Uluslararası emperyalist yatırımcılar , IMF, Dünya Bankası, dünyanın ekonomi ve maliyesinin elinde tutan G-8’ler ve bunların yarattıkları ve müttefikleri şeklinde ortaya çıkan bir “borç verenler karteli” aracılığıyla tüm dünyaya kendi iradelerini dayatmışlardır. Borç alan ülkelerin halklarına, yoksulluk, sefalet ve yok edici politikaları empoze etmişlerdir. Borçlu devlet ve hükümetleri kontrol eden seçkinler çoğu zaman emperyalist yatırımcılarla ortaklaşa hareket ederek kendilerini zenginleştirmişlerdir. 5 Haziranda Almanya’da yapılan zenginler kulübü G.8 Zirvesinde, dünyanın ekonomisi, çevre ve borç sorunları konuşuldu ve emperyalist kapitalist ekonominin durumu gözden geçirildi. Bilindiği gibi dünyayı borç sarmalı içinde tutan emperyalist ülkeler en büyük gelirlerini faizli borç vermede elde etmektedir.
Bu bakımdan uluslararası borçlanma sorunu sıkça tartışma konusu olmaktadır. Değişik yaklaşımlar, değişik çözüm yöntemleri ileri sürülmektedir. Emperyalist kapitalist sistemin ideologları, politik temsilcileri; emperyalist kapitalist sistemin hizmetindeki politik akımlar, uluslararası borçlanma sorunun nasıl çözülmesi gerektiği noktasında eninde sonunda ortaklaşa bir noktada birleşmektedirler. Fatura proletarya ve halklara ödetilmelidir!.. Soruna, yakından eğilelim.
Dünya Bankası’nın verilerine göre, dünya ekonomisine "küreselleşmenin" damgasını vurduğu 1990-2004 yılları arasında düşük ve orta gelirli ülkelerin dış borçları 104 milyar dolar artarak 426.9 milyar dolara kadar çıkarken, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu orta gelirli ülkelerin dış borçları ise 1 trilyon 325 milyar dolarlık büyümeyle 2 trilyon 328 milyar dolara kadar yükseldi. Düşük ve orta gelirli ülkelerin büyük bölümü emperyalist ülkelere olan toplam dış borç stoku bu dönemde toplam 1 trilyon 429 milyar dolar artış kaydederek 2 trilyon 776 milyar dolara ulaştı.
Dünya Bankası, "Üçüncü Dünya" ülkelerinin borçlanmanın bir trilyon 217 milyar dolara ulaştığını açıkladı. Dünya Bankasına göre, "eğer Üçüncü Dünya ekonomilerini geliştiremezse... alacaklı borçlu kavgası ortaya çıkabilir."
Yine, IMF ve Dünya Bankası’na Washington'da düzenlediği yıllık toplantısında, G. 8 zirvelerinde Afrika ülkelerinin 500 milyar doları aşmış borçları ödeyemez duruma geldikleri ve bazı ülkelerin borçlarında indirime gidildiği yada silinmek zorunda kalındığı biliniyor. Borçlu ülkelerden bir kaçını dış borç miktarlarına göz atalım.
Dünyanın en borçlu ülkelerinin başında en yüksek dış borçla 248.9 milyar dolarla Çin geliyor. İkinci sırada 222 milyar dolarla Brezilya sahip bulunuyor. 3'ncü sırada ise 197.3 milyar dolarla Rusya, 169.2 milyar dolarla da Arjantin yer alıyor.
Türkiye ise 161.3 milyar dolara kadar dış borcuyla 5'inci en yüksek borçlu ülke konumunu sürdürüyor. Türkiye'nin
dış borç stoku 1990'da 49.4 milyar dolar düzeyinde bulunuyordu. Türkiye'den sonraki beş ülke Meksika, Endonezya, Hindistan, Polonya, Filipinler olarak olarak sıralanıyor.
Asya, Afrika ve Güney Amerika ülkelerinin önemli bir kısmı IMF’ yi suçlayarak, borçlarını sözde ödemeyeceklerini açıklamak zorunda kalmışlardı. Bir çok yarı-sömürge ülke de bırakalım borçlarının ana parasını, borç faizlerini dahi ödeyecek durumda değiller. Bu durum, uluslararası emperyalist mali çevreleri ve tefeci devletleri zor duruma sokmuştur.
Yarı-sömürge ve geri ülkelerin bir avuç emperyalist devlete olan borçları dev boyutlara ulaşmıştır. Önümüzdeki yıllarda da söz konusu borç yükü katlanarak büyümesini sürdürecektir.
Emperyalist sistem, borç krizinin eşiğinde değil, içindedir. Bir çok ülkenin borçlarını ödeyemez konumda bulunması, birçok ülkenin borçlarının faizini ödemeyeceğini IMF, vb. emperyalist mali kuruluşlara bildirmesi gibi olgular, bunu doğruluyor. Bir çok ülkenin borçlarını ödeyememesi, ödemeyi reddetmeleri, bu ülke ekonomilerinin, iflasının ve derin bir ekonomik krizin pençesinde olduğunun kanıtıdır. Emperyalist kapitalizmin genel ve güncel ekonomik krizi derinleştikçe borç krizi de şiddetlenecek, kapitalist revizyonist sistemde yıkıcı ekonomik ve siyasi sonuçlara yol açacaktır. Zaten emperyalistleri de telaşlandıran bu noktadır.
Çağımızda, dünya pazarları, sermaye ihraç alanları, hammadde kaynakları, stratejik bölgeler emperyalist güçler
tarafından bölüşülmüştür.Bir avuç emperyalist devlet gezegenimize hükmetmekte, zenginliklerini yağmalamaktadır. Emperyalizmin karakteristik özelliklerinden birisi sermaye ihracıdır. Bu doğrudan yatırımlar biçiminde gerçekleştiği gibi, devletten devlete, bankalardan, bankerlerden devlete ve tekellere, vb. borç, kredi verme biçimlerinde de gerçekleşir. Emperyalistlerin sermaye ihracı, bu ihracın bir biçimi olan borç verme, emperyalist ülkelerde biriken ve ulusal sınırlar dışına taşan artık sermayeden verilir. Kredi biçimine bürünen bu sermaye faiz olarak kar getirir, doğrudan yatırımlar biçiminde de büyük kazançlar sağlar.
Borç verme tekeli, bir avuç emperyalist devletin, özellikle bunlardan en irilerinin elindedir. Uluslararası borçlanmanın artışından, geri ülkelerin ana para ve faiz borçlarının kalınmasından asıl kazançlı çıkanlar tefeci emperyalist devletlerdir. Emperyalist mali çevreler, tefeci emperyalist devletler kredileri sürekli pahalılaştırarak, faizlerini artırarak büyük çaplı soygunlar yapmaktadırlar. Tefecilik, emperyalizmin karakteristik özelliklerinden birisi ve emperyalizmin can çekişen, çürüyen bir kapitalizm olduğunun kesin belirtisidir.
Yarı-sömürge ülkeler, borç almadan yaşayamayan ülkelerdir. Çünkü. bu ülkeler, ekonomik, mali, ticari, teknik, askeri ve siyasi bakımdan emperyalizme bağımlıdırlar. Bu ülkelerde yaşanan kapitalistleşme süreci asil olarak emperyalizme bağımlı tarzda gelişen işbirlikçi tekelci kapitalizmdir. Bu ülkelerde ekonomik yaşamın, üretimin sürekliliği, emperyalist devletlerden, uluslararası emperyalist finans krallarından alınan borçlara, kredilere bağlıdır. Bu ülkeler sürekli borçlanırlar, borçlarını ödedikçe de borçları artar, borç bularak da borç öderler. Giderek borç krizine yuvarlanırlar, borçlarını ödeyemez konuma gelirler. Latin Amerika ülkeleri bu olgunun örnekleriyle dolu. Türkiye de borçlarını düzenli ödemesine rağmen borçları sürekli büyüyen ülkeler kategorisine örnektir.
IMF patentli ekonomi politika, diğer şeylerin yanı sıra ve özellikle geri ülkelerin tefeci devlet ve bankalara olan borçlarını ödetmenin aracı olarak gündemleştirildi. Yarı-sömürge ülkelerin borçlarının artışı, emperyalist boyunduruğu pekijtinypr; proletarya ve halklar üzerindeki sömürünün dizginsizce derinleşmesini getiriyor; böylece halklar, her geçen gün sefaletin demir pençesine daha fazla itilmiş oluyorlar.
Borçlu ülkelerin artan mali bağımlılığı, bu ülkelerin emperyalist kapitalist sisteme daha derin deden bağlanmalarını getirmektedir.Böylece emperyalist devletlerin ve tekellerin borçlu devletlerin daha fazla müdahale etmelerini, bu devletleri politik hesapları ve hedefleri doğrultusunda daha nelerini olanaklı kılmaktadır.
Borç yükünün faturası halklara çıkartılıyor. Vurgunu ise, tefeci devletler,uluslararası finans kralları; alacaklı ülkenin burjuvazisi ile borçlu ülkenin egemen burjuvazisi vuruyor. Alacaklı ve borçlu ülkelerin devletleri ve burjuvaları arasındaki faiz oranlarını ödeme planları, borç erteleme üzerine süren pazarlıklar, özünde, borç ülkelerin egemen sınıflarıyla emperyalist burjuvazi arasında artı-değeri karları bölüşme kavgasını ifade ediyor. Alacaklı ve borçlu ülkelerin egemen sınıfları proletarya ve halkları sömürmede, faturayı ezilen sınıflara yüklemede tam bir uyuşum içindedir. Söz konusu çelişki birinci noktadadır. Bundan dolayıdır ki, borçlarının sözde ödemeyi reddeden, gecikmeli ödeme planları benimsemeyen devletleri ve egemen sınıfları reformist ve revizyonistlerin bu görüşü gerici, sınıf işbirlikçisi karakterdedir. Bu politika halkları aldatan,halkları kendi egemen sınıf işbirliğine çağıran, proletaryayı burjuvazinin yedeğine iten, devrimi reddeden bir politikadır.
Borçlu ülkelerin egemen sınıflarının borçlarını ödemeyi sözde reddetmelerini bir diğer temel nedeni de, kendi halklarının anti-emperyalist ve demokratik mücadelelerinin kendi diktatörlüklerini tehdit edecek boyutlara varması, ya da bu doğrultuda gelişmesidir. Borç ödemeyi reddeden ülkelerin egemen sınıfları, bir yandan halk muhalefetini de kullanarak, artık-değerin bölüşümün de kendilerine düşen payı çoğaltmak taktiği izlerlerken, öte yandan da anti-emperyalist demagojilerle milliyetçiliği körükleyerek, yığınların bilincini çarpıtarak, toplumsal muhalefeti yedekliğine koşmak taktiğini izlemektedirler.
Sosyal-demokrasi, her rengi ve tonuyla revizyonist akımlar, bu gerçekleri gizliyor; proletarya ve haklan, devrim ve sosyalizm yolundan giderek, borç sorununu çözmelerini engellemeye çalışıyor. Küresellileşme adında "Yeni uluslararası ekonomik düzen" demagojisi altında emperyalist devletlerle yarı-sömürge ülkeler arasında sömürüsüz ve eşit ilişkiler kurulabileceği demagojisini yapıyor.
Uluslararası borç sorunun kaynağında emperyalizm; emperyalizmin sömürücü, yağmacı, tefeci karakteri yatar. Uluslararası borç sorununu çözmenin tek yolu, kapitalist emperyalist sistemin yerini sosyalizmin almasıdır.
Her renkten reformist, revizyonist ve sosyal demokrat akımın çözüm diye sunduğu "uluslararası yeni ekonomik düzen" seçeneği, bu seçeneğin bir bileşeni olarak borçların, borçlu ve alacaklı ülkelerin masa başı pazarlıklarla adilane (!) çözüm politikası ütopiktir ve emperyalist kapitalist dünya sisteminin ömrünü uzatmayı hedefleyen bir politikadır.
Yayılmacılık; paylaşılmış dünya pazarlarının tekrar tekrar bölüşülmesi, ülkelerin sömürgeleştirilmesi, halkların köleleştirilmesi, azami kar, yerkürenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin yağmalanması emperyalizmin karakteridir. Çağımızda bir avuç emperyalist devlet, yerküremizi bir ahtapot gibi kollarıyla sarmıştır. Bu bağlamda, uluslararası ilişkiler, emperyalist ülkelerle yarı-sömürge ülkeler arasındaki ilişkiler her alanda eşitsizlik temelinde kurulmuştur. Bundan dolayıdır ki, geri ülkelerle ileri ülkeler, borçlu ülkelerle alacaklı ülkelerin masa başı pazarlıkları, yada emperyalistlerin yüklü faizlerinden bir bölümünden vazgeçmeleri sorunu asla çözmez.
Bu pazarlıklar, bir yandan emperyalist sömürü ve soyguna, iş ve diş tekellerin yağmasına karşı gelişen halkların kavgası yolundan saptırmaya, öte yandan alacaklı ve borçlu ülkelerin egemen sınıfları arasında artı-değeri ve karı bölüşmedeki it dalaşım ifade eder. Bunun ise, halklara kazandıracağı hiç bir şey yoktur. Çünkü her durumda fatura yine halklara ödetilmektedir.
Emperyalizme, emperyalizmin biçimlendirdiği uluslararası işbölümüne devrimle son verilmeden, sosyalizm kurulmadan, söz konusu sömürücü ve eşitsiz ilişkiler ortadan kaldırılamaz. tasanın insan tarafından, bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki sömürüsüne son vermeden, bir ulusun diğer ulus üzerindeki baskı ve sömürüsüne de son verilemez. Sosyalizm, insanin insan, kapitalizmin proletarya ve ezilen milyarlar üzerindeki sömürüsüne, dolayısıyla bir ulusun diğer ulus üzerindeki tahakkümüne son vereceğinden, uluslararası ilişkiler de sömürüden arınmış, karşılıklı yardımlaşma ve işbirliğine dayanan, eşit ilişkiler olacaktır.
Son olarak, borç krizinin kaynağına da değinelim.Uluslararası borç krizi, kapitalizmin aşın ve plansız üretiminden kaynaklanan genel ve güncel ekonomik krizinin ürünüdür.