 |
|
Faşizm NEDİR ?

AB’ye üyelik bağlamında “demokratikleşme paketlerinin” yayınlanması ve bazı demokratik hakların kullanılıyor olması ve parlamento seçimlerinin vb. yapılmasından vb. hareketle Türkiyede faşist diktatörlüğün olmadığı yada faşizmi yalnızca MHP ve yandaşlarıyla sınırlayan yanlış eğilimlerin yaygın olduğu ortamda faşizmi nedir? sorusuna yanıt aramak daha bir önem taşıyor. Her şeyden önce şunu belirtmeliyiz ki faşizm, emperyalizm dönemine denk düşen bir olgudur. Bu bakımdan tekelci kapitalizmin egemenliğini ifade eden emperyalizmle birlikte kapitalizmin temel özellikleri ve eğilimlerine hızla değişmiş, emperyalizm her yere özgürlük değil, egemenlik eğilimi götüren mali sermayenin ve tekellerin çağı olmuştur.Bu eğilimin sonucu olarak siyasal rejim ne olursa olsun, her planda gericilik ve her alanda mevcut uzlaşmaz karşıtların ağır ölçüde yoğunlaşması siyasi üst yapısı demokrasiden siyasi gericiliğe değişim olmuştur.Ekonomide tekellerin egemenliği olan emperyalizm hem dış hem de iç siyasette demokrasiyi yıkmaya doğru, gericiliğe doğru mücadele ederek, bu anlamda söz götürmez bir biçimde genel olarak demokrasinin, bütün demokrasinin inkarının adı olmuştur .
Bu açıklamlarda da görüleceği gibi faşizm, “her planda gericilik” doğuran kapitalizmin tüm çelişkilerinin keskinleşmeye yüz tuttuğu emperyalizm çağına özgü bir olgu; mali sermaye ve tekeller çağının bir ürünüdür. Tekelci kapitalizme özgü olan siyasi gericilik en açık ve en yoğun anlamını faşizmde bulur. Gerek emperyalist ülkelerde gerekse yeni sömürge ve bağımlı ülkelerde emperyalizm dışında ondan bağımsız bir faşizm aranamaz. Mali sermaye ve emperyalizm, kendisindeki siyasal gericilik eğilimini, tekeciliğini sömürge ve yarı-sömürgelere taşır. Emperyalizm ve proleter devrimleri çağında kapitalist emperyalist sistem içinde yer alan bütün devlet biçimleri siyasal gericiliğin dışa vurumudur. Devlet biçimleri de zaten siyasi gericiliğin farklı anlatımlardan başka bir şey değildir.
1900 yılların başlarında emperyalizm çağına girilmesiyle birlikte, kapitalizmin serbest rekabetçi dönemdeki görece barışçı gelişmesi ve iç çelişmelerin görece hafif bir tarzda seyretmesi sona erer. Emperyalizm çağı, yalnızca ekonomik yaşamda tekellerin egemenliğini ilan etmekle kalmaz, bu çağı aynı zamanda tekellerle devlet aygıtının iç içe gelişmeye başladığı, tekelci devlet kapitalizminin doğduğu ve mali sermayenin asalak askeri-bürokrat aygıtının dev boyutlarda büyüdüğü bir çağdır. Mali sermayenin devlet aygıtını zora dayanan bir devrimle yıkmanın ve paramparça etmenin kaçınılmaz bir zorunluluk durumuna geldiği ve devrimin ve proletaryanın zaferinin nesnel koşullarının dünya ölçeğinde yoğunlaştığı bir çağ, aynı zamanda proleter devrimleri çağıydı ve burjuvazi ile proletarya, ezilen uluslarla emperyalizm ve emperyalist devletler ve mali sermaye grupları arasındaki çelişmelerin keskinleşmesiyle karakterize ediliyordu. Bilindiği üzere önde gelen emperyalist devletler tarafından dünyanın ekonomik ve siyasal bakımdan yeniden paylaşılması için yürüttükleri savaşım, 1914'te başlayan 1.Emperyalist paylaşım savaşının patlak vermesine yol açtı. Bu savaş tekelci kapitalizmi ve militarizmi güçlendirdiği gibi, savaşan ülke halklarının ekonomik durumunu alabildiğine kötüleştirdi, milyarlarca emekçinin ölümüne, sakat kalmasına vb. yol açtı. Doğal olarak dünya halklarının emperyalizme ve kapitalizme karşı öfkesini ve kinini yükseltti. Emperyalist zincirin en zayıf halkasında, gerçekleşen büyük ekim sosyalist devrimi, dünyanın 1/6’sını kapsayan topraklarda proletarya diktatörlüğünü kurdu. Ekim devrimi dünya halklarına ilham kaynağı oldu. Ekim devrimini, Avrupa'da devrim dalgasının yeni bir yükselişi izledi. Avusturya ve Almanya'da Monarşik yönetimleri yıkan Kasım 1918 devrimleri; Macaristan'da Mart 1919'da 133 gün süren bir Sovyet iktidarının kurulması,Almanya’da Nisan 1919'da Bavyera yenilgisiyle sonuçlanan bir Sovyet iktidarının kurulması, İtalya’da Eylül 1920'de fabrikaların işçiler tarafından işgal edilmesi, 1923 sonbaharında Almanya'da yenilgiyle sonuçlanan devrimci ayaklanma, 1923 yılında Bulgaristan'da işçi-köylü ayaklanması vb. bu devrimci yükselişin en belirgin görüngüleriydi. İşte faşizm böyle bir ortamda, burjuvazinin proleter devrimini ensesinde hissettiği koşullarda, sermayenin, proletaryanın ve onun önderlik ettiği emekçi yığınlara ve devrime karşı yeni ve sanal bir savunma ve saldırı silahı olarak doğdu. Ekim devriminin zaferinden hemen sonraki yıllarda, pek çok ülkede faşist eğilimler ve hareketler görüldü. Ancak bu yıllarda faşizm, yalnızca bir kaç ülkede başarılı olabildi. Bunların arasında, emperyalist yağma sofrasına çok geç geldiği için “kendi” proletaryasını ve emekçi köylülerini azgınca sömürmek zorunda kalan “genç” bir emperyalist burjuvazinin bulunduğu İtalya ile emperyalizmin yarı-sömürge olması nedeni ile burjuvazi zayıf kalan ve işçilerin-köylülerin devrimci hareketinin yoğun baskısı altında kalan Bulgaristan vardı. Bu iki ülkede burjuvazi devrimden kurtulmak için, faşizme yöneldi. 1920'de İtalya’da, 1923 Haziran darbesiyle de Bulgaristan’da, 1933'te Almanya'da faşist diktatörlük kuruldu. Mali sermayenin faşizme gereksinimini Dimitrov yoldaş 1935'te Komintern 7. Kongresine sunduğu raporda şöyle dile getiriyor: “Çok derin bir iktisadi buhranın patlaması, kapitalizmin genel buhranının daha da şiddetlenmesi ve emekçi kitlelerin devrimcileşmesi üzerine, faşizm geniş bir saldırıya girişti. İktidarda burjuvaziyi, emekçilere karşı en azgın soygun tedbirlerini yürürlüğe koymak, emperyalist bir yağma savaşına hazırlamak, Sovyetler Birliği'ne saldırmak, Çin'i köleleştirmek ve paylaşmak ve bütün bunlar sayesinde devrimi önlemek için, kurtuluşunu gittikçe faşizmde aramaktır. Emperyalist çevreler buhranın bütün yükünü emekçilerin omuzlarına yüklemeye çalışmaktadırlar. İşte bu yüzden faşizme ihtiyaçları vardır.” (Savaşa ve Faşizme Kaşı Birleşik Cephe). Faşizmin İtalya ve Almanya' da iktidara gelmesine koşut olarak, faşizmin sınıfsal niteliği üzerinde tartışmalar yoğunlaştı ve komintern’in, 1924'teki 4. Kongresinde faşizmi “proletaryanın tüm devimci özlemlerine karşı burjuvazinin bir savaş aracı” olarak nitelemiş ve faşizm tehlikesinin bir çok kapitalist ülke için geçerli olduğu sonucuna varmıştı. Faşizmin bilinen klasik son tanımı ise, Komintern Yürütme Kurulunun, 1933 Aralığındaki 8. oturumunda yapılmıştı. Buna göre faşizm: “Mali sermayenin en gerici, en şoven, en emperyalist kesimlerinin açık terörist diktatörlüğüdür.” Buradan anlaşılması gereken, burjuvazinin sınıf egemenliğinin son aşaması olmasıdır. Bu bağlamda İtalya, Almanya gibi ülkelerde küçük burjuvazinin, köylülüğün vb. bazı kesimlerine dayanarak, kendisine bir kitle temeli edinmiş olmasından, sahte ve iki yüzlü anti-kapitalist demagojisinden yola çıkarak onun, küçük burjuvazinin diktatörlüğü olduğu ileri sürülemez. Faşizmin sınıfsal karakteri ile onun, kitle tabanının sınıfsal bileşimi birbirine karıştırılmamalıdır. Faşizm tanımından da anlaşılacağı gibi, burjuvazinin tüm kesimlerinin değil, en gerici, en şoven, en terörist diktatörlüğüdür. Bu anlayıştan sapılması, faşizme karşı yürütülecek savaşımın, doğru strateji ve taktiklere oturtulmasını da engeller, faşizme karşı savaşımı, emperyalizm ve kapitalizme karşı savaşım perspektifinden koparır ve küçük burjuvazinin anti-emperyalist birleşik cepheye çekilmesini engeller. Böylece faşizme karşı cephe zayıflatılmış ve hedef şaşırtılmış olur.
|
(2123 okuma)
(Devamı... )
|
G E RÇEKLİK NEDİR?-

Gerçek bir Işık’tır, görmek için akıl gözü yeter. Tanım: Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlığı inkar edilemeyen, olgu durumunda olan. İdealist Yaklaşım/ Öznel Öncellik
Varlık, varolmuş değildir, çünkü gerçek olan varolmaz, ancak usla bilinebilir, tanınabilir. Gerçek, ussal olandır. Gerçek, başkaca hiçbir varlığa borçlu olmaksızın bağımsız bir varlığa sahibolandır (Hegel). Sonlu insan tininin sonsuzluktan pay alan şeyleri ele aldığında içinden çıkamayacağı saçmalıklara ve çelişkilere düşmesine şaşırmamalıdır; çünkü sonsuz olanın sonlu olan tarafından kavranamaması onun doğasından gelir (Berkeley). Materyalist Yaklaşım/Nesnel Öncellik
İnsan bilincinden bağımsız, somut ve nesnel olarak varolanların tümü, varolmayanın karşıtı .(Felsefe Sözlüğü.Orhan Hancerlioğlu) Varlığı kesin olan, görüntüyle ilgili olana karşıt olarak şeylerle ilgili olan, olasıya karşıt olarak etkin bir biçimde varolan, varlığı gösterilebilir olan, varlığı araştırmayı gerektirmeyendir. (aynı yerden) İmgesel olana karşıt olarak algıdan ya da zihinden bağımsız bir biçimde var olan, tözsel ya da nesnel bir varoluşa sahip bulunan, şu anda varolan için kullanılan niteleme. Gerçeklik
1) Dış dünyada nesnel bir varoluşa sahip olan varlık; varolanların tümü, varolan şeylerin bütünü; bilinçten, bilen insan zihninden bağımsız olarak varolan şey. 2) Gerçeklik, anlam genişlemesi yoluyla, yerçekimi, doğal ayıklanma ve kişilik türünden, mantıksal tümevarım ya da teorik analiz yoluyla oluşturulabilir tanımları da kapsar. 3) Gerçeklik terimi, bireyin gerçekten varolduğuna inandığı ve gerçek varlığın ayrılmaz bir parçasını oluşturduğunu düşündüğü Tanrı, ruh ve ideal nesneleri de içerecek şekilde kullanılmaktadır. Yerleşik felsefe dilinde gerçek olmayı karşılayan, yani düşünülen, tasarımlanan, imgelenen, düşlenen bütün her şeyin karşıtı olarak gerçeğin ta kendisi olan; bilinçten, bilenden bağımsız bir biçimde varolan.. Daha dar anlamıyla, özellikle bilimsel çevrelerde ve bilim yönelimli felsefe metinlerinde; yerçekimi, kütle gibi dış dünyada doğrudan deneyimlenemeyip, ancak tümevarım ya da kuramsal çözümleme yoluyla kurulmuş olan kuramsal terimler için de kullanılabilmiştir.. Metafizik yönelimli felsefe metinlerinde de, dış dünyada somut varlığı gösterilememekle birlikte, gerçekten varolduğu düşünülen, varlığın ayrılmaz bir yapıtaşı olduğu varsayılan “Tanrı”, “tin”, “ben”, “töz” gibi ideal varlıkları bildiren metafizik kavramları için de kullanılmaktadır. Gerçekçilik
Gerçekçilik anlayışı tanımı gereği, gerçekliğin bilgisinin zihinden bağımsız olduğu savı üstüne temellendiğinden, özne ile nesne ikiliği bağlamında hep özneye öncelik tanıyan idealizmin tersine, bütün önceliği nesneye vermektir. Varlığın düşünceden bağımsız olduğunu öne süren öğreti: varlık, düşünsel nitelikli değildir bu öğretiye göre. Var olan her şey, dış dünyanın varlığı, etkin olarak varolan. Doğruluk ise, gerçekliğin, düşünsel düzeyde ya da zihnimizde onaylanmasıyla ilgilidir Gerçek’den anlaşılan
|
(1738 okuma)
(Devamı... )
|
ESNEK ÜRETİM YADA TOPLAM KALİTE YÖNETİMİ

Adı, esnek üretim metotları ve ISO 9000 standartlarıyla birlikte anılan Toplam Kalite Yönetimi TKY, imalat sanayinden kamu hizmetleri sektörüne değin pek çok alanda yoğun bir şekilde gündeme getirilmektedir. TKY teknik bir konu olmaktan çıkmakta, küreselleşme, kapitalizmin yeniden yapılanması, neo-liberal politikalar ve esnek üretim sistemleri şeklinde sıralanan zincirin son halkasını oluşturmaktadır. Firmaların çağa ayak uydurma uğraşları çerçevesinde yöneticiler için hazır bir reçete sayılabilecek TKY; çalışanlar için sunduğu model ve uygulamalarla, hümanist değerler, özerklik, yaratıcılık ve katılım adı altında bir yanılsama yaratarak işçilerin daha fazla sömürülmesine yol açmaktadır. Sanayiyi, hatta toplumu kuşatan sorunların TKY (toplam kalite yönetimi) sayesinde çözülebileceğine dair bir hava oluşturulmaya çalışılmaktadır. Buna karşılık kalite programlarının özellikle çalışanlar bakımından doğurduğu iş yoğunlaşması gibi bir takım olumsuzluklar ihmal edilmektedir. TKY’nin moda bir teknik haline gelmesi bireyciliğin öne çıktığı iktisadi, siyasi ve toplumsal gelişmelerle yakından ilgili olup, bunun, kendi kendisini denetleyebilen, sorumluluk sahibi birey anlayışına sahip olan, hür teşebbüs ve serbest piyasa retoriğini kullanan yeni kapitalist sistemle aynı döneme denk gelmesi tesadüfî değildir. Toplam kalite işin yoğunlaşmasını sağlayan, işçilerin beyinlerini yıkayarak, yönetimin çalışanlar üzerindeki denetiminin arttırılmasını sağlayan bir yöntemdir. Yani yönetim işçileri yetkilendiriyorum ve katılım imkânı sunuyorum derken, aslında onları güçsüzleştirerek, yönetsel amaçları benimsemelerini sağlamaya çalışıyor. Bunları gerçekleştirmeleri için de onlara önem veriyor gibi görünmektedir. Örneğin, işçilerin maddi bir karşılık beklemeksizin sadakat ve itaatle çalışmaları gerektiği anlatılmaktadır. Bazı yetkilerin ve sorumlulukların işçilere ya da onların oluşturduğu takımlara verilmesi, iş özerkliğini arttırmak diye gösterilmekte. Oysa bu yöntemle, işverenler bilgi teknolojileri sayesinde çalışanları denetleme, gözetleme ve izleme kapasitesini arttırarak, işçilerin zihinsel ve bedensel niteliklerinden daha fazla faydalanmaktadırlar. TKY içinde işçilerin yetkilendirilmesi ve yönetime katılması genellikle çalışanların işleriyle ilgili dar bir çevrede tutulmakta, işçilerden, ücret ve çalışma şartlarında iyileştirmeler yapılmaksızın daha fazla çalışmaları ve çaba göstermeleri beklenmektedir. TKY, işçilerin toplam kalite programlarının uygulanması konusunda itaatkâr ve pasif olduklarını varsayarken, onlardan aynı zamanda yetkilendirilmiş ve güçlendirilmiş bireyler olarak iş sürecinde kendi yorumlarını ve inisiyatiflerini kullanmalarının beklenmesi bir çelişkidir. İşletmeyi çalışanlarla bütünleştireceklerini söyleyen yöneticiler; çalışanların katıldığı piknikler, kır yürüyüşleri, ortak yemek programları gibi faaliyetlerde bulunurken, işçilerin sosyal haklarını, çalışma koşullarını konuşulmasına ve üst yönetimin kararlarının eleştirilmesine asla müsaade edilmemektedir. Dolayısıyla çemberlerin veya ekiplerin, sundukları pratik çözümlerin ötesinde, yönetimin istediği davranış kalıplarının işçiler tarafından içselleştirilerek benimsenmesine yarayan araçlar olduğunu söyleyebiliriz.
Genel olarak iş birliği sendikanın veya çalışanların karar verme sürecine katılmaları anlamına gelir. Ancak yönetimlerin genellikle işbirliğinden anladığı verimliliği artırmak için işçilerden veya sendikalardan taviz koparmaktır. İşbirliğiyle, en azından bazı yöneticilerin sendikaların işletme içindeki varlıklarını azaltmayı veya etkisizleştirmeyi anladıkları yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Yöneticiler genellikle bireysel katılımı desteklemekte ise de, sendikaların yönetime katılmasına karşı çıkmaktadırlar. Bu durum bireysel katılımın teşvik edilmesinin arka planında, sendikaları etkisizleştirmek amacının da olduğunun bir işareti sayılabilir. TKY’nin ve genel olarak diğer yönetim tekniklerinin sendikalara yönelik en önemli tehditlerinden biri sendika üyelerinin sendikadan ziyade işletmeye sadakat ve bağlılık göstermelerine yol açmalarıdır. Sendikaların bu süreçteki en önemli görevi, “bu fabrika bizim” diyen işçiye bunun bir yanılsama olduğunu sürekli hatırlatmaktır. TKY, emek-sermaye çatışmasının yerini firmalar arası rekabetin aldığı varsayımına dayanmaktadır. Her cümlesine ‘kalite’ sözcüğü ile başlayan kapitalistler, işçinin yaşam kalitesini, çalışma koşullarında ve ücretlerindeki kaliteyi ve iyileştirmeyi ağızlarına bile almamaktadırlar. Kapitalistlerin insanlığın yararına bir kaliteden bahsetmediği aşikârdır. Onların kaliteden anladıkları şey ürettikleri malların daha çok tercih edilmesi, daha çok satılması, dolayısıyla daha çok üretim ve daha çok kardır.
|
(2142 okuma)
(Devamı... )
|
ENFORMEL ÇALIŞMA NEDİR ?

Son yıllarda çok sık kullanılmaya başlanan enformel kavramı; ‘Bilinen ve kabul gören geleneklere ve kurallara uygun olmayan, resmi gerekliliklerin dışında kalan özelliklere sahip olmak’ anlamına geliyor. Yani kısacası kayıtdışı çalışmak anlamına geliyor.Türkiye’de de ekonominin ve istihdamın çok önemli bir özelliğini enformel yapısal durum oluşturmaktadır. Özellikle İstanbul gibi metropol alanlarda kentsel işgücü içinde enformel sektör oranının yüksekliği ve bu sektörde esas itibariyle üretimin hiçbir mali ve sosyal güvenlik yasalarına tabi olmaması, buradaki istihdamın çarpıcı yapısını belirleyen önemli unsurlar olarak görülmektedir. Artan göç olgusu bu sektörün giderek genişlemesine yol açmaktadır. Böylece kentsel alanlarda iş Enformel, kullanıldığı alandaki ekonomik faaliyetleri ifade eden ‘kayıtsız’, ‘resmi olmayan’, ‘yasa dışı’ gibi başka kavramları da çağrıştırır. Bu kavramlar ve içerdikleri anlamlar ilgilenilen konuya ve konuların boyutlarına bağlı olarak değişir. Ancak emek açısından bakıldığında hepsinin ortak özelliği, sınırları belli olmayan azami emek sömürüsü demektir. Enformellik, istihdam açısından kuralsız, korunmasız, güvencesiz çalışmayı ifade ediyor. İşsiz sayısı arttıkça, kuralsız ve güvencesiz çalışmanın nasıl büyük bir hızla arttığını ve yaygınlaştığını son yıllarda gördük. Çünkü işsizlerin sayısının artması, aynı işi daha ucuza yapabileceklerin sayısını da kaçınılmaz olarak arttırıyor. Yüksek işsizlik oranları patronların elini güçlendirirken, çalışma şansına sahip olanların, örgütlü olsalar bile ellerini zayıflatıcı ve onları pek çok yönden güçsüzleştiren bir etki yaratıyor. Bu durum aynı zamanda, halihazırda çalışan işçiler üzerinde sürekli işinden olma, hak kayıpları ve işten atılma korkusunun yaşanmasına neden oluyor. Türkiye’de işgücünün yarısından fazlasının-yüzde 60nın- sağlık ve sosyal güvenceden yoksun olarak çalışmak zorunda olduğu düşünüldüğünde, ‘enformellik’ artık bir istisna değil, genel bir kural haline gelmiş durumda. Ancak dikkat edilirse enformel istihdamın yaygınlaşması genellikle kapitalist ekonominin çözülmesi gereken basit bir ‘kusuru’ gibi gösteriliyor. Kapitalizmin tamir edilebilir bir kusuru gibi gösterilen kayıt dışına kayma, kuralsızlaşma durumu bir taraftan hızla yaygınlaşırken, diğer taraftan kayıtlı ve örgütlü işgücü üzerindeki tehditleri de arttırıyor. Son yıllarda kamu-özel ayrımı yapılmaksızın hızla artan geçici-sözleşmeli istihdam, 4-c uygulaması, taşeronlaştırma vb, uygulamalarda bu etkinin doğrudan sonuçlarını görmek mümkün. Güvencesiz çalışan işçiler gerek çalışma koşulları bakımından, gerekse ücret, sigorta vb. hakları açısından çalışma yasalarının kapsamı dışındalar. Çoğu ücretlerini zamanında alamıyor. Örgütlenme hakkından yararlanmak bir yana, pek çoğu yasal sigorta hakkından bile yoksunlar. Çoğu kayıtlı olmadığı için çalışıyor görünmüyor. Sigortaları yatmadığı için iş kazası geçirdiklerinde tedavileri yapılmıyor. İşten atıldıklarında ya da ücretlerini alamadıklarında o işyerinde çalıştıklarını kanıtlamaları çok zor oluyor. Kısacası enformel istihdam edilenlerin çalışmaları gibi, yaşamları da enformel. Hükümet ve sermaye örgütlerinin temsilcileri TV ve gazetelere ‘kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması’ yönünde açıklamalar yapsa da, enformel ekonomik faaliyetlerin kayıt altına alınmasının, ‘daha fazla vergi toplamak’ açısından önemine dikkat çekilse de, bugüne kadar yaşanan pratikler, yapılan açıklamalarla taban tabana zıtlık gösteriyor. Enformel çalışanlar örgütlenmesi en zor kesim. Ama yaşadıkları sorunların ağırlığı nedeniyle örgütlenmeye ve mücadeleye en açık kesimi de onlar oluşturuyor. Bu kesime yönelik sınırlı sayıda örgütlenme faaliyeti olmakla birlikte, çoğu başarısızlıkla sonuçlanıyor. Çünkü normal olmayan bir çalışma biçimine, normal araçlarla müdahale etmeye çalışılarak olumlu sonuç almak mümkün değil. Türkiye’de hızla artan nüfus, göç ve kentleşme, enformel sektörün gelişmesi için uygun bir ortam yaratmaktadır. Bunun yanında, yüksek vergi ve sosyal güvenlik primleri, bürokratik engeller, düzenleyici yasalardan ve idari yüklerden kaynaklanan sorunlar, işgücü piyasasına İlişkin mevzuatın eksikliği, sanayiinin yapısı ve küçük ölçekli işyerlerinin ağırlıklı niteliği, zayıf rekabet gücü gibi faktörler enformel çalışmanın kapsamı ve boyutunu etkileyen diğer faktörler arasında yer almaktadır. Küçük işletmelerin yaygınlığı, izlemeyi ve denetlemeyi zorlaştırdığı için, bu durumu, bu nitelikli işletmelerin kayıt dışı faaliyetlerini kolaylıkla göstermesine imkan vermektedir. Vergi yükü, kayıp ve kaçağı enformel ekonominin önemli bir unsurudur. Türk vergi sisteminin içerdiği istisna ve muafiyetlerin fazlalığı, yarattığı bürokrasi, vergi idaresinin yeterince etkinliğe kavuşmamış olması ve vergi denetiminin sınırlı kalması enformel ekonominin oluşumunda etkili olmaktadır. Kentsel Yerler Küçük ve Şirketleşmemiş İşyerleri Anketi’ne göre Enformel sektörde çalışanların büyük çoğunluğunu 31–40 yaş grubu oluşturmaktadır (% 30). Enformel sektörde çalışanların oranı, kırk yaşına kadar artarken, bu yaştan sonra hızla azalmaktadır. Kırk yaşından sonra özellikle enformel sektörde istihdam edilen kadınların sayısındaki azalma çok daha fazladır.
|
(8306 okuma)
(Devamı... )
|
Demokratik kitle örgütleri nedir?

Demokratik kitle örgütleri adı üstünde kitle örgütleridir ve "demokratiklik" sıfatını hak edebilmeleri için yapılarının ve işleyişlerinin de demokratik olması gerekiyor. Buradan olarak Demokratik Kitle Örgütleri (DKÖ) toplumun şu ya da bu kesiminin sorun ve istemlerini, ya da toplumdaki genel bazı sorunların halledilmesini temel alırlar, program edinirler. Bunlar genellikle parça istemlerdir ve demokratik DKÖ'nin programı reformcudur. Reformcu olmakla birlikte programlarının hedef ve amaçlarının demokratik karakterleri DKÖ'lerinin demokratikliğini belirleyen temel bir faktördür. Program hedef ve amaçları söz konusu olduğunda bu örgütlenmelerin birleştirmeyi ve harekete geçirmeyi görüp edindikleri toplumsal kesimlerin geniş yığınlarını kucaklamayı, sarmayı hedeflemeleri ve hesaplamaları gerekir. Dahası DKÖ'lerinden bahsettiğimiz her yerde, "demokratiklik" ve "kitleselliğin" iki belirleyici unsur olmasından bahsediyoruz demektir. Elbette bu iki unsur kendi başlarına düşünülemez. Çünkü karşılıklı olarak ilişkilerinin doğru olarak anlaşılabilmesi gerekir. Kitle örgütlerinin demokratikliliğinin, birisi programı ve diğeri de yapısı ve işleyişi olmak üzere iki ana boyutu vardır. DKÖ'lerinin programları -eğer söz konusu DKÖ özgün politik bir örgüt değilse, örneğin savaşa, faşizme vb. karşı, ya da Kürtlerle dayanışma ve halkların kardeşliğini amaçlaması vb. gibi sorunların temel alındığı toplum kesimlerinin siyasal bilinç düzeylerini değil, örgütleyip, birleştirerek harekete geçirmeyi hedefledikleri toplum kesimlerinin asgari müştereklerini yansıtmak durumundadır. Örneğin akademik, demokratik nitelikli öğrenci gençlik derneklerinin en geniş kitlesine seslenmek için, öğrenci gençliğin akademik, demokratik sorunlarını temel almak zorundadır. Böyle olunca doğal olarak akademik demokratik sorunların çözülmesi için mücadele etmek isteyen her öğrenci genç, dünya görüşündeki ve politik idealindeki farklılıklara karşın bu derneklerde örgütlenebilir ve birlikte mücadele edebilir. Burada birliktelik akademik, demokratik sorunlar çerçevesindedir.Adı üzerinde DKÖ'leri parti olmadıklarına göre, programları da parti programı olamaz. Bu örgütleri parti programı gibi düşünmek ve parti programına yakınlaştırmaya çalışmak sekter bir yaklaşımı ifade eder. DKÖ'lerin geniş kitleleri örgütleyip harekete geçirmesi perspektifi ile çelişir. DKÖ'leri, kitle örgütlenmeleri olarak, belirli toplum kesimlerinin somut istem ve sorunlarını ya da toplumdaki bazı genel sorun ve konuların çözümünü program edinirler dedik. Bu reformcu parça talepler, devrimci programın, asgari programının yansımaları ya da öğeleridir; ama bir tüm olarak devrimci proletaryanın asgari programının bizzat kendisi de değillerdir. DKÖ'ler mücadelede kendi özgün işlevlerini yerine getirmekle yükümlüdür ve bunun içindir ki, hem program, amaç ve hedeflerinin özgür işlevlerine, politik ya da mesleki kitle örgütleri ve hem de programları anti-faşist, anti-emperyalist dernekler ile mesleki sendikalar, kooperatifler, meslek odaları vb. gibi doğrultusundaki çalışmaları titizlilik ve duyarlılıkla yürütülmeleri gerekir. DKÖ'lerinin yapı ve işleyiş olarak demokratik olmaları gerekir. Bu örgütlerde birleşerek sorunlarının hali veya mücadele eden insanların dünya görüşleri ve siyasal inançları aynı değildir. Dünya görüşleri ve siyasal inançları farklı olan, bununla birlikte ortak sorun ve istemleri olan insanları aynı örgüt çatısı altında ortak mücadelede birleştirmek nasıl olanaklı olabilir? DKÖ'lerin yapılarının ve işleyişlerinin demokratik olmasının zorunluluğu tam da buradan çıkıyor. Ancak yapısı ve işleyişi demokratik olan bir örgütlenme, dünya görüşleri ve siyasal inançları farklı olan insanları birleştirip, örgütleyerek mücadeleye seferber edebilir. O halde örgütlerin harcı demokratikliktir. Yapıları ve işleyişleri bakımından demokratiklik şunları kapsar; bütün dernek organları seçimle teşkil edilmeli, tabanın iradesi kurulların birleşimine yansımalıdır. Tabanın iradesinin örgüt kurallarına yansıyabilmesi için nispi temsillerin uygulanması gerekir. Nispi temsil değişik sosyal eğilimler arasında bir pazarlık ve anlaşma sorunu değildir. Önemli olan tabandaki değişik siyasal eğilimlerin yönetimde güçleri oranında yansımasıdır. Böyle bir şey M-L bir örgütte düşünülemez bile. Oysa bir kitle örgütünde bu gereklidir. Uygulanması halinde DKÖ'nün kitleselliğini ve demokratikliğini pekiştirirken, sekter, grupçu vb. hatalardan karar ve işlevini gerçekleştirmesini güçlendirir. Vurgulayacak olursak DKÖ'lerin tüm organlarının yalnız yönetim değil komisyonlar, çalışma grupları vb.nin de demokratik seçimlerle oluşturulması, yapılarının demokratlığını ifade eder.DKÖ'lerin yapıları demokratik olmalı aynı zamanda iç işlerlikleri de demokratik olmalıdır. Bu her şeyden önce tabanın söz ve karar sahibi olması demektir. Eleştiri ve tartışma özgürlüğünün olmadığı bir yapıda tabanın söz ve karar sahibi olması düşünülemez bile. Eğer eleştiri ve tartışma özgürlüğü varsa, tabanın söyleyeceği bir şeyler var demektir. Böylece özgürce oluşan örgüt iradesi doğrultusunda kararların alınmasını sağlayabilir ve her alanda tabanın eğilimleri esas alınan bir hareket tarzı oluşturabilir. Gevşek örgütler olmaları ve üyelerinin birbirlerine zayıf bağlarla bağlı olmaları ve farklı dünya görüşünde eğilimleri bünyelerinde barındırmaları,
|
(3161 okuma)
(Devamı... )
|
|
Юu ana kadar 12845777 sayfa izlenimi aldэk. Baюlangэз: April 2005
|
|
|