
TC DEVLETİ NE KADAR LAİK NE KADAR DEMOKRAT VE NE KADAR SOSYAL VE NE KADAR HUKU
Tarih: 07.10.2009 Saat: 19:55 Konu: Dünden Bugüne
Hemen her devlet erkanı konuşurken ilk lafzı “Türkiye Cumhuriyeti laik, sosyal, demokratik bir hukuk devletidir ve bunu yıkmaya kimsenin gücü yetmez” sözleridir. Gerçektende devlet erkanının sıklıkla tekrarlaya durduğu TC devleti iddia edildiği gibi gerçektende laik, demokratik, sosyal ve hukuk devleti mi ? Böyle bir devleti kimler yıkmaya çalışıyor? Peki yalanlar bir yana ebediyen yaşatılacağı söylenen Türkiye Cumhuriyetinin gerçekliği nedir* buna bakmak gerekiyor. İddia edile geldiği gibi TC devleti laik değildir. En kısa ifadeyle laiklik; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, din ve vicdan özgürlüğünün herkese tanınması demektir. Türkiye'de ne dinle devlet işleri birbirinden ayrıdır, ne de din ve vicdan özgürlüğü vardır. Türk burjuva devleti tek din ve tek mezhep üzerinde inşa edilmiştir. Türkiye'de devlet dini ve devlet mezhebi vardır. Diyanet İşleri Başkanlığı, bütçesi eğitim ve sağlıktan daha büyük olan ve devlet tarafından karşılanan resmi bir kurumdur. İmamlar, devletin kadrolu memurlarıdır. Cuma hutbeleri dahi devlet denetimine tabidir ve devlet memurları tarafından hazırlanır. Buna karşı milyonlarca insanın inancı olan Alevilik yok sayılmaktadır. Zorunlu din dersleri ile herkes “mecburi” olarak dini eğitime tabi tutulmakta, Sünni mezhebinden olmayanlar zorla Sünniliği temel alan dinsel eğitimden geçirilerek, milyonlarca insan üzerinde mezhepsel asimilasyon uygulanmaktadır. Laikliği tutarlı olarak savunmanın birinci ölçütü Diyanet İşleri Başkanlığı'nın lağvedilmesi ve zorunlu din derslerine derhal son verilmesidir. Bununla birlikte dinsel kurumlara yönelik her türden devlet desteği ortadan kaldırılmalı, din ve vicdan özgürlüğü kişisel bir konu haline getirilmelidir. Laiklik nutukları atanların bunların hiçbirine yanaşmadıkları açık. T.C. bir din devleti değildir, fakat Türkiye'de bir devlet dini (Sünni İslam esaslı) vardır. Bütün kavga dinin devlet kontrolü dışına çıkmasına dairdir. Bu nedenle resmi devlet dini savunucularının laikliğinin hiçbir ilerici niteliği yoktur. Aksine yoksulları dinsel baskı ve asimilasyon altında tutmanın resmiyet dahilinde olmasını istemektedirler. Zorunlu din derslerini koyanların, imam-hatip liselerini en çok açanların, Türk-İslam sentezini devlet ideolojisi düzeyine yükseltenlerin, bugün sahte “laiklik” sloganlarıyla kitlelerin gözünü boyamaya çalışan 12 Eylülcü faşist generaller ve onların takipçileri olması ise, tabii ki rastlantı değildir. Yine iddia edildiği gibi TC devleti sosyal bir devlet değildir. Hiçbir zaman da olmadı. Bir dönem büyük mücadeleler sonucu elde edilen sosyal güvenceler de sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda birer birer ortadan kaldırıldı, kaldırılmaya devam ediliyor. Kırıntılar halinde olan sosyal haklar da gasp edildi. Barınma hakkından zaten söz edilemez. Eğitim ve sağlık önemli ölçüde paralı hale getirildi. İşsizlik yüzde 30'lar civarında. Nüfusun yarısı yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Milyonlarca emekçi köylü, emekçi kadın her türlü sosyal güvenceden yoksun, milyonlarca işçi ağır sömürü koşulları altında sigortasız çalıştırılıyor. Hangi sosyal devletten bahsediliyor? Türkiye, sosyal güvenceye erişim bakımından dünyanın en geri ülkelerinden biridir. Sosyal devlet üzerine laf cambazlığı yapanlar, bütün bu hak gasplarının emekçi düşmanlığının ortaklarıdır. Son 30 yılda burjuva hükümetlerde yer alan, ANAP, DP, DSP, MHP, CHP, tümü sosyal hakların adım adım tasfiye edilmesinin doğrudan suçluları olmak bakımından AKP'den hiç de geri kalmazlar. En geri anlamda bir sosyal devletten bahsedebilmek için herkesin sosyal güvence altında olduğu, sağlık ve eğitim hizmetlerinin karşılıksız olarak halka ulaştırıldığı bir düzen olması gerekir. Tekelci burjuvazinin çıkarlarının bekçiliğini yapanların bunun yanına bile yaklaşmadıkları ortada. TC devletinin bir hukuk devleti olduğu iddiası da yalandır. Çünkü, burjuva hukuk devleti, yurttaşların “özgür iradesiyle” seçtikleri bir Meclisin ya da temsilcilerinin kararıyla oluşturulmuş yasalara herkesin tabi olduğu ve herkesi yasalar karşısında eşit tuttuğu devlettir. Sermaye egemenliğine dayalı bütün burjuva devletler için bunun büyük bir sahtekarlık olduğu, en demokratik burjuva devletin bile sermayedarların çıkarını koruyan bir sömürü ve soygun, bir zorbalık devleti olduğu ve hukuksal eşitliğin, “özgür irade”nin içi kof biçimsel bir kabuk olduğu ezilenler için apaçık ortada bir gerçektir. Ne var ki, T.C. biçimsel anlamda dahi bir “hukuk devleti” değildir. Son 50 yılda yapılan 4 askeri darbeyle anayasa sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden yapılmış ya da düzenlenmiş, yine işçi sınıfı ve ezilenlere karşı aynı doğrultuda yasalar çıkarılmıştır. Yalnızca bu değil. Hukuk devletinden burjuva içeriği ile söz edilse bile tıpkı “eğitim birliği” gibi “hukuk birliği”, yani herkesi bağlayan “tek hukuk” olması gerekir. Oysa T.C' de TBMM'nin yasaları, “sivil” mahkemeleri askerler için geçerli değildir. Onlar ayrı bir hukuka tabidir. Olayın içeriği ne olursa olsun, askerler ancak komutanlarının izniyle askeri mahkemede yargılanabilir. Bunlar bir yana, devlet içinde devlete egemen emperyalist ABD'nin oluşturduğu ve kontrol ettiği, ordu merkezli, hiçbir hukuka tabi olmayan kontrgerilla örgütlenmesi vardır. O nedenle Maraş, Sivas, 1 Mayıs, Gazi, Diyarbakır vb. onlarca katliam, yüzlerce ilerici aydının katledilmesi, binlerce gözaltında kayıp, işkencede katletme, sokak infazı, 19 Aralık, Diyarbakır, Buca zindan katliamları açığa çıkarılamamış ve sorumluları cezalandırılmamıştır. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz'a 13 kurşun sıkarak katleden polisler “nefsi müdafaa” gerekçesiyle beraat ettirilmiştir. En geri anlamda dahi bir burjuva hukuk devletinden söz edilecekse, 12 Eylül Anayasası'nın lağvedilmesi, ikili hukuka son verilmesi, kontrgerillanın dağıtılması, bugüne değin darbe, katliam, provokasyon vb. sorumluları açığa çıkarılıp yargılanmalıdır. Gerçekte T.C' de, faşist hukuk egemendir. Yasalar ırkçı-faşist esaslara dayalıdır. Ne ilginçtir ki, faşist 12 Eylül Anayasası savunuculuğu üzerinden “hukuk devleti” demagojisi yapılabilmektedir.
Keza TC devleti demokratik bir devlet değildir. 12 Eylül Anayasası ile güvenceye alınmış yarı-askeri faşist rejim hüküm sürmektedir. Ordu parlamentodan özerk bir konumda, devleti yönetmede belirleyici kurumların başında gelmektedir. Faşist ceza yasaları ile en sıradan demokratik haklar dahi yok sayılmaktadır. Söz, toplantı, örgütlenme hakkı ayaklar altında çiğnenmektedir. Atanmış valiler, polis ve jandarma olağanüstü yetkilerle donatılmış, keyfilik hukuksal güvenceye kavuşturulmuştur. Her şeyden önce Kürdistan ilhakçı boyunduruk altında tutulmakta ve Kürtlerin ulusal varlığı dahi reddedilmektedir. Ulusal azınlıkların ulusal demokratik talepleri hiçe sayılmaktadır. Aleviler mezhepsel baskı altında tutulmakta ve mezhepsel varlıkları tanınmamaktadır. Asgarisinden bir burjuva demokratik devletten bahsedilecekse eğer, Kürt sorununun, Kürt ulusunun ulusal, demokratik talepleri doğrultusunda çözüme kavuşturulması, yarı-askeri faşist rejimin lağvedilmesi, politik özgürlüğün önündeki her türlü hukuksal engelin kaldırılması gerekir. Görülüyor ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti olduğu iddiası, tamamen gerçek dışı bir demagojiden ibarettir. Bu lakırdının bunca tekrarlanmasının nedeni, rejimin halk düşmanı gerçek niteliğinin gizlenme çabası kadar, faşist kurumsal devlet yapısını koruma gayretidir. Gerçekte tehlikede gördükleri de bu kurumsal yapıdır. Tüm bu veriler bize TC devletinin laik, demokratik, sosyal ve bir hukuk devleti olmadığını aksine faşist bir diktatörlüğün hüküm sürdüğünü, işçi ve emekçilerin örgütlü ve bilinçli mücadelesiyle devrimle yıkılmayı beklediğini gösteriyor.
|
|