, doðum günlerinde, evlilik yýldönümlerinde de böyle yapmalýyýz. Çünkü biz, ancak hatalarýmýzý doðru saptayabilirsek, hatalarýmýzdan kurtulma doðrultusunda cesaretli davranabilirsek, hedefimizi bir proleter devrimcisine yaraþýr biçimde tayin edebilirsek halkýmýza yararlý olabileceðimize inanýyoruz. Geçmiþle hesaplaþmadan yeni yýlýn yolunu tutamayýz.
Sevgili arkadaþlarým, neden buradayýz, hiç düþündünüz mü? Gerek siyasi, gerekse toplumsal suçlardan olsun, burada bulunmamýzýn temel ve tayin edici nedeni, sömürüye, insanýn insana kulluðuna dayanan, varlýðýný emekçi kitleler ve geniþ halk yýðýnlarý üzerinde baský kurarak koruyabilen köhnemiþ, yarý sömürge, geri kapitalist düzenin bizzat kendisidir. Bu düzende suç iþlememizin toplumsal, ekonomik, siyasal, psikolojik bütün koþullarý vardýr. Bizi yargýlayanlarýn, hiçbir zaman gerçek suçlularý, yani suçun esas kaynaklarýný yargýlamayý düþünmediklerini biliyoruz; düþünemezlerdi de. Çünkü onlar —birkaç istisnanýn dýþýnda— genellikle düzeni korumakla —dolayýsýyla kendi varlýklarýný korumakla— görevlidirler. Onlar, tavuk çalaný aþaðýlayarak “hýrsýz” diye suçlarken, bir kalem oyunu ile milyonlarý yutaný “beyefendi” diye selamlarlar. Onlar, baþlýk parasý veremediði için kýz kaçýran adamý “namus düþmaný” diye damgalarken, lüks randevu evlerinde parayla “namus” satanlarý “saygýdeðer” olarak nitelerler. Onlar, bir öfke anýnda istemeden adam öldürmüþ insanlarý “katil” diye lanetlerken, cinayet þebekelerini yönetenlerin, kitle katliamlarý düzenleyenlerin önünde esas duruþa geçerler. Ama bizler, en aðýr cezalarýn altýnda, en doðal insani haklarýmýzdan yoksun olan bizler, bizi biçimleyen, suça iten, suçlu olmaya zorunlu kýlan düzeni, emekçi kitlelerle birlikte yargýlayacaðýz ve mutlaka layýk olduðu cezaya, idama mahkûm edeceðiz.
Bu yetkiyi kim verecek bize? Bu yetkiyi, halk, kendi bilincinin ve kollarýnýn gücüyle, örgütlü ve disiplinli mücadelesiyle, proletaryanýn ve onun devrimci partisinin önderliðinde kazanacaktýr. Bizler de, halkýn birer parçasý olarak, bu yetkinin kazanýlmasý ve icrasýnda inançla yer alacaðýz. Bu, beþ günlük, on günlük bir mücadele sorunu deðil, hayatýn bütün ceplelerinde verilmesi gereken uzun bir mücadele sorunu, yani kesintisiz devrim sorunudur. Cezaevleri de bu cepheden biridir ve bizler de bu cehpelerde savaþý ihmal etmemek zorunda olan erleriz.
Sorunun esasý þudur: Ya devrim yolunu seçeceðiz… ya da, bu düzenin baskýlarýna, haksýzlýklarýna boyun eðerek, þu ya da bu biçimde teslim olarak yaþamayý seçeceðiz. Bu çeþit bir seçiþ, yok olmanýn bir biçimidir.
Devrim yolunu seçenler ise zor, fakat þerefli yolu seçenlerdir. Devrim yolunu seçenler, hayatýn her alanýnda ve yaþamýn her anýnda devrim düþmaný olan sýnýf güçlerine ve onlarýn ideolojik, kültürel, siyasal ve toplumsal etkilerine, alýþkanlýklarýna karþý, günün koþullarýnca belirlenecek olan mücadele araçlarýný kullanarak savaþmak zorundadýrlar. Savaþmadýðýmýz bir an, savaþý yavaþtan aldýðýmýz bir an, bizi ezenlere teslim oluruz, onlarýn iþlerini kolaylaþtýrmýþ, onlara yardým etmiþ oluruz. Mücadelede tarafsýzlýk olmaz. Biz tarafýz ve devrimin emrettiði sorumluluk ve görevleri harfiyyen yerine getirmekle yükümlüyüz. Ýçinde bulunduðumuz koþullarýn esnemeye, gevþemeye tahammülü yoktur.
Arkadaþlar, Devrim bir ölüm kalým savaþýdýr. Þu sözlerimi anýmsayýnýz!.. “Biz, yaþayanýn varlýk nedeni, geliþenin geliþme nedeni, yok olmanýn ve ölümün kaçýnýlmaz nedeni olmalýyýz. Bu temel ilke, bize, günlük yaþayýþýmýz sürecinde, her olaya, duruma ve iliþkiye, bilinçli olarak bakmayý, seçmeyi, müdahaleyi, uymayý ya da uymamayý emereder.”
Burada, insan unsurunu ve insan iradesini toplumun objektif koþullarýndan kopuk ele aldýðým sanýlmasýn. Biz, neyin varlýk ve geliþme nedeni, neyin yokolmasýnýn ve ölmesinin kaçýnýlmaz nedeni olacaðýz?
Açýktýr ki, bu sorunun cevabý, devrimin dostlarýný ve düþmanlarýný saptayarak verilebilir… geliþen sýnýf güçlerini kavrayarak verilebilir.
Yeni yýla girerken dostlarýmýzý ve düþmanlarýmýzý yeniden anýmsayalým.
Biz, feodal kalýntýlarý ve bir sömürgeyi baðrýnda taþýyan, emperyalizme baðýmlý kapitalist üretim iliþkilerinin egemen olduðu, yarý sömürge bir ülkenin çocuklarýyýz. Ülkemiz çok uluslu bir ülkedir. Önümüzdeki devrim, yarý sosyalist karakterli, anti emperyalist halk devrimidir. Ýþçiler, köylüler, þehir küçük burjuvazisi, orta burjuvazinin emperyalizme karþý duracak kesimleri, ezilen Kürt ulusu ve diðer azýnlýk milliyet ve halklar, baðýmsýzlýktan yana olan herkes devrimin güçleridir. Ýþçi sýnýfý, ideolojik, politik ve örgütsel alanlarda devrimin önder gücüdür. Ýþçi-köylü ittifaký devrimin temel gücüdür. Demokratik devrimi, sosyalist devrime ulaþtýracak olan da bu ittifaktýr.
Görevimiz, emperyalizmi, sosyal emperyalizmi ve onlarýn faþist, revizyonist, gerici iþbirlikçilerini yenilgiye uðratmak, feodalizmden kaynaklanan her türlü gericiliðe ve halkýn geliþen mücadelesini çarpýtan reformizme, özellikle de “Üç Dünya Teorisi”ni savunan sað oportünist reformist çizgiye hayat hakký tanýmamak, “sol” oportünist siyasetleri mahkûm etmek ve sýnýfsýz toplumun koþullarýný yaratacak sosyalist devrimin yolunu açacak olan demokratik halk diktatörlüðünü kurmaktýr.
Ülkemizde devrimin düþmanlarý bunlardýr. Düþmanlarýmýzý belirledikten sonra, bunlar arasýnda kimleri birinci plana alacaðýmýzý da doðru saptamak zorundayýz.
ABD emperyalizmi ve Rus sosyal emperyalizmi, bu iki süper devlet, gerek bizim, gerekse bütün dünya halklarýnýn baþ düþmanlarýdýr. Baþ düþmanlarla bilinçli iliþkiler içinde olan, varlýklarýný onlarýn varlýðýna baðlayan faþistler ve sosyal faþistler de baþ düþmanlarýmýzla birlikte ele alýnmalýdýrlar. Ve esas olarak, hedefimiz bu iki süper devlet olmakla birlikte, diðer emperyalistler ve gerici güçler mücadelenin dýþýnda tutulamazlar.
Ýki baþ düþmandan, ülkemiz için asýl darbe, ABD emperyalizmine ve onlarýn çýkarlarýný saldýrgan bir baðlýlýkla savunan faþistlere vurulmalýdýr.
Faþizme ve ABD emperyalizmine karþý mücadele ancak ve ancak, Rus sosyal emperyalizmine ve revizyonizme karþý tutarlý bir mücadele temelinde baþarý kazanabilir. Bu anlamda, revizyonizme ve sosyal emperyalizme karþý mücadele, temel olmak zorundadýr.
Bu ne demektir? Bu demektir ki, devrimin düþmanlarýna karþý mücadelede: Bireyler, gruplar, partiler, kendi içlerindeki sýnýf mücadelesini temel alarak, revizyonist, reformist, oportünist etkilerden, her türlü burjuva alýþkanlýk ve eðilimlerden, feodal davranýþ biçimlerinden, þovenizmin etkilerinden, liberalizmin etkilerinden kurtulmak için, bilimsel sosyalizmin öncülüðünde savaþmalýdýrlar.
Kirli bir sabun, el yýkanýrken temizlenir arkadaþlar. Bizler de olumsuzluklarýmýzdan, ancak iþ görerek, yani devrimci mücadele içinde yer alarak temizlenebiliriz. Kirli bir sabunu suyun altýna tutun, temizlenmediðini göreceksiniz. Pisliklerle kaynaþmýþ sabun, ancak elimizi yýkarken temizlenir. Baþlangýçta elimiz de pislenir, fakat sonunda hem sabun hem de elimiz temizlenir. Bizler de, sadece teorik çalýþma yaparak, okuyarak arýnamayýz. Böyle bir tutum Troçkist kadro eðitim anlayýþýdýr. Su ile el yýkama hareketi birleþecektir. Yani teori ile pratik birleþtirilmelidir. Teorinin kavranýp kavranmadýðý pratikte belli olur. Teorinin kitleleri eðitip eðitmediði de kitle hareketlerinin niteliðinden belli olur.
Bu konuda, eleþtiri-özeleþtiri temel silahýmýzdýr. Ancak özeleþtiri temelinde, özeleþtirimize uygun davranýþlarýmýz temelinde eleþtiriye hakkýmýz vardýr.
Silkinelim… üzerimizdeki pislikleri atalým… yarýna geliþerek, arýnarak hazýrlanalým. Günlük görevlerimizi küçümsemeyelim … en küçük günlük görev bile, devrimin hazýrlýðýnda rol oynar. Örneðin, bulaþýk yýkamakla, yorganýmýzý yüzlemekle, bir arkadaþýmýza küçük bir yardým yapmakla devrim arasýnda canlý baðlar vardýr. Teorik sözler etmek, düzgün konuþmak, siyasi görüþler konusunda belli bir oranda bilgi sahibi olmak yeterli deðildir. Nöbetimizi de iyi tutmalýyýz. Hücremizi temiz tutmalýyýz, kitaplarýmýzý korumalýyýz, yerlere tükürmemeliyiz, çay bardaklarýný geliþi güzel ortalýða býrakmamalýyýz, arkadaþlarla iyi geçinmeliyiz, TV’ye karþý uyanýk olmalýyýz. Hem “Çarli’nin Sürtükleri”ne hayran olmak, hem de “emperyalizme karþýyýz abi” demek birbirleriyle çeliþir… Hem Ajda Pekkan’a, Emel Sayýn’a aðzýnýn suyunu akýtacaksýn, sonra kalkýp “biz burjuva ideolojisine karþýyýz abi” diyeceksin. Kim insanýr size? Bu sözler benim bir kulaðýmdan girer, öbür kulaðýmdan çýkar… kendimizi aldatmayalým.
Önemli noktalardan biri de, arkadaþlarýmýzla, eski arkadaþlarýmýzla iliþkilerimizi devrimcileþtirmeliyiz. Mektup yazabileceðimiz her yere mektup yazmalý ve onlarý bilinç düzeylerine göre eðitmeye, uyarmaya çalýþmalýyýz. Kendi deneylerimizi onlara ulaþtýrmalýyýz. Mahkûmlar içinde örnek insanlar olmalýyýz. Çeliþmelerimizi devrimcilere yaraþýr biçimde çözmeliyiz.
Arkadaþlar, Ýyice araþtýrýrsanýz göreceksiniz ki, kiþisel sürtüþmelerin özünde yatan þey, bireysel yer kapma hýrsýdýr. Dýþarda ve içerde, her türlü grupçu eðilimlere karþý, birliði ve partiyi savunmalýyýz. Partiyle bizim iliþkimiz ne olabilir demeyin; þu gün, devrim için mücadele, parti için mücadele demektir.
Arkadaþlar, Gruplar da kendi içlerinde sýnýf mücadelesini temel almalý, proleter devrimci harekete ters düþtüðü andan itibaren grup duvarlarýný parçalamalýdýrlar. Grup çýkarlarýný devrimin çýkarlarýndan üstün tutmak, devrimci bir tavýr olamaz. Gruplarýn harcý olan kariyerizm, imtiyaz hastalýðý, þoven duygular yenilgiye uðratýlmalý, birliðin, kaynaþmanýn, partinin yolunu açacak ideolojik, teorik ve pratik çalýþmalara önem verilmelidir. Gruplar, grupçu eðilimlere karþý savaþýrken, her þeyden önce, kendi içlerindeki grupçu eðilimlere karþý da savaþmalýdýrlar ki baþka gruplarý eleþtiriye haklarý olsun. Bireyler de kendi bireyci yanlarýný eleþtirmelidirler ki baþkalarýnýn bireyci yanlarýný eleþtirebilsinler. Bir bütün olarak devrimci hareket, ancak partinin inþa edilmesiyle önderliðe kavuþabilir. Her türden oportünizme, revizyonizme, reformizme ve çeþitli zaaflara karþý mücadele temelinde parti inþa edilebilir. Ýnþa sürecinde, geçmiþin mücadelesi ve olumlu mirasýna sahip çýkýlmalýdýr. Parti de, kendi iç mücadelesini tutarlý verdiði ölçüde arýnabilir ve kitlelerle baðlar kurabilir, kitlelere önderlik edebilir.
Ýç mücadele, görüleceði gibi temeldir ve zincirleme birbirine baðlýdýr. Çeliþmeler yasasý, iç çeliþmelerin tayin edici olduðunu öðretir. Kendi içinde siyasi ve ideolojik yakýnlýðý olan unsurlar, gruplar, pratik eylem temelinde, birbirlerini sýnayarak, mücadele içinde birleþecek ve partiyi yaratacaklardýr. Bizim amacýmýz da budur: Partinin yaratýlmasýna çalýþmak, katkýda bulunmak, kolaylaþtýrmak ve onun çalýþkan bir unsuru olmak.
|
(1623 okuma)
(Devam... )
|
|
u ana kadar 12834889 sayfa izlenimi aldk. Balang: April 2005
|
|
|