TOZ DUMMAN ARASINDA LAİKLİK TARTIŞMALARI
Tarih: 12.03.2006 Saat: 12:48
Konu: Özgür Kürsü


“Ilımlı islamcı” olarak öne sürülen ve emperyalistlerinde desteğiyle hükümete taşınan AKP hükümetinin kadrolaşması ve göstermelik laikliğinde altını oynamaya yönelik uygulamaları-İmam Hatiplerin üniversiteye girişlerinin önünün açılması,YÖK’ün yeniden düzenlenmesi,Türbanın serbest Bırakılmasının sıvcak tutulamsı vb.- generaller ve ve parlementoda sözcüsü CHP aracılığıyla toplumun gündemine laiklik tartışmaları ısıtılarak yeniden yoğun bir biçimde sokuldu.Emekçileri aldatmada önemli bir silah olarak kullanılan laiklik-Şeriat tartışmaları gündem değiştirmede önemli rol oynamayı sürdüyor.Generallerin,Kemalist yazar çizer takımının,CHP ve sosyal-demokrat ,liberal solcu geçinen parti ve güçlerin iddia etmiş oldukları gibi “laik cumhuriyet “ eldenmi gidiyor yoksa devlet dininin dışına çıkmaya çalışan şeriataçlarla egemenlik savaşında emekçi yığınlar yedeklenmeye çalışılıyor.Sahte laiklik-şeriat tartışmaları gölgesinde oluşturulan gündemin peşinde sürüklenmeye ve kendi gündemlerinden uzaklaştırılmaya çalışılan kitlelirin gerçekleri görmesi için,Türkiyede laiklik üzerine tarihsel bilgileri tazelemek ve günümüzde yaşanan bu tartışmanın altındaki gerekçeleri incelemek ve açığa çıkarmak daha bir önem taşır hale gelmiştir.



Bilindiği gibi ortaçağ devletleri denilen feodal devlet örgütlenmelerinin en önemli özelliği, dinsel bağnazlıkla yönetilmeleriydi.Toplumsal hareketin evrimi içinde alt- yapıdaki kapitalist gelişmeye koşut olarak, feodal devlet yapıları, sadece feodal özellikleriyle değil, aynı zamanda dinsel yapılarıyla da ekonomik-toplumsal gelişmenin ihtiyaçlarına yanıt veremez halegeldi.İşte bu koşullarda iki önemli toplumsal eğilimin ortaya çıktığı görülür.
Birinci eğilim; gelişen burjuvazinin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek,değişik burjuva kesimlerinin de içinde kendilerini temsil edebilecekleri laik burjuva cumhuriyetleriydi ki, günümüzde bunlar yalnızca istisnalar düzeyinde varolabilmektedir. Çünkü feodal devlet yapısı, gerek otokratik yapısıyla,gerekse de dinsel özellikleriyle burjuvazinin ihtiyaçlarını karşılamaktan tamamen uzaktı. 1789 Fransız burjuva devrimi, bu eğilimin en açık ve somut ifadesi oldu.
İkinci eğilim; kapitalist gelişmeyle ortaya çıkan proletarya saflarındaki, laisizmin en tutarlı savunuculuğu yapılırken aynı zamanda dine karşı da açık tutum alan materyalist eğilim oldu.
Gelişen burjuvazi kendisi için dinsel örgütlenme istemiyordu. Ama halkı dinsel öğretiyle zehirlemeyi de asla elden bırakmıyordu. Çünkü Marks'ın deyimiyle "din halkın afyonu"ydu.İşte bu nedenIe sadece feodalizme, otokrasiye karşı değil. aynı zamanda kapitalizme, burjuvaziye karşı da savaşım vermek zorunda olan proletaryanın, bu mücadelede başarılı olabilmesi için kendini uyuşturan-kaderciliği,boyun eğmeyi ve şükretmeyi aşılayan dine karşı da açık mücadele vermesi kaçınılmazdı. Şüphesiz ki, dinin özel bir sorun olmasından dolayı, dine karşı mücadelede proletaryanın öncelikli görevi, Laisizmi en tutarlı ve kararlı bir şekilde savunmaktı.
Burada geçerken kısacada olsa proletaryanın sınıf olarak dine karşı tutumu ve özelde ise, işçi sınıfının öncü müfrezesi komünist partisinin dine karşı tutumuna kısaca değinmek gerekiyor. Oncelikle proletaryanın öncüleri olan Marksist-Leninistler burjuva laisizmden temelden ayrılırlar.En tutarlı laisizm düşüncelerine sahip komünistler için,laiklik sorunu, sınıf savaşımına göre ikincil ve öncelikli çözülmesi gereken bir sorundur. Çözümü, proletaryanın devrimci iktidarının kapısına açtığı ve sınıfsız topluma değin sürecek bu sorunda; komünistler tam "vicdan ve düşünce özgürlüğü" hakkını savunurlar. Bu ilkeye bağlı olarak da, dinin kişisel inançsal bir sorun olduğunu ve her türlü metafizik düşünce, bilinç biçimi ve boş inanç fikirlere karşı, bilimsel materyalist düşünce temelinde sistemli bir propaganda ve aydınlatma çalışması yürütüler.İnsanları bütün feodal,burjuva vb. bilimsel olmayan bilinç biçimlerine karşı,başta da insanları pençesine alarak bir afyon gibi uyuşuran dini köleleştirici bağımlılığından kurtarıp özgürleştirlemsine hizmet eder,yol gösterir.
Kapitalist gelişmenin ilerleyen zamanında,özelliklede emperyalizm çağında bütün emperyalist ülkeler,dini,devlet ve toplumsal yaşamdan çıkardılar.Bugün Fransanın anayasasında laiklik bir ilke olarak konuşulmuştur.Bazı emperyalist ülkelerin anayasa(Örnek Norveç)ve anayasal göreneklerde (örnek, İngiltere) "resmi devlet dini'' kavramı olsa da, bu, sembolik olmaktan öteye geçmez.
Dinin, devlet ve toplumsal yaşamdan soyutlanması sorunu. Gelişi güzel bir tercih sorunu değil, kapitalist ilişkilerin gelişmesinin kaçınılmaz sonucudur. Örneğin; yıllardan bu yana şeriatla yönetilen Suudi Arabistan'ın Kralı Fahd, bankacılık ve benzeri kapitalist uygulamalardan dolayı şeriatın uygulanamadığını. bu yüzden yalancı duruma düşmemek için şeriat kurallarını değiştirmeyi önermişti. Ama şeriatçı kesim, dinin günümüz ekonomik toplumsal ilişkilerini çözümlemekten uzak olduğu gerçeğini kabul etmek yerine, yalancı konuma düşmeyi göze almış ve bu tartışmadan kaçmıştır.
Bu genel yaklaşımların ardından Türkiyede bu sürecin nasıl geliştiğine geçebiliriz.Bilindiği gibi, Osmanlı imparatorluğu, dinsel-feodal bir otokrasiydi. islam dini devlet ve toplumsal yaşamın her alanında egemendi. Osmanlı imparatorluğu'nun yarı- sömürgeleşmesi ve giderek çökmesi ortamında, gelişen ticaret ve tefeci burjuvazisinin yeni bir siyasal yönetim arayışı içinde diğer kapitalist ülkelerin gelişimlerinden ayrı bir yol izlemesi olanaksızdı. "Milli Kurtuluş Savaşı" yılları. burjuvazi için siyasal ve toplumsal arayışların ortamını sağladı. 23 Nisan 1920'de kurulan TBMM; burjuvazinin ihtiyaçlarına yanıt verecek yeni bir devlet örgütlenmesinin ilk temeliydi.20 Ocak 1921'de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye (ilk Anayasa),"Yönetim biçiminin ulusun iradesine dayanan bir devlet" olması ibaresi ile henüz devlet şeklini belirsiz bıraksa da, diğer yandan "resmi devlet dini" kavramından hiç bahsetmemekle genç burjuvazinin laiklik istemlerinin ifadesi oluyordu.
"Milli Kurtuluş Savaşı' sırasında burjuvazi ile feodaller ve dini kesim arasında kurulan ittifak, burjuva cumhuriyetin kuruluş sürecindeki hesaplaşmalarla atbaşı gitti.1924'de halifeliğin kaldırılması ve yeni , Anayasa'da burjuva cumhuriyet örgütlenmesi feodallere ve dinsel kesime kabul ettirilirken, "resmi devlet dini, dini islamdır" ibaresi ile tavizler veriliyordu. Ancak giderek başta hukuk (Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Hukuk ve Ceza Yargılamaları,Usul kanunları,Ceza kanunu,İcra iflas kanunu,Ticaret Kanunu ile İdare hukuku) alanında burjuvazinin çıkarları ve gelişmesi doğrultusunda,gelişmiş emperyalit devletlerden örnek alınarak,Osmanlı zamanında uygulanan dinsel(İslam hukuku)kalıplar yırtılıp atıldı.
Yine 1924’de çıkarılan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim alanında da burjuva eğitimin temelleiri atılıyor.Böylelikle toplumsla ve siaysal yaşamda kabul etttiren burjuvazi,1928’de bir anayasa değişikliği ile “devletin dini islam’dır” ibaresini anayasadan çıkartıyor,1937’deki değişiklikle,”TC laik bir devlettir” ilkesini Anayasa hükmü haline getirdi.
Tüm bu gelişmeler de gösteriyor ki, dinsel öğretiye bağlı örgütlenmeler, burjuvazinin çıkarlarına denk düşmez. işte bu nedenle laiklik burjuvazi için mutlaka gereklidir. Burjuvazi, dini, ezdiği ve sömürdüğü halkı uyuşturmak, aptallaştırmak için kullanır. Ezilen yığınların dinle oyalanmalarını, sınıf mücadelesinden uzak kalmalarını ister. Yoksa kendisi için değil. Dini zorla okullara sokan faşist K.Evren'in dinsel gelişme kendi kontrolüden çıkıyor gibi göründüğünden dolayı onlara açık tutum alması (MSP’yi kapatması ve Erbakan ve takımına politika yasağı koyması vb.gibi) bundandır. Ve yine Türkiye'de sınıflar mücadelesi tarihi dikkatle incelenirse şu görülür: Ezilen yığınların düzene ve devlete yönelen mücadeleleri arttıkça, mezhep kavgaları kışkırtılır, ezilen yığınlar birbirine düşürülür,Kürt ulusal özgürlük hareketine karşı kontra-hizbullahın örgütlenmei, Sivas katliamı türünden katiamlara baş vurulması,sahte laiklik tartışmaları ile kitlelerin dikkatleri, enerjileri bu yollara çekilir. Ezilen kitleler kontrol altına alınmaya çalışılır. Sivas katliamında gösterdiği duyarlılığın onda birini işçi emekçi halkımızın bile, her gün köyleri, kasabaları bombalanarak katledilen Kürt halkı için göstermeyişi ilginç değil midir?
AKP hükümetinin bazı allanlarda dinsel örgütlenmelerin önünü açıcı yasal düzenlemeler gitmesi,devletin asıl sahibi olarak kendilerini addeden sahte laikçileri şeriat geliyor sözleriyle laiklik tartışmalarını yeniden alevlendirip emekçileri yedekleme çabalarını artırıcı oldu.Bir yandan devlet dinini geliştirmek adına bütçede milyarlarca YTL ayrılırken öte yandan şerit laik cumhuriyeti tehdit ediyor demek kadar iki yüzlü bir olay olamaz. Devlet resmi olarak sunni dininin toplumu sarıp sarmalaması ve dini gericiliğin etkisi altında tutulması için yoğun bir çaba gösteririken,kendi sınırlarının dışına çıkan şeriatçı güçlere yönelik operasyonlar yaparak onların boyunu kısaltmaya çalışıyor.Bunuda sistemin tamir edilmesi kitle desteğinin güçlendirimesnde önemli bir silah olarak kullanıyor.Bir yandan laik cumhuriyetten bahsediliyor öte yandan bir çok bakanlığın bütçesinden daha fazla bütçe yüzbinlik kadrosuyla Diyanet İşleri Başkanlığının emrine sunuluyor.
Sahte laiklik tatışmalrı bir yana şeriatçiıllığn önün açanın generaller olduğunu yakın tarihin sayfafalarına kısa bir göz atanlara yakınene görceklerdir.12 Eylül faşist darbesiyle açılna bu yol derinleşerek bugünlere kadar gelmiş ve politik islamcıları hükümetlere taşımıştır. İmam-hatip lisesi öğrencilerinin sayısı 1974’te 11 binden az iken, bu sayı MC hükümetleri döneminde hızla artmış ve 1978’e gelindiğinde 108 bini geçmişti. 70’li yıllarda ABD’nin Yeşil Kuşak projesinin uygulamaya konulmasıyla birlikte, Türkiye, dinsel gericiliğin devlet eliyle daha da palazlandırılıp “komünizme” karşı kullanıldığı bir ülke olacaktı.
Bugün laiklik adına,devlet dinini dayatan MGK diktatörlüğüne gelince 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle yaptıklarına gelecek olursak, bunların ilk işinin, ilk ve orta dereceli tüm okullarda zorunlu din dersi uygulamasını Anayasa maddesi haline getirmek olduğunu görürüz. Faşist Cunta ve ardılları döneminde imam-hatip liselerinin sayısında herhangi bir azaltmaya gidilmemesinin yanı sıra, bu okullarda okuyan öğrencilere tüm üniversite dallarına girebilme hakkı tanındı. MC hükümetlerinin dahi yapmadığı bu uygulama 1983 yaz başında yürürlüğe sokuldu. Bu yolun açılmasını takip eden 15 yıl içinde, imam-hatip liselerinin sayısı 376’dan 500’e çıktı. Bunun yanı sıra yabancı dilde eğitim veren Anadolu İmam-Hatip Liseleri de kuruldu.
İşte 12 Eylül generallerinin pratikleri ve etkisi devam eden cunta sürecinde uygulananlardan kimi başlıklar:
"Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi" dersi 12 Eylül'ün hemen ertesinde zorunlu hale getirilmiştir.
1982'ye kadar sadece bir tane İlahiyat Fakültesi mevcuttur. 1982'den sonra hızla artarak sayı 21'e çıkarılmıştır.
1983'te 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Yasası'nda değişikliğe gidilerek İmam Hatip Lisesi mezunlarına tüm Fakülte ve yüksekokullara girme hakkı tanınmıştır. Böylece İmam Hatip Lisesi mezunlarına bürokrasinin tüm kapıları açılmıştır.
Klasik İmam Hatip Liseleri'ne Anadolu İmam Hatip Liseleri eklenmiştir. Buralarda genel politika olduğu üzere İngilizce eğitim verilmiştir.
İmam ihtiyacının karşılanması için açıldığı iddia edilen İmam Hatip Liselerindeki öğrenci sayısındaki artış (1983-90 arası) %50'dir.
İmamlık yapması mümkün olmayan kız öğrencilerin de İmam Hatip Okulu ve liselerine alınması serbest bırakılmıştır.
1997 rakamlarıyla 107'si Anadolu İmam Hatip Lisesi, 36'sı çok programlı İmam Hatip Lisesi ve 2'si de süper İmam Hatip Lisesi olmak üzere toplam İmam Hatip Lisesi sayısı 610'dur. Öğretmen sayısı 20 bin, öğrenci sayısı 512 bindir.
1983-95 arası 72 İmam Hatip Okulu açılmış, öğrenci sayısındaki artış ise %105'dir
Türk işbirlikçi tekelci burjuvazi ve Kemalist Cumhuyet geçmişten bu yana dini gericiliği devrim ve sosyalizme karşı bir koç başı olarak kullana geldi.Bugünde bu aynı durum devam ediyor.TC devleti islam dinini devlet dini haline getirrerk ve Diayenet İşleiri Başaknlığı kanalıyla topluma empeze ederek bir yandan şeriata karşı olduğunu söylerken öte yandan islam dininin gerçek savunucusnun devlet olduğunu ortaya koymaktadır.
Öyleyse yeniden sormak gerekiyor,”bu sahte laiklik tartışmanın gizi nedir?”,diğer deyimle gizlenmek istenen gerçek nedir?Dikkat edilirse,sahte laikçiler generaller,Kemalist aydın takımı,CHP vb. parti ve kesimler “laik devlet elde gidiyor” diyerek kendi yarattıkları şeriat canavarını öne sürrerek ;bugünkü düzene ve devlete karşı çıkan ,sunni islam dininin devlet dini olarak topluma dayatılmasına ve şeratçıların ortaçağ datyatmasına hayır diyen gerçek lasizmin savunucusu olan,işçileri,emekçileri, devrimci ve komünistleri “dinsiz” olarak suçlanıp hedef tahtasına koyarak şeriatçılarla aynı kulvarda buluşuyor ve kimin daha iyi islamcı olduğu yarışı içinde bulunuyorlar.
Sonuç yerine;bugün işçi ve emekçi halkımızın dikkatlerini yoğunlaştıracağı nokta, sahte laiklik ve şeriat ikilemi tartışmaları olamaz. Dikkatlerimizi esas olarak; MGK yönetimli faşist diktatörlüğün, Kürt ulusal özgürlük mücadelesine, işçi sınıfına ve diğer emekçi kitlelere karşı açtığı ve giderek yoğunlaştırdığı topyekun kirli savaşa, bu savaş için harcanan trilyonlarca liranın bize ödettilmesine, Çocuklarımızın kirli savaşta öldürtülmesine,bizleri birbirimize düşman eden, bölen şovenizme, Özelleştirme, taşeronlaştırma ile işçi kıyımı terörünün yaygınlaştırılmasına, başta çalışma hakkımız olmak üzere, sendikal örgütlenme, grev, yürüyüş gibi en temel haklarımızın toptan yokedilmesine, Düşünceleri yayma ve örgütlenme özgürlüklerimizin silinip süpürülmesine, yoğunlaştırmalıyız.
Bizler için gerçek tehlike, Kürt ulusunun, başta siyasal devlet kurma hakkı olmak üzere, bütün ulusal haklarını ka- zanması değildir. Gerçek tehlike, MGK yönetimli faşist diktatörlüğün kendisidir ve özgürlük tutkumuzu yıllardır sömürüp faşizme peşkeş çeken başta Kemalist aydınlar ve CHP olmak üzere sosyal demokrasidir. Faşizmin politikalarından ve sosyal demokrasinin aldatmacalarından kendini kurtaramayan bir kişi,ne sahte laikçilerin aldatmasına ve nede şeriatçılığa karşı ivedi bir mücadele verebilir,ne de özgürlüklerini kazanabilir.Ilımlı islamcı tc devleti laik bir devlet olmadığı gibi inaç özgürlüğünü savunana bir devlette değildir.İslam dinini ve Sunni mezhebi resmi devlet dini ve mezhebi ilan ederek diğer din ve mezhepleri baskı altına alan bir ülkede sahte laiklik ve şerit tartışmaları emekçileri aldatma ve yedekleme amacını güttüğünü dikkate alarak devlet ve din işlerinin ayrıştığı ve inanç özgürlüğünün sağlandığı,hiç bir din ve mezhebe devlet yardımı ve korumasının yapılmadığı,dinin kişisel bir inanç sorunu olarak ele alındığı gerçek demokratik laik devrimci bir iktidar kurmak için mücadele etmeli ve sahte laiklik şeriat dayatmalarına karşı, emekçilerin devrimci iktidarı belgisini yükselterek yanıt vermeliyiz.







Bu haberin geldigi yer: DHB
http://www.halkinbirligi1.net

Bu haber icin adres:
http://www.halkinbirligi1.net/modules.php?name=News&file=article&sid=358