HER GÜN YAŞAMAK
Tarih: 15.01.2010 Saat: 16:19
Konu: Kültür Sanat


    Can ne ki, can ne ki
            Bir soluk ve bitti,
            Ama deniz gene mavi...
 R. APAK
  Zeytin ağaçlarından rengini alan sütliman deniz bir yürek çizerek koy olup sokuluyordu karaya. Kıyıdaki kayalar sıkı sıkıya sarılmış mavi, yeşil ve siyah tonda yosunlarla kaplıydı.  Çağanozlar aralarında usul usul dolaşıyorlardı. Kargıları iki yana açılmış midyeler yer yer serpilmişlerdi. Çevremiş gibi kehribar, ardıç ve defne kokuyordu. Renk renk kelebekler ve arılar vızıldayarak daldan dala uçuyor, çiçekten çiçeğe konuyordu. Cırcır böcekleri sabah şarkılarına yeni başlamışlardı.
Hava sıcaktı. Çok geçmeden insanlar denize gireceklerdi. İlerleyen saatlerde ana baba gününe dönen sahilde gülenler ve denize girme cesaretini kendinde bulamayıp üzülenler, bağırıp çağıranlar yer alacaktır. Karınca yuvasını andıran kıyıda bir motorun sesi duyulmaya başlayınca bir yandan da sandallardaki ahşap kürekler usul usul sulara dalıp çıkacaktı.
Jorge Luis Borges, ilk defa Dostoyevski okuduğunda sarsıcı etkisini anımsayarak "Her insan ilk kez denize girdiği günü ya da ilkokula başladığı zamanı hatırlar” demiş. Sanki insanlar bu sözünü bilip yerine getirmenin telaşını mı yaşamak isterler. İhtimal bir annenin “oğlum daha erken, su soğuktur girip üşütürsün sonra” demesiyle çimen o çocuk “simidim” diye karşılık verecekti. 
Yıldızlar
rüzgâr
ve su.
Başüstünde bir gemici korosu
su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor,
yıldızlar gibi
rüzgâr gibi
su gibi bir türkü.
Bir yazlığın sahibi olan Ali amcaları motorunu kayığına monte edip denize indirince öteki yandaki kamp sakinlerinin afacan çocukları bağırırlar; “Ali amca bugün bizi de gezdirin”. Kampçılar emektar Ali Bey’i yıllanmış kayıkta hiç bir zaman yalnız bırakmamıştı. Beş kişilik kayık herkese yeterdi çünkü: “Ayşe, Ayşe koş Ali Bey amca bizi sandalıyla gezdirecek”, “Yetiş Fatma abla, Mustafa abi” derken yine dolup taşar kayık. Kayıkta bacaklarını daldırıp birbirini ıslamayan yoktu. Ali bey her zamanki gibi bir şey söylemez yalnız “hadi kalkıyoruz, var mı daha gelen sandalda yer kalmadı hanım!” der. Eşi ise seslenir, “Boş ver sandal daha bomboş baksana, oturaklar doluysa yerlere otursunlar” demekle yetinir.
Emekli öğretmen Tahsin Bey de uzaktan: “Ali bey, Atıfet sandalda bana da yer var mı?” diye sorar. Tahsin Bey’e kayıkta kesinlikle yer vardır. Ve tabii köpeğine de. Adam köpeği olmadan bir yere gitmez. Hayvan herkesin içinde sandaldan sahile doğru avlayıp durdukça Ali Bey her zaman bozulur ama belli etmez. Tahsin bey’i çok sever çünkü. Fakat köpeğine yıllardır ısınamamıştır. Karısına sorarsanız çoktan almıştır kayığa köpeği. Atıfet hanım daha çok ilgileniyor onunla; “Hay ne hoş ne kadar sevimli şeysin sen, havla bakayım havla da görsünler seni: “Hav hav” (bu kısmı yazarken Beykoz’daki, Mamak çöplüğündeki çukurlara attıkları sahipsiz o köpekleri anımsadım, utanmam mı insanlığımdan; can çekişirlerken nasıl inliyorlardı kim bilir)…
 Tahsin Bey oltasını da yanında alıp getirir. Genelde balık hususunda meteliğe kurşun atar ve biraz açılınca “haydi nasip” der salar denize. Oltasına değil istavrit kaya balıkları bile vurmayınca “Sanki tanıyorlar benim oltamı!” diyerek söylenir mahdut ve makûs talihine.
  Nazım usta “Sen bakma havanın durgunluğuna derya dediğin uyur uyur uyanır” demiştir ya bir şiirinde, bulanır, onu anımsatırca gittikçe bozulunca su üzülür. Sabırsızlıkla yarını beklemeye koyulur denize giremeyenler.



                                                                                                                                                         Sıcak olduğunda bazen akşamları da denize girilir. Ayaydın geceye eşlik edince sessizlik uykuya dalan deniz fevkaladedir, yüzmenin tadı bambaşka, balık tutmak bir başka keyif işi. Gelsin istavritler, izmaritler, mezgitler. Bazen de kofana ve lüfer avı. Tahsin Bey’lerdeki neşe-i muhabbeti görsünler o zaman: “Ali bey bugün ne yaptınız yemekte. Kofana ve lüfer var yanımda, isterseniz akşam yemeğini beraber yiyelim”. İtiraz edebilir mi ki Ali Bey, karşılık verir: “Sorma yanında buz gibi karpuz da var mı?” …
  Çakırkeyif akşam sohbeti harlı ateşin başında sürer gider. Gece ateş böceklerine, yıldızlara ve karanlığa saçılan közlere kalır. Benimse “yaşam”a sunulmuş armağanım olur kıyıya vuran iki yavru zargana balığı. Onları yanıma alıp Arif Damar’a ait o güzel şiiri anımsayarak şefkatle özgürlüğe bıraktım:
Yaşamak sadece sevmektir, inan bana.
Sevmeyenler dünyamızda yaşamıyor.
Yaşamak suda, toprakta, insanlarda görünerek;
bir zeytin ağacı gibi.
Bir zeytin ağacı gibi, ne güzel
denize yakın olacaksın,
uzayan dallarında, yapraklarında ışık
ta derinlerde köklerin.
Bir zeytin ağacı gibi, bin yıl severek
yaşamak her gün...
Tamer UYSAL





Bu haberin geldigi yer: DHB
http://www.halkinbirligi1.net

Bu haber icin adres:
http://www.halkinbirligi1.net/modules.php?name=News&file=article&sid=2037