
Bizim Frida!
Tarih: 11.07.2006 Saat: 15:16 Konu: Kültür Sanat
Frida Kahlo doğallığıyla sevdayı, geceleri aydınlatan, güzelliği ve sığdırdığı bir bilge ressamdı. Resim tuvalleri varlığıydı. Boş bir tuval, boş bir yaşamdı. Ve yaşamın altını çizecek o kadar çok durum vardı ki; Frida, karşılaştığı her boş tuvali dopdolu anlamlarla yükledi. Etrafını saran buhranlı mitoloji, sekteye uğramayan yaratıcılığını özgünlüğün baş döndürücü yüksekliğine doğru hızla kanatlandırdı ve onu yarı Tanrıça yarı insan şeklinde nitelendirebileceğimiz var oluşuyla kadın neslini tüm görkemiyle simgeleyen bir ikona dönüştürdü. Kendi yaşam kaynağından fışkıran oto portreleri, tanımlaması defalarca kez yapılmaya çalışılmış “Acı”nın taçlandırılmış bir anlatımı olarak gösterildi. Hayat kadar, aşkın da hakkını verdi. Sevdi, sevildi; süründü, süründürdü; terk etti, terk edildi. Başka hangi kadın aşkın ve hayatın hakkını bu kadar verebilir? Eva Peron? Hayır! Marlın Monroe? Kesinlikle hayır! Lady Diana? Şaka! Meryem Ana? Kendini başkalarının üzerinden varlı yan biri! Havva Ana? Mistik!
Yaşam Frida’yla haberi olmadan bir anlaşma yapmıştı sanki: “Acını al, resmini yap” Altı yaşında bedenini ziyaret ederek bacağına öpücüğü konduruveren felç, bu trajik ve romantik anlaşmanın ilk hatırlatıcısıdır. Daha altı yaşındaki bu ani hatırlatma, belki de sanatçı olarak doğduğunun bir işaretiydi. Benzerine ancak arkaik bir tragedyada rastlanabilecek kaderinin rotasında, hiç şikâyet etmeden yürümeye başladı. Gür ve kapkara kaşları onu diğer insanlardan ayırtıyor, farklı bir kadere sahip olduğunu simgeliyordu sanki. Trajedinin kazandığı en büyük ivme bir otobüsün tramvayla çarpışma anıydı. Demir bir kazığın sol kalçasından girip kadınlık organından çıkması, ancak bir tragedya kahramanının başına gelebilecek bir lanetle kıyaslanabilirdi. Tıpkı gerçeği görmekte zorlanan Oidipus’un, trajedisini son kertede fark etmesinin ardından gözlerini oyması gibi. Frida da gözlerini oyan Oidipus’a benzeyen bir diyet ödedi ve doğurganlığını feda etti. Ancak bu trajik feda, bambaşka bir doğurganlığın da habercisiydi. Frida Kahlo, acının çarmıhını tırmaladı. Yatakta geçirdiği hareketsiz günler hayal gücünü korkunç bir faaliyete geçirdi. Çaresizce uzandığı yatağında, tavanlara yerleştirilen aynalara bakarak geçti ömrünün büyük bir kısmı. Yansıyan, yalnızca kendisinin görebileceği en karanlık anlamlarla donatılmış bir acının zenginliğiydi. Henry Ford Hospital adlı resminde o aynadan fışkıran düşünceler, yaşadığı çok katmanlı acının en açık ifadesiydi. Bir cenin, neredeyse bir yatağın altına konmuş pembe orkide, bir mengene, kırık bir leğen kemiği ve bir salyangoz. Kaybedilmiş çocuk, ertelenmiş cinsellik, iç burkan acı, kırılıp dökülmüş bir beden, sinir bozucu bir yavaşlıkla ilerleyen acı dolu günler. Bir yatağın içinden fışkıran gerçeküstü anlatıma sahip tablonun simgesel elemanları, çarmıha çakılmış bir kaderin eteklerinden dökülen anlamlı taşlardı. Acı ve aşk -olması gerektiği gibi- kol kola yürüyordu Frida’nın hayatında. Çalkantılı bir aşk yaşadığı, “Duvarların dili” Diego Rivera ile olan fırtınalı beraberliği yaratıcılığını körükleyen bir başka etkendi. Zaman zaman başına gelen kazayla kıyaslanabilecek bir felaket olarak nitelendirse de, iki kere evlendiği Rivera’yla olan birlikteliği sanat yaşamına yön verdi. Rivera, Frida Kahlo’nun hayatında bir kılavuzdu. İlerleyen yıllarda çatırtıya uğrasa da; politik, sanatsal ve seksüel alanlarda göz kamaştıran devrimci çizgisini birinci elden etkileyen bir ilişkiydi bu. Hayatının başlangıcından evreni tarifine kadar her şeyi Diego ile özdeşleştirmesi bunun en büyük kanıtıydı. Diego, onun için hayatının duvarlarına resmedilmiş bir kaderdi. Rus devrimci Troçki ile yaşadığı kısa süreli aşk ise bir maceradan öteye gitmedi. Onun sürgün sakalları boya kutularına sokup çıkardığı fırçasının tüylerinden farksızdı. Mutsuzluğa o kadar alışmıştı ki, onunla kol kola girip dolaşır gibiydi. Hayatı boyunca onu yalnız bırakmayan yegâne şey mutsuzluktu. Fırsat buldukça mutsuzluğun resmini yaptı. Mutluluğun resmini yapmak belki zordu ama mutsuzluğun resmini yapmak özellikle bir kadın için fazla cesaret gerektiriyordu. Mutsuzluk değişik renklerde, değişik kılıklardaydı ama hep aynı yerde duruyordu; bir kol mesafesi yakınında. Cinsel anlamda kendi cinsine de yönelerek bambaşka haz iklimlerinin de havasını hissetmekten geri kalmadı. Kendini açığa vuran eşcinselliği aslında kendine duyduğu hayranlığında bir ifadesiydi. Bedeni ve ruhu paramparça olsa da, o bu dağınıklıktan yepyeni anlamlar çıkardı. Kadın kimliğinin sınırlarını tartışmaya açtı. Her tablosu, aslında kaderinin bedensel olarak sınırladığı kadınlığının bambaşka bir kaynaktan, farklı bir biçimde fışkırmasına yol açtı. Frida’nın yaşamı ve yaratıcılığı, feministlerin kendilerini ifade ederken ortaya attıkları en somut ve güçlü tezlerden biri oldu. Zamanı geldiğinde silah deposunda silah dağıtan birisidir Frida Kahlo. Çıkış yolunun güzel olacağını ve asla geri dönmeyeceğini umuyordu ama döndü. Özetle Frida Kahlo, sınırlarını sorgulayıp aşan kadınların öncüsü, boyalarla çizilmiş uçsuz bucaksız bir aşk coğrafyasının hâkimi.
|
|