İşbirlikçi tekelci sermayenin örgütü TÜSİAD seçim sürecinde partileri önce testen geçirerek not veriyor. Burjuva düzen partileri birer birer TÜSAD’ın karşısına istenmeye gelinen kız gibi hazırlanıp öyle çıktılar. Biliniyor ki Türkiyede hükümet olmanın üç saçayağı vardır.; Birincisi ordunun olurunu, ikincisi ABD’nin olurunu ve üçüncüsüde TÜSAD’ın olnu almatır. Bu üç kesimin desteğini almada sorunlu olan hükümetlerin uzun vadede yaşamaları güç olmuştur. Seçim katılan “büyük” diye bilinen burjuva düzen partileri ilk okullarda musamereye kaldırılmış öğrenciler gibi , tek tek veya birlikte büyük sermayenin platformlarında kendilerini anlatmaya çalıştılar. Ağa babalarının gözüne girmek için her türlü şaklabanlığı yapmaktan geri kalmadılar.
İlk olarak başbakan Erdoğan TÜSİAD’ın konuğu oldu ve yaptıklarını ve gelecek dönemde yapacaklarını anlattı. Erdoğan’ın sözlerini birkaç cümle ile özetlersek söyledikleri şudur; ‘bugüne kadar uygulanan ekonomi programları aynen devam edecek ve geliştirilecek.’ Yani özelleştirmeler, düşük ücret, sermayeye teşvikler, eğitimden sağlığa kadar uzanan bir alanda ekonomik ve sosyal hakların daha fazla gasp edilmesi vb. devam edecek. İşsizlik artacak, yoksulluk derinleşecek, IMF programları sürecek. Açıkçası hükümet cephesinde yeni bir şey yok.
Ana muhalefet lideri CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ise TÜSİAD’ın huzuruna çıkdı. Baykal daha önceden gazetelere verdiği röportajlarda, katıldığı TOBB Genel Kurulu’nda “ekonomik programını” açıkladı ve açıklamaya devam ediyor. Baykal kriz sonrası programın eskidiğini, yenisini yapmak gerektiğini, “reel sektörün” -sanayi- sıkıntıda olduğunu söylüyor. Önerdiği çare, yeni teşvikler, büyük sermayeyi rahatlatacak tedbirlerin alınması, “küreselleşme olgusunu” dikkate alarak politikalar uygulamak gerektiğidir. Kısacası CHP Genelbaşkanı Baykal da AKP’den farklı olarak önerdiği bir şey yoktur. Aynı malı farklı bir ambalaj içerisinde pazara sürmeye çalışmaktadır.
Demokrat Parti’nin ise ekonomi konusunda AKP ve CHP’den farklı bir önerisi olmadığı gibi, bir miktar fazlası da vardır. Çünkü Menderes-Özal çizgisinin devamcısı olduğunu savunmakta, işbirlikçi büyük sermaye ve uluslararası büyük sermaye ile uyumlu çalışacağını her fırsatta dile getirmektedir. MHP ise TÜSİAD’ın davetini reddetmekte, hükümet ortağı olarak yaşadığı 2001 krizini ve sonrasında Kemal Derviş aracılığı ile uyguladıkları IMF programlarını unutturmaya çalışmaktadır. Ama milliyetçilik bayrağını sürekli sallayan bu partinin, tahkim dahil, uluslararası sermayenin tüm isteklerini yerine getiren bir parti olarak sabıkalı olduğunu ve diğerlerinden farklı bir anlayışa ve programa sahip olmadığını uygulamalarından biliyoruz.
Bu dört partinin ilk ikisi seçimlere yeni hükümeti kendilerinin kuracağı iddiası ile girerken, diğer ikisi barajı aşma ve en azından hükümete ortak olma iddiasıyla seçimlere girmektedir. Bu partilerin aynılıkları sadece uyguladıkları ve uygulayacakları ekonomi programlarından ibaret değildir. Onların politik programları ve uygulamaları da birbirlerinden farklı olmayacaktır ve değilde zaten. Söylemlerinde ve önemsiz işlerde farklılıkları olacak, ama temel politikaları aynı biçimiyle uygulamaya devam edeceklerdir. Bugün yaptıkları “transferlerde” bu aynılığı kanıtlayacak özellikler göstermektedir. Bunun neden böyle olacağının çok temel bir gerekçesi ve nedeni vardır. Bu neden sadece partilerin seçimlerden önce söylediklerini, hükümet olduklarında unutmaları, yalayıp yutmaları, dürüst olmamaları değildir.
Bunun temel nedeni aynı ekonomik temele bağlı olmaları, uluslararası büyük sermayenin isteklerini anayasa hükmü gibi kabullenmeleridir. Ülke dışa bağımlıdır ve oradan dayatılan politikaları uygulamaya mahkumdur. Söz konusu partilerin de bu duruma bir itirazları bulunmamaktadır. Büyük partiler özellikle seçim dönemlerinde halka iki yüzlü bir propaganda götürmekte, ancak koltuğa oturduklarında gerçek kimliklerini ortaya koymaktadırlar. Ama haklarını teslim etmek gerekir ki, TÜSİAD ve işbirlikçi büyük sermayenin diğer platformlarında doğruyu söylemektedirler. Halkın büyük kesimlerinin oralarda söylenilenlerden haberi olmayacağına olan güvenleri tamdır. Ama halkın olup bitenler konusunda kesin hükümleri her zaman olmuştur. Kuşkusu olanlar 2002 seçim sonuçlarına bir kez daha bakabilirler.
Bugün ortada farklı bir durumun olduğu, koşulların 2002’ye benzemediği söylenecektir. Bu, ülkenin AKP Hükümeti döneminde bir kriz yaşamadığı anlamında doğrudur. Zaten AKP’nin gerileme sürecini yavaşlatan da bu etken olmuştur. Ayrıca son yaşanan politik gelişmeler AKP’ye generaller tarafından sunulan aşı olmuştur. Ama ne olursa olsun seçimler sonrasında Meclis’te işçi ve emekçilerin temsilcileri olmayacaktır. Yüzlerini Amerikan emperyalizmi, TÜSİAD ve Generallerin eteğine süren burjuva düzen partilerinin daha şimdiden hangi sınıf için çalışacaklarını ortaya koymalarıyla, emekçi düşmanlığından sınır tanımadan yürüyeceklerini birkez daha çekinmeden açıklamışlardır. Sorun bu açıktan halk düşmanlığına karşı emekçilerin burjuva düzen partilerine oy vermeyerek, tutumlarını ortaya koyup, hesap sorma bilinci içinde hareket etmelerini dayatıyor.