MUHAMMET KARİKATÜRLERİ VE LAİKLİK- ŞERİAT ÇATIŞMASI KİME HİZMET EDİYOR
Tarih: 12.03.2006 Saat: 13:50 Konu: Politika Haber
Amerikan emperyalizmi ve müttefiki batılı güçler dünyada egemenliklerini pekiştirmek için “medeniyetler çatışması” adı altında din savaşlarını önemli bir araç olarak öne sürdüler.2001 yılında gökkübelerinin havaya uçurulması din savaşlarını yaymak ve emekçi yığınları sahte din savaşlarına yedeklemeke için önemli bir olanak yarattı.nitekim Amerikan emperyalizmini neo-faşistleri Bush ve avanesi bu gerici silahı dünya jandarmalığını pekiştirmede önemli bir fısata olarak değerlendirmekten geri kalmadı.Bir zamanalaradevrim ve sosyalzme karşı koç başı olarak kullandığı,besleyip büyüttüğü şeriatçı güçler yüz üst bırakılmaları ve egemenliklerine dokunulmaları nedeniyle ABD ile egemenlik mücadelesine tutuştular. Bu durum Hristiyan-Müslümanlar arasında bir çatışma olarak gösterilerek her iki gerici güçde işçileri ve emekçileri kendi gerici konumlarını güçlendirmede yedeklemeye çalıştılar ve çalışıyorlar.
Son olarak Danimarkada 30 Eylül 2005’de Jyllands-Posten adlı gerici ve yabancı düşmanı gazetesinde yayımlanan ve Muhammet’i bir terörist olarak gösteren karikatürlerin 10 Ocak 2006’da Norveç gazetelerinde ve 1 Şubat 2006’da Fransız, Alman, İspanyol ve İtalyan gazetelerinde yayımlanması önemli bir tartışma ve siyasal çatışmanın önünü açtı. Çok sayıda İslam ülkesinin yanısıra Müslümanların yaşadığı Batı Avrupa ülkelerinde yapılan gösteri ve eylemlerde, adıgeçen karikatürler kınanırken,güvenlik güçleriyle göstericiler arasında yer yer çatışmalar çıktı; bazı Arap ülkeleri Danimarka elçilikleri yakıldı ve Danimarka ürünlerinin boykot edilmesi çağrıları yapıldı, Danimarka elçilikleri saldırılara hedef oldu ve özellikle Afganistan’da bir dizi gösterici polis ve işgalci güçler tarafından öldürüldü ya da yaralandı. Tüm bu gelişmeler karşın, Danimarka başbakanı Hristiyan-Müslüman çatışmasını tetikleyen müslümanların son peygamberi Muhammet terörist gösteren karikatürler hakkında özür dileme yerine durumu basın özgürlüğüyle açıklayarak olayların yayılıp,genişlemesinin önünü açıcı oldu.Gerçektende Danimarka başbakanının söylemiş olduğu gibi Muhammedin karikatürlerini yayınlamak basın özgürlüğü ve laikliğin savunulmasımıydı,yoksa din savaşlarının önünü açarak emekçilerin bir birlerine düşürerek düşmanlığı körüklemekmiydi? Burjuva medyası ve Batı Avrupa tekelci sermaye iktidarları ve hükümetleri sözkonusu karikatürleri ‘basın özgürlüğü’ gerekçesinin arkasına saklanarak savunmaya çalışıyor ve bunun basının tasarrufundaki bir olay olduğunu, hükümetleri vb. bağlamayacağını ya da sorumlu kılamayacağını vb. ileri sürüyorlar. Dahası onlar, bu karikatürler etrafında gelişen kamplaşmayı barbarlık ve dinsel fanatizmle demokrasi ve laisizm arasındaki bir çatışma olarak sunmaya çalışıyorlar. Bu değerlendirmenin gerçeklerle taban tabana karşıt olduğu açıktır. Demokrasinin beşiği sayılan ABD ve Batı Avrupa’da görsel ve yazılı basının büyük tekellerin, genelkurmayların ve burjuva devlet aygıtının bir uzantısı ve ayrılmaz bir parçası olduğu onyıllardır yeterince ortaya çıkmış bulunuyor. Batı tekelci medyasının, büyük tekellerin denetiminde olduğu, onlar tarafından finanse edildiği, beslendiği ve yönlendirildiği ve dolayısıyla büyük ölçüde tek yanlı ve burjuva-sınıfsal içerikli bir yayım politikası izlediği artık hemen hemen hiç kimse için bir sır değil. Eğer Avrupa’da ve genel olarak emperyalist ülkelerde basın özgürlüğü tehdit altındaysa bu, ekonomik ve siyasal ağırlığı çok sınırlı olan İslam dünyasından ve Müslüman halklardan değil, iliğine kadar çürümüş, faşizme yönelmekte ve yeni bir dünya savaşının ateşlerini tutuşturmakta olan ABD ve onun peşinden sürüklenen Batı Avrupa tekelci burjuvazisinden kaynaklanmaktadır. Bu medya, işçileri ve diğer sömürülen emekçileri aptallaştırmak, uyuşturmak, kapitalist sömürü ve zulümden kaynaklanan gerçek sorunlardan uzak tutmak ve bu amaçla sahte gündemler yaratmakla görevlidir; onun ekran ve sayfalarında ne gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi haklarının nasıl kısıtlanmakta, kazanılmış mevzilerin nasıl kemirilmekte, bu ülkelerin nasıl adım adım faşizme sürüklenmekte olduğuna, ne de "terörizmle savaşım", "barışı koruma", "demokrasi ihracı" adına Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkeleri halklarına karşı düzenlenen yeni-sömürgeci seferlere ilişkin objektif ve dürüst bir haber ve yorum bulmak olanaklıdır. ABD-İsrail-Britanya şer ekseninin yeni bir dünya savaşı hazırlıklarına bağlı olarak, öteden beri yığınları sinsi ve açık bir biçimde ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve militarizmle zehirlemekte olan görsel ve yazılı Batı tekelci medyası giderek daha fazla Nazi Almanyası’nın propaganda bakanlığının borazanlarını andırmaya başlamaktadır. Örneğin Talibanın Buda heykelleinin havaya uçuruluşunu günlerce barbarlığın bir gsteris olarak haber yapan burjuva basını İrakta ABD işgalcileirnin kültürle zzenginlikleri nasıl yağmaladıklarını geçiştirdi.1991de gıda ambargusu nedeniyle Irakda 1 milyon insanın ölümüne yol açan batı emperyalizmini sorumluluğu unutularak kendileirni besleyip büyüttüğü Saddamın katlimaları sürekli propoganda yapılarak gerçekler teryüz edildi. Irak ve İran’ın var olmayan kitle imha silahları konusunda yıllardır yaygara koparan "özgür" Batı tekelci medyası, Ortadoğu’da –hem de yüzlerce- nükleer başlığa sahip olmakla kalmayıp, en modern konvansiyonel silahlarla tepeden tırnağa donanmış bulunan saldırgan İsrail siyonist devleti ve onun yayılmacı politikalarını, toprak gasplarını, pek çok BM kararını hiçe saymasını vb. asla eleştiri konusu yapmamaya büyük bir özen göstermektedir. Afganiztana,Irak’a demokrasi götördüğünü iddia eden emperyalistlerin aslında bu ülkeler kan ve zulüm taşıdığını,yüzbinlerce insanın sorgusuz sualsiz katledildiğini göemezden geldi,batı emperyalziminin borazanı özgür basın. Kuşkusuz bu liste çok daha fazla uzatılabilir. Ama, tekelci burjuva medyasının sahibinin sesi olduğunu, özelde burjuva demokrasisinin sahte ve ikiyüzlü karakterini ve genelde emperyalist burjuvazinin ırkçı/ yayılmacı zihniyetini bir kez daha anımsatmak için bu kadarı yeter. Aslında basın özgürlüğünü savunduklarını yalanı savurmaktan geri durmayan ABD ve Batılı Müttefiki güçler basın özgürlüğünde anladıkları kendi egemenliklerinin pekiştirilmesi ve sınıf çıkarlarına hizmet ve emekçileri aldatmaktan öteye birşey olmadığı açıktır. Kuşku yok ki bütün bunlar burjuva egemenliğinin doğal sonucudur.Komünistler , burjuva demokrasisinin feodalizme ve ortaçağcılığa kıyas bir ilerleme anlamına gelse bile aslınada bir avuç sömürücü egemen sınıfın geniş işçi ve emekçi yığınlar üzerindeki diktatörlüğünden başka bir şey olmadığını söylemişlerdir. Basımevleri ve en büyük kağıt stokları kapitalistlerin mülkiyetinde elinde kaldığı sürece burjuva kapitalist sistemde basın özgürlüğü bir aldatmacadan öteye fazla bir anlam ifade etmeyeceği açıktır. Adıgeçen karikatürleri yayımlayan Jyllands-Posten, Danimarka’da iktidarda bulunan ve başını Fogh Rasmussen’in çektiği sağcı hükümeti destekleyen neo-faşist ve yabancı düşmanı Danimarka Halk Partisi’ne yakın bir yayım organıdır. 1920’lerde ve 1930’larda İtalyan faşizmini ve Alman Nazizmini desteklediği ve 1933’te Danimarka’da bir faşist diktatörlüğün kurulmasını savunduğu bilinen Jyllands-Posten bugün de ABD yönetimine egemen olan ve neo-con (yeni muhafazakar) olarak adlandırılan neo-faşist ve Hristyan-Siyonist kliğe ve Batı Avrupa tekelci burjuvazisinin "Atlantikçi" olarak nitelenen ve "Soğuk" Savaş döneminde olduğu gibi bir ABD-Batı Avrupa blokunun kurulmasından yana olan fraksiyonlarına yakınlığıyla tanınıyor. Dolayısıyla, bu gazetenin Muhammet karikatürlerini yayımlamasının siyasal bir hedefi olduğundan kuşkulanmak için pek çok neden var. Yani bu gerici gazetenin Muhammet karikatürlerini yayımlarken bunun, ne tür tepkilere yol açabileceğini bildiğini varsaymak zorundayız. İşin ilginç yanı, bugün Müslümanları aşağılayan Batı tekelci medyasının 1920’lerde ve 1930’larda Yahudileri aşağılayan pek çok karikatüre, yazıya vb. yer vermiş ve Batı Avrupa tekelci burjuvazisinin açık ya da üstü örtülü anti-Semitizmini alkışlamış ve bu gerici akımı kitlelere aşılamaya yardım etmiş olmasıdır. Zaten anti-Semitizmin patenti de gerici Avrupa burjuvazisine ait değil midir? Kuşkusuz bütün bunlarda şaşılacak bir yan yok: Çünkü o günlerde, bugünün "demokrat" ABD ve Batı Avrupa tekelci burjuvazisi, esas olarak "Bolşevizm tehlikesi"ne karşı savaşıyor, faşizmi dünya tekelci burjuvazisinin işçi sınıfına ve sosyalizme karşı savaşımının öncü gücü olarak kabul ediyor ve bu nedenle Hitler faşizminin Yahudi halkına karşı –Siyonistlerle işbirliği içinde- körüklediği saldırgan politikayı, hatta uyguladığı jenosidi anlayışla karşılıyordu. Sahibinin sesi anti-komünist "özgür" Batı tekelci medyası da, her zaman olduğu gibi efendisinin buyruklarını yerine getiriyordu. Aslında elleri onmilyonlarca işçi ve emekçinin kanıyla lekelenmiş olan sömürgeci/ emperyalist Avrupa ve ABD burjuvazisinin ağır tarihsel suçları ve son derece kirli sicili dikkate alındığında, bugün "basın özgürlüğü" ve "demokrasi" ve Arap ve İslam halklarının fanatizmi vb. üzerine koparılan yaygaraların ne denli boş ve ikiyüzlü bir nitelik taşıdığı anlaşılır. Sadece anti-Semitizmin değil, ırkçılığın, sömürgeciliğin, köle ticaretinin, emperyalizmin, anti-komünizmin ve faşizmin öncelikle Avrupa burjuvazisinin ürünü olduğunu unutmamak gerekir.Irkçılığın,ayrımcılığın ve her türlü katliamın sorumlusu olan ABD ve Batılı Müttefiki emperyalist gerici güçleirn demokrasi,insna hakları be baısn özgürlüğü tamemn yalandır. İşte tam da bu nedenlerle, adıgeçen karikatürlerin yayımlanmasını soyut bir "basın özgürlüğü" ya da "düşünce özgürlüğü" olayı olarak ele almak ve tartışmak bütünüyle drli saçmalığııdr . Batı emperyalizminin tekelci medyasının, karikatür bunalımını, bir "basın özgürlüğü" sorunu olarak sunması ve bu konuya ilişkin tartışmanın çerçevesini bununla sınırlamaya çalışması, bir başka gerçekleri çarpıtma faaliyetinden, bir çeşit üstü örtülü sansürden ve Muhammet karikatürleriyle amaçlanan sahte siyasal kamplaşmanın ve gerici siyasal kitle seferberliğinin üstünü örtme çabasından başka bir şey değildir. Batı tekelci medyasının efendileri, bir bütün olarak İslam kavramıyla terörizm kavramı arasında bir "mantıksal bağlantı" kurulmasını, İslam dünyası halklarını "barbarlığın, dinsel fanatizmin, geriliğin ve terörün" kaynağı olarak algılanmasını sağlamaya çalışıyorlar. Onlara göre bunun başarılması, bölge ülkelerine ve halklarına karşı yapılan/ yapılacak kaba müdahalele ve işgallerin ve belki nükleer silahların da kullanılacağı emperyalist savaşların Avrupa kamuoyu tarafından sineye çekilmesini kolaylaştıracaktır. Demek ki burada, Batı Avrupa’nın, yakında İran’ı (ve belki Suriye’yi de) hedef alacak olan ABD-İsrail saldırısına katılması ve bir süredir İslam halklarına karşı yürütülmekte olan emperyalist terörist saldırıların sürdürülmesi için gereken kamuoyu desteğinin sağlanmasını hedefleyen bir psikolojik savaş operasyonuyla karşı kaşıyayız. ABD, İsrail ve Britanya’daki en gerici ve saldırgan çevrelerin Irak’tan sonra İran’ın (ve Suriye’nin) hedef alınması yolunda en az iki yıldır sürdürdükleri histerik ajitasyon, Şah rejiminin 1979’da yıkılışından bu yana hiç bir ülkeye saldırmamış olan İran’ı "bölge ve dünya için birinci tehdit" gösteren yaygaralar, ilk atom bombasını 5 ya da 10 yıl sonra yapacağı tahmin edilen bu ülkenin "nükleer ihtirasları" konusunda bir bardak suda koparılan fırtına aynı operasyonun bir parçasıdır. Aynı husus, son dönemde, İran’ın tümüyle Nükleer Silahların Yaygınlaşmasını Önleme Anlaşması’nın çerçevesi içinde, yani uluslararası burjuva hukuku bakımından meşru nükleer çalışmalarını demagojik bir üslupla mahkum etme ve bu ülkenin yasal yükümlülüklerini çiğnediği yolundaki yalanların "özgür" Batı tekelci medyasının yardımıyla daha yoğun bir biçimde piyasaya sürülmesi için de geçerlidir. Tekelci medyanın savaş davullarını çalmasına, Batı Avrupa burjuvazisinin şeflerinin giderek daha fazla tehdit kokan açıklamaları eşlik ediyor. Fransa ve Alman başbakanları “terörist saldırılara karşı gerekirse nüklere silahların bile kullanılabileceğini ve istikrarı bozmaya kalkışanlara seyirci kalınmayacağı” vb. yönlü açıklamalarda bulunmaları ,emperyalist batının nasıl bir saldırgan ve savaşkan ruh hali içinde olduğunu gösteriyor. ABD ve İsrail’in kuyruğuna takılmış ve milyonlarca insanın yaşamını yitirebileceği bir emperyalist gerici savaşın yolunu düzleme görevini üstlenmiş olan Batı Avrupa tekelci burjuvazisi, eğer işçi sınıfı,diğer emekçiler ve emperyalist savaş karşıtı güçler tarafından frenlenmezse, kan ve zulümle lekelenmiş tarihsel siciline yeni suçlar ekleyecektir.Böylesi bir emperyalistleirn kışkırttığı din savaşını durdurmak günün ivedi görevidir; bu savaş hazırlığı kaçınılmaz olarak, Batı Avrupa tekelci burjuvazisinin "kendi" işçilerinin ve diğer sömürülen emekçilerin ve bu ülkelerde yaşayan göçmen ve azınlıkların siyasal ve ekonomik mevzilerine ve kazanılmış haklarına karşı yürütmekte olduğu savaşımla elele gitmektedir. Avrupa işçi sınıfının "Başka halkları ezen bir halk özgür olamaz" sloganı uyarınca ayağa kalkmasının ve emperyalist savaşa ve faşizm tehlikesine karşı ve kendi devrimci iktidarı için kavgaya atılmasının zamanıdır.Ancak bu yolla Hristiyan-Müslüman çatışmasının önün alınarak sınıf zemini üzerinde bir devrimci savaşımın yükselmesinin önü aralanmış olacaktır.
|
|