DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
BURJUVA POLİTİKASI TOZ DUMAN İÇİNDE
Baş Yazı
Egemen sınıflar ve burjuva düzen partileri arasındaki iktidar kavgası gittikçe daha bir yoğunluk kazanıyor. Emekçi yığınları yedeklemek , demokrasi ve özgürlük mücadelesini darbelemek için burjuva politikası kartlarını yeniden karıyor ve bu karmada ortam toz duman içinde. Bir yandan temelleri Cumhuriyetin kuruluş sürecine dayanan yapısal sorunlar, diğer yandan ‘tek kutuplu’ kapitalist küreselleşme kuşatmasına ayak uydurma zorunluluğu, egemen sınıfla ve burjuva düzen partleri arasındaki it dalaşını artıyor Yapısal sorunlar ve zorunluluklar. Devlet statükosunun çivilerini oynatacağı için sorunların çözümünden ısrarla kaçılıyor; korunmaya çalışılan statüko, diğer yandan da ‘küreselleşme’ tazyikine sağı solu bükülerek uydurulmaya çalışılıyor. Sorunlarıyla cebelleşen, kendi içinden çözüm üretme yeteneğini kaybetmiş ve giderek hareket alanı daralmış politik ortamda , egemen sınıf kilikleri yığınları aldatmak için tüm yaratıcılıklarını sadece yalan ve düzenbazlıklara hasrederek kullanmakta beis görmüyorlar

Generallerin 27 Nisan muhtırasıyla tepe takla olan Cumhurbaşkanlığı seçimleri, milli irade denilen meclisin nasıl kilitlenip boşa çıkarıldığını bir kez daha yakınen yaşadık
Ve şimdi Generallerin damgasını taşıyan erken bir seçimle politik arena yeniden dizayn edilmeye çalışılırken, olmadık şaklabanlıklar yapılıyor. Bu durum yığınları aldatmak için bir orta oyundur; sistemden beslenenlerin, sistem çocuklarının oyununu izliyoruz. Kurallar belli bu oyunda: Küresel ekonomi mi dersiniz, neoliberal ekonomi mi (ki sonuçları servet-sefalet, emek-sermaye arasındaki uçurumun daha da derinleşmesidir), işte o alternatifsiz savunulacak. Yani sınıfsal zeminde olaylara yaklaşım unutturulacak... Kürt sorunu başta olmak üzere demokrasi ve özgürlükler meselesine rafa kaldırılacak. Faşizm demokrasi olarak pazarlanmaya devam edilecek ve kimin daha çok milliyetçi,vatanperver ve TC devletinin koruyucu ve kollayıcısı olduğu nakaratlarını dinleyeceğiz. Ve atış serbest olacaktır. Dahası çözüm bekleyen emekçilerin temel sorunlarından uzak duran, kuruluc sistemi savunmada yarış içind olan burjuva politika esnaf, “laiklik-şeriatçılık” anaforunda, ‘milliyetçilik’ kayığına binip, “ulusalcılık” muhabbetleriyle yarış içinde olarak yığınları zehirlemeye devam edeceklerdir.




Nitekim seçim öncesinde başlayarak ‘milliyetçilik’ (birilerince de ‘ulusalcılık’), adeta ‘dokunulmaz’ bir zırha büründürülmüş durumda. Kimse milliyetçiliğine toz kondurtmuyor. Geçmişin sosyal demokratları, bazı solcuları şimdi milliyetçi, ‘ulusalcı’ kimlikleriyle piyasadalar. “Laiklik-Şeritaçılık” kıskacında suçlayanlar da, suçlananlar da, milliyetçiliklerinden bir an olsun imtina etmiyorlar. En fazla kendileirnin milliyetçi olduklaırnı tanıtlamaya çalışıyrolar generalerin ve üst bürokrasinin ittifak içinde, statükonun korunmasına dönük son yıllardaki faaliyetlerinin ivme kazandırdığı, alan açtığı bir çizgi, milliyetçilik. Güvenlik politikalarının, toplumsal destek için gereksinim duyduğu en başat siyaset Genelkurmay’ın son muhtırasında da “Ne mutlu Türküm demeyen, düşmandır” şeklinde bir kez daha altı çizildikten sonra, her ağzını açanın “Ne mutlu ki Türk milliyetçisiyiz” demesinde şaşılacak bir şey yok.
Son cumhuriyet mitingleriyle “makulleştirilerek” popüler kılınan bir türünün de eklenmesiyle iyice genleşen milliyetçilik, hepsinin ortak paydası... Peki ya “şeriat tehdidi” söylemi? Bir sendrom haline gelmiş durumda. Seçim siyasetinde “laiklik” ile birlikte adeta bir ‘ayrıştırıcı’ ölçüt olarak kullanılıyor. İki taraf, sadece bu kavramlarla ayrıştırılıyor, benzerlik ve aynılıklar ise bu ayrıştırmanın gölgesinde yok sayılıyor.
Kitlelerin aktığı bir nehrin iki yakasında karşılıklı olarak suya atılmış iki olta; “laiklik savunusu” ve “şeriat tehdidi”... Öyle bir düzenek ki, oltalara takılanlar dışında kaybeden yok. CHP -DSP ile ite kaka zorai seçim ittifakı içine itilerek-, gerçek muhalefet zeminlerinde biriken AKP karşıtı tepkiyi “Şeriat kapıda” diyerek kendisine akıtmaya çalışıyor. Geleneksel laik-demokrat tabanda yaratılmış “laiklik elden gidiyor” korkusu da önemli bir dayanak oluyor. Özellikle orta sınıflar korkutularak yedekleniyor.
Peki bu durum AKP’nin aleyhine mi oluyor bütünüyle? Hayır. Bir kere, sınıf zeminden kopuk bir muhalefetin basıncından önemli ölçüde yırtmış oluyor. Ve bir de dini inançlı büyük kitlelerin “laik” tepkiye karşı reaksiyonlarının en başta gelen adresi düzeyini yakalıyor.
Devrim ve demokrasi güçleri açısından, kullanımında çok dikkat edilmesi gereken “şeriat” söyleminin işte böyle ikili manipülasyon niteliği var: AKP’yi eleştirirken “şeriatçılığını” öne çıkartmak, hele bugünkü güçler dengesinde, açıktır ki laiklik hassasiyetlilere CHP-DSP,MHP, dindarlara ise yine AKP’yi adres göstermektir.
Niyetlerden bağımsız bir sonuçtur bu.
Sirkin “ana muhalefeti” ortada işte. Milliyetçilik dalgasına kapılmış, zaptiyelerce kendisine ezberlettirilmiş “laiklik elden gidiyor” tekerlemesiyle “muhalefet” siperinde yırtınıp duruyor. Sağlığında milliyetçiliği dışında bir numarasını görmediğimiz Ecevit’in cesedini koluna takmış, solu birleştiriyormuş! Neden? Lafzı dışında kendisi zaten olmayan laikliği korumak için mi! Peki AKP Hükümeti laiklik karşıtı mıydı sadece? Bütün o yoksulları, emekçileri vuran icraatları nereye koymalı. Ama bunları eleştirmek, neoliberalizmi, o Baykal’ın kırmızı halılarla partisine davet ederek yönetici yaptığı Kemal Derviş’i de eleştirmek olur değil mi! Neden boşuna nefes tüketsin ki Baykal. Sermaye Baykal’ı, Baykal kendisini de ayakta tutan sermayenin çöplüğünü iyi bilir nasılsa! Baykalın İMF politikalarına bağlı kalacağını bugünde açıklamasıda aslında: “Ekonominin giderek globalleşmekte olduğu, sermaye hareketlerinin ekonominin ayrılmaz bir parçasını oluşturduğu, ticaretin giderek serbestleşmekte olduğu dikkate alınarak bir politika ortaya konacaktır” sözleriyle emepryalist küreselleşmenin yıkım programlarını bağlı olduğunu ilan ederek sermayeye güvenceye veriyordu.
Şimdi, bu açıklamdan sonra; açları, yoksulları, işsizleri “şeriat”tan korumaya kararlı(!) işte bu Baykal’lı CHP’nin, açlık, yoksulluk, işsizlik gibi gerçek belaların türediği neoliberal ekonominin tetikçisi olmak için sırasını kolladığını kim inkar edebilir ki.
Ve bütün “laiklik-şeriat” gürültüsünün altında görmezden gelinerek atlanan neoliberal yıkıma ilişkin bu sessizlik, AKP’ye yapılmış bir ‘kıyak’ değil, neoliberal çizgide kesin tercihini yaparak bütünleşmiş sermaye ve devlet sistemine duyulan sorumluluğun gereğidir. Burjuva sınıfsal kimlik bunu zorunlu kılmaktadır. Bütün sistem partilerinin boynuna asılmış bir devlet fermanının gereğidir bu sorumluluk halleri...
Birbirlerine demediklerini bırakmadılar. Seçim kampanyalarında aynı şeyleri tekrarlayacaklar. Ama o kadar benzeşiyor, o kadar aynılar ki. Daha baştan, şu ortak oldukları tezgaha bakar mısınız. Yüzde 10’luk seçim barajından ve bağımsız adayları zorlayacak seçim pusulası hilesinden bahsediyoruz. Aç gözlü kargalar nasıl da bir araya geliverdiler. Nasıl da omuz omuza, kol kola oynadılar rollerini.
Hani AKP “rejim düşmanı” idi. AKP çoğunluğunu bir anda dağıtacağı açık olan yüzde 10 barajının kaldırılmasının neden önüne geçildi peki? Sonra bu ‘pusula’ kepazeliği... CHP, “rejim düşmanı AKP”, diğerleri ve nihayet değişikliği onaylayan laiklik bekçisi Cumhurbaşkanı Sezer, hep birlikte, ‘rejim’i Kürtlerden ve emek ve demokrasi diyenlerden korumak gibi “kutlu” bir savaşın gözü pek neferleri oldular. Uzun söze gerek var mı? Bu “rejim düşmanı şeriatçılar geliyor” masalının ateşli savunucuları mehmetçik kalemşörler DTP’ni ve devrim demokrat güçlerin ittifak içinde parlemntoyu zorlamalarının, önün kesilmesini alkışlıyorlar.

İşin ilginç ‘sistem’ denilince akan sular duruluyor “rejim düşmanları”, “laiklik-şeriatçılık” atışmaları, en azından ‘sistem için’ de kalıyor ve düşman kardeşler demokrasi ve özgürlük isteyen güçlere karşı birleşmekten geri kalmıyorlar. Elbette bütün bunlar aykırılıklarına karşın, ihtiyaçlara ilişkindir. Sistemin asıl dışladığı ise o çok sözü edilen “laik rejim düşmanlığı” değil de, işçiler, emekçiler ve Kürtlerdir. Faşist diktatörlük açısından açısından, demokratik olan ve sakınılması gereken de budur zira.

Burjuva politikası toz duman içinde generallerce yeniden karılıyor. Tamda burada devrimci, demokrat, ilerici ve Kürt özgürlük ve demokrasi için mücadele eden güçlerin, demokrasi cephesi yaratarak sürece müdahale etmek için ortak payda da hareket etmelerini ve emekçi alternatifi yükseltmelerini zorunlu kılıyor.

 
İlgili Bağlantılar
Haber Puanlama
Seçenekler
Эlgili Konular

Baş Yazı

Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil.
 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.09 Saniye