DURUŞUMUZ DURU YÜREĞİMİZ AÇIK OLMALI
Tarih: 11.01.2007 Saat: 14:24
Konu: Gençlik Yıldızı


Bilindiği üzere duruş; insanın yaşama bakış açısının biçimini, olay ve olgulara yaklaşım tarzını ifade eder. Duruşu belirleyen temel ölçü ise, insandaki düşünsel, ruhsal ve psikolojik şekillenme ile onun dünyayı yorumlamada izlediği felsefenin rengidir. Yani doğaya yaklaşım tarzı, toplumu değişim ve dönüşümde uyarlanan felsefenin rengi ile insana bakış açısı genel olarak insanın duruşunu belirler. Göreceli yanı ret edilmese de, genel olarak duruşun ifade edilme biçimi bu temelde değerlendirilir.



Duruş, insanın yaşamdaki aynasıdır. Bu ayna sadece insanın dış görünüşünü yansıtmaz, aynı zamanda onun iç dünyasını da gözler ününe serer. Gören, izleyen, konuşan, tartışıp değerlendiren, daha da önemlisi somut yargılara ulaşan bir aynadır. Birey kendisini bu aynada görse de görmese de, o bu aynada sürekli izlenir. Sadece izlenmez, aynı zamanda onun iç dünyasında nelerin olup olmadığı da görülür. Bu anlamda birey kendini çevreye lanse ettiği gibi değil, aynada yansıdığı gibi görünür. Daha doğrusu aynadaki objektif yansıması ile değer bulur, anlam kazanır, belleklerde yer edinir.
Evet, bizim dışımızdaki insanlar yaşamımızın her karesini belleklerine kaydediyor, her davranışımızı görüyor, ruhumuzun derinliklerinde nelerin olup bittiğini an an tespit ediyorlar.


Peki siz görmüyormusunuz insanların içindeki yalın dünyayı? Onların yüzlerindeki maskenin altında orta yerde duran gerçekleri göremiyormusunuz? Örümcek tutmuş beyinlerin kıvrımlarında resmi olmayan düşünceleri algılamada zorlanıyormusunuz yoksa? Yani siz insanların var oluş DURUŞ'larını fark edemeyecek kadar kendinizden geçmiş beynamaz mısınız?


Biz görüyoruz /kendimizi/hepimizi. Her gün yaşamımızın resmi olmayan her karesini tekrar tekrar izleyerek, nasıl bir DURUŞ'a sahip olduğumuzu görüyoruz. Her gün onlarca kez tekrarladığımız sahte ve suni davranışlarımızın altındaki nedenleri biliyoruz. Resmi ile resmi olmayan düşüncelerimizin nedenini çözümleyebilecek kadar tanıyoruz kendimizi. Siz de, hepimiz de biliyoruz bütün bunları. Çünkü hepimiz aynıyız, birbirimizin kopyasıyız. Bir reklamda ifade edildiği biçimiyle "yoktur birbirimizden farkımız, çünkü Osmanlı bankasıyız. " Yani hepimiz birden fazla maskeliyiz. Gerçek düşüncelerimiz yerine daha çok resmi düşüncelerimizin kılavuzluğunda yürüyoruz. İnanmadığımız şeylere inandığımız gibi görünüyoruz. Güzel olmayana bile bile güzel, güzel olana da bile bile çirkin diyoruz. Doğruları yalan, yalanları doğru görüyoruz çoğu zaman. Nefret edilmesi gerekenden nefret etmiyor, sevilmesi gerekeni sevmiyoruz gönül rahatlığıyla. Hoşumuza gitmeyenden hoşlanıyor, hoşumuza gidenden hoşlanmıyoruz kendi isteğimizle. Sevinmiyoruz ama sevinir gibi yapıyoruz çoğu zaman. Bazen ağlamamız gereken yerde gülüyor, gülmemiz gereken yerde ağlıyoruz. Bazen nefret ettiğimiz bir davranıştan, bir duruştan, hatta bir kişilikten bile hoşlanıyor gibi bir tablo çiziyoruz. Doğrulara dikkat çeken, gerçeklerin altını kalın bir biçimde çizen işaret parmağını görmezlikten geliyor, başparmağın büyük ve birazcık uzun oluşundan dolayı onu alabildiğince abartmaya çalışıyoruz. Çoğu zaman fazla düşünüp tartmadan, doğrunun terazisine vurmadan, avuçlarımız kanarcasına alkış tutarız bir konuşmacının konuşmasını. Oysa konuşmanın içeriği değildir, genellikle konuşmayı yapan kişinin etiketidir alkışladığımız. Bizim için içerik, doğrular, gerçekler önemini yitiriyor çoğu zaman. Ön plana çıkan yalanların yalın bir biçimde ifade edilmesi oluyor. Çünkü o anlarda yalana ihtiyaç duyduğumuz, yılanla sarmaş dolaş yatmaya gereksinim duyduğumuz anlardır. Çünkü o anlarda eski maskelerimizin üzerine yeni maskeler geçirdiğimiz anlardır.


Peki neden böyle yapıyoruz? Çünkü bilelim ya da bilmeyelim, farkında olalım ya da olmayalım biz yaşamı yaşamak istediğimiz, doğruları bildiğimiz, gerçekleri öğrendiğimiz gibi değil, başkalarının istediği yaşamı yaşamaya, bildiğini bilmeye, öğrendiğini öğrenmeye çalıştığımız içindir. Çünkü biz biz değil, başkasıyız. Biz kendimiz değil, kendimizin dışındakiyiz. Biz biz olmadığımızdan, doğal olarak başkasının taşıyıcısıyız. Başkasının taşıyıcısı olanlar başkasının ya yalancısı ya da doğrucusu olurlar. Yani biz her halukarda maskeliyiz. Bazen bir bazen iki, bazen de onlarca maske takarız yüzümüze.
Neden böyleyiz? Çünkü düşünce yoksunuyuz. Bir anlamda çağdaş köleyiz. Kendine güvenmeyen, kendine inanmayan, güvendiği, inandığı zaman da kendini ifade edemeyecek kadar "düşünce korkağı"yız.


Düşünce korkaklığının altında kulluk kültürü, yalana, yanlışa, istismar ve tasarrufçuluğa karşı "evet efendim"cilik kişiliği yatar. Bu kültür ve kişilikte düşünce berraklığı, ruhsal bütünlük, irade keskinliği, adalet duygusu alabildiğince zayıftır.
Biz bu kültür ve kişiliğin mayasından yoğrulmuş yığınlar topluluğuyuz. Bu nedenle düşünce ketumuyuz, adalet ve irade yoksunuyuz. Ruhsal parçalanmışlığın derinliğinde hep içe dönük yol alan yolcularız.


Evet, ne yazık ki bizler, yani insan olarak adlandırılan bizler böylesi bir "DURUŞ"a sahibiz.
En gelişkin, en özgür, en adaletli olanımızın "DURUŞU" bile duruş değildir.
Gerçekten de yeni "DURUŞ"a ihtiyaç vardır. Düşüncede berrak, yürüyüşte sağlam, iç dünyalarda fırtınaları estiren, sevgiyi yüreklerde demleyen, adalet duygusuyla yoğrulan, özgür, ama gerçekten özgür, yaşamın öznesi olan bir "DURUŞ" a ihtiyaç vardır. Yani maskesi, yalanı-dolanı olmayan, yalın, temiz, alnı açık başı dik, cesur yürekli yüzlere. Gereksinimmimiz vardır. Durşun güzel ve yaşam sevincin büyük olsun. Sevgiyle ve umutla kal, kendi gücüne ve topluma olan güvenini kırbaçlaki bütün umutsuzluklar yok olsun ve yenilmez dostluklar yeşersin gelecek yaşanılacak bir dünya için.







Bu haberin geldigi yer: DHB
http://www.halkinbirligi1.net

Bu haber icin adres:
http://www.halkinbirligi1.net/modules.php?name=News&file=article&sid=719