YENİ SENDİKALAR YASASI SENDİKALARI BİTİRME YASASI
Tarih: 12.03.2007 Saat: 17:34
Konu: İşçi Memur


AB’ye üyelik bağlamında AKP hükmetinin haızrlamış olduğu aslınsa sendikaları sınıfın çıkarlarını tümden uzaklaştıran Sendikalar Yasası ile Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası’nda değişiklik öngören taslaklar, ilgi keismlers sunuldu. Birçok sendika, Çalışma Bakanlığı’na iletilmek üzere görüş ve önerisini, üyesi bulunduğu konfederasyona ulaştırdı. İşçiler arasında henüz tartışılmayan taslaklarda; sendikaları sınıfın çıkarlarını savunan mücadele örgütleri olmaktan çıkaracak, sermayeye göbekten bağlılık yaratacak yeni düzenlemeler mevcut durumda sendikaları daha geriye itmekte ve her bakımdan sınıfın sorunlarından uzaklaştıraraka sisteme daha sıkıca bağlanana işbirlikçi sendiakalr yaratılması hedeflenmektedir. yer alıyor. Bugüne kadar defalarca tartışılmaısna karşın hala düzenlenmeyen ve sürece yayıyılan 2821 Sayılı Sendikalar Yasası’nda yer alan düzenlemelerden birkaçı aslında yeni sendiakalar yasasında değişikleirn neyi amaçladığını ortaya koyuyor.
İlk olarak, 2821 Sayılı Sendikalar Yasası’nda yapılacak yasal düzenlemede sendikaların ticari işletme gibi hareket etmenin yolunu açıyor ve Avrupada olduğu gibi sendiakalaırn işveren konumuna yükslerek sisteme sıkıca bağlanması hedefleniyor. Sendikalırn her türlü ticaretle uğraşmalaırnın önündeki engellerin kaldırılması kaçınılmaz olarak sendikaların birer ticari işletme gibi davranmasının yolunu açacağından bu düzenlemeler, bir yandan işçilerin kendi örgütlerine yabancılaşmalarını hızlandırırken diğer yandan da örgüt içi ve örgütler arası dayanışmanın mevcut sınırlı olanaklarını da tümden ortadan kaldırmanın yolunu aralamış olacaktır.




Zaten altı oyulmuş, mecalsiz kalmış ve sermayenin yanında hareket etmekten geri kalmayan sendika ağaları böyle bir düzenlemeyle , ticari gelir elde etme faaliyetini örgütsel hedeflerinin başına koyacak ve sendikalarda, ücreti dolayısıyla daha yüksek aidat ödeyen işçilerle yine aynı nedenden ötürü daha düşük aidat ödeyen işçiler arasında ayrımcılığın en üst düzeye çıkması kaçınılmaz olaaktır. Kuşkusuz elde edilen gelirin, üyelerin yararına kullanılacağına dair tezler ileri sürülecek, muhtemelen büyük oranda da böyle yapılacaktır.Nitekim yasal düzenleme olmamasına karşın bir çok sendika ticaretle uğraşmakta.ötelelr vb işletmekte ve büyük gelirler elde ederek sendika ağalarının semirmelerinin yolunu açmaktadır. Fakat burada asıl sorulması gereken sorular: ‘Üye’ kavramının ayrım yapmaksızın bir bütünlük içinde tanımlanıp tanımlanma dığı ile ‘üye yararı’nın nasıl tarif edildiği olmalıdır. Bir diğer önemli sorun ise ticari kazancın nasıl elde edildiğine dairdir. Hangi türden olursa olsun ticari gelirin, emek gücü tarafından yaratılan artı değerin sanayi/hizmet kapitalisti ile tüccar kapitalist arasındaki bölüşümüne dayandığı hatırlanacak olursa; yasadaki ilgili hükmün, işçi sendikalarının bizzat artı değer sömürüsü sürecine dahil olması anlamına geldiği görülecektir.

Dahası sınıfın çıkarları için kurulmuş olan sendikalar ticarete atılarak, işletmeler açarak yada ortak olarak kendi üyelerini sömürerek kasasını dolduracak ve bunun adınada sınıfın çıkarlarını savunan örgüt denecek. Asıl sorun işte tamda burada ortaya çıkıyor. Örneğin başka işçilerin yarattığı artı değerden pay alan bir işçi sendikasının, düzenlediği eğitimlerde üyelerine emek-sermaye çatışmasının kökenini nasıl anlatacağıdır. Başka bir deyişle, kendi kurdukları ticari/üretken işletmede ücret artışına, çalışma süresinin kısaltılmasına, çalışmanın insanileşmesine -maliyet ve kar kaygılarıyla- karşı çıkmak zorunda olan sendikaların, üyelerinin sayılan hak ve çıkarlarını savunması, koruması mümkün olabilir mi? Öte yandan AB üyelik süreci, sendikaların ticarileşmesinin altyapısını hazırlamada önemli bir işlev görmektedir. AB’nin süreç üzerindeki etkisi, yalnızca Komisyon projeleri ile sınırlı da değildir. Avrupa sendikalarının ticari faaliyetlerle angajmanı uzun yıllardan beri devam ettiği ve Türkiye’nin üyelik sürecinde özellikle Avrupa sendikal hareketine rengini veren sendika ve üst federasyonlarla Türkiye sendikaları arasındaki ilişkiler daha bir yoğunluk kazanmış olduğu için Türkiye sendikalarının ticaret ve sömürü ilişkilerine bakış açısında önemli değişikliklerin yaşanması kaçınılmaz gibi görünmektedir. Avrupa’da önceleri basit eşyaların. promosyon dağıtımlarıyla başlayan üye kazanma stratejileri bugün, üyelerin borsa ve sigorta işlemlerinin düşük komisyonlar karşılığında yapılması; eğitim, hukuk, araştırma gibi sendikal faaliyet alanlarında şirket kurarak artı değer sömürüsüne başlanması gibi bir sürece evrilmiş durumdadır. Kuşkusuz, yasal değişiklikle sağlanacak böylesi bir serbestiyet, -en azından başlangıçta- bütün işçi sendikaları tarafından kullanılmayacaktır. Ancak bu sürecin tümden reddi, istisnasız bütün sendikaların sömürü ilişkilerinden uzak durmasını sağlayacak olan şey, üye tabanının yasanın ne getirip ne götüreceği konusunda emekten yana basın organları tarafından aydınlatılması olabilir. Ücretli emek öncelikle şunu bilmek zorundadır; onun çıkarları, dünyadaki diğer bütün emekçilerle aynıdır. Çünkü bireysel üretken emek ile onun bireysel işvereni arasındaki ilişki; gerçekte, bütünsel olarak işçi sınıfı ile yine bir bütün olarak kapitalist sınıf arasındaki ilişkidir. Sendikasının hangi türden olursa olsun dahil olacağı bir sömürü faaliyeti, onun ve diğer bütün işçilerin toplu pazarlık gücünü gerileteceği, işçi sınıfının kendi içinde çıkar farklılaşmalarına yol açacağı ve böylelikle emek dayanışmasını yok etmiş olacağı için yalnızca bunda zarar gören gören işçi hareketi olacaktır.
Yeni sendika tasarısının ikinci önemli değişiklik önergesi ise sendikaların, işverenlerden ve işveren kuruluşlarından bağış ve yardım almaları yasağının kaldırılması. Böyle bir girişim, ilk anda sendikaların kapitalistlerle borç bağımlılığı ilişkisi içine girlmeis anlamına gelecektir . Devletlerin borçlar konusundaki gelir elde etme faaliyetleri, kapitalizmin geliştirdiği önemli bir süreçtir. Örneğin 17 ve 18. yüzyılda devletler, askeri gücü ellerinde bulundurmalarına yetecek bir mali geliri sağlamaları koşuluyla ticari, tarımsal ve endüstriyel kapitalistlere mülkiyet hakkını tanımışlardır. Bu bağlamda bireysel kapitalistler ile onların örgütlerinin de işçi sendikalarına hiç bir karşılık, taviz beklemeden bağışta bulunacağını düşünmek mümkün değildir. Hangi alanda olursa olsun verilen bütün tavizler, tüm işçi sınıfının çıkarlarını geriletme işlevi görecektir. Söz konusu bağışlar, Avrupa’da genellikle işçi ve işveren sendikalarının ortaklaşa düzenledikleri eğitim programlarının işverenler tarafından finanse edilmesi şeklinde yaşanmaktadır.

Avrupa sendikaları, bu pratiği savunmak için ‘İşverenlerden bağış almak yanlış değildir, yaratılan bütün değerler emeğindir demiyor muyuz? O zaman işverenlerin bize sağladığı bağışlar da işçilerin parasıdır’ gibi bir söylem benimsemişlerdir. Oysa kapitalist sistemde, yaratılan değerin kime/kimlere ait olduğunun temel belirleyeni, yasalarla koruma altına alınmış olan mülk edinme hakkıdır. Kapitalist işveren, emek sömürüsünü bu hakka dayanarak gerçekleştirdiği gibi finanse ettiği eğitimi de aynı hak çerçevesinde düzenlemekte ve sendikalar, olayın bu boyutuna karşı hiçbir tez ileri sürmedikleri gibi mülkiyet hakkını da desteklemekte ve sömürye suç oratklığı yapmaktadırlar. Öte yandan sermayenin desteğiyle sağlanan bu eğitimlere dahil edilen işçi temsilcilerinden, böylesi ‘ortak’ platformlarda fikirlerini özgürce ifade etmelerinin saflık olacağı açık değilmi.Yada sermaye kendisinin temelini darbeleyecek eğitime, olanak sağalamasını beklemek kadar gerçek dışı birşey olabilirmi?

Daha da önemlisi, eğitimlerde ele alınacak konuların, işçilerin çıkarlarını doğrudan etkileyen pratikler ve olgular yerine işverenlerin hedefledikleri, sınıf işbirlkçisi, işçileri işverenin talepleriyle uyumlu hale getirmeyi amaçlayan başlıklar arasından belirlenme olacak ve sendikalar sermayenin istemlerine göre hareket eder hale getirilecekler . Bu tip durumlarda işverenler tarafından sağlanan bağışların, işçi sınıfı çıkarlarına zarar veren ve sermayenin çıkarlaırnı merkezde tutan tam bir sendikalara darbe olacağını görmemek imkansızdır. Avrupa sendikalarının, üyeleri adına gündeme getirdikleri taleplerle Avrupalı işveren örgütlerinin taleplerinin giderek aynılaşması, yukarıda işaret edilen eğilimlerin en tipik sonuçlarından sadece bir tanesidir.

Bu aynı süreç yeni sendika yasasısıyla Türkiye’ye taşınmakta ve bunun adınada sendikal hakların genişlemesi denmektedir. Aslında bazı göstermelik düzenlemeler bir yana yeni sendika yasasıyla, sendikaların tümüyle sınıfın sorunlarından uzaklaştırarak sermayeye göbekten bağımlı işbirlikçi sendikalar yaratmak hedeflenmektedir. Bu gerici yeni sendika yasasına karşı işçiler mücadele etmeden işbirlikçi sendikalar yasasını önlemek oldukça zor ve güç olacaktır.








Bu haberin geldigi yer: DHB
http://www.halkinbirligi1.net

Bu haber icin adres:
http://www.halkinbirligi1.net/modules.php?name=News&file=article&sid=803