DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
DHB: Dış Politika

Bu Konuda Ara:   
[ Ana Sayfaya Git | Yeni Bir Konu Seçin ]


IRAK SEÇİM SONUÇLARI ABD’NİN İSTEDİĞİ BİÇİMDE ÇIKTI
Dış Politika
ABD emperyalizmi Irakta askeri gücünü azaltma yaklaşımının önemli unsurlarından birisi olarak görünen Irak seçim sonuçları, ABD’nin yönlendirmesi doğrultusunda gerçekleşirken, hem İran’ın önünün kesilmesi ve hem de Kürtlerin güç kaybetmesiyle sonuçlandı. Şimdilik  Maliki ile Allavi arasında  kıl payı fark olmasına karşın ABD’nin daha sıcak baktığı Allavi’nin ipi önde göğüslemesi  süreçte Allavi ittifakının Bağdat politikalarında daha fazla söz sahibi olacağını gösteriyor.  
Federal Irak'ta seçim sonuçlarına göre  sandalye dağılımı; 325 sandalyeli parlamentoya eski Başbakan İyad Allawi başkanlığındaki El Irakiye 91 sandalye ile birinci olarak girdi. Başbakan Nuri El Maliki başkanlığındaki Hukuk Devleti Koalisyonu 89, Şii olan Irak Milli İttifakı 70, Kürdistan Listesi (KDP-YNK) 43, Goran Listesi 8, Sünni olan Irak Uzlaşma Cephesi 6, İçişleri Bakanı Cevad Bolani'nin başkanı olduğu Irak Birliği Koalisyonu 4, Kürt İslam Birliği 4 ve Kürdistan İslami Cemaati 2 sandalye elde etti.
Azınlıklara verilen seçim kotası sonuçlarına göre de Yunadim Yusuf Kinna başkanlığındaki Rafidey Listesi'nden giren Hıristiyanlar 3 sandalye, Emin Ceco başkanlığındaki Bizava Ezidiyan Listesi 1 sandalye, Kürdistan İttifak Listesi içerisinde seçimlere katılan Şebek halkı 1 sandalye, Keldaniler ve Aşuriler 2 sandalye, Xalid Romi'ye bağlı Sabi Halkı 1 sandalye elde etti.
  7 Mart’ta yapılan seçimlerde galip çıkan Allavi’yi, ABD, Irak’ı işgal ettiği dönemde Irak’a getirterek Başbakan olarak atamıştı. Bir bakıma ABD’nin savaş komutanının Irak vali yardımcısı gibi çalışmıştı. İlk seçimlerde yenilgi alan Allavi, Irak politik sürecinde geri plana düşmüştü. Sertlik politikaları ile bilinen Allavi’nin Baas rejiminin temsilcileri ve sünni aşiretleriyle ittifak yaparak seçimlerde Maliki grubunu geride bırakması politik dengeleri değiştirdi. Bu durum Irak’ın özellikle iç politikasını ve bölgesel ilişkilerini uzun vadede etkileyecek bir durumda yarattı. Aslında Irakta seçimler ABD ile İran arasında etkinlik mücadelesi bakımından sürdü.
Maliki ile Allavi listesi arasında yarışta çok küçük bir fark ortaya çıktı.  Bunun başka bir anlamı, Irak’ta hiç bir siyasi grup veya ittifak tek başına hükümet kuracak çoğunluğu elde edemediğidir.  Haliyle bu gelişme Bağdat’ın politik dengeleri yeniden şekillenmesinin önünüde, açmış oldu.
Bölgede ABD emperyalizmi,İran’ın önünü kesmek ve  Irakta etkisini kırkmak istiyor. Bu bölgesel politikaya İran’ın önünü kesmek için Suudi Arabistan ve  Güneyli Kürt Özerk yönetimini kuşatmak içinde TC devleti  Allavi’ye sıcak bakıp, yeşil ışık yapmışlardır. Nitekim seçim sonuçlarında en fazla güç kaybederek çıkan Kürtler olmuştur. Seçim sonuçları  Kürtlerin Irak merkez hükümetindeki ABD sayesindeki etkilerini zayıflatıcı olmuştur. Hem parlamento kaybı ve hem de sünni’lerin politik arenaya yeniden dönmesiyle, Kürtlerin Irak merkezi hükümetindeki etkileri eskiye göre geriye düşmüştür.
 Irak’ta nüfusun  yüzde 60’ını oluşturan Şiiler arasında önemli bir parçalanmışlık söz konusudur. Bu haliyle hükümet kurma ilişkilerini etkileyebilecek bir durumu oluşturuyor. Başbakan Maliki’nin İslamcı yanı çok daha fazla ön planda olup, İran ile olan ilişkilerinde daha dengeli bir politika izlemesi, sünnilerle pek bir ilişki kurmak istememesi, ABD’nin kendi kucağında büyüttüğü Allavi’yi öne çıkarmaya itti. Allavi hem  daha çok laik vurgusunu öne çıkarması, hem Maliki hükümetinin halkın toplumsal taleplerini çözecek, somut adımlar atmaması ve politik istikrarsızlığın devam etmiş olması ve hem de Sünni Arap ve diğer kesimlerin desteğini almasını sağladı.
Ayrıca Allavi, ABD’nin bölgesel politikalarına çok daha yakın bir çizgide duruyor. Irak iç politikası konusunda da Pentagon’a yakın duruyor. İran ile yakın ilişkiye pek sıcak bakan biri de değil. Yaptığı ilk açıklamada da, komşu ülkelerinin Irak’ın iç işlerine karışmaması gerektiği konusunda uyarı yapması da bu gerçeği gösteriyor.  Allavi bugüne kadar seçimlere katılmayan Sünni aşiretleri ve eski Saddam yandaşlarını bloku içine çekmede başarılı olmuş  ve böylece önümüzdeki süreçte Irak iç ve bölgesel politikalarda sünnilerin etkisinin  daha fazla artmasının yolu açılmıştır. Sunni’lerin önemi arttı
Kuşku yok ki ortaya çıkan politik tablonun bir başka yönünü Kürtler oluşturuyor. Bağdat merkezli Maliki hükümeti ile Hewler Merkezli Kürt hükümeti arasında belirli bir denge söz konusuydu. Bağdat’ın, Kürtlerin mevcut statüsünden hiç bir şekilde hoşnut olmadığı biliniyor. Bölgesel ve uluslararası ilişkiler ve ABD’nin etkisi ve hamiliği nedeniyle sessiz kalmak zorunda kalan Bağdat merkezli yönetimin, politik koşulların değişmesine paralel olarak Kürtlere yönelik politikalarını çok daha sertleştirecekleri de bir gerçektir.. Allavi-Sunni ittifakı eksenli oluşabilecek bir hükümetin Kürtler bakımından ciddi bir sorun oluşturacağını söylemek hiçte yanlış olmayacaktır. Özellikle Arap Sunni kesiminin Irak’ın ABD’ce işgal edilmesi ve bugünkü politik tablosunun oluşmasında Kürtleri sorumlu tuttukları da biliniyor. Şii-Sunni ittifakının ortak buluşma noktası, Kürdistan Federasyonuna karşı almış oldukları tutumdur. İkisi de Kürtlerin Federatif yapısını içsel olarak kabul etmemektedirler. Aralarında bir kısım sorunlar olsa da, Irak’da Arap kökenli Şii-Sunni ittifakı giderek yerleşiyor. Bu önümüzdeki süreçte çok daha belirgin hale gelecektir. Ayrıca bu ittifak, Türkmenlerin önemli bir kısmını da yanına çekmiş görünüyor.
Bağdat’ta bir koalisyon hükümetinin kurulma olasılığı daha yüksek görünüyor. İster Maliki isterse Allavi hükümet kursun, Kürtler bakımından yeni ve zorlu bir sürecin başlayacağını görmek ve anlamak gerekir. Bu bakımdan, yeni süreçte Kürtler Bağdat merkezli politik gelişmeleri çok iyi okumalıdırlar.
(1790 okuma)  (Devamı... )

ALMANYA BAŞBAKANI MERKEL TÜRKİYE ZİYARETİNDE ELİ BOŞ DÖNMEDİ
Dış Politika
AB’nin en büyüklerinden olan Almanya başbakanı Merkel iki günlük Türkiye ziyaretinde sahte barış güvercini içinden, yoksulluk, sefalet ve kriz içinde işsizlikle boğuşan Türkiye'ye 56 milyon euroluk tank satışı sözleşmesi çıktı. Merke3 milyon Türkiyeli göçmen emekçinin yaşadığı  Almanya da Merkel’in ziyareti önem taşıyordu. Ama kimin için önemliydi.  Kuşku yok ki sermaye’ve AKP hükümeti için.  Yığınla çözüm bekleyen göçmenlerin sorunlarıyla uğraşmayan AKP hükümeti Türkçe lise açılması tartışmasını ve vizenin  aşağıya çekilmesi üzerinde yoğunlaşırken, aslında Merkel’in  tank anlaşması  için geldiği ve  anlaşmayı yaparak döndüğünü söylemek yerinde olacaktır.
Çünkü Almanya başbakanı Merkel Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasına sıcak bakmıyor. Bu konuda TC devleti ile  Almanya başbakanı  arasında ciddi görüş ayrılıkları olduğu biliyor. Bu ziyarette bu konu hemen hiç tartışma gündemine bile gelmemiştir. Yine göçmen emekçilerinin aile birleşiminden  çalışma koşullarına kadar bir çok alanda sorunlarıyla ilgilenmeyen AKP hükümetinin Türkçe lise vb. tartışmasını öne çıkartması, çözüm bekleyen sorunlardan ne kadar uzak durduğunu gösteriyor.
Hatırlanacağı üzere, Almanya Başbakanı Angela Merkel Türkiye'ye geldiğinde Başbakan Tayyip Erdoğan'a bir barış güvercini getirmişti. Ancak Türkiye'ye milyonlarca Euro’luk Leopard savaş tankı alım sözleşmesi anlaşması kaldı akıllarda.. 'Almanya; Türkiye ve Yunanistan'a silah satmasın' önerisinde bulunan AKP yetkililerinin açıklamalarının bu sözleşmeyle Almanya'dan en çok silah alan Türkiye rekorunu büyütmeye de devam edeceğini gösterdi.
Türk Silahlı Kuvvetleri Almanya'dan aldığı 300 milyon Euro’luk Leopard II A4 tanka tanesi 1 milyon Euro’dan 56 adet daha ekleyecek. Tank alım sözleşmesinin Nisan ayı içinde imzalanması bekleniyor.
Öte yandan Devlet Başkanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış International Herald Tribune'un önceki günkü sayısındaki demecinde, Yunanistan'ın içinde bulunduğu ekonomik felaketten kurtulması ve bölgesel gerginliğin düşürülmesine yardım etmek için, Yunanistan'ın savunma harcamalarını kısması ve dondurması halinde Türkiye'nin buna karşılık vereceğini belirtmişti. Bağış "Yunanistan'a bu zor durumunda yardım etmek isteyen ülkeler, aynı zamanda bu ülkeye silah satmak istiyor. Dünyada, özellikle Yunanistan ve Türkiye arasında silah harcamalarını kısmanın zamanı geldi. Türkiye'nin de Yunanistan'ın da Alman ve Fransız denizaltısına ihtiyacı yok" demişti.
Almanya Başbakanı Angela Merkel'in Türkiye ziyareti sırasında hükümetten gelen bu açıklamalar, dikkatlerin iki ülke arasındaki savunma alımlarına çevrilmesine neden oldu.
İsveç merkezli SIPRI Barış Araştırmaları Merkezi dünya silah ihracatında 3. sırada bulunan Almanya'nın en büyük müşterisinin Türkiye olduğunu açıklamıştı. İkinci sırada ise Almanya'nın silah alımı karşısında yardım edeceğini açıkladığı ve son zamanlarda iflas etme riskiyle yüz yüze olan Yunanistan bulunuyor.
(2023 okuma)  (Devamı... )

EMEKÇİLER YOKSULLUK İÇİNDE KIVRANIRKEN TÜRKİYE VE YUNANİSTAN BURJUVAZİSİ SİLAHLA
Dış Politika
Yıllardan bu yana Türkiye ve Yunanistan egemen sınıfları arasındaki soğuk savaş bitmeden devam ede gelmiştir. Her iki ülke NATO’da, AB’de vb. birlikte olmalarına ve ABD emperyalizmin  stratejik müttefikleri olmalarına karşın, yine de düşmanlığı körüklemekten ve halkları bir birine düşman etmekten geri kalmamışlardır. Her iki ülkenin halkları yoksulluk, işsizlik ve borç batağında tutulurken, savunma adına milyarlarca doları emperyalist silah tekellerinin kasalarına akıtıp, halkları yoksulluk ve sefalet içine itmekten geri durmuyorlar. Nitekim Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü (Sipri) tarafından açıklanan dünya silah alışverişi raporundaki dikkat çekici notların başında, Türkiye ve Yunanistan’ın en çok silahlanan ülkeler arasında olması geliyor.
Avrupa kıtasında en çok bu iki komşu ülke silah satın alıyor. Peki neden iki ülke daha çok silaha para yatıyor? Neden ege’nin iki yakası, patlamaya hazır bir cephanelik gibi. Her iki ülke durmadan denizaltılar, savaş gemileri ve savaş uçakları satın alıyor, sipariş ediyor ve birbirine karşı güç gösterisinde bulunuyor.
İki komşu ülkenin bu denli silahlanması ya da silahlandırılmasında “garip” bir durumun olduğu açıktır.
Hem de her iki ülke, ekonomik sorunlar konusunda “kader ortaklığı” yaşadığı halde...
İkisi de boğazına kadar borç patağına saplanmış.
İkisi de borçları ödeyebilmek için avucunu büyük emperyalistlere  açmış kapı kapı dolaşıyor.
İkisi de halktan kesiyor, silah tekellerine veriyor.
Yunanistan’ın bütçe açığını sağır sultanlar bile duydu. Ülkeyi yönetenler, şimdi borç para dileniyorlar. Dayandıkları her kapı, ağır şartları sıralıyor ve halka acı reçeteler yazılmasını emrediyor.
Buna rağmen, 11 milyon nüfusu olan bu küçük ülke, AB’nin 27 üye ülkesi arasında en çok silah satın almasıyla dikkat çekiyor.
Yurtiçi Gayri Safi Milli Hasıla’sının tam yüzde 4’ünü silahlanmaya ayırmış.
Bu oran, AB ortalamasında yüzde 1.5.
Ege’nin iki yakasını patlamaya hazır cephaneliğe çeviren ülkelerin başında, AB’nin en büyük ve zengin ülkesi Almanya geliyor.
Sipri’ye göre Almanya’nın en çok silah sattığı ülkeler sıralamasında, Türkiye birinci (yüzde 14), Yunanistan ikinci (yüzde 13).
Yani aynı Alman tekelleri, Türkiye ve Yunanistan’ı silahlandırmak için durmadan yarışı körüklüyor:
“Türkiye size karşı kullanılmak üzere şu kadar savaş gemisi sipariş etti, siz de buna yanıt vermek için şu kadar sipariş etmelisiniz... Yunanistan, size karşı şu kadar savaş uçağı alacak, siz de geri durmayın...”
Bu şekildeki bir kızıştırma üzerinden Almanya ve Alman silah tekelleri satabildiği kadar satıyor. Ve tabii kazandıkça kazanıyor.
Eğer, günün birinde Ege’de bir savaş çıkarsa, anlayacağınız iki yakadan Alman silahları kan kusacak, Türkiye ve Yunanistan ağlayacak.
Almanya’nın, son beş yıl içinde dünya silah pazarındaki payını yüzde 6’dan yüzde 11’e çıkarması boşuna değil. Satan Almanya, alan Türkiye ve Yunanistan.
Bir el tarafından idare edilen iki düşman kukla misali...
Bu demektir ki, Ege’deki gerilim stratejisinden en çok Alman silah tekelleri kazanıyor. Dolayısıyla gerilimin sürüp gitmesini de en çok yine bu ülke istiyor.
Belirtmek gerekiyor ki, silahlanmada “kader birliği” yapan Türkiye ve Yunanistan, aynı zamanda NATO üyesi. Bir NATO üyesi ülkenin, başka bir NATO üyesi ülkeyi silahlandırması sonuna kadar serbestmiş. Başka bir değişle, iki üye ülke birbirine karşı yine başka bir NATO üyesi tarafından silahlandırılıyor.
Keza; Yunanistan AB üyesi, Türkiye AB ile tam üyelik için müzakerelere başlamış.
Peki; hani, aynı ittifak içinde yer alan NATO ve AB üyeleri birbiriyle savaşmayacaktı?
(1460 okuma)  (Devamı... )

YUNANİSTANDA EMEKÇİLER KRİZİN FATURASINI ÖDEMEMK İÇİN AYAKTA
Dış Politika
Günlerdir Yunanistan’da emekçiler  krizin faturasını ödememek için  seslerini yükseltiyorlar.Yunanistan PASOK hükümeti krizin yükünü emekçilerin sırtına yüklemek için paket üzerine paket hazırlıyor. AB, Yunanistan’a borç para verme yerine akıl vererek, daha çok işçi ve emekçilerin  haklarının gasp edilmesini ve acı reçetelerin uygulanması PASOK hükümetinin arkasında olduklarını dillendiriyor. Böylece , AB nedir ve  kimin birliğidir, uluslararası sermaye hareketleri, emperyalist- kapitalist sistem içindeki rekabet, IMF ve AB merkez bankasının bağlı bulundukları mihraklar içinde oynadıkları roller vb. bir çok sorunun yanı sıra işçi ve  emekçilere yönelik saldırıların boyutları da Yunanistan’da  yaşanan gelişmeler bir kez daha açığa seriyor.
 6 ay önce hükümete gelen PASOK halka, işçi ve emekçilere bolca vaatler dağıtmış, sermaye ve bağlı basının kurtarıcı parti propagandalarıyla da Yeni Demokrasi partisini önemli bir oy farkıyla geride bırakarak hükümeti kurmuştu.
Ancak daha aradan bir ay bile geçmeden “enkaz devralındığı” propagandasını yoğunlaştırarak işçi ve emekçi karşıtı politikaları gündeme getirmeye başlamıştı.
Son gelinen nokta ise kelimenin tam anlamıyla ölümü gösterip sıtmaya razı etmek. “Ulusal onuru kurtarmak”, “Daha kötü gelişmelerin önüne geçmek”, “İflastan kurtulmak” gibi propagandalar eşliğinde AB’nin, sermaye sınıflarının ve hükümetin dayattığı işsizlik yoksulluk ve açlık politikalarını kabul ettirmek istiyor. Her şeyden önce, bir çok ülkede, kriz gerekçe gösterilerek gündeme getirilen ekonomik baskı ve hak gaspı politikalarının uzun yıllardan beridir sermayenin talepleri olarak gündeme getirildiği, Lizbon stratejisi ve Maastricht anlaşmalarıyla teyit altına alındığı bilinmektedir.
Sosyal güvenlik sistemi, iş süresi, toplusözleşmelerin kaldırılması, emeklilik, esnek çalışma, sosyal hakların rafa kaldırılması, rekabetçi bir ekonomi için ücretlerin düşürülmesi vb. yıllardan beridir tekelci sermaye politikalarının hedefi arasında bulunuyor. Gelinen aşamada ise kapitalizmin krizi fırsata dönüştürülmekte ve cepheden saldırıların uygun zemini olarak ele alınmaktadır.
Yunanistan, içinde bulunduğu durum dolayısıyla bu genel saldırılar AB ülkeleri için kaçırılmaması gereken pilot bir ülke durumunda görülmektedir. Bu ülke üzerinden oynanan çok boyutlu oyunların hedeflerinden biri de ezilen sınıf , sömürülen ve kesimlere, sermayenin politikalarına boyun eğilmemesi durumunda varılacak nokta konusunda verilen mesajdır.
Ne ki, Yunanistanlı işçi ve emekçiler bu yaşamları için yıkım anlamına gelen
Bu saldırıları kabul etmiyor ve etmeyecektir. Saldırılardan etkilenen tüm sınıf ve tabakalar açıkça tepkisini dile getirirken biriken öfke tam bir patlama noktasına doğru ilerlemektedir. Hem PASOK hükümeti hem basın toplumsal tepkilerin varacağı boyutlardan duyulan kuşkuları defalarca dile getirdi ve getiriyor. PASOK hükümetinin  milletvekilleri bile, izlenen ekonomik politikaların partiyi dağıtabileceği korkusunu vurgulayıp kendi hükümetlerini eleştiriyorlar.
 PASOK bir ölçüde “alternatifsiz” ve yeni hükümete gelmiş olmanın rahatlığı içinde olsa da halka yönelik propaganda ve demagojilere ağırlık vermeye devam ediyor. Önlemlerin halkın çıkarlarına karşı alınmış ağır ama kaçınılmaz yaptırımlar olduğu, başbakan dahil tüm bakanların ağzıyla dile getirildi. Bu politikanın belli ölçüler içinde taban bulduğunu ancak gün geçtikçe zayıfladığını vurgulamak gerekir. Saldırıların boyutları ve geçici olmadığı ortaya çıktıkça tepkiler de yaygınlaşmaktadır. Yunanistanlı işçi ve emekçilerin son bir yıl içinde defalarca genel greve gittikleri, sektörler temelinde grev ve uyarı eylemlerinin sayısının onlarca olduğu, hak gasplarına karşı sessiz kalınmadığı vb. bilinmektedir. Son saldırılar ise artık son damla rolünü görür niteliktedir ve sessiz sedasız kabul edileceğini sanmak tam bir yanılgıdır. Sorunlar azalmamış artmıştır. Temel hak gasplarının yanında yaşam seviyesinin çok ciddi ve hissedilir bir tarzda düşüş göstermeye başlayacağı açıktır. İlk etapta kamu emekçilerine yönelik olarak görülen paketler tüm emekçilere yöneliktir ve daha şimdiden özel sektörde uygulanmaya başlamıştır. Sağlık, eğitim, sosyal haklar, ücretlerin düşürülmesiyle kalınmaması ve iki aylık ücrete denk düşen primlerin gasp edilmesi, emeklilik yaşı, temel yaşam ürün ve malzemelerine fahiş zamlar yapılarak vergilerin yükseltilmesi vb. politikalara karşı oluşacak işçi ve emekçi cephesinin de geniş olacağını ve ezilen tüm toplumsal kesimlerin ortak bir paydada buluşacaklarını ortaya koymaktadır. Son saldırılar hükümete manevra yapma olanağı tanımazken genel bir direniş ve mücadelenin şartlarının bazı olumsuzluklara rağmen olgunlaştığını belirtmek gerekir.
(1441 okuma)  (Devamı... )

AFGANİSTANDA ÖNCE KATLEDİYOR SONRA PARA ÖDÜYORLAR 
Dış Politika
ABD emperyalizmi ve batılı emperyalist ittifak güçleri 8 yıldır  işgal altında tutulduğu Afganistan da bataklık içinde yüzüyor.. haksız işgale karşı  Afganistan’da direniş yayılıp gelişiyor ve işgalci güçler ve uşakları daha çok insan katlederek ayakta kalmaya çalışıyor. ABD emperyalizmi Afganistan’da her geçen gün daha da zorlanıyor ve ittifakları birer birer Afganistan batağında kaçıyor. ABD emperyalizmi ise daha çok asker, silah aktararak Afganistan batağında son perdeyi oynuyor.  
Savaşlar artık özelleştiriliyor. Ordular yerine savaşı özel güvenlik şirketleri yüklü paralar karşılığı paralı askerler vasıtasıyla yürüyor. Irakta uygulamaya konulan savaşın özelleştirilmesi Afganistan'da pratiğe sürülüyor. Nitekim paralı askerlerin “yanlışlıkla” katlettiği sivillerin hayat bedelini paraya tahvil etti.
Irak işgalinin başını çektiği 'savaşın özelleştirilmesine' özel güvenlik şirketleri, büyük ihaleler, iliştirilmiş medya ayaklarının katılımıyla yeni bir savaş tasarımı kurulmuştu.
Savaşın  ahlaki kodlardan ve insanlık suçlarından arındırılmış bu 'temiz' modelinin içerdiği 'ekonomik dinamizmle' işgaller ve savaşlar 21. yüzyıla yakışan bir ekonomik etkinlik kazandı. Maliyet ve karlılık hesaplarına bağlı olarak bazı savaş hizmetleri taşeronlaştırılırken yerel sivil zayiat içinde mütevazı bir meblağda karar kılındı.        
Afganistan'da sekiz yıldır 'terörle savaşan!' ABD ve müttefikleri operasyonlarda 'kazara!' öldürdükleri sivil başına artık 1500- 2000 dolar ödeyecekler.
Uzuv kaybına uğrayıp yaralananlara 600-1500, araç imhası 500-2500, tarla zararı ise 50-250 dolara tarifelendirildi. Militarizmin 30 yıldır sürek avına çıktığı Afganlıların çocuk, yetişkin fark etmeyen ölümleri için bundan sonra bu rayiç geçerli olacak.
Emperyalist savaş ağaları,  kendi ahlakını dolar üzerinden 'aklarken!', öldürülen masum insanların hayatlarının 'tutarı' onları bombalayarak öldüren pilotsuz savaş uçağının maliyetine ulaşmıyor.
Afganistan'da ABD ve NATO  güçlerinin Taliban'a karşı başlattığı 'Müşterek Operasyonunda' NATO kuvvetleri Taliban militanları olduğu araç konvoyuna hava saldırısında bulundu. Ama araçlarda Taliban yoktu siviller vardı, 33 sivil hayatını kaybetti, 12 kişi yaralandı.
NATO'nun yaptığı yanlışlığın maliyet faturası yüklü tutmamıştı.
Bu tip kazaları öngören tarife, 33 kişinin hayatlarını 1500-2000 dolardan tazmin edecekti.
Geçen günlerde Marjah'ta NATO birlikleri, yine yanlışlıkla roket saldırısında bulunduğu bir evde 11 kişinin ölümüne sebep olmuştu.
Aralık ayında da aynı aileden 8 erkek çocuğu öldürülmüştü...
İnsansız savaş silahlarına erişen 'teknoloji' bu silahlarla en kısa sürede en fazla sayıda insan ölümü skoruyla böbürleniyor. 
Bu silahların başında da Amerikan ordusunun Afganistan ve Irak işgallerinde kullandığı 'insansız ölüm makinesi' Predatör geliyor. Savaş teknolojisinin bu gelişmiş silahın üretimi için her yıl 3 milyar dolar harcanıyor.
Afganistan'da yaklaşık 200 adet Predatör'ün pilotları, savaş bölgesine 17 bin km uzaktaki üslerindeki ekranlardan uçağın kamerasının çektiği görüntüleri canlı izliyorlar.
Genellikle istihbarat uçuşları yapan Predatör pilotları operasyon emri gelince hedefin üzerine 508 kiloluk bombaları bırakmak için düğmeye basıp daha sonra da çevreye saçılan ceset parçalarından kaç kişinin öldüğünü yüksek zoom kamerayla tespit ediyorlar. Predatörlerin tanesi 4.5 milyon dolar ve digital ekranının önündeki insanlara sivrisinek muamelesi çekmekle maruf.    
(1588 okuma)  (Devamı... )
Halkın Birliği
BELLEK
Sitemize Hit
 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.08 Saniye