PKK’nin yapmış olduğu ateşkes çağrısının devletçede yanıt bulması amacıyla değişik ideolojiık-politik kulvarlarda bulunan Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden bilim insanları, hukukçular, yazar ve sanatçılarla emekçilere karşı sorumluluk duyan kesimler yani aydınlar Kürt sorununun, hangi etnik kökenden gelirse gelsin tüm halkın çıkarları ve özgürlüğü yönündeki çözümü için yeni bir deklarasyon yayımladılar. 100’ü profesör ve öğretim üyesi olmak üzere 320 aydın sanatçı ve duyarlı politikacının imza koyduğu bu yeni çağrı bildirisinde özet olarak; şiddet politikalarına son verilmesi ve “barışın dilinin konuşulması” isteniyor. Uğraş alanları bu aydınların Kürt sorununda devletin inkarcı ve imhacı politikasının çok şeyi kaybettirdiğini, binlerce insanın öldüğüne, sosyal dokunun tahrip olduğuna dikkat çekiyor ve “öncelikle devlet kurumlarından çatışmaları ve ölümü değil, yaşamı siyasetin merkezine alan bir açılım talep ediyoruz” diyorlar. Bildirilerinde “şiddet ortamının tümüyle sona ermesi” için gerekli adımların atılması ve yasal düzenlemelerin yapılmasını isteyen yazar, aydın ve sanatçılar, “Tüm kültürlerin olduğu gibi”, Kürt kimliği, dili ve kültürünün kamu yaşamının bütün alanlarına dahil olmasının önündeki yasal engellerin kaldırılmasını, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün eksiksiz sağlanmasını istiyor ve bunun ülkenin ve halkın çıkarı için gerekli olduğunun altını çiziyorlar.
Bu bildiriye imza atan ve Kürt sorununun çözümünü demokratik ve opolitik özgürlükler ortamının sağlanmasında görenler Türkiyeli aydınları olarak bugüne kadar açıktan devlete öncelikle çağrı yapmasıyla önceki çağrılardan daha farklı olduğunu söylemek hiçde yanlış olmayacaktır. İmzacıların içinde değişik milliyetlerden insanlar var. Bu insnalrın tek istemleri Kürtlerin insanca yaşamları ve demokratik haklarının kayıtsız koşulsuz olarak tanınmasıdır. Aydınlar, Kürt ve Türk halklarının demokratik bir sistemde özgür ve hak eşitliği temelinde yaşamalarını ve düşmanlık politikalarına son verilmesini ve onurlu bir barış ortamının yakalanmasını salık veriyorlar. Ama çıkarlarını kirli savaşın devamından yana gören MGK diktatörlüğü ve onun emir erleri, aydınların bu “barış çağrısına” daha fazla operasyon ve Kürt düşmanlığını körüklemekle yanıt veriyorar. Aydınları baskı kumpasına alarak, seslerinin boğulmasını ve kirli savaş ağalarının önlerinin açılmasını sağlayan MGK diktatörlüğü, farklı sesleri hızaya getirerek, devletin resmi demir yumruk politikasını devam ettirmek istiyor.
Bilindiği üzere Türkiye’de Kürt sorununun cumhuriyetin kuruluş süreciyle birlikte ülkenin en önemli politik-toplumsal sorunlardan biri olarak öne çıktığını; o günden bu 83 yıldan bu yana bu sorunu baskı, inkar ve şiddetle çözmek istemelerine karşın egemen sınıflarla devletin bunu bir türlü başaramadığını, yakın dönem gelişmelerinin bu zeminde gerçekleştiğini, büyük insan gücü kaybı ve sosyal-iktisadi tahribe yol açtığını artık emekçilerin çok daha geniş kesimleri biliyorlar. Türkiye’de Türk ve Kürt ulus ve diğer milliyetlerden emekçilerin özgür, eşit ve kardeşçe yaşamalarının yolunun açılması için Kürtlerin varlığı ve haklarının inkarı politikasından vazgeçilmesinin ve sorunun çözümü için tam hak eşitliğinin tanınmasının şart olduğunu da, yine çeşitli milliyetlerden işçi sınıfı ve emekçilerin öncü kesimleir ve deb vrimi ve komünistler son birkaç on yıldır sürekli yineliyorlar. Halk karşıısnda sorumluluk sahibi olan aydınların, emekçilerin talepleriyle uygunluk gösteren bir tutumdan sürekli uzak durmaları bu bakımdan zaten beklenemezdi. Onların giderek genişleyen “destekçiler kitlesi”yle birlikte bu tutumu daha ileriden ve bizzat takipçisi olarak sürdürmeleri önündeki engeller de denebilir ki artık daha fazla zayıflamıştır. Türk şovenizm ve inkarcılığı besleyen faşist baskı ve saldırı politikasının çözümsüzlüğünü bugün ‘Türk milliyetçisi’ bazı kesimler dahil daha geniş kitleler görmüş bulunuyorlar. Devlet ve hükümetin “Kürt temsilciler’i muhatap almama ve sorunu “şiddetin dozunu artırarak çözme” politikasının çıkmaz yol olduğunu, artık daha çok kişi, daha geniş kitleler biliyor ve görüyorlar. Sorunun devlet ve hükümetler tarafından çözümsüz bırakılması, çözümün inkar ve imha politikasına karşı durmakda olduğu yakıcı olarak açığa çıkmıştır.
Nitekim bunu, "devletten yana ve devlet hizmetinde olmak”la kalmayan “biz devletiz” anlayışıyla hareket eden bazı sermaye politikacıları da görmüş olmalı. M.Ağar’ın, sorunun “demokratik çözümü için sosyal, iktisadi ve politik önlemler geliştirilmesi zorunluluğu”na dikkat çekmesi ve “bugünün on beş-on altı yaşlarında 150 bin gencinin yarın on dokuz-yirmi yaşında 150 bin savaşçı adayı olduğu” uyarısında bulunması, bu yönlü gelişmelerin dışında ele alınıp değerlendirilemez.
İşbirlikçi tekelci sermaye partileri ve temsilcilerinin “Kürt sorununun çözümü”nden neyi anladıkları ve nasıl bir çözüm istedikleri, elbette “muamma” değil. Ama ulusal tam hak eşitliğini garanti eden demokraik halkçı bir çözümün emperyalistlerle işbirlikçileri dışındaki, çözümsüzlüğü Kürt e kaynaklarının denetimini elde çıkarmamanın garantisi gören kapitalist şoven kürt düşmanı kesim dışındaki herkesin yararına olacağı kesindir. Çözümsüzlüğü dayatanlar Kürdün de Türkün de düşmanfaşist şovenist gerici; tek ulus, tek bayrak, tek dil ve tek vatan savunucularıdır. Faşisit gerici güçlerin bu politikalarının darbelenerek boşa çıkarılmaıs için bütün ielirci,demokrat,c devrimci,komünist ve Kürtlerin birleşik bir mücadele hattında güçlerini birleştirmesi her zamankinden daha acil hale gelmiştir. Bu yönde daha ileri adımlar atmak üzere ‘Aydınlar’ın çabalarını değerlendirmek ve buradan tutunarak devletin ve onun emir kulu faşist gerici güçlere karşı mücadekle ederek halkalrın eşitliği ,özgürlüğü ve kardeşliğini sağlamak için demokrasi savaşımını körüklemek gerekiyor. Aksi halde aydınların barış çağrısının havada asılı kalması kaçınılmaz olacaktır.