Bu arada bu, hareketin daha üst biçimleri ile alt, basit biçimleri arasında bir bağ bulunmadığı anlamına gelmez. Gerçekten de, fiziksel süreçler, mekanik hareket (yer değişimi veya moleküler hareket) halinde olan maddi cisimlerde gerçekleşirler; kimyasal süreçlerin meydana gelmesi, ısıdaki, elektrik durumundaki bir değişim olmaksızın olanaksızdır; biyolojik hareket ya da organizmanın yaşamı, kimyasal, fiziksel ve mekanik hareketlerin var olmasını şart koşar. Ama bu yan biçimlerin varlığı, Engels’in dediği gibi, gözlenen her ayrı durumdaki ana biçiminin karakterini, özünü ortaya çıkarmaz.
Maddenin en üst hareket biçimleri arasında en karmaşık olanı, insan toplumunun gelişme sürecidir.Bu, Marx ve Engels’in kurduğu materyalist tarih anlayışına dayanan toplum biliminin araştırma konusudur.
Maddi hareketin bütün türleri arasında doğrudan bir bağ vardır ve bu biçimler birbirlerine geçebilirler.
Engels’in de söylediği üzere; madde gibi onun hareketi de, var edilemez ve yok edilemez bir şey olarak karşımızda durur.
Materyalist felsefe ve doğabilimleri hareketin yaratılamayacağı ve yok olamayacağı sonucuna çoktan ulaşmış bulunuyor.
Bu sonuç, daha 18. yüzyılda, üstün bir Rus alimi olan Rus doğabilimlerinin kurucusu M. V. Lomonossov tarafından çıkarılmıştır. Lomonossov, bu sonuca, bu doğa yasası bulunmadan ve 19. yüzyıl ortalarında, teknik gelişmelere dayanarak deneysel olarak kanıtlanmadan yaklaşık 100 yıl önce varmıştır.
Enerjinin korunumu ve dönüşümü yasasının bulunuşu, maddenin hareketinin yok olmazlığına ve sürekliliğine ilişkin doğabilimsel kanıtlar sağlamıştır.
Enerjinin korunumu ve dönüşümü yasası, maddenin korunumu yasasıyla birlikte diyalektik materyalizmin sarsılmaz bir temel dayanağını oluşturmaktadır. “Fiziksel idealizmin” bu yasayı reddetme ve onunla çelişen süreçler bulma çabaları, kaçınılmaz olarak fiyaskoyla sonuçlandı.
Böylece, maddenin temel yasası, onun sürekli hareketi, değişimi ve gelişimidir.
Eski Yunan, dünyayı ya da doğayı kosmoz olarak adlandırırdı; bu, onların tasavvurlarına göre kosmozun oluşumundan önce var olan düzensizliğin veya kaosun karşıtı olarak düzen ya da güzellik anlamına geliyor.
Materyalizm ve idealizm arasındaki dünyanın gelişme sürecinin karakterine ilişkin mücadele, felsefe tarihinin bütün akışı boyunca süregelmiştir. İdealist kampın temsilcileri, dünyadaki her şeyin amaçlı olduğunu ve dünyanın dışında var olan “yaratıcılar” tarafından konulmuş hedeflere ulaşma çabasında olduğunu öne sürerler.
İdealistlerin aksine materyalistler, doğa görüngüleri ve süreçlerindeki sürekliliğin, gerçekliğin, tekrarlanabilirliğin ve kesinliğin, maddenin ya da doğanın kendisine özgü nesnel yasalara sahip olmasından hareket ederler.
Olağanüstü miktarda olguyu saptayan burjuva çağın doğabilimi, bunları doğru bir biçimde genelleştirecek durumda değildi.
Ne var ki materyalistler, idealistlerin uydurmalarını çürütmemezlik etmediler. Evrenin bir “yaratıcısı”na dair yobaz masalı reddettiler; dünyayı ve dünyada olup biten tüm değişimleri maddenin, doğanın kendi özelliklerinden hareketle açıklamayı kendilerine görev edindiler. Fakat gelişimi tanımayan, eski ve yeni arasındaki mücadeleyi kavrayamayan ve maddenin, gelişiminin her yeni aşamasında yeni nitelikler kazanmasını açıklayamayan eski materyalizm, idealizmin sözde bilimsel iddialarını sonuna kadar tutarlılıkla teşhir edebilecek durumda değildi. Onun için yaşam ya da organizmalar gibi doğa görüngüleri, maddenin, atomların ve moleküllerin temel parçacıklarının basit mekanik hareketlerinin karmaşık birleşimlerini ifade ediyordu. Bu karmaşık birleşimlerin oluşumunu ise salt rastlantıya bağlıyordu. Bilimsel olmayan tasavvurlara ısrarla sarılan günümüz metafizikçileri de, yaşam görüngülerinde rastlantının egemen olduğu görşünü korumaktadırlar. Yaşamın ortaya çıkmasına yol açan ilk albümin molekülünün rastlantısal kökenine, kalıtımın vb. değişiminin rastlantısal karakterine ilişkin görüşler işte bu türdendir. Doğa yasalarını reddederek bilimi, rastlantılardan meydana gelen bir kaos haline getiriyorlardı. İlk olarak diyalektik materyalizm, basitten karmaşığa geçişin ve yeni niteliklerin ortaya çıkışının, herhangi bazı belirsiz rastlantıların bir sonucu olmadığını, tersine maddenin kendisine özgü iç yasalarının zorunlu bir sonucu olduğunu kanıtlayabildi.
Metafizik, toplumsal yaşamın görüngülerinin açıklanmasının önünde de bir engeldi. İdealist felsefenin egemenliği boyunca, toplumsal görüngülerin açıklanması, olgu ve olayların düzensiz bir karmaşası olarak görünüyordu. Bütün açıklamalar, toplumsal görüngüleri, yasa koyucuların bilge ya da tersine akıl dışı uygulamalarına, toplumu aşan ve sözümona bilinçsiz kitleleri peşlerinden sürükleyen “eleştirel düşünen” kişiliklerin eylemlerine dayandırılıyordu. Marksizm, bu idealist ve metafizik görüşlere ölümcül darbeyi vurdu. Diyalektik materyalizmin çıkışıyla, ilkelerinin toplumsal yaşama yayılmasıyla, tarihsel materyalizmin temellendirilmesiyle birlikte toplumsal sürecin yasaları açığa çıkarıldı.
Kapitalizmde, üretim anarşisi koşullarında, aşırı üretim, krizler ve işsizlik “yasalara uygun”, yani kapitalizmin doğasının, kapitalistlerin üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetinin bir sonucu olan kaçınılmaz görüngüleridir.
Sosyalizmin ülkesinde, daha yüksek emek biçimlerinin, sosyalist yarışmanın, Stahanov hareketinin ortaya çıkışı, sosyalist düzenin doğasının bir gereğidir. Sosyalizmin doğuşuyla birlikte, toplumsal gelişmenin yeni yasaları da doğmaktadır. Halk ekonomisinin tamamının planlı yönetimi, sosyalizmin bir yasasıdır.
Sürekli keskinleşen sınıf mücadelesi kapitalizm için karakteristiktir.
“Karşıt sınıfların tasfiye edildiği Sovyet toplumumuzda”, diyor A. A. Jidanov, “eski ile yeni arasındaki mücadele, bunun sonucunda da, kapitalizmde olduğu gibi karşıt sınıfların mücadeleleri ve felaketler biçiminde değil, tersine gelişmemizin gerçek itici gücü, partinin elindeki devasa araç olan eleştiri ve özeleştiri biçiminde, düşükten yükseğe gelişme biçiminde gerçekleşmektedir. Bu, hareketin mutlak olarak yeni bir biçimi, gelişmenin yeni bir tipi, yeni bir diyalektik yasadır.”*
Doğanın ve toplumun nesnel yasalarının benimsenmesiyle, dış dünyanın benimsenmesi arasında kopmaz bir bağ vardır.
Öznel idealistlerin öğretilerine göre, gözlenebilen yasalar, yalnızca insanların ilüzyonlarıdır; yalnızca, yasaları ve yasalılığı bizzat yaratan, sonra da doğaya ve topluma uyarlayan insan zihninin ya da bilincinin bir sonucudur.
Kant’a göre yasalar, insan aklının apriori, yani deneyimden bağımsız kategorileridirler. Onun idealist görüşüne göre, insan doğanın nesnel yasalarını bulmaz, tersine bu yasaları doğaya dikte eder.
Lenin’in teşhir ettiği öznel-idealist ya da (adını Alman filozofu Mach’tan alan) Mach’çı felsefe de, doğanın nesnel yasalılığını reddeder ve, ya Kant’a ya da onun önceli Hume’a yaklaşır. Hume, yasalılık düşüncesini yalnızca, tekrar eden görüngülerin gözlenmesiyle oluşan alışkanlığın bir sonucu olarak tanımlamıştır. Hume, görüngüler adı altında yalnızca insanın duyularının toplamını anladığı için, onun felsefesi öznel idealizmin felsefesidir. Nesnel yasalılığın ve doğadaki gelişimin zorunluluğun reddinin, materyalizm görüşünün karşıtı, felsefi terminolojiyle maskelenmiş darkafalı düşünce biçiminden başka bir şey olmadığı kolayca anlaşılır.
“Doğanın nesnel yasalılığının ve bu yasalılığın insan kafasındaki yaklaşık olarak doğru bir yansıması materyalizmdir” der Lenin.
Bu, doğanın nesnel yasalılığın benimsenmesiyle, dış dünyanın gerçekliğinin benimsenmesi arasında kopmaz bir bağın bulunduğu anlamına gelir.
Doğa ve toplum arasındaki yasalı bağların bir biçimi nedenselliktir. Yani, değişik hareketler arasındaki, birinin ötekini yarattığı, bir bağdır bu.
Büyük, gözleme müsait cisimlerin hareketi sözkonusu olduğu durumlarda, bu nedensellik ilişkisini doğrudan saptıyoruz.
Yük dolu bir arabanın hareketinin nedeni, atın kas gücüdür; bir trenin hareketinin nedeni, lokomotif kazanının ateşlenmesiyle ısı enerjisinin mekanik enerjiye, buharın germe kuvvetine dönüşmesi ve bu enerjinin lokomotifin dönen tekerleklerinin mekanik enerjisine nakledilmesidir.
Karmaşık görüngülerde, hareketin nedenini kolayca saptamak mümkün olmaz ve önce derinlemesine araştırmaların yapılmasını gerektirir.- İnsan organizmasının çalışma yeteneğinin ve genel olarak yaşamının nedeni, besin maddelerinin alınışıdır. Bunların kimyasal enerjisi, fizyolojik süreçlerin enerjisine, özelde de insan organizmasının kaslarının enerjisine dönüştürülür.
İdealist felsefe bakış açısıyla açıklanamayan toplumsal görüngüler arasındaki nedensellik ilişkisi, Marx ve Engels’in tarihsel materyalizm bakış açısıyla tam ve ayrıntılı bir açıklamaya kavuşmuştur.
Ne doğada, ne de toplumda nedeni olmayan bir görüngü vardır, olması da mümkün değildir. Bu tür görüngülerin varlığını kabul etmek, mucizeleri ve dini mistiği benimsemek anlamına gelir.
Bu nedenle Miçurin biyolojisi, idealist Weisman ve Morgan biyolojisine karşı mücadelede şu tezi vurgulamış ve savunmuştur: Bilim, rastlantıların düşmanıdır.
Nedensellik sorununda yanlış, mekanist, metafizik bir konum alanlardan eski materyalizm ve ardılları olmuştur; yani, kaba materyalistler ve mekanistler.-devam edecek--