Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni hakem görenlerin çatışması yaşanıyor. Müslüman, Devlet'e yaslanarak, "şeriat"a karşı çıkan, " Şer güçler"i bertaraf etme hedeflerini ilan edenlerle, Çağdaş., Atatürkçü Devlet'e yaslanarak "gerici"leri geriletmeye uğraşanlar "karşı karşıya."
"Çağdaş.", "Üniversiteli", "Türk"erkekler, kadınlar, milyonları ifade edilen sayılarla Atatürk'e başvuruyorlar. Yüreklerinin bilime ve üniversiteye feda ruhuyla dopdolu olduğunu on yıl sonra nihayet öğrendiğimiz ve YÖK'ün faşist ve gerici rektörü ve dekanlarıyla kol-kola yürüyen öğretim üyeleri ve bir kısım bürokratlar "irtica"yı Atatürke şikayet ediyorlar. Ata'nın nerede cisimlendiği "bildik şeyler" sınıfında: şu a da bu kimliğiyle DEVLET.
Generaller ve emir erleri, İslami hareketin "Devlet kurumlarını bloke etmesine" karşı çıkıyor. Faşist devlet’in şeriat tehlikesi duyarlılığını paylaşan sosyal-demokratlar ve Kemalist aydınlar ve geniş orta kesim emekçiler var Türkiye'de...
Milli Güvenlik Kurulu, Ordunun düşünce ve kaygılarının en yüksek düzeyde ifade edilen bir organ olarak ve bununla bağlantılı şekilde " Dini akımlarının faaliyetlerine" dikkat buyuruyor.
Aynı kaygıları yüreklerinde duyan ve devlet ideolojisinin bir yanının iki farklı biçimlenişini temsil eden Cumhuriyet başta olmak üzere Doğan Holdingin gazeteleri "laik cephe"de yerlerini alıyorlar. Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi, artık Şeritçılığın devlet kurumlarında önemli yer ettiğinden bahsederken , Cumhuriyet'ten İlhan Selçuk "sol-Kemalist aydınlar", bilim adamları, Cumhuriyet ordu ve bürokrasisinin güzide evlatlarının da aynı kanıda olduklarını öğreniyoruz.
İşbirlikçi tekelci sermayenin en seçkinlerinin örgütü olan TÜSİAD raporlar hazırlatıyor. Eğitimin, uzaklaştığı laik esaslara yeniden getirilmesinden ve aynı zamanda devletin laik yapısını bozucu tutumlardan vazgeçilmesi vb. çağrıları yapılıyor.
Son günlerde, "gericilik ve yobazlığa" bayrak açan bütün kesimlerden hiç biri yoktur ki, T.C. devletinin tarihsel varlığının unsuru, dayanağı, oluşturucu olmasın ya da kendisine devlette bir pay biçmesin.AKP’den bilumum şeritaçılara baktığımızda bunlar Türkçülüğü kimselere bırakmaıdklaır gibi en iyi Atatürkçü kendilerinin olduğunu tanıtlamak için yarış ediyorlar. TC devleti ile sorunları olmadığını dillendiren şeritçılar devlet yönetiminden daha fazla pay almak istiyorlar. Ordunun emir kulu gibi çalıştıkları gibi şeriatçı faşist çizgide yayın yapan vakit gazetesi devrimcileri ve Kürt yurtseverlerini gambalamaktan ve generalelre daha fazla katliam
Öte yandan, "devlet ve toplumdaki şer Kemalist güçlere" verip veriştiren İslami akımlardan hiç biri yoktur ki devletin güvenli kanatları altında gelişmiş ve nemalanmış olmasın. O halde bu çatışma niçin?
Bu, ilk elde, son 30 yılın İslami politikasının ürünlerinin, egemen sınıf ve politik çevreler nezdinde devşirildiğinin, devlet politikasının yeni şekillenmelere gerek duyduğunun anlamı olarak yorumlanmalıdır. Bir takım sol çevrelerde yaygın olarak yapıldığı gibi, örneğin bir Generaller yada TÜSlAD ‘ın "Şeriat serzenişi", salt düzmece bir oyun ya da aldatmaca olarak görülemez. Her ne kadar Şeriatçıların devleti ele geçiriyor değerlendirmelerinde abartıcılık olsada, şeritatçıların devrim ve sosyalizm tehlikesine karşı devlet eliyle büyütülüp önlerinin açıldığı ve unutulmamalıdır.
Fakat buradan kalkarak egemen sınıf örgütleri, Ordu, üst bürokrasisi, sosyete kurumları, CHP, DSP ve Atatürk Düşünce Derneleri vb. kurumların oluşturduğu 'cephe'yi, AKP ve ittifak güçleriyle karşı karşıya getirmek, tam bir politik aymazlık ve devlete karşı mücadelenin sınırlarını AKP’nin çevresine kadar genişletmek olacaktır.
Bugün egemen sınıfların önemli bir bölümünün ve onların devlet ve partilerdeki çeşitli temsilcilerinin şeritçılığın örgütlenmeis ve yayılması karşısında gelişme karşısında rahatsız oldukları bir gerçek. CHP, bir yana değişik kesimlerin şeritçı gelişmede rahatsılzık duyan gruplar var. Ecevit’in DSP’si, zaten kuruluşundan başlayarak orta ve büyük burjuvazisinin belli bir kesiminin eğilimini yansıttığı söylenebilecek temel bir "laik söylem"le hareket ediyor.
Genel olarak devletin şu andaki kurumlaşma özelliği, İslami hareketin özellikle devlet kurumlarında gelişmesinin önlenmesi değil, daha sıkı kontrol altına alınmasını gerektiriyor. Çeşitli halk tabakaları içinde kökleşme sürecinde önemli mesafeler katetmiş olan İslami hareketin "halklaşmış" niteliğiyle devlet kurumlarında doğrudan boy göstermesinin, Generalelr ve üst bürokrasine göre de kontrol edilmesi gerekiyor. İslami eğilimin devlet katında "uygun olmayan" kanallardan temsil edilmeye gayret etmesi önlenmeli ve önü kesilmelidir. Cumhurbaşkanlığına müdahale etme sürecinde yaşandığı gibi.
İslamcilarla, son günlerde gümbürtülü bir şekilde onlara karşı çıkan "cephe"nin bir ortak paydası var: 12 Eylül'ün politik ortamına yaslanıyorlar. 12 Eylül döneminde Evren ve Özal nasıl birbirlerinden ayrılamazlarsa ve karşılıklı tamamlayıcı iseler, sözkonusu iki taraf, bu temel "ortak hat"ta birleşiyorlar ve bugun bu aynı durumu sürüdürüyorlar.
Bu aşamadan sonra, "Laik demokratik cumhuriyete sahip çıkma" adına yapılan mitinglere olumlu bakmak ve gerçek anlamda laikliğe sahip çıkma olarak değerlendirmek hiçd egerçekci olmayacaktır. Devletin bazı katlarından olumlu sinyaller aldıklarında- generalelirn fişek çakmaıs gibi- "cumhuriyet ve laiklik savunucusu" kesilenler, devleti, gidişe müdahale etmeye çağırıyorlar. Şeritçılığı devletin karşısına koyanlar görülüyor, ya da devleti kurumlarıyla "irtica yanlısı ve laik" olarak ikiye bölüyorlar. "İrtica karşıtı" Ordu ile "irtica yanlısı" Emniyet örgütü arasında bir ayrım yapılacaksa, bu, laik olanla-olmayan arasındaki bir ayrım olamaz. Laiklik karşısında bu ikisinin konumları arasında hiç bir politik fark yoktur. Tıpkı devrimci ve demokrat hareket olduğu gibi...
Laiklik karşısında AKP’lilerle TÜSİAD ve Genelkurmay arasında pek ciddiye alınacak bir politik fark yoktur. Tıpkı işçi ve emekçi halk hareketi, Kürt, İMF vb .sorunlarında olduğu gibi.
Laiklik konusuna basitçe bir ideoloji ve dünya görüşü olarak ortaçağ kaynaklı gerici din ideolojisine karşı olmak değil,dini akımlarada temel teşkil eden bir siyasla tavır alış ve nitelikten yaklaşmak gerekiyor. İlerici-gerici ayrımı,temellerini, Türkiyede yaygın olarak görülen ve Kemalist ideolojinin izlerinin kaflarında atmamaış,bir kısım solculaırn yaptığı gibi dinsel dünya görüşü ve inanca yakınlık ve ya karşılıkta bulmaz.
Günümüz Türkiyesi ve Kürdistanı'nda demokrat niteliklere sahip olmayan kesimler, laik de olamazlar. Bu önerme, dinsel ideolojiden uzaklaşmiş gerici ve faşist kesimleri kapsadığı gibi, dinsel ideoloji etkisindeyken de demokrat olunabileceğini teorik olarak içerir. Söz konusu politik ayrım noktasını yakalayamamak, sol ve hatta devrimci harekette, dinciliğe karşı Kemalistlerle "olabildiğince birleşmeye çalışmak" gerektiği gibi politik bilinç çarpıklıklarına yol açar.
Toplumu ilgilendiren her konunun oldugu gibi laiklik konusunda da " politikleştirilmesi" gerekiyor: Devlete karşı mücadele (Bu, Özal ve ANAP'la sınırlı bir mücadele anlamına gelmez). Laikliğin, tarihsel ve politik evrelerden geçerek aldığı bir anlam vardır ve bugünkü politik karşılığını demokrasi mücadelesinde bulur. Günümüz Türkiyesi'nde demokrasi mücadelesi "laikliği savunan" ordu ile "irticaya kanat geren" Özal arasında politik bir ayrım yapmayi reddeder.
Devlet güçleri dışıdaki "laiklik cephesi"nde ver alan önemli bir kesim, kendilerini egemen ideolojik-politik etkilerden kurtaramamış (resmi ideoloji olan Türk-İslam sentezinin "Türk" tarafında yer alan Kemalizmin güçlü etkileriyle sakatlanmış olan ve Batı sosyo-kültürel kalıplar içinde yaşayan modern meslek sahipleri ve aydınlardır. Bu kesim, genel olarak politik gericilikten zarar gördüğü halde, politik gericiliğin -hatta devlet kaynaklı faşizmin-"güvenli gölgesinden çıkma cesaretine sahip değildi. Kürt hareketi ve İslami hareketin az çok eşit; olarak uzağındadır. "Laiklik elden gidiyor" ve "Devletin bölünmez bütünlüğü" çığlığını yürekten atar.
12 Eylül faşist cuntası Kemalizmi yeniden diriltmeye çalıştı ve (TC'nin geleneksel devlet imajını ) savundu, ancak yeni bir tarihsel biçim vermek istedi. Bir tür popülizm, oradan İslamlaşma. Devletin resmi din yorumunda islamcıların buluşmasını istiyorlar ve göstermelik laikte buluşmayı dayatıyorlar. Aslında her iki kesimde laikliğin dinle buluşmasında rahatsızlık duymuyorlar ve devletin resmi dini islam olarak ilen ederek, daha başta devletin din ileriyle ayrışmasına ve dini kamudan çıkarıp bireysel bir olay olduğu ortadan kaldırılmaktadır.
Bu "laiklik savunucuları" bugün de üst burokrasi ve daha çok orduyla gönül bağlarını sürdürüyorlar. Kemalizmden hele hele "sol-Kemalizm"den kalkarak, yani TC devlet geleneğiyle bağları içerisinde, devletli ordu ve üst bürokrasiyle birlikte "laik cumhuriyeti" savunan kesimlerle bir arada olunamaz.
Önemli bir gelişme gösteren İslamcı hareketin Türkiye'de Devlet'le ilişkilerinin ve Kemalist olduğu için karşı olmanın sınırı ve somut ifadesidir AKP, ezici çoğunluyla radikalizmden nasibini almış ama gelinen durumda önemli ölçüde ehlileştirlmiş ve önemli karekteristiği itibarıyla “pragmatik” ve “uyumcu” olan islamcıların müslümanlığın özeti dünden Özal ve bugünde AKP’dir.
Madalyonun ter yüzünden Genelkuymaydan, MİT’te, CHP’den MHP’ye Kemalistlere kadar “ laik cephesi” var. Bunların lasizminin ortalama ve özeti Generaller, CHP, MHP’nin laikliğidir. Gerisi lafzı güzahtır.