DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
AB’NİN BİRLEŞİK TEK DEVLET PLANI SUYA DÜŞTÜ
Dış Politika
1950’li yıllardan bu yana AB’nin birleşik tek bir devlet olma çabaları artarak sürüyor ve ulus devletlerin tarihe karşıtığı bir sürece girildiği iddia ediliyordu. Neki AB’nin aslında tekellerin sömürülerini rahattça gerçekleştirmek amaçlı emperyalist bir birlik olduğu ve tek bir devlet olmalarının olanaksız olduğunu devrimci ve komünistler ortaya koymuşlar ve devletlerinin kendilerini AB şemsiyesi altında eriterek yaşamlarına son vermelerinin olanaksız olacağını vurgulamışlardı. ABD ye öykünen AB, AB’nin farklı ulus ve devletlerden meydana geldiğini ve bu devletlerin ve ulusların kendilerinin iradelerini hiçe sayarak yeni bir irade etrafından buluşmalarının olanaksız olduğunu geçen yüzyılın başında Lenin söylemişti. Nitekim süreç Lenin’in bu ön görülerini doğruladı ve emperyalist devletlerin ve ulusların çıkarları AB’nin tek de bir birleşik devlet olma hayalini suya düşürmüş oldu.

AB anayayası yerine AB protokolu için Brüksel Zirvesinde beklendiği gibi AB’nin tek birleşik bir devlet olmalarının mümkün olmayacağı karararıyla sonuçlandı. Her ne kadar karar alma biçimi Polonya’nın dayattığı şeklinde değiştirilmediyse de, imzalanan sözleşmenin kendisi AB’nin gelecek vizyonu ve dünya üzerindeki etki gücünün aşağıya çekilmesine yeterli oldu.
AB’nin emperyalist bir güç olarak dünya üzerindeki yeniden paylaşımdan daha fazla pay sahibi olmasını, içeride ise emekçilere karşı alabildiğince pervasız politikalar dayatan anayasanın “ölüm fermanı”nın, ” hayır” oylarıyla Fransa ve Hollanda emekçileri tarafından imzalandığını bilinene bir olguydu. Eğer, her iki ülkede “Hayır” oyları çıkmasaydı; Anayasa’nın 2009’da en azından isteyen ülkelerde olduğu gibi hayata geçirilmesi kuvvetle muhtemeldi.
2005’te yapılan referandumlardan sonra dinlenmeye bırakılan AB Anayasası’nın olduğu gibi hayata geçirilemeyeceği anlaşıldıktan sonra, bunun en azından belli bölümlerinin hayata geçirilmesi, AB’nin yakın dönemdeki başlıca görevlerinden biri olmaya devam ediyor.





Böylece, politik, askeri ve ekonomik açıdan “birleşik bir Avrupa”nın bütün Avrupa ülkelerini kapsayacak şekilde gerçekleşme şansının olmadığı bir kez daha açığa çıkmış bulunuyor. Daha bir kaç yıl önce heyecan yaratan bu fikrin eskisi gibi cazip olmadığı tek tek ülkelerin ve halkların gösterdiği tutum ortaya koyuyor olsa gerek.
ABD’nin sadık müttefikleri Polonya ve İngiltere’nin açık ısrarıyla, birçok ülkenin de arkadan verdiği destekle, dünya siyasetindeki etkisinin darbelenmesi durumu AB’nin geleceği bundan sonra tasarlanandan farkı olacak.
Brüksel zirvesi aslında AB’nin brileşik tek bir devlet olamayacağının tescil edildiği bir toplantı oldu.Buradan hareket eden bazı ülkeler AB’nin artık hızlı değil daha kısa adımlarla ilerleyebileceğini dillendirerek AB’nin tek bir devlet olarak hareket etmesinin güçleştiğine dikkat çekiyorlardı. Bazı yazar çizer takımı ise AB’nin esas ve tali şeylerin ayrışarak yoluna devam etmesini salık veriyorlar.

Birlik üyeleri arasında bütün iplerin kopmadığı, ikiye bölünmenin olmadığı için herkes derin bir oh çekmekle birlikte, gelinen aşamada başarı adına bir şeyin olmadığı kabul ediliyor. Çünkü AB artık sadece teorik olarak değil, pratik olarak da ikiye bölünme ile karşı karşıyadır. İtalya Başbakanı Romano Prodinin AB’nin içinde bulunduğu durumu anlama bakımından söylediği şu cümleler samimi ve gerçekçi sayılabilir: “Birçok ülke birlikte çalışma ruhunu, heyecanını kaybetti. Avrupa ruhunu yitirdiler. Bundan ötürü ortak bir ilerleme isteğinin artık olacağını pek sanmıyorum”.
Görüldüğü gibi, Avrupalı kapitalist devletlerin ortak bir federal devlet olmak için başlattığı süreç, önemli ölçüde sekteye uğramış bulunuyor. Gerçi bu ilk değil. Geçmişten Avrupa’nın tek bir devlet olabilmesi için dönemin güçlü devletleri tarafından diğer devletlere karşı nice kanlı savaşlar açıldı. İtalyanlar, Fransızlar ve Almanların, Avrupa’ya egemen olma adına açtığı bu savaşların milyonlarca insanın canına mal olduğu biliniyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra aynı devletler kendi damgalarını vuracakları “birleşik Avrupa”yı diplomatik yollardan gerçekleştirmeye çalıştı, çalışıyor. Avrupa Anayasası, geride bıraktığımız yarım yüzyılda birleşik Avrupa’nın yaratılması konusunda yürütülen diplomasinin en üst düzeyde formüle edilmesinden başka bir şey değil. Anayasayı yazanlar, kapitalizmde her bir devletin kendi egemenliğini, başka devletlerin egemen olduğu yeni bir oluşuma teslim edemeyecekleri gerçeğini hesaba katmadılar. Ya da katmak istemediler.
Son gelişmeler, Avrupa’nın büyük tekelci sermaye kesimlerinin çıkarlarını temsil eden AB’nin hem iç çelişkilerle dolu olduğunu, hem de emekçilerin yaratılmak istenen “sermayenin Avrupa”sına karşı vermiş olduğu mücadelenin sonuç getirdiğini gösteriyor.
Dediğimiz gibi, bugün eğer pervasız ve saldırgan bir AB’nin yaratılması hedefi daha sekteye uğramak zorunda bırakıldıysa; bunu Fransa ve Hollanda’daki emekçilerin “AB Anayasasına Hayır” tutumuna borçluyuz. Demek her şey sermayenin istediği, planladığı gibi olmuyormuş. Emekçiler çıkarlarının ayırdına vardıklarında emperyalistlerin planlarını eylemleriyle bozmaları hiçde zor olmuyor. Birleşik AB devleti planının darbelenerek şimdilik boşa çkarılması ve gevşek bir ilişkinin devam ettirilmesi, emekçilerin kazanımı olarak görülmesi ve bundan sonrasıda emekçilerin için emperyalist gerici saldırgan bir plan olan AB’nin tek devlet projesine karşı mücadelenin kesintisizce devam etmesi gerekiyor.

 
İlgili Bağlantılar
Haber Puanlama
Seçenekler
Эlgili Konular

Dış Politika

Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil.
 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.07 Saniye