İKTİDARSIZLIĞIN TEORİSİ YADA KAPİTALİZMİN KUTSANMASI OLARAK ANARŞİZM
Tarih: 08.06.2006 Saat: 12:08 Konu: Dünden Bugüne
Anarşistlerin, Sosyal-Demokratlara karşı "Suçlama"larının temeli olan iki noktadır bu. Anarşist Baylar tarafından ileri sürülen bu "suçlama"nın herhangi bir temeli var mıdır? Biz, bu konu ile ilgili olarak, anarşistlerin söyledikleri her şeyin, ya bir aptallık sonucu, ya da alçakça bir iftira olduğunu iddia ediyoruz. İşte gerçekler. Karl Marx'ın ta 1846'da dediği gibi: "İşçi sınıfı, gelişim çizgisinde, eski burjuva toplumun yerine, sınıfları ve onların düşmanlıklarını ayıklayıp atacak bir birlik koyacak ve artık politik güç diye adlandırılacak olan şey olmayacaktır. “ Bir yıl sonra, Marks ve Engels, aynı fikri, Komünist Manifesto' da ifade ettiler. 1887'de Engels, "Devletin, kendini, bir tüm olarak toplumun gerçek temsilcisi sayması, -toplum adına üretim araçlarının sahipliğini alarak- aynı zamanda, onun, devlet olarak en son bağımsız işidir. Toplumsal ilişkilere devlet müdahalesi, birer birer, her alanda gereksiz hale gelir ve daha sonra kendini tüketir. Devlet 'ortadan kaldırılmamıştır', çözülüp yok olmuştur." diye yazıyordu.
1884'te aynı Engels, "Bu nedenle, devlet, ta sonsuzluktan beri vardı denemez. Hiç bir devlet veya devlet gücü kavramına sahip olmayan, devletsiz yürüyebilen toplumlar olmuştur. Toplumun sınıflara ayrılmasını zorunlu kılan iktisadi gelişmenin belli bir aşamasında devlet de bir zorunluluk oldu. ... Şimdi, üretimin gelişmesinde, bu sınıfların varlığının, sadece zorunluluk olmaktan çıkmakla kalmayıp, aynı zamanda da, üretim için kesin bir engel haline geldikleri bir döneme hızla yaklaşıyoruz. Bu sınıflar, bir zamanlar nasıl doğdularsa, aynı biçimde kaçınılmaz olarak, yok olacaklardır Devlet de, kaçınılmaz olarak, onlarla birlikte yok olur. Üreticilerin özgür ve eşit birliği temeli üzerinde, üretimi yeniden örgütleyen toplum, bütün devlet mekanizmasını, o zaman, layık olduğu yere atacaktır - eski eserler müzesine, çıkrık ve tunç baltanın yanına" (İtalikler bana ait [J. St.] ) diye yazıyordu…(Burada J. St. kısaltmalarının dışında Stalin, Stalin imzasını almadan önce, 1912'lere kadar, Koba, Ko. ve ya K. imzalarını kullanmıştır. DHB) Engels, aynı şeyi, 1891'de tekrarladı. Gördüğünüz gibi, Sosyal-Demokratların düşüncesinde, sosyalist toplum içersinde, bakanlarıyla, valileriyle, jandarmasıyla, polis ve askeriyle devlet, siyasi güç denilen şey için yer bulamayacak olan bir toplumdur Devletin varlığının en son evresi, proletaryanın, burjuvazinin nihai yıkımı için, siyası gücü ele geçireceği ve kendi yönetimini (diktatörlüğünü) kuracağı zaman, sosyalist devrim dönemi olacaktır Ama burjuvazi ortadan kaldırıldığı zaman, sınıflar ortadan kaldırıldığı zaman, sosyalizm iyiden iyiye yerleştiği zaman, herhangi bir siyasi güce gerek kalmayacak ve devlet denilen şey tarih alanına çekilecektir Gördüğünüz gibi, anarşistlerin yukarda belirtilmiş olan "suçlamaları", temelden tümüyle yoksun tam bir dedikodudur. "Suçlama"nın ikinci noktası açısından Karl Marks, bununla ilgili olarak şunları söylüyor "Komünist [yani sosyalist [J. St.] toplumun daha yüksek bir aşamasında, işbölümü altındaki bireyin kölece boyun eğmesi ve bununla birlikte kafa ve kol emeği arasındaki antitez yok olduktan sonra; emek, yaşamın basit bir aracı halinden [çıkıp] yaşamın bizzat temel bir zorunluluğu haline geldikten sonra üretici güçler de bireyin her yönden gelişmesiyle artıktan sonra... Ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufku tümüyle arkada bırakılabilir ve toplum, bayrağının üzerine şunları yazabilir: herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmelerine göre” Gördüğünüz gibi, Marx'ın düşüncesinde, komünist (yani sosyalist) toplumun daha yüksek aşaması, işbölümünün "kirli" ve "temiz" ve kafa ve kol emeği arasındaki ayırımın tümüyle ortadan kalkacağı, işin eşit ve toplumda herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre, gerçek komünist ilkenin yerleşeceği bir istem olacaktır. Burada ücretli işin yeri yoktur. Görülüyor ki, bu "Suçlama" da temelden yoksundur. İki şeyden biri: ya Anarşist Baylar, Marks ve Engel'in yukarda belirtilen eserlerini hiç görmemişlerdir ve söylentilere dayanarak "Eleştiri"ye kendilerini kaptırmışlardır; ya da bunlar, Marks ve Engels'in bu eserlerini biliyorlar ve açıkça yalan söylüyorlar. Birinci "Suçlama"nın yazgısı böyledir. Anarşistlerin ikinci "Suçlaması", Sosyal-Demokratların devrimci olduklarını görmezlikten gelmeleridir. Sizler devrimci değilsiniz, sizler şiddet devrimini reddedersiniz, siz sosyalizmi yalnızca oy pusulaları yoluyla kurmak istiyorsunuz, diyorlar Anarşist Baylar. Şuna kulak verin: "Sosyal-Demokratlar... "Devrim", "Devrimci mücadele", "Elde silah dövüş" sözlerini tekrarlamaktan hoşlanırlar. ... Ama eğer siz, bütün iyi niyetinizle, onlardan silah isteyecek olsanız, onlar, size büyük bir ciddiyetle seçimlerde kullanmak için oy pusulası uzatacaklardır." "Devrimciler için uygun olan taktiklerin, yalnızca, kapitalizme, kurulu iktidara ve mevcut burjuva sisteminin tümüne bağlılık yemini ile barışçı ve legal parlamentarizm olduğunu” iddia etmektedirler. Tabii ki, Gürcü anarşistler de, hatta daha da büyük bir güvenle aynı şeyi söylüyorlar. Örneğin, aşağıdaki sözlerin sahibi, Bâton'u alalım. "Sosyal-Demokrasinin tümü... Açıkça, tüfeklerin ve silahların yardımıyla savaşmanın bir burjuva devrim yöntemi olduğunu, partilerin yalnızca oy pusulaları, yalnızca genel seçimler aracılığıyla iktidarı ele geçirebileceğini ve sonra da parlamenter çoğunluk ve yasama yoluyla toplumu yeniden örgütleyeceğini iddia ediyor.” Anarşist Bayların marksizm için söyledikleri işte budur. Bu "Suçlama"nın hiç bir temeli var mıdır? Biz, burada da, anarşistlerin, cehaletlerini ve hırslarını iftira ile açığa vurduklarını iddia ediyoruz. İşte gerçekler: Daha 1847'nin sonlarında Karl Marks ve Friedrich Engels, şöyle yazıyordu: "Komünistler görüşlerini ve amaçlarını gizlemeye tenezzül etmezler. Amaçlarına, ancak bütün mevcut toplumsal koşulların zorla devrilmesiyle ulaşılabileceğini açıkça ilan ederler. Bırakın, egemen sınıflar, bir komünist devrimiyle titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur. Ama kazanacakları bir dünya vardır. Dünyanın bütün işçileri, birleşiniz!” (İtalikler benimdir. [J. St.] ) 1850'de, Almanya'da yeni bir patlama bekleyen Karl Marks, o zamanki Alman yoldaşlara, şunları yazıyordu: "Silahlar ve cephaneler hiç bir bahane ile teslim edilmemelidir. ... İşçiler, kendilerini, bir kumandana... .ve bir genelkurmaya sahip bir proletarya muhafızı halinde bağımsız olarak örgütlemelidirler. ..." Ve bunu "Gelecekteki ayaklanma sırasında ve sonrasında göz önünde bulundurmanız gerekir". (İtalikler benimdir. [J. St.]) 1851-52'de Marks ve Engels, şöyle yazıyordu: "Ayaklanmaya bir kere başlanınca, en büyük kararlılıkla ve saldırı durumunda hareket edilir. Savunma her silahlı ayaklanmanın ölümüdür. Düşmanlarınızı, güçleri dağılmışken şaşırtın, küçük de olsa her gün yeni başarılar hazırlayın. ... Düşmanlarınızı, size karşı güçlerini toplayamadan geri çekilmeye zorlayın; bugüne kadar bilinen en büyük devrimci siyaset ustası Danton'un dediği gibi: l'audace, de l' audace, encore de l'audace!" Sanırız, burada, "Oy pusulalarının" ötesinde bir şey kastediliyor. Nihayet, Paris Komününün tarihini hatırlayınız. Paris'teki zaferle yetinen ve Versailles'a, karşı-devrimin bu fesat yuvasına saldırmaktan kaçınan Komünün nasıl barışçı bir biçimde hareket ettiğini hatırlayınız. O zamanlar Marx'ın ne dediğini bilir misiniz? Paris işçilerinin oy sandığı başına gitmesi için çağrıda mı bulunmuştu? Paris işçilerinin uysallığını onaylamış mıydı (Paris'in tümü, işçilerin elindeydi), yenilen Versailles'a karşı gösterdikleri iyi niyeti onaylamış mıydı? Marks'ın söylediklerini dinleyin: "Ne [büyük bir] esneklik, ne [büyük bir] özveri yeteneği [var] bu Parislilerde! Altı aylık açlıktan sonra... Prusya süngülerinin altında ayaklanıyorlar. Tarihte böyle bir büyüklüğün örneği yoktur. Eğer yenilirlerse, kabahat, yalnızca "iyi niyetlerinde" olacak. Önce Vinoy, sonra da Paris Ulusal Muhafızının gerici kesimi, geri çekildikten sonra, derhal Versailles'a yürümeleri gerekirdi. [italikler benimdir. [J. St.] Vicdani nedenler yüzünden, en uygun an kaçırıldı. Sanki haylaz garabet Thiers, Paris'i silahsızlandırmaya kalkışmasıyla, iç savaşı başlatmamış gibi, iç savaşı başlatmak istemediler." İşte Karl Marks ve Friedrich Engels böyle düşündüler, böyle davrandılar. İşte Sosyal-Demokratlar böyle düşünür, böyle davranır. Ama anarşistler tekrarlamaya devam ediyorlar: Marks ve Engels ve onların izleyicileri yalnızca oylarla ilgileniyorlar - şiddet kullanılan devrimci eylemi reddediyorlar. Gördüğünüz gibi, bu "suçlama" da, anarşistlerin, marksizmin özü konusundaki cehaletlerini açığa vuran bir iftiradır. İşte ikinci "suçlama"nın da sonu bu. ANARŞİZM: BİR BURJUVA BİREYCİLİĞİDİR İşçi sınıfının tarihsel olarak ilk başarılı iktidar deneyimi olan Sovyet Devrimi’nin mimarı Vilademir İliç Lenin’de tıpkı Karl Marks ve Frederich Engels gibi bir burjuva akım olan Anarşizm ile ciddi bir savaş vererek teorisini olgunlaştırıyor. Lenin yoldaş bakın bu konuda neler diyor: “… I. Anarşizm, 1866’dan bu yana sömürüye karşı genel sözlerden başka hiçbir şey ortaya koymadı. Bu sözler ise 2000 yılı aşkın bir zamandan beri kullanıla gelmektedir. Eksiği: a) Sömürünün nedenlerinin kavranması, b) Toplumun, sosyalizme götüren gelişmesinin kavranması, c) Sosyalizmin gerçekleşmesinin yaratıcı gücü olarak sınıf savaşımının kavranmasıdır. II. Sömürünün nedenlerinin kavranması. Özel mülkiyet, meta ekonomisinin temeli. Üretim araçlarının toplumsal mülkiyeti. Anarşizm, tersine, bir burjuva bireyciliğidir. Bireycilik Anarşizmin felsefi temelidir. İktidarın birleşme ve örgütlenme gücünün yadsınması. III. Toplumun gelişmesinin –büyük üretimin rolü– kapitalizmin sosyalizme dönüşmesinin kavranması. (Anarşizm umutsuzluğun sonucudur. Şaşkın aydının ya da baldırı çıplağın zihniyeti, ama proleterlerin değil.) IV. Proletaryanın sınıf savaşımının anlaşılmaması. Burjuva toplumda siyasetin saçma yadsınması. İşçilerin örgütlenmesinin ve eğitimin rolünün kavranamaması. V. Her türlü politikayı reddetme görünümüyle, işçi sınıfının burjuva siyasetine boyun eğmesi…” (Age, Syf. 229–230) Totaliterizm eleştirisi üzerinden yapılan devlet düşmanlığı, hareketin içindeki çeşitli gruplar tarafından üzerinde en çok fikir birliği sağlanan konudur. Üçüncü dünya ülkelerini devletsiz bırakmayı hedefleyen küreselleşme politikalarına karşı alternatif küreselleşmeyi savunan bu gruplar, ezilen ülke halklarının iktidar perspektifli her türlü mücadelesine düşmanca bakmakta ve kendi projelerini engelleyici görmektedir. Bu görüşün aydınları da meseleyi farklı noktadan alsalar da bizim gibi ülkelere nihai olarak Anarşizmi sunmaktadır. Ezilen dünya ülkelerinin bir araya gelip kendi çıkarlarını savunmalarıyla mümkün olur. Azgelişmiş ülkelerin kalkınması ise ancak kalkınmayı isteyen halk kesimlerinin iktidarı ele geçirmesiyle olanaklıdır. –devam edecek- BÜTÜN FİKİRLERİYLE GERÇEĞİN DIŞINDA Küresel sistemin efendileri, kurucu olamayan sözde yıkıcılar besliyor ve kışkırtıyorlar. Sistemin ihtiyacı, muhalif güçleri devrim yapacak kuruculardan uzak tutmak ve başıbozuk yıkıcılık, her zaman sistemin sigortasıdır. Sistem, yıkılmazlığını onlar aracılığıyla gösterir. Onların tarihsel rolleri, sistemin toplum üzerindeki otoritesini pekiştirmektedir. Sistemin sahipleri, eğer kendilerine “meydan okuyan” sözde yıkıcılar yoksa onları yaratmak zorundadırlar. Her sistem, devrimci kurucuların önlerini kesmek için, kendi Bakunin’lerini ve Kropotkin’lerini üretmiştir. Siteme zaptiye kadar, “Sivil itaatsizlikler” de gerekir. 1980’lden sonra Eric Fromm’ların piyasaya salınması ve ÖDP gibi Anarşizm’e komşu örgütlerin kurdurulması boşuna değildir. Hiçbir doktrin, hayatın dışında kalamaz ve kalmamıştır. Anarşizm’i hayatın içine çeken, hayatını kaybetmekte olan sistemin, ölüme giden hakim sınıfıdır. Anarşizm, bütün fikirleriyle gerçeğin dışında dururken, kendisine verilen işlevle kollarından tutulup gerçeğin içine çekilir. Onun aşırı kendiliğindenciliği, sistem sahibinin aleti işlevinde hayat bulur. Anarşizm, bugün emperyalist mafyanın neo-liberal ideolojisinin bir kolu konumundadır. Artık Anarşizm, Beyaz Saray’ın soytarısıdır. SON-
|
|