12 eylül faşist darbesi ve saldırıları faşist baskı ve yasaklar sistematiğiyle apolitikleştirilen gençlik kuşağına "savaşma seviş" sloganını dayattı ve yeni yetişen gençlik kuşağı bu yaklaşım ışığında yönlendirildi.Okullarda tanışma çay partileri vb. Adi altında yoz ilişkilerin teşvik edilerek yasallaştırılması sağlandı. Burjuvazinin akil hocası yazar-çizer takımı , devrimci mücadeleye katılmasını sevgi ve cinselliği yaşamamasıyla açıklamaya çalarak, gençliği sistem içine çekmek için "cinsel özgürlük " adi altında kuralsız ve kimin eli kimin cebinde olmayan bir ilişki teşvik edildi. Ve haliyle sistemin gençliğe dayattığı bu ahlaksızlaştırma ve kuralsız yasam tuzağı gençlik saflarında kadın-erkek ilişkileri söz konusu olduğunda ciddi çarpıklıkların yaşandığı ve devrimci yaklaşımın bir yana itildiği yada içeriğinin boşaltılarak anlaşılmaz hale getirildiği bir dönemin yolu açıldı. Sistemin bu yoz dayatması, ağır yenilgi içinde geçen devrimci hareketi de etkisi altına aldı.
Durum böyle olunacak kadın erkek ilişkilerinde çarpık ilişkilerin doğup gelişmesinin yolu aralanmış oldu. Mevcut halde hem gençlik saflarında ve hem de devrimci saflarda kadın-erkek ilişkileri söz konusu olduğunda ciddi bir düşkünleşme ve yozlaşmanın yaşandığı ve bu yönüyle de at izinin it izine karıştığını söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Bu gerçekleri dikkate alarak kısada olsa kadın-erkek ilişkileri üzerine devrimci yaklaşım üzerinde bir kez daha durmak önem taşıyor.
Bilindiği üzere yasam tarzı, insanin varoluş biçimidir. Yaşadığı toplumsal koşulların bir ürünü olan insan,bu varoluş ortamının bilincini alır ve yasam pratiği bunlar üzerinde şekillenir.İşte tamda bu nedenle,'' genel olarak insan'' tanımlanmasını bir ''sınıfa mensup insan'' tanımlanması olarak ele almak,olguları daha açıklayıcı kılmanın bir gereğidir.Aksi taktirde, ''genel olarak insan ''tanımlaması üzerinde yapılan belirlemeler,sınıflı toplumlara bölünmüş insanlık aleminin gerçeğini açıklayamaz.
Bilinçli bir tercih ve buna bağlı olarak,düşünce yüklü duyguların yön verdiği bir eylem:cinsellik.Canlı soyunun devamı için,üreme zorunluluktur.Bu zorunluluk ilk canlının oluşumundan bir sürmekte ve dünya koşulları üzerinde sürdürülen yasama savaşının bir parçası olarak geleceğe doğru evirilmektedir. Canlıların bu süreçler boyunca nesillerinin devamı için üreme faaliyetlerine girişmeleri, içgüdüsel ve ayni zamanda biyolojik bir olaydır.
''Canlılar'' kategorisi içerisinde ele alınabilecek bir varlık olan insan söz konusu olduğunda,açıklamaların mahiyeti ve niteliği değişmek zorundadır.İnsani insan yapan en önemli etkenin düşünce ve buna bağlı olarak verili koşulları bilinçli değiştirme eylemi olması,insanların diğer canlılar kategorisinin dışında ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.İşte bu nedenle,örneğin,cinsellik ve buna bağlı olarak üreme,''insanlar için içgüdüsel bir durumdur'' demek,kaba bir yanlıştan başka bir şey değildir.
İnsanlığın bugüne,birden bire gelmediği bilinmektedir.Bin yıllarla ifade edilen bir evrim süreci olan insanin gelmesi,insanin daha çok ''insanlaşması'' sürecidir.işte bu ''insanlaşması''durumunun en açık görüldüğü alanlardan biride,genel olarak canlılar için bir içgüdü olan cinsel birlikteliklerin ve buna bağlı olarak üreme olgusunun,insan açısından giderek bilinçli bir tercih,duygu düşüncelerin yön verdiği bir eylem haline gelmesidir.
Sınıflara bölünmüş bir toplumsal sistem içerisinde yaşıyoruz.Bu sistemin en önemli özelliği,sınıflar arası çelişkilerin yoğunluğu ve bunun sonucu olarak sınıflar arası savaşının sürmesidir.Bu savaşın bir yönü de,ayrı ayrı sınıfların yasam tarzları cephesinden sürmektedir.
Hani sınıfa yada toplumsal tabakaya mensup olursa olsun,cinsler arası ilişki,yani kadın ve erkek cinsleri arasındaki ilişki bir gerekliliktir.Bu gerekliliğin yerine getirilme tarzı ise,sınıfsal bakış açılarına göre değişiklikler göstermektedir.İşte burada duygu,değer ve ahlak ilişkilerinin-anlayışlarının devreye girdiğini görüyoruz.
İnsanın insanlaşması süreci,ayni zamanda sevgi olgusunun da gelişme sürecidir.Hiç bir çıkar gözetmeksizin,iki ayrı cinsten insanların,karşılıklı düşünce birliği ve bunun üzerinde yükselen beğeni bütünlüğünün yarattığı birlikteliklerin harcı sevgidir.Böylesi beraberlikler sevgi üzerinde yükselir.Bu birlikteliğin tarafları hiç bir çıkar ve menfaat gütmeyen ve baskı altında kalmayan gerçek anlamda özgür aşkı yasarlar.Peki bu söylediklerimizi sınıflı toplumlar düzlemine uyguladığımızda,bu belirlemenin bütün sınıf ve tabakalar için geçerli olduğunu iddia edebilir miyiz. ?Elbette hayır!
Örneğin,burjuva sınıflara mensup insanların kendi aralarındaki beraberlikleri tamamen çıkar ilişkileri üzer- ine kuruludur.Karşılıklı çıkar gözetilerek gerçekleştirilen bu beraberliklerin sağlıklı temeller üzerinde yükselmediği,burjuva toplumlarında yaşanan ve tam bir çürüme anlamına gelen ilişkiler bunalımında da çok açık görülmektedir.Ahlaksızlık,sevgisizlik ve yozlaşma,bu ilişkiler sisteminin öbür adidir.
Duygular,düşünce ve bilince bağlı olarak gelişir.Bilinçte yaşanan toplumsal koşulların bir yansısı olduğuna göre,varlık koşulu sömürü olan burjuva sınıfların ilişkilerinin kaynağında çıkar unsurunun yatması şaşırtıcı olmamalıdır.Bu,onların sınıfsal konumu açısından bir gerekliliktir de.
Gazetelerde,dergilerde,sinema ve tiyatrolarda,özellikle TV'lerde,yozlaşan ilişkiler ve tele vole programlarının yaygınlaştırılması,sevgisiz ve çıkar temeli üzerinde yükselen günü birlik beraberlikler ''ask1' diye pazarlanmak istenirken;burjuva ''ahlak’ı sevgiyi katlediyor.
Yine ayni araçlarla,kadın-erkek ilişkilerinde bir çok çirkeflik ''moda'' olarak ilan ediliyor.Es değiştirmeden toplu sekse,sise çevirme partilerinden pornografiye varana kadar bir sürü çirkef davranış ''özgürlük'' yada ''çağdaşlık'' olarak sunulabiliyor.Bütün bu nedenlerden dolayı,günümüzde,her yönüyle çürümüşlüğü ve yozlaşmayı temsil eden burjuvazinin,bir ilişkiler sistemi olan,kadın-erkek ilişkileri bağlamında sıkça özgür aşktan yada ''kutsal sevgi'' den söz etmesi demagojiden başka bir şey değildir.
Bugün burjuvazinin ve yandaşlarının ''Özgür aşk'' dedikleri salt cinsel tatmine ve çıkar ilişkilerine dayanan birliktelikler hayvanidir. Bu tür yoz ilişkiler burjuva kapitalist sistemin ekonomik-siyasal gerici niteliğinin bir yansımasıdır ve gerçektende burjuva kapitalist sistemin ekonomisi gibi aşkı da serbest piyasa aşkıdır.Hiç bir çıkar gözetmeyen ve başka kaygılar taşımayan gerçek aşk,ailenin,dinin,devletin baskısından ve yönlendirmesinden arınmış aşktır. Özgürlüğü saydığımız bu kurumların etkisinden kurtulmasından gelir. Bu bakımdan özgür aşk gerçek anlamda karşılığını sınıfsız toplumda bulur. Sınıflı toplumlarda bu tür ilişkiler, bir biçimde bu kurumların etkisinde; onların baskısı altındadır. Günümüzde maddi çıkar ilişkilerinden hareketle yapılan, aile zoruyla yapılan vb. bir çok birliktelikler buna örnektir. Özgür aşkta bireyler, ilişkilerinin başlangıcından her aşamasına kadar bu baskı aygıtlarının etkisinden arınmış ve bütün kararlarını kendileri her hangi bir baskı altında kalmadan vermişlerdir.
Bu perspektifle devrimci ve komünistlerin yaşayacağı birliktelikler, bugün tam olarak özgür aşka denk düşmez. Ancak onun önceli ve prototipidir. Yaşamı bir mücadele olarak ele almak ve algılamak gerektiğinden hareketle, bu mücadelede omuz omuza olmak, bütün bu süreçler boyunca üretmek ve paylaşmaktır. İnsanlığın gelişiminin yönü, kelimenin gerçek anlamıyla tek eşliliğe doğrudur. Bunu sınıfsız toplumun kaçınılmazlığına dayanarak ifade ediyoruz. '' İnsanlığın gelişme surecinde kadın-erkek ilişkileri(evlilikler) de çeşitli aşamalardan geçmiştir. Grup halinde evlilik,-ki bu yabaniliğe denk düşer-'iki başlı evlilik',barbarlığa ve 'es aldatma ve fuhuşla tamamlanan tek eslilik' de uygarlığa denk düşüyor.'' (Ailenin,Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni.Engels)
Engels, bu belirlemeleri yaptıktan sonra günümüz evliliklerinin de aslında çok esli olduğu sonucuna
varıyor. O'na göre,''Burjuva evliliği,gerçekte evli kadınların müşterekliği üzerinde yükselir''(Kadın ve Marksizm).Es aldatmalar, mutsuzluklar ve bunalımlar "uygarlık döneminin'' bir parçası, hatta burjuvazi açısından özüdür.
Gelişen ve değişen insan ilişkilerine bağlı olarak, bu ilişkilerin düzenleme biçimleri de değişiklikler göstermiş,değer yargıları ve bakış açıları farklılaşmıştır. Tarih en eski ''mesleklerin''den biri olan fahişelik, resmi statüler kazanmış, devletin ve sermayenin önemli gelirler elde ettikleri kurumlar-sektörler halini almıştır. Fuhuş diğer biçimlerde toplumlarda yaygın olarak sürerken,Türkiye’de olduğu gibi,genelev patronları yada patroniçeleri ülkenin en saygın insanları olarak değerlendirilmekte ve bunların ''is'' alanları daha da genişletilmektedir.
Emperyalist kapitalist sistemde metalaştırılan kadın emeği önemli gelir kaynağı haline gelmiş ve bütün bu gelişmeler sevginin ve saygının adını kirlendirmiştir. Sevgisiz ve aşk üzerinde yükselmeyen beraberlikler, bir toplum davranışı haline getirilmeye çalışılmış ve özellikle bu burjuva sınıflar tarafından başarılmıştır.
Bizler, sevgisiz, salt cinselliğe ve tatmin olgusuna dayalı beraberlikleri ve bunun özgür Aşk olarak sunulmasını reddederken, karşılıklı sevgi ve anlayış üzerinde yükselen beraberlikleri benimseriz.
Ancak devrim ve sosyalizm mücadelesiyle soylulaşmış, paylaşım üzerine kurulu birlikteliklerin, gerçek aşkı ve saygıyı yaşayabileceğini unutmamalıyız. Ve vazgeçilmez olan aşk; özgürlük, sosyalizm ve sınıfsız topluma ulaşma kavgasıdır.