DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
1.500.001’İNCİ AHBARİK: HRANT!-2-
Özgür Kürsü
TEHCİR VE SONRASI

 

“Dünyanın en zor şeylerinden biri,

herkesin düşünmeden söylediğini,

düşünerek söylemektir.”( Alain.)

 

“Adil ve kuvvetine güvenilir bir hükümetin yapacağı şey, hükümet aleyhine isyanları tahakkuk edenleri cezalandırmaktı; fakat İttihatçılar Ermenileri imha etmek” istiyorlardı; “nihayet Ermenilerin Van kıtâli (savaşı), askeri hareketlere engel teşkil etmeleri, İttihatçıların milli gayeleri için mühim bir fırsat vücûda getirdi,” (Ahmet Refik, İki Komite, İki Kıtâl, s.27.) diyen Ahmet Refik; yani Osmanlı Tarih Encümeni üyeliği ve Askeri Sansür Müfettişliğini takiben 1919 yılında Türkiye Tarihi Müderrisliği, 1924-1927 yılları arasında da Türk Tarih Encümeni Başkanlığı yapan bir tarihçi.

Ermenileri de ağır bir şekilde eleştiren yazar, Ermeni sorunu tartışıldığında nedense unutulan asli sorumluya, yani Türk halkını da çok ağır bir istismara ve neredeyse imhaya sürükleyen İttihatçı zihniyete işaret eder.

İşte bu Ahmet Refik’in 1915’te Eskişehir Sevk Komisyonu’nda görevli olduğu döneme dair gözlemleri:

“Bir sabah Eskişehir istasyonunda me’mûlün harici (umulmayan) bir manzara görüldü” diyen Refik, ağlama ve feryatlarıyla çoluk çocuk yük vagonlarına tıkabasa doldurulmuş insanların hazin tablosunu aktarıyor. “Trenler birbirini velyediyor (peşpeşe geliyor), her trenden binlerce aile, binlerce köy halkı çıkıyordu. (...) Trenle sevkedilemeyen çoluk çocuk, kadın erkek, ayakları kanlar içinde, etraflarında birkaç jandarma karadan geliyorlardı. Manzara pek feciydi...” (yage, s.30.)



 

“Nihayet birgün meş’ûm (uğursuz) bir emir geldi, Eskişehir de tahliye edilecekti (...) Ertesi gün, Eskişehir’in biçare aileleri ellerinde birer sepet, kollarında paltoları, hayvan vagonlarına bindiler. Gözleri yaşlarla dolu, asırlardan beri sevdikleri, oturdukları, yaşadıkları evlerini çiçekli bahçelerini, muazzez hatıralarını bıraktılar; Konya ovasını kuşatan dağlara, Pozantı’nın yalçın geçitlerine, Elcezire’nin ateşin çöllerine, açlığa, sefalete, perişanlığa, ölüme doğru gittiler...” (yage, İki Kıtâl, s.34.)

“Artık Eskişehir Ermenileri de çıkarılmıştı. (...) Sahipsiz kalan evler güya polisler tarafından muhafaza olunuyordu. Hâlbuki geceleyin halılar ve davarlar, kıymettar eşya kamilen çalınıyordu. Aynı hâl, İzmit’in, Adapazarı’nın tahliyesi esnasında da vukua gelmiş, eşyalar çalındıktan sonra izi belli edilmemek için evlere ateş verilmişti...”

“Eskişehir kafile kafile, tren tren boşalıyordu. Bu trenler kapalı yük vagonları bile değildi, kafes şeklinde, her tarafı açık hayvan vagonları idi. Muhacirin idaresinden gelen memura: ‘Bari kapalı vagonlarla gönderin’ dedim. Hiç tavrını bozmadı, lakaydane bir sesle : ‘Daha iyi ya, hava alırlar!’ cevabını verdi...” (yage, s.37.)

Cemal Paşa’nın yanından gelen Orgeneral Liman Von Sanders’in eşinin: “Ah ne kadar yazık, bu yavrulardan, bu masumlardan, bu biçare kadınlardan bilmem ne istiyorlar? Kimler cinayet yapmışsa onları tecziye etsinler. (...) Dereler insan gövdeleri, çocuk başları taşıyor. Bu manzara yürekleri parçalıyor” şeklindeki gözlemini aktardıktan sonra Ahmet Refik, şöyle yazar:

“Zaten bu zulmü takdir etmemek için çeteci zihniyeti ile malûl olmak lazımdı, Almanlardan kalpleri insaniyet hisleriyle meşhun (dolu) olanların da bu cinayetlerden müteneffir olduklarına (iğrendiklerine) hiç şüphe yok. Fakat resmi Almanya isteseydi, bu kıtâle mani olurdu. Said Halim Paşa İttihad’ın kör bir aletiydi; Enver ve Talat Almanya’nın sözünden bir adım çıkmazlardı, bu cinayetleri kuvvetlerine güvenerek icra etmeleri imkân haricinde idi. Hiç şüphesiz Almanya’nın zaferine güveniyorlar, bu muazzam faciayı Almanya’nın kuvvetiyle, bu masumlar feryadını Almanların zafer teraneleriyle bastırmak ümidinde bulunuyorlardı. Almanya Anadolu’da kazanacağı menfaatlerle sermest; kurun-u vusta’da (Ortaçağ’da) bile görülmeyen bu cinayetlere; samit (sessiz) ve lakayt, seyirci vaziyetini takınıyordu...” (yage, s.38.)

“Ermenilerin en ziyade korktukları Pozantı idi. Orada, çetelerin hücumu kalplerini titretiyordu. Bunlar hangi çetelerdi? İttihad hükümetinin Turan siyaseti, İslâm ittihadı namına Kafkasya’ya gönderdiği çetelerdi...”

Evet, tablo buyken devam edelim: Bakın Selim Deringil, “1915’te ne oldu?” sorusuna ne yanıt verir: “1915’te Osmanlı’nın uyguladığı bir tehcir hareketi var. Tehcir sırasında büyük bir facia yaşanıyor. Anadolu’nun her yerinden, hatta Trakya’dan Ermeniler sürülüyor. Bu da o nüfusun büyük ölçüde yok olmasına sebep olan bir eylem olarak çıkıyor karşımıza. 1915 aslında bu.” (Selim Deringil, “Tehcir Sırasında Ermeni Çocukları Kurtaran da Var”, Hürriyet, 2 Nisan 2005, s.6.)

Yani Anadolu’nun (ve sermayenin) Türkleştirilmesi...

 

ANADOLU’NUN (VE SERMAYENİN) TÜRKLEŞTİRİLMESİ

 

“Düşüncenin sigaya çekildiği yerde
barbarlığın başladığı sınır yer alır.”( Max Horkheimer.)


Bilinir: Osmanlı Devleti’nin 1906 yılında yaptığı nüfus sayımına göre, günümüz Türkiye sınırları içinde nüfus 15 milyon civarındadır. Bu nüfusun yüzde 20’si de gayrimüslimlerden oluşmaktadır. 1927 yılında Cumhuriyet yönetiminin ilk nüfus sayımına göre ise nüfus 13.6 milyona düşmüştür. Tabii ki 10 yıllık savaşta çok insan ölmüştür.

Ama 1927 yılında toplam nüfus içinde gayrimüslimlerin oranı yüzde 2.5’e düşmüştür. Ermeni tehcirinde insanların Suriye çöllerine sürüldüğünü ve yok edildiklerini, Türk-Yunan nüfus mübadelesinde ise 1 milyon 200 bin Anadolu Rumu’nun Yunanistan’a yollandığını düşündüğümüz zaman bu sayılar anlam kazanmaya başlar. Kısacası, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Türkiye’nin bugünkü sınırları içinde yaşayan her beş kişiden biri (yüzde 20) gayrimüslimdi; savaştan sonra ise bu oran kırktabire (yüzde 2.5) düştü. Bu düpedüz nüfusun Türkleştirilmesi politikasıdır.( Ayhan Aktar, “Ermeni Sorunu (4): Gâvursuz Memleket mi Olurmuş?”, Radikal, 15 Şubat 2006, s.8.)

Söz konusu Türkleştirilmesi politikası doğrultusunda “İttihat ve Terakki Partisi Ermeni meselesinin esaslı bir şekilde çözümlenmesi için karar aldı. Zaten Talat Paşa, 26 Mayıs 1915’te Sadrazamlığa yazdığı resmi yazıda bunu belirtir. İttihat Terakki’nin 1915’te Ermenilerin tehcir ve öldürülmesine karar vermesinin nedeni savaş koşulları değildir. Yani tehcir ve ölüm kararı savaş nedeniyle bir askeri tedbir olarak alınmamıştır. Kendilerini rahatsız eden Ermeni meselesinin kökten hâlledilmesi ihtiyacıdır bu. Bunu derin ve uzun tartışmışlardır.

İttihat Terakki, Ermenilerin varlığının devletin varlığı için ciddi bir tehdit olduğu düşündü ve Doğu Anadolu’nun Ermenilerin imha edilmesiyle korunabileceğine inandı. Anadolu’daki gayrimüslimlerin bir etnik temizlik anlamında ortadan kaldırılması, uzaklaştırılması gerektiğine ilişkin kararları zaten 1914’te vermişlerdi. Kuşçubaşı Eşref, Halil Menteşe ve Celal Bayar anılarında, Anadolu’nun gayri-Türk unsurlarından tasfiye edilmesi doğrultusunda ayrıntılı planlar hazırladıklarını ve bu planları ilk önce Ege Bölgesi’nde Rumlara karşı uyguladıklarını söylerler. Yani gayrimüslimlerin Anadolu’dan uzaklaştırılması, Anadolu’nun homojenleştirilmesi projesi vardı. Bu projeye bağlı olarak da Doğu Anadolu’daki Ermeniler imha edilme sürecine sokuldular. Nedeni de Balkan Harbi’dir. Balkan Harbi’nde biz bir hafta içinde toprakların ve nüfusun yüzde 60’ından fazlasını kaybettik. Bütün gözler Anadolu’ya dikildi. 1912’de Taşnak Partisi, İttihat Terakki Partisi’yle her türlü ittifakı bozdu. Türkiye’de tarihi herkes Türkler bir tarafta, Ermeniler bir tarafta diye anlatır. Oysa Ermenilerin Taşnak Partisi 1912’ye kadar İttihat Terakki’nin koalisyon ortağıydı. Taşnak örgütü, Balkan yenilgisinden sonra kendilerine verilen reform sözlerinin gerçekleşmediğini görerek Batılı devletlerden dış destek aradı.

Taşnak’ın istediği Doğu Anadolu Bölgesi’nde idari ve siyasi reformdu. 1800’lerin ortasından itibaren ortaya çıkan Ermeni meselesinin özü ‘toprak meselesi’dir. Ermeni nüfusun çoğu Doğu’da yaşıyordu. Yüzde 90’ı yoksul köylüydü. Batı’dakiler daha çok esnaftı, tüccardı. Yoksul köylülerin en büyük problemi, topraklarının sürekli Kürtlerce gasp ediliyor olmasıydı. Kürtler ve Çerkeslerin saldırısına uğrayan Ermeni köylülerinin güvenliğinin Osmanlı devleti tarafından garanti altına alınması meselesidir bu. Reformların yapılmayacağını gören Taşnak, dış devletlerin yardımıyla İttihat Terakki’ye diz çöktürmek istedi ve başarılı oldu. 1914’te Ermeni Reform Anlaşması yapıldı. Doğu Anadolu iki vilayete ayrılacak, yönetim Hıristiyanlarla Müslümanların katılımıyla olacaktı. İki yabancı vali atanacaktı ve atandı da.

Ermeniler Van şehir merkezi dışında her yerde azınlıktaydı ve bunu bildiği için Taşnak örgütünün bağımsız devlet talebi hiç olmadı. Ama Osmanlı yöneticileri bunu bağımsız devlete ilk adım olarak algıladı. ‘Eski oyun yeniden sahneye konuyor. Biz Balkanları hep reform diye kaybettik. Şimdi burayı da kaybedeceğiz’ dediler. Ve İttihat Terakki Birinci Dünya Savaşı’na girerek bu reform planını rafa kaldırdı. Ama bir süre sonra Teşkilât-ı Mahsusa’nın Kafkaslarda yenilgileri başladı. Bu yenilgilerde Ermeni çetelerin önemli payı vardır. Sonra Sarıkamış faciası yaşandı ve bizim Doğu cephesi çöktü. Bu yenilgi koşullarında radikal Türkçülük, İttihat Terakki’nin yönetimini ele geçirdi. Mesela Bahaittin Şakir, Dr. Nâzım, Ziya Gökalp, Talat Paşa ırkçılığa kadar varabilecek Türkçülüğü savunan bir ekiptir.

Osmanlı belgelerine göre bu karar alındı. ‘İttihatçılar tehcir kararını alırken, toptan imha etme kararını da aldılar. Belli bölgelerde sınırlı biçimde insanlara Müslümanlaşarak sürgünden ve katliamdan kurtulma imkânını sundular. Ama sayı artınca, Talat Paşa, Müslüman olsalar da sürün emrini verdi. İmha kararının alınmış olduğu, belgeler bir araya getirildiğinde ortaya çıkıyor. Mesela Reşit Akif Paşa 21 Kasım 1918’de Osmanlı Meclisi’ndeki konuşmasında, ‘Kabinede görev yaparken dahiliye nezareti evrakı içinde çok tuhafıma giden bir şey gördüm. Bir tehcir emri verilmiş ve bu emre paralel olarak da çetelere öldürme emri yollanmış’ diyor. Birçok başka belgeden de biliyoruz ki, İttihat Terakki, Talat Paşa’nın emriyle Dahiliye Nezareti üzerinden valilere tehcir kararı yolladı. 24 Nisan 1915’teki ilk tehcir emrine paralel olarak da bu arada bölgelere İttihat Terakki Partisi kâtib-i mesulleri (sekreterleri) eliyle ölüm emri yollandı. Parti, Bahaittin Şakir’e bağlı Teşkilât-ı Mahsusa birlikleriyle öldürme işini organize etti. Bunu Kastamonu Valisi Reşit Bey, Yozgat mutasarrıfı Celal, Ankara Valisi Mahzar Bey ayrı ayrı söylüyor. –devam edecek-

 
İlgili Bağlantılar
Haber Puanlama
Seçenekler
Эlgili Konular

Özgür Kürsü

Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil.
 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.08 Saniye