DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
1.500.001’İNCİ AHBARİK: HRANT!-5-
Özgür Kürsü
Oysa tarih, neredeyse tüm Avrupalı güçlerin destroyerlerinin gölgesinde yaşanan 1909 Adana katliamında olduğu gibi, emperyalist devletlerin salt demokrasi sevdasıyla, kendi çıkarlarından fazla tutan bedellere yanaşmayacağını gösteren örneklerle doludur. Nitekim “tehcir”in başlamasından sonra, birlikte Osmanlı Devleti’ne karşı, katliamların sorumlularının yargılanacağına dair ortak bir deklarasyon yayınlayan bu güçler, yargılama zamanı geldiğinde çıkarlarının gerektirdiği stratejik manevralar gereği, bu vaatlerini unutmakta hiç bir sakınca görmemiş, katliamdaki sorumlulukları kuşku götürmez olmasına rağmen Malta esirlerini, kendi esirleri karşılığında iade etmişlerdir. Ayten Demirci-İdil Gümüşçay, “Ermeni Katliamı Öyküsü”, İşçi Mücadelesi, No:17, Mart-Nisan-Mayıs 2005, s.71-78.

 

BİR NOT: SOYKIRIM OLMAYABİLİR MİYDİ?

 

“Anlam, güncelliğini sık sık yitirir,

anlamsızlık asla.” (Lerry Lac.)

 

“Ermeni milliyetçiliği radikal olmasaydı da Ermenilerin tehcirden kurtulmalarının kolay olmadığına inanıyorum” vurgusuyla Ayşe Hür ekliyor: “İmparatorluğun son yüzyılı hakikaten korkunç kayıplarla doludur. Özellikle toprak kayıpları ile ciddi bir şoka giren İttihatçı liderler 1912 Balkan yenilgisinden sonra, Ermeni örgütleri kendilerine daha önceden söz verilmiş idari ve toprak reformu sözünün yerine getirilmesi için baskı yapmaya başlayınca doğuyu da kaybetme korkusu içine düştüler.



Ayrıca o yıllarda gerek Müslüman eşrafın ve aşiretlerin gayrimüslümlerin zenginliklerine kıskançlıkla baktığı bir gerçek. Örneğin Cemal Paşa anılarında Birinci Dünya Savaşına girmenin temel nedenleri arasında kapitülasyonlardan ve Ermeni reformlarından kurtulmak olduğunu söylüyor. Halide Edip Adıvar da anılarında o yıllarda Ermenilerin ekonomik üstünlüğüne son vererek piyasayı Türk ve Almanlar adına temizlemeyi hedefleyen anlayıştan söz ediyor...

Güçlü olanın güçsüz olanı imha etmesinin meşru görüldüğü XIX. yüzyıl sosyal Darvinizmi’nin tezahürüdür. Benim kanım, Ermeni milliyetçiliği bu denli radikal olmasaydı da Ermenilerin tehcirden kurtulmalarının kolay olmadığı yolunda. Çünkü artık Balkanlar’a ve Ortadoğu’ya doğru genişleme umudu kalmayan Türkçüler için Doğu Anadolu’da yaşayan Ermeniler, Ziya Gökalp’in tanımladığı ve İttihatçı önderlerinin siyasallaştırdığı Büyük Turan ülküsünün önündeki en büyük engeldi.

Bunun kanıtı 1914’te Ege bölgesinde yaşayan Rumların Ermenilere isnat edilen suçların hiçbirini işlemedikleri hâlde yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan zorla sürülmeleridir. Ege’deki Rum tehcirini planlayan ve uygulayan Celal Bayar’ın bir itirafname niteliğindeki anıları ise resmi tarihçiler tarafından ısrarla görmezden gelinir.” (Ayşe Hür, “Ermeni Sorunu (5): Tehcir ‘Turan Ülküsü’nün Sonucu”, Radikal, 16 Şubat 2006, s.4.)


SONUÇ YERİNE: ÇILGINLAŞMAYAN GERÇEK TÜRKLER

 

“Bir şeyler yapıldığını

görelim artık!" Heine.)


Şimdi burada durup, toparlayalım: Agos yazarlarından Markar Eseyan, “İttihatçıların ‘Türk’ün bağrındaki zararlı ve yabancı unsurları temizlemek’ şeklinde özetlenecek zihniyeti varlığını koruyor. Bu zihniyet, Türkiye’nin önünü hep tıkadı, tıkamayı da sürdürecek,” (Markar Esayan, “Türkiye Tarihiyle Yüzleşmeli”, Radikal, 8 Eylül 2005, s.9.) vurgusuyla ekliyor: “1915 tehcir sorunu hakkında, her şeyden evvel ahlâki ve vicdani bir üslup oluşturmak gerekiyor...” ( Markar Eseyan, “Ermeni Meselesinde İnsani Boyut”, Radikal İki, 8 Mayıs 2005, s.4.)

Ahbarik Hrant bu üslubu oluşturmuştu...

“Ermeni soykırımı yapılmıştır,” dediği için yargılanan Ahbarik Hrant, “‘Ermeni soykırımı’nın inkârını suç sayan” yasa tasarısının 12 Ekim 2006’da Fransız Parlamentosu’nda kabul edilmesi hâlinde Fransa’ya giderek, “Türklerin soykırım yapmadığını” söyleyeceğini açıklaması gibi...

Ya da çılgınlaşmayan gerçek Türkler gibi... Onlar da kim mi?

Sarkis Çerkezoğlu’nun anılarında Konya Ereğlisi’nde Ermenilerin tehcir edilmesine karşı çıkan Gökbudak ailesinin lideri Deli Mustafa Ağa’dan bahsediliyor. Deli Mustafa’ya Ermeniler için tehcir emri geldiğini söylemişler. O da, “Biz öyle bir şey yapmayacağız” demiş. Sonra da “Bir pilav pişirmek için su yerine tereyağı koysam ama tuz koymasam o pilav yenir mi?” diye sormuş. “Hayır, yenmez,” diye cevap vermişler. “Ulan Türk bulgur olsa, pilav pişirsek, tuz yerine Ermeni’yi koymasak o pilav yenmez. Onlar bu memleketin hem tadı hem tuzu. Gâvursuz memleket mi olurmuş?” demiş. Böylece, Ermeniler Suriye çöllerine sürülmekten kurtulmuşlar.

Sonra da Deli Mustafa Ağa gibi çılgınlaşmayan gerçek (öbür) Türkler: Sırayla Erzurum Valisi Tahsin Bey, Halep Valisi Celal Bey, Ankara Valisi Mazhar Bey, Yozgat Mutasarrıfı Cemal Bey, Kastamonu Valisi Reşit Paşa ve tehcire karşı çıktığı için Teşkilât-ı Mahsusa tarafından öldürülen Lice Kaymakamı Hüseyin Nesimi Bey’ler...

Onlar bizlerin yüz akıdır...

Alnımıza sürülen kara leke karşısında yüz aklarımızın çoğaltılması, daha da çok çoğaltılması gerek...

İnkar çözüm değil!

Çünkü, çünkü “Tarihi karşısında bir toplumun yaşadığı inkâr nöbetleri, büyümeyi reddeden bir çocuğun nafile çırpınmalarını hatırlatır. Dövünen, tepinen, her an her koşulda hakkının yendiğine inanan, paranoyak bir ayak direme hâlinin, maalesef yetişkinlerin diyaloglarıyla örgütlenen dünyadan kovulmayı göze almaya, dolayısıyla intihara kadar yolu vardır. Cumhuriyeti gerçekte sindirememiş, hâlâ paşa dedesinin portresi altında poz verme meraklısı bir toplum ne kadar hırçın hıçkırıklarla Atatürk şiirleri okursa okusun, evinin altında gizlice kazılmış mezarlar bir gün patlayacaktır. Unutkanlık üstüne kurulan vatandaşlık serüveni ‘şok!’larla yaralı bir katılımın adı olur. Hoyratça uyandırılan çocuğun çığlığı koyuvermesi gibi...”

Bu karabasan da nihayete erecek...

Dört bir yan büyük yangınlarla aydınlanacak...

Noktalayalım: Yeni öğrendik, “Hrant” Ermenice’de “canlı ateş” demekmiş...

Canlı ateş mi? O da ne demek? O kocaman bir yangındı...

Dört bir yanı ve vicdanımızı aydınlattı...

O hâlde; “Sıdesutyun Paregamıs/ Elveda Dostum” derken yüreğimizin başının ezildiği Hrant’ın, 10 Ocak 2007’de, “Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915’teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyeceğiz, yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı,” diye ifade ettiği gerçeğe sırt dönmeden, hep birlikte haykıralım: Ne mutlu ben de Ahbarik’im diyene... SON

 
İlgili Bağlantılar
Haber Puanlama
Seçenekler
Эlgili Konular

Özgür Kürsü

Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil.
 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.08 Saniye