SALDIRI YASALARINA KAŞI SEYİRCİ KALMAYALIM
Tarih: 12.03.2006 Saat: 13:44 Konu: İşçi Memur
İMF’nin direktifiyle hemen herşeyi özelleştirerek emekçilerin kazanımların ortadan kaldıran AKP Hükümeti’nin bu saldırı v ehak gaspı saldırısna karşı oratya konan tepkiler hem dağını ve hemde istenene kitlesel ve süreklilik boyutunda uzak.Sermaye ve hükümeti bu durumda güç alarak hak gaspı yasalarını çıkarmada daha rahatça hareket ediyor. Son olarak ,Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası (GSS) ile ilgili yasalar Meclis”ten geçmeyi beklerken , işçiler ve emekçiler cephesinde tepkilerin artamasına karşın,bu eylem ve tepkilerin istenen boyutta olmaması,AKP hükümetini daha rahatça hareket etmeye ve emekçileri hiçe saymaya devam etmesini sağlıyor. Bir yerde emekçilerin seyirci konumuna düşürülmesinde esas sorumlu sendiaka ağaları ve bürokratları olmuş olsada,bu uzlaşmacı ihanet çarkını kırılması için gereken devrimci bir muhalefet odağının yaratılamamış omasıda devrimci hareketin işçi ve emekçi kitleler arasında ciddiye alınacak bir etki ve bağa sahip olamadığını ve asıl sorununda burada kaynaklanmaya devam ettiğini gösteriyor.
Ancak bu tepkilerin yaygınlaşması tepkilerin artacağının bir işareti olurken, eylemlere katılanların işçi ve emekçilerin ileri kesimleriyle sınırlı kalması ise ,işçi ve emek mücadelesindeki geleneksel hastalığın, emekçilerin, hatta mücadeleden yana oaln sendikacıların ve işyerindeki temsilcilerin sendika ağaları ve bürokratlarının gözüne bakarak hareket ettiğini de,işbirlikçi burjuva sendikacılığının dışına çıkılmadığını göstermektedir.Bu nedenledir ki eylemlerin yaygınlığına karşın kitleselliğinin hükümeti caydıracak düzeye varmadığını kabul etmek gerekir. İşçi ve mekçi kitle hareketini örgütlemek amacıyla kurulmuş olan Emek Platformu ve onun çağrılarına uymaya çalışan yerel emek platformları, kimi sendika şubeleri ve şube platformları mücadelenin yaygınlaşması için saldırıların düzeyi dikkate alındığında istenen aktivite içinde oldukları söylenemez.Nitekim bu gayretler, işyerlerinde sorunun tartışılması ve işyerlerindeki işçilerin, emekçilerin ana kitlesinin mücadeleye katılmasını sağlayacak bir düzeye ulaşmamakta ve böyle bir perspektifde de hareket edilmemektedir.. Bunun için de; eylemlere katılanlar bir kaç yüz kişiyle, mitinglere katılanlar da böyle bir mücadelede kayda değer olmayan sayılarla sınırlı kalmakta ve adeta eylemler yasak savma babında göstermelik bir hal almaktadır.haliyle bu durmda patornlar ve hükümetin saldırlarda daha pervasız davranmasına zemin yaratmaktadır. İşçilerin ve sadece işçilerin de değil bütün halkın en temel haklarına saldıran böyle bir girişim karşısında mücadelenin gerektiği boyutlara varmamasının baş nedeni, Emek Platformu’nun ve işçilerin ve kamu emekçilerinin en örgütlü kesimlerinin temsilcisi olan sendikaların uzlaşmacı ve mücadeleyi en alt seviyede tutma ile sıkı bir ilişkisi vardır. Çünkü bunlar işçilerin, emekçilerin güçlerini masanın bir tarafına koyarak emkçileirn üretimden gelen gücünü hareket geçirerek hükümetin ve sermayenin ağırlıkarşısına çıkma yerine , bir tarafında patronlar, öte tarafında da sendika yöneticilerinin oturup, yığınların bu işlerle en az ilgilendiği bir masada, ”konuşarak uzlaşma”yı esas alan bir çizgi izliyorlar. Elbette Emek Platformu’nda, sendikaların ezici çoğunluğunda eskiden beri böyle bir fikir egemendir. Ama bu sefer ki somut, “Emekçilerin alanlara çıkmasına gerek yok”, “AKP’ye ve hükümete yönelik protestolar hükümetle diyaloğu zorlaştırıyor. Onun için protestoları sınırlı tutalım” demeyi açıkça propaganda etmeye kadar varmıştır. Bu yüzden de, Emek Platformu’nda yer alan birkaçı dışında konfederasyonlar ve emek örgütleri, alanlara çıkmamak için bahane üretmektedirler. Alanlara çıkmak zorunda kaldıklarında ise, yasak savmak için çıkmaktadırlar. Bunun da ötesinde konuşurken, “genel bir seferberlik ilan etmiş” gibi konuşan sendika yöneticileri iş pratiğe gelince, sendika ve konfederasyonlar arasında rekabeti öne çıkarıp, “kendi sendikası” ve “kendi konfederasyonu” davasını öne çıkararak eylem yaparken, “eyleme kitlesellik kazandırırken” bile bölücülük yasak savmacı davranmayı ihmal etmemektedir. Böyle bir sendikacılık, kendi sendikasını daha çok sevme, “düz bir işçi” için normaldir. Ama yılların sendikacıları, kendisine devrimci-demokratım diyen sendikal çevreler böyle davranırsa sınıfın, halkın taleplerine değil de kendi sendikasının günlük sıkıntılarından kalkan kararlar alırsa, hele böyle bütün bir halkı ilgilendiren konularda bunu yaparsa, bu tutum mücadelenin lehine olmaz. Şimdi tüm sendikaların, emek örgütlerinin sendikalı sendikasız, şu konfederasyon bu emek örgütü demeden tam birlik için patırolara ve hükümetin saldırlarına karşı ortak mücadele etme zamanıdır. Ancak böylesi bir mücadele çizgisine yönelinebilirse sermaye cephesinin bu en büyük saldırısı püskürtülebilir. Ama bu yönelişi sendikların başına çöreklenmiş ve görevleri sınıfı semayenin yedeği haline getirme olan sendiak ağa ve bürokratlarında beklemek elbette hayaldir. Tabandan gelen yerel platformlar, yerel emek örgütleri, işyerlerindeki temsilciler, işçilerin emekçilerin ileri unsurları işyerlerinden kalkan bir mücadeleyi örgütlemeyi esas alırlarsa bunun için adım atar, yerel olarak tam bir dayanışmaya girebilirse, görülecektir ki mücadele, ayak sürüyenleri de, işi yokuşa sürenleri de, masa başında soruna çözüm arayanlar takımını da sürükleyecek ve sınıf işbirliğini döşeminin önüde kapanacak ve saldırı dalgasına seyirci kalmaktanda çıkılarak emekçileirn gücü sermayenin karşısına dikilecektir.Elbette burada devrimci ve komünistler yine büyük görevler düşüyor,sınıfın ve emekçilerin yardımına koşmak ve onların örgütlenerek mücadelesini doğru hedeflere kanalize etmeyi başarmaktır.
|
|