 |
|
DÜNDEN BUGÜNE 1 MAYISIN TARİHÇESİ

Şimdi işçiler 8 çalışıyor. Hafta tatilleri ve yıllık izinleri var. Günümüzde belli başlı bütün ülkelerde 8 saatlik işgünü uygulanıyor... Buraya nasıl gelindi? Yarına, insanlığın geleceğine neler bırakılmalı? Emperyalist sistemin derinleşen krizi yeniden işgününün kısaltılması için mücadeleyi için plana çıkarıyor. Uluslararası sermaye teknik gelişmenin ulaştığı boyut ve yaşanmakta olan krizi işçi sınıfına fatura etmek için, bütün sosyal hakları ve ücretleri budayarak, iş haftasını 4 güne indirmeyi dayatmaya çalışıyor. İşçi sınıfı ise tam ücret karşılığı iş haftasının 35 saate indirilmesini ve daha da aşağı çekilmesini talep ediyor. İşsizliğin çözümünü burada arıyor. Yüz yıl önce, 1880'lerde, Avrupa'da günlük çalışma süresi 12 saat civarındaydı. ABD ve İngiltere'de 10 saat, Almanya, Fransa, İtalya ve Hollanda'da 12 saat, İspanya ve Belçika'da örneğin dokuma dalında 13-14 saat idi. Rusya'da 15 saate yükseliyordu. Bu ortalama süreler ülkeler içinde işkollarına göre de değişiyordu... Çalışma saatlerinin uzunluğu işçilerin uğradığı yoğun sömürüyü, berbat çalışma ve yaşam koşullarını gösterir. 1875- 1908'ler arasında işgününün kısaltılması için işçi sınıfı sert mücadelelere girişti. Kapitalistler zorbalıkla ve kan dökerek mücadeleyi bastırmak istediler; ama mücadelenin başarısını önleyemediler. 1800’ler, ABD’de bir uçtan zenginliğin, diğer uçta sefaletin hızlandığı yıllardı. İşçi sınıfı bu vahşi sömürüye karşı büyük kitleler halinde grev silahına sarıldı.1875’de, 8 hafta boyunca 15 bin tekstil işçisinin grevi Amerika'ya yayıldı. Aynı yıl Pannsylvania maden işçilerinin 7 ay süren grevi gerçekleşti. Git gide 8 saatlik iş günü talebi için mücadele öne çıkıyordu. 1886'da 350 bin işçinin katıldığı Mayıs grevleri gerçekleşti. On binlerce grevci işçinin Şikago sokaklarını dolduran barışçı 1 Mayıs gösterileri kanla bastırıldı. Sermaye ve onun koruyucu bekçisi kapitalist devlet yine silaha ilk başvurandı. 3 Mayıs’da Mc.Cormisck fabrikasında grev kırıcıları protesto edilmesi sırasında polis işçilere ateş açtı. Ölen ve yaralananlar oldu. Ertesi gün sendikaların polisin saldırganlığını protesto etmek için High-market alanında bir gösteri düzenledi. Miting alanında önce bombalar patladı, sonra polis işçilerin üzerine ateş açtı. 4 işçi öldü ve pek çoğu yaralandı. Olaylara neden olduğu gerekçesiyle sekiz yazar ve sendikacı tutuklandı. Albert Person, August Speins, Adolf Fischer, George Engels ölüm cezasına çaptırıldı ve işçilere gözdağı vermek için 11 Kasımda idam edildiler. Amerikan İşçi Federasyonu 1888’de 1 Mayıs şehitlerinin anısını yaşatmak ve 8 saatlik iş günü kabul edilinceye değin her yılın 1 Mayıs’ında greve yapılması kararı aldı. Belçika, Almanya, İngiltere ve Fransa’daki işçi sendikaları da karar katılacaklarını ilan ettiler. 1 Mayıs şehitlerinin anısına ve Amerikan işçileriyle dayanışmak için 1886’da tüm Avrupa da yayılan grev ve gösteriler düzenlendi, grev dalgası kapitalist gelişmenin ilerlemekte olduğu bütün belli başlı ülkelerde daha sonraki yıllarda da devam etti, işçi sınıfı parlak bir uluslararası dayanışma örneği yarattı, 2.Entenasyonal'in kararıyla 1 Mayıs işçi sınıfının Uluslararası Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü, emek bayramı olarak tarihe geçti. 1890’de itibaren 1 Mayıs bütün ülkelerde proletarya tarafından yasal yada yasadışı yolla kutlana geldi. Her ülkede 1 Mayıs geleneği işçi sınıfının mücadelesinin gelişimine paralel şekilleniyordu. TÜRKİYEDE 1 MAYISIN TARİHİ Türkiye’de Osmanlı döneminde 1 Mayıs ilk kez 1909'da Üsküp, 1911 Selanik'te kutlandı. 1912'den itibaren İstanbul'da ve diğer bazı yerleşim merkezlerinde gösteriler düzenlendi, 1911 yılında Selanik'te yapılan 1 Mayıs gösterilerine Rum, Bulgar, Yahudi ve Türk işçiler katıldı, işçiler 1 Mayısı, Enternasyonal marşını söyleyerek sokaklarda dolaşıp gösteri yaparak kutladılar.
1920’de padişah hükümetinin koyduğu yasaklara karşın, İstanbul'da büyük çaplı 1 Mayıs gösterileri düzenlendi. 1921’de işgal altında işçileri 1 Mayısı anti-emperyalist gösteriye dönüştürdüler..Ellerinde "Bağımsız Türkiye" pankartının yanı sıra işçiler , kızıl ve ayyıldızlı bayraklar taşıdılar.
1922’dedeki 1 Mayıs gösterileri Türkiye İşçi ve Çiftçi Partisi, Türkiye İşçi Derneği; Beynelmilel İşçiler İttihadi, Türkiye Sosyalist Fırkası; Ermeni Sosyal Demokrat Fırkası’ndan oluşan bir komisyon tarafından düzenlendi.Komitenin çağrısı üzerine Şirkett-i Hayriyye, Haliç Şirketi, Tramvay ve Tünel kumpanyaları Seyrü Safabi İdaresi işçileri uluslararası işçi marşları eşliğinde Pangaltı’ndan Kağıthaneye kadar yürüdüler.
1923 yılında 1 Mayısa katılım daha büyük olur. İşçiler bayraklarla Sultanahmet’e kadar yürürler.Aynı yıl İzmir iktisat Kongresinde 1 Mayıs İşçi Bayramı olarak kabul edilir. Fakat bunun üzerinden henüz 1 yıl geçmemişken Temmuz, Kasım aylarındaki işçi grevlerinin yayılmasından korkan Kemalist hükümet 1924’te 1 Mayıs gösterilerini yasaklar. Ve ardından Kürt ulusal ayaklanmalarını bahane eden Kemalist diktatörlük 1925’de ilan etmiş oluğu Takrir-i Sükun Kanunu'yla yani sıkıyönetimle her çeşit muhalefeti bastırmaya yönelir. 1928'de işçi sendikaları da kapatılarak her türlü muhalefet ezilir ve örgütlenmeleri dağıtılır..
|
(2613 okuma)
(Devamı... )
|
İŞTE AKP’NİN TEKEL DİRENİŞİ DÜŞMANLIĞI 1 NİSAN EYLEMİNE POLİS BARİKATI

Aylardan bu yana özlük hakları için mücadelede eden Tekel işçileri 1 günlük eylem için 1 Nisanda Ankara’ya geldiler. Ne ki, Tekel direnişinden öcü gibi korkan AKP hükümeti, işçilerin ve devrimci, demokrat ,ilerici güçlerin eylemini önlemek için otobüslerin Ankara’ya girmesini engelleyerek, her yerde polis barikatı kurdurarak, işçilerin eylemini önlemeye ve emekçilerin alanlarda seslerini yükseltmelerini darbelemeye çalıştı. Önce Ankara Valiliği Tekel işçilerinin 1 Nisanda Ankara da Türk-İş önünde buluşarak 4-C dayatmasına ve haklarının gaspına karşı seslerini yükseltmek ve hükümete seslerini duyurmak eylemini yasadığı ilan etti ve ardından AKP hükümeti, Ankara’yı polis ablukasına çevirdi. Başbakan Erdoğan, tekel direnişine düşmanlığını, bunların işi Ankara da nedir, bunlar işçi değil olay çıkartmayı amaçlayan belli bir kesimdir” diyerek, işçilerin emekçilerle buluşmasında ne kadar korktuğunu dillendiriyordu. Sabah saatlerinden itibaren Türk-İş Genel Merkezi’ni ablukaya alan Ankara polisi, Tuna Caddesi’nde toplanan işçiler ile siyasi parti, demokratik kitle örgütleri ve devrimci-demokrat çevrelerin yürüyüşünü engelledi ve işçileri ve destekçilerinin bir araya gelmesini önledi. Sakarya caddesine zorlayarak çıkan işçilere polis gazla saldırdı. Yine Kızılay’a çıkmaya çalışan işçilere, emekçilere ve devrimcilere polis saldırmaktan ve onlarcasını yaralamaktan geri durmadı. “Ölmek var dönmek yok” diyen işçiler, Türk-İş Genel Merkezi önüne kurulan barikatın kaldırılmasını istiyor. Polis, KESK üyelerine gaz bombasıyla saldırdı.. Değişik alanlarda gelip oturma eylemi yapan işçiler, her fırsatta polis barikatını aşmak için hamle yaptılar. Ama güçlerin parçalanmış olması ve hamlelerin polis barikatlarını aşmasını sağlayamadılar. Ankara Valiliği ve Emniyet Müdürlüğü’nün tutumunu protesto eden TEKEL işçileri sık sık “Ölmek var, dönmek yok”, “Biz haklıyız, biz kazanacağız”, “Her yer TEKEL her yer direniş”, “Ücretli köle olmayacağız” sloganları atıyor. İşçilerin bekleyişi sürerken, Tuna Caddesi’ne gelen çeşitli partilerden milletvekilleri Türk-İş yönetimi ile görüşmek için konfederasyon binasına geçti. Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun İçişleri Bakanı Beşir Atalay görüştüğü ama sonuç hiçti. KESK’e bağlı sendikalar da işçilerin direnişine destek verdiler. Tuna Caddesi’ne gelen KESK Genel Başkanı Sami Evren, barikat önünde bekleyen işçileri selamlayan bir konuşma yaptı. TEKEL işçilerinin taleplerinde haklı olduğunu ifade eden Evren, engellemelerin mücadelelerini engelleyemeyeceğini dile getirdi. Karşılaştıkları duruma iliştin tepkilerini dile getiren TEKEL işçileri demokratik haklarını kullanmalarının engellenmesine tepki gösterdi. “100 metre ilerideki sendika binamıza neden gidemiyoruz?” diye soran işçiler, Abdi İpekçi Parkı’na geçmediler.
|
(2090 okuma)
(Devamı... )
|
Tasfiyeciliğe Karşı Nisan Konferansının Devrimci Geleneklerini Yaşatıyoruz

TKP/ML Hareketi I. Genel Konferansı 1979 yılı Nisan ayının 22-27 tarihlerinde, sıkıyönetim destekli faşist diktatörlüğün saldırılarının yoğunlaşarak yaygınlaştığı ağır ayasal koşullarda toplandı ve başarıyla sona erdi. I. Genel Konferansımız, örgütümüzün ve çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryasının siyasal yaşamında önemli bir atılımın ifadesiydi. Marksizm-Leninizm^’in ışığında almış olduğu kararlar, atmış olduğu adımlar bu olgunun açık somutlaşmasıydı. I. Genel Konferansımız, örgütümüzün 7 yıllık tarihinde toplamış olduğu ilk konferanstır. Genel Konferansımız, 1972 de, örgütümüzün doğuşuyla birlikte ortaya konulan, Konferansımızın toplanmasına kadar geçen süreç dilimin de derinleştirilerek geliştirilen Marksist-Leninist platformumuzu onayladı. Merkez Komitesini, Marksizm-Leninizm’in ve platformumuzun yol göstericiliğinde, her renkten anti-Marksist-Leninist teori ve pratiğe karşı ilkeli, uzlaşmaz ve kesintisiz bir ideolojik, politik savaşımını vermekle görevlendirdi. Genel Konferansımız, 1977'de oluşturulan, gelişen kavrayışa bağlı olarak daha da derinleştirilen, Leninist örgütlenmenin ilke ve kural tanımını içeren, örgütümüzün sınırlarını belirleyen, örgütsel işlerliği somutlaştıran Tüzüğümüzü onayladı. Platformumuzun ve Tüzüğümüzün, örgütümüzün en üst yönetim merkezi olan Genel Konferansımızda onaylanma-a (çeşitli milliyetlerden Türkiye proletaryası ve onun siyasal öncüsü olan örgütümüzün tarihsel değerdeki ileri kazanımlarıydı. Bu kazanımların korunması, derinleştirilerek geliştirilmesi, devrim ve komünizm kavgasının sönmeyen meşalesi haline getirilmesi her zamankinden daha önemlidir. Özellikle yenilgi dönemlerinin genel bir hastalığı olan ve örgütümüzde de hortlayarak, bir hizip olarak örgütlenen tasfiyeciliğin teorik, politik, örgüt sel-pratik tasfiyeciliği, oportünizmi, örgütümüzün de tasfiyecilikten önemli oranda etkilenmesi yukarıdaki saptamamızın doğruluğunu vurgulayan olgulardır. Genel Konferansımız, partileşme süreci ve bu süreçte komünist hareketin görevlerini Marksist-Leninist temelde 9ozdii. Proletarya partisini yeniden kurma görevinin tüm çalışmalarımızın merkezinde durduğunu özellikle vurguladı. Merkez Komitesi'ni proletarya partisini yeniden kurma görevinin öznel koşullarını oluşturmakla görevlendirdi. Bu görevin yerine getirilişi sürecinde, her renkten anti-parti teori ve pratiğe kar§i ideolojik savaşının belirleyici işlevine özel dikkat çekti. Genel Konferansımız, Mao Zedung'un Marksizm-Leninizm’in bir ustası olmadığını, 1970'ten sonra bir karşı-devrimci olduğunu belirledi. Yanı sıra, MK'ni, ÇKP'nin ve Mao Zedung'un ne olup olmadığı sorusunun açığa (Çıkarılması için, bir kampanya açmakla ve sonuçlandırmakla görevlendirdi. Bu karar tarihsel öneme sahipti. Çünkü bu karar, ( ÇKP ve Mao Zedung revizyonizmine karşı bir savaş çağrısıydı; partileşme surecin de ileri doğru atılmış bir adımdı; AEP önderliğinde Çin modern revizyonizmine karşı kararlılıkla başlatılan ilkeli savaşında örgütümüzün safini doğru seçmesinin göstergesiydi. Nitekim, Merkez Komitesi, Konferansın verdiği direktif doğrultusunda bir kampanya açtı ve kampanyanın birinci bölümünü başarıyla sonuçlandırdı ve bu sonuçları da kamuoyuna sundu. Bu kampanyayla birlikte, ÇKP'nin ve Mao Zedung'un hiç bir zaman Marksist-Leninist olmadığı kavrandı ve mahkum edildi. Bu kampanya, örgütümüzün politik ve örgütsel özellikle de teorik alanda olgunlaşmasında ileri bir adım attı; modern revizyonizme karşı savaşımımızı derinleştirdi ve genişletti. Böylelikle parti yolunda ileri bir adim daha atılmış oldu. Bugün, gecikmiş bir görev olarak önümüzde duran, teorik temelleri ortaya konularak mahkum edilen "Mao Zedung Düşüncesi"nin platformumuz üzerindeki etkilerini açığa çıkararak, attığımız bu ileri adımı tamamlamaktır. Örgütümüz, bu görevi yerine getirmenin bilinciyle ilkeli yolda yürümektedir. Genel Konferansımız, proletaryanın sınıflar savaşımındaki tarihsel rolü üzerinde durarak, çalışmaların işçi sınıfı, en başta da sanayi proletaryası içinde yoğunlaştırılması gerektiğini kararlaştırdı ve Merkez Komitesi'ne faaliyetleri bu doğrultuda biçimlendirme ve geliştirme direktifi verdi. Bu karar büyük bir öneme sahipti. Nitekim, örgütümüzün proletarya içinde çalışmaya yönelimi özellikle Nisan Konferansı sonrası daha da yoğunlaşmış, gelişmiştir. Genel Konferansımız, kavrayış düzeyine uygun olarak, örgütümüzün, hata ve ye tersizliklerini irdeleyerek, çözümledi. Hata ve yetersizliklerimizi nedenlerini ve gideriliş yollarını somutlaştırdı. Genel Konferansımız, sınıf savaşımın da yer alan çeşitli sınıf ve tabakalara ilişkin özgül politikalar oluşturmanın özel önemini vurguladı. Özgül politikalar oluşturma ve geliştirmenin komünist kitle çalışmasını ilerletmek bakımından taşıdığı rolden hareketle Merkez Komitesi'ni, bu alandaki hata ve yetersizliklerimizi gidermekle görevlendirdi. Genel Konferansımız, örgütümüz tarihinde ilk kez demokratik bir tarzda önderlik organını seçti ve Merkez Komitesi'ni Genel Konferansımızın aldığı kararlar, verdiği direktifler ışığında yönetmekle görevlendirdi. Genel Konferansımız, başta AEP olmak üzere uluslararası komünist hareketle sosyalist Anavatan Arnavutluk'la proleter enternasyonalist birlik ve dayanışma içinde olduğunu vurguladı. Örgütümüzün uluslararası komünist hareketin bir parçası olduğunu, uluslararası komünist hareketle yakın ve kopmaz bağlar kurmanın özel önemi üzerinde durarak, bu görevi yerine getirmek için Merkez Komite sini görevlendirdi. Yanı sıra, Genel Konferansımız, dünya proletaryası ve ezilen halkların ulusal ve toplumsal kurtuluş savaşımlarının yanında olduğunu bir kez daha ilan etti.
|
(2814 okuma)
(Devamı... )
|
DEPREMDE HEP YOKSULLAR ÖLÜYOR

Elazığ'ın Karakoçan İlçesi’ne bağlı Başyurt beldesinde, 6,0 büyüklüğünde, 5 kilometre derinlikte bir deprem meydana geldi. Deprem Elazığ'a 21 km uzaklıkta gerçekleşti. Depremde şu ana kadar 51 kişi yaşamını yitirdi, yüze yakın kişi de yaralandı. 52 kişinin ölümüne yol açan deprem Türkiye halkının doğal felaketler karşısında kaderine terk edildiğini ve burjuva kapitalist sistemin emekçilere sömürmek dışında bir değer vermediğini . Depremin ardından açıklama yapan hükümet yetkilileri her zamanki gibi devlet ve hükümet yapması gereken önlemleri bir yana iterek “vatandaşı tedbir almaya” çağırdılar. Başbakan Erdoğan, “kerpiç evlerin faturasının” ödendiğini söylerken nasıl bir arsızlık içinde olduğu gibi , İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş olası İstanbul depreminin ölü sayısını bile açıklıyordu. Araştırmaların ortaya koyduğu veriler, özellikle büyük kentlerde halkın kendilerine mezar olabilecek evlerde yaşamaya mahkum edildiğini gösteriyor. Sadece İstanbul’da yüz binlerce insanın bu şekilde yaşadığı belirtiliyor. Devletin halkın sağlıklı ve güvenli konutlarda oturma sorumluluğunu göz ardı eden devlet ve hükümet yetkilileri, halkı uyarmakla yetinirken, parası olmayan yoksul halkın güçlendiremedikleri yada yenileyemedikleri binalarda oturmayı sürdürüyor ve yaşamlarını Allaha havale etmiş durumdalar. Bilindiği gibi Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 57. maddesi vatandaşların konut hakkını anayasal güvence altına alıyor. 57. maddede “ Devlet, şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut ihtiyacını karşılayacak tedbirleri alır, ayrıca toplu konut teşebbüslerini destekler” denilerek, devletin planlama yapması gerektiği ve konut ihtiyacını karşılayacak önlemleri almasını vurguluyor. Halbuki son yıllarda hız kazanan deprem araştırmalarının ortaya koyduğu sonuçlar son derece iyi bilinirken, devlet halkın sağlıklı ve güvenlikli binalarda oturması için kılını kıpırdatmayarak hayatını kurtarmak için cebinden bir kuruş çıkarmayı bile düşünmüyor. Keza verilere göre Türkiye topraklarının yüzde 66’sı 1. ve 2. derece deprem bölgeleri içinde yer alıyor, 3. ve 4. derece deprem bölgeleri de dikkate alındığında bu oran yüzde 92’ye çıkıyor. Yani veriler Türkiye’nin yaklaşık 15 milyonluk konut stokunun yüzde 40’ının depreme karşı güçlendirilmesi gerektiği aksi halde bir deprem durumunda yüz binlerce yoksulluğun öleceği biliniyor. Bu gerçekler ortada dururken ve devletin vatandaşına sağlıklı ve güvenli konutlar inşa etmekle yükümlüyken Tayyip Erdoğan diğer felaketlerde sergilediği halkı aşağılayan tavrını depremden sonra da gösterdi ve sorumluluğu üzerinden en hızlı atarak, “Şüphesiz ki, bu bölgenin yerel mimarı anlayışı kerpiç yapılanmadır. Bu kerpiç yapılanmanın da ne yazık ki tabii faturası, bedeli ağır olmuştur” diyerek, nende yoksulların yığma kerpiç evlerde oturmak ve ölüme davetiye çıkartmak durumunda kaldıklarını gizlemeye çalışarak, emekçilerin ölümünde, devletin ve AKP hükümetinin sorumluluğunu unutturmaya çalışıyor. Erdoğan, 2010 yılında hâlâ insanların kerpiç evlerde yaşamasında devletin sorumluluğuna ise hiç değinmedi. Hatırlanacağı gibi Erdoğan İstanbul'da geçtiğimiz Eylül ayında yaşanan sel felaketinden de taşan dereleri sorumlu tutmuştu.
|
(1553 okuma)
(Devamı... )
|
Ölenler dövüşerek öldüler...

19 Mart, 1973, İstanbul-Şehremini'nde, bir apartmanın zemin katında, proletaryanın yiğit, komünist yoldaşımız Ahmet Muharrem Çiçek, faşist diktatörlüğün eli kanlı katilleriyle giriştiği çarpışmada yiğitçe dövüştü ve şehit düştü. Emniyet 1. Şubenin işkenceci cellatları 19 Mart 1973 günü, İstanbul-Şehremini'nde bir apartmanın zemin katındaki bir dairede pusu kurmuşlardı. Pusuya, yoldaşlarıyla birlikte Ahmet Muharrem Çiçek yoldaş düştü. İlk anda polisler tarafından tutsak alındılar, kelepçelendiler. Muharrem yoldaşın üzerindeki bir silahı da ele geçirdi cellatlar. Ama ikinci bir silahı daha vardı ve onu bulamamışlardı. Proletaryanın devrim ve sosyalizm kavgasına katılan bu kararlı militan, yoldaşlarını da yardımıyla bulunmayan silah la, evdeki polislere ateş açtı. Bir anda neye uğradığını şaşıran, inanç yoksunu işkenceciler canlarının telaşına düştüler, kendilerini sokağa dar attılar. Bekledikleri katil timi gelene kadar da eve dönmeye cesaret edemediler. İşte bu kısa aralıktan yararlanarak, yanındakilerin arka taraftan kaçmasını sağladı Muharrem yoldaş. Ancak zaman hepsinin kaçmasına yetmemişti. İşkenceci katil polis sürüsü evi ateş altına aldılar, dört bir yandan kuşattılar. Duvarı tırmanarak kaçmaya çalışan yoldaşı Kutsiye Bozoklar, kurşunlara hedef oldu, ağır bir şekilde yaralandı. 0, yaralı yoldaşını bırakmak istemedi, yanında kalarak çarpışmaya girdi. Polis sürüsü bu arada kaçan diğer yoldaşlarını da ele geçirmişti. Muharrem yoldaş büyük bir kararlılık ve soğukkanlılıkla son kurşununa kadar polis sürüsüyle kahramanca çatıştı. Her kurşunu devrimci şiarlarla sıkıyordu. Polis sürüsü bu tek bir in sanın tek bir silahla yarattığı ateş çemberini yarmaya bile cesaret edemedi. Ne zaman ki ağır biçimde yaralı, kurşunu bitmiş durumda kaldı, katil c.ete akbabalar gibi yoldaşımıza saldırdılar. O'nu ve ağır yaralı yoldaşı Kutsiye Bozoklar'ı sürükleyerek dışarı çıkardılar, arabalarının içine fırlatıp attılar. Aldığı ağır yaralara rağmen O, düşmana sloganlarıyla, devrim davasını savunmasıyla saldırısını sürdürdü. Emniyet 1. Şubeye getirildiğinde hala yaşıyordu. Sonradan otopsi raporlarıyla da tespit edildiği gibi yoldaşımızı, işkenceci katiller beyni ne bitişik bir ateşle sıktıkları kurşunlarla katlettiler.
|
(2577 okuma)
(Devamı... )
|
|
Юu ana kadar 12851933 sayfa izlenimi aldэk. Baюlangэз: April 2005
|
|
|