Dilin kemiğinin olmadığı bilinen bir olgudur. Hemen her burjuva hükümeti emekçileri aldatmak için olmadık yalana baş vurmanın yanında çarpıtılmış istatistik bilgilerle gerçekleri ter yüz etmekten geri durmazlar. Seçim sürecine girdiğimiz bugünlerde, her açılış ve mitinglerde Başbakan’ın konuşmalarından, AKP Hükümeti’nin en önemli propaganda malzemesinin ekonomik büyüme olduğunu yalanını pompaladığını görüyoruz.. Peki bu ekonominin iyi olduğu ve yoksulluğun darbelendiği yalanı ne kadar gerçektir bunu anlamak için İMF’nin yıkım programının sonuçlarına bir bakmak gerekiyor. Bilindiği gibi, IMF programıyla gediği iddia edilen bu ekonomik büyümenin istihdam, ücretler ve sosyal harcamalara ne oranda yansıdığını bakmak ve içinde bulunduğumuz ekonomik tabloya kısaca bir göz atmak gerekiyor.
Kriz sonrası, ekonominin toparlanma aşamasında işbaşına gelen AKP Hükümeti döneminde ekonomi, yıllık ortalama yüzde 7.3 oranında büyüme göstermiştir. Bu büyüme rakamlarına karşılık işsizlik oranının, resmi istatistiklere göre yüzde 10.3 seviyesinden ancak yüzde 9.3’e gerilemiş olması dikkat çekicidir. TÜİK’in hane halkı işgücü istatistiklerinden yararlanarak çarpıtılmış ve durumu iyi gösterme amaçlı istatistikler rağmen-yapmış olduğu bazı tahminlere göre ise işsizlik oranı, azalmak bir yana 2002’de ki yüzde 14 seviyesinden yüzde 17’lere yükselmiştir. Bu iki istatistik arasındaki temel fark, uzun süredir iş bulamayanların yıllar içerisinde iş aramaktan vazgeçmesi ve bu yüzden resmi işgücü istatistiklerine dahil edilmemesinden kaynaklanmaktadır. İşgücüne katılma oranının yüzde 50’lerden yüzde 46’lar seviyesine gerilmesi de bu gerçeği desteklemektedir.
Peki, istihdam yaratmayan bu büyüme sürecini nasıl açıklayabiliriz? 2001 ekonomik krizi ve sonrasında kriz bahanesiyle işten çıkarmalara yönelen sermaye, fazla işçi çalıştırmanın getirdiği ek maliyetlerden kurtulmuş ve süreç içerisinde artan talebi, fazla mesai uygulamasıyla işçiyi daha uzun saatler boyunca çalıştırarak karşılama yoluna gitmiştir. Kriz sonrası açlık sınırının altına düşmüş asgari ücretler karşısında çoğu işçi, bu fazla mesai ücretleriyle geçimini ancak sağlayabildiği için uygulamayı memnuniyetle karşılamış, fazla mesaiye kalmak istemeyenler ise işsizliğin patladığı bir ortamda işini riske atmamak adına uygulamaya boyun eğmişlerdir. İstihdam rakamlarına dair bir diğer önemli gösterge de AKP hükümeti döneminde hizmet sektöründe istihdam edilen nüfusun toplam istihdam içerisindeki payının ilk olarak yüzde 50 seviyesine çıkmış olmasıdır. Yine aynı dönemde, hükümetin tarım politikaları karşısında tarımda istihdam edilen nüfusun hızla erimekte olduğunu görmekteyiz. Bu durum, kırdan kente göçü tetiklemekte ve kentlerde geniş bir işsizler ordusu oluşturarak ücretleri baskı altında tutmakta, hatta geriletmektedir.
Merkez Bankası verilerine göre ekonomik büyüme karşısında halen, imalat sanayisindeki reel ücretler 2002 seviyesinin altında seyretmektedir. Gelir dağılımı istatistiklerini incelediğimizde, büyümeden elde edilen refah artışının nasıl dağıldığını ve toplumun alt kesimlerine ne oranda yansıdığını kolayca anlayabiliriz. Portekiz, Gürcistan ve Rusya ile birlikte Avrupa kıtasında en adaletsiz gelir dağılımına sahip dört ülkeden biri olan Türkiye’de, gelir seviyesi en yüksek yüzde 10’luk nüfus milli gelirin yüzde 34.1’ini alırken, en alt seviyedeki yüzde 10’luk dilimin payına, gelirin ancak yüzde 2’si düşmektedir. Bir başka hesaba göre ise en zengin 100 kişinin yıllık kazancı, en yoksul 14 milyon kişinin gelirinden fazladır. Forbes’in dolar milyarderleri listesine, 26 Türk işadamının girmesiyle gururlanırken TÜİK verilerine göre nüfusun beşte birinden fazlası, yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
Kamu harcamalarına baktığımızda, AKP Hükümeti’nin öncelikleri burada da göze çarpmaktadır. Bütçe giderleri içerisinde en büyük payı yüzde 25 ile faiz ödemeleri almaktadır. Bütçeden faiz ödemelerine ayrılan pay GSMH’nin yüzde 8.2’sine denk gelirken eğitimin payı yüzde 3.8, sağlık harcamalarının payı ise yüzde 1.4 seviyesindedir. İnsani gelişme endeksinde Afrika ülkelerinin hemen üzerinde 92. sırada yer alan Türkiye’de, bütçedeki faiz yükü kalkınmaya yönelik yatırımlar önünde büyük engel teşkil etmektedir. Bütçe gelirine gelince, bu kalemin yüzde 55’i dolaylı vergilerden sağlanırken ancak yüzde 25’i, gelir ve servet vergisinden oluşmaktadır. Dolaylı vergilerin ve ücretlerden elde edilen vergi gelirinin, toplamın yüzde 80’ini teşkil ettiğini de göz önüne alırsak, sermaye sınıfını vergilendirmekte zorlanan devletin, yakaladığından vergi toplama yolunu seçtiği gözükmektedir. Kısacası, toplumun geniş kesimlerine fayda sağlayacak eğitim ve sağlık gibi sosyal harcamaların en alt seviyede tutulduğu, büyük oranda faiz harcamalarına tahsis edilmiş bir bütçenin finansmanı, emekçilerin sırtından sağlanmaktadır. Kısacası AKP, kendi hükümetin döneminde kişi başına GSMH’nin ikiye katlandığıyla övüne dursun, açlık sınırının 848 YTL olarak belirlendiği ve asgari ücretin bu sınırın yarısına bile erişemediği ülkemizde, ekonomik büyümeden emekçilerin payına düşen ise yalnızca açlık ve işsizlik olmuştur.