DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
Kan Kuyusu-Öykü
Kültür Sanat
Sonunda kavuşma zamanı yaklaşmıştı. Papatyalar kadar güzel olan sevgilisi, şelaleler misali tatlı sesiyle Azad’ın, etrafında cıvıldayacaktı. Birlikte ışıldayacak, birlikte yaşamın tüm zorluklarına göğüs gereceklerdi.
Saatine baktı. Sevgilisinin gelmesine daha yarım saat vardı. Buluşma yerine gitmek için, hızla dairesinin koridoruna çıktı. Yan komşusu olan ihtiyar da koridordaydı. Daha önce ayaküstü sohbet ederlerdi, ama bu kez sohbetin uzamasına Azad izin vermedi. Özür dileyerek, acil bir işinin olduğunu belirtti ve oradan derhal ayrıldı. Buluşacakları rıhtıma giden yola çıktığında, sevincin dalgaları  tek tek çarpmaya başladı içine. Mağrur ve zafer kazanmış bir komutan edasıyla dimdik fakat telaşlı adımlarla, rıhtıma doğru yürümeye başladı. Sanki ayakları yere basmıyordu. İçi içine sığmıyor ve sevinçten ne yapacağını bilemiyordu. Dünyası perçem perçem ve al aldı... Kendini tüy kadar hafif hissediyordu. İçindeki güneşin önünde biriken sisler dağılmış ve tatlı bir ahenkle ışınlarını dans ettirmeye başlamıştı. Çevresindeki her şey olabildiğince güzeldi. Sokakta akan gürültü patırtı yok olmuştu sanki.
İyi bir davranış sergilediğini düşünüyordu. Anne ve babalarının modern elbiseler içinde ortaçağ mantığına sahip olduklarını biliyordu. Durumları şaşırtıcıydı. Yıllarca şehirde yaşamalarına rağmen hiç değişmemişlerdi. Tıpkı annesi ve babası gibi... Aynur’un anne ve babası da değişmemişti. Babası vermemişti güzel Aynur’unu, olsundu. Hem kadınlar da insandı, onları gidip ailelerinden istemek hakaretlerin en büyüğüydü... Kadınlar hayvan mı ki gidilip istensinler! Sevgisinden, çaresiz, bu geleneğe uymak zorunda kalmıştı. Bunları düşünürken sevincinden hiçbir şey kaybetmedi. Fazla da üstünde durmadı. Kendisine acı verecek bu tür düşünceleri hemen kafasından uzaklaştırdı.



Aynur’un menevişleşen mavi gözleri, Azad’ın gözlerinin önüne geldiğinde, zamanın yavaş akmasına sinirlendi. Tekrar saatine baktı: Beş dakika kalmıştı sevgilisinin gelmesine. Telaşla karşıdaki çiçekçiye koştu. Kıpkırmızı bir demet çiçek seçti. Parasını ödedi ve buluşma yerine döndü.

Sevgilisinin şeffaf duruşu ve ışıldayan beyaz yüzü gözlerinin önünde belirir gibi oldu. Arzu dalgası tüm bedenini sardı. Tekrar buluşacaklarını ve bundan sonra asla ayrılmayacaklarını aklına getirdikçe bir hoş oluyordu. Sevecekti onu, ölünceye kadar. Biliyordu, Aynur da onu sevecekti, hem de biteviye.

Azad, Aynur’un kuş gibi cıvıldayan tatlı sesini yanı başında duyunca heyecanla geriye döndü.

Aynur  “Merhaba sevgilim! Ay, çiçek de almışsın. Çok teşekkür ederim,” dedi. Azad, senin için her şeyi yaparım, anlamında gülümseyerek boynunu büktü. Birkaç dakika sessizce Aynur’un gözlerine baktı. Bakışında teslimiyet ve sonsuz bir minnet duygusu vardı.

Azad, “Merhaba. Eh, sonunda hiç ayrılmamacasına başlayan birleşmemizin ilk gününe girdik. Yani yeni bir yaşama adım atıyoruz.” dedi.

Azad, Aynur’un ışıldayan gözlerine baktı. Narin bir çiçeğe dokunurcasına, dudaklarını sevgilisinin yüzüne yaklaştırdı ve kavurucu bir şehvetle Aynur’u yüzünden öptü. Aynur’un yüreğinde ve bedeninde, tepeden tırnağa, vücudunun her yerinde gülücüklerin bayraklarını dalgalandırıyordu bu davranış. Azad, sevgilisinin elini avucunun içine aldı. Birlikte denize baktılar. Deniz dingindi ve yüzeyi mavi, albenili bir çarşaf gibiydi. Her ikisinin içinde de cefanın izine bile rastlanılmazdı. Kızın ailesi uzun süre küs kalacak değildi ya, en fazla iki ay sonra gelip barışacaklardı. Böylece, yatağına sığmayan nehirler gibi doludizgin yaşamlarını sürdüreceklerdi. Severek, çiçeğe durmuş ağaçlar misali etraflarına neşe saçarak yaşayacaklardı. Kanları alazlandı, terlediler. Evlerine gitmenin zamanı gelmişti artık.
Aynur yeni evlerine doğru yürürken, bir yandan cinselliği merak etti, diğer yandan da ödü patladı. Nasıl olacaktı acaba? Canı acıyacak mıydı? Belirsizliğin okyanusunda nereye kulaç atacağını bilemez hale gelmişti. Merak, korku, utanç ve şehvet duygusu, dördü de iç içe geçmişti. Birinden kurtulayım derken diğer üçü hemencecik yakasına yapışıveriyordu. Utanarak Azad’a baktı. Azad kendi dünyasına çekilmişti. Yüzü duygularını ele vermiyordu. Azad da dönüp Aynur’a baktı. Aynur’u gelinciklere benzetti. Gelinciğin hiç dokunulmamış yerlerine dokunacak, en gizli yerine, çiy düşmüş gelinciğin ıslaklığına dokunacak ve gelinciğin dudakları dudaklarına kenetlenecekti. Tek bir can olacaklardı.
Aynur, “Ne düşünüyorsun?” dedi. “Ne yapacağımızı mı?”

Azad    “E... evet. Bu günü atlatabilirsek gerisi Allah kerim, diyorum. Sen ne dersin canım?”
Aynur, “Galiba...” diye karşılık verdi.

Yürürlerken etraftaki gökdelenlere hiç bakmadılar. Gökyüzü bir avuç kadar görünüyordu. Küskün yüzünü göstermek istemiyor, saklanıyordu. O küçücük parçası da küsene kadar, insanların illeti hastalıklarına dayanabildiği kadar renk katabilirdi yaşama. Ya sonrası? Evet, sonra ne olacaktı? Bu kadar kirliliği kaldırabilecek miydi? Her ikisinin de tüm dikkatleri birbirine odaklanmıştı. Hiçbir şeyi görebilecek durumda değillerdi. Düşüncelerinin ortak noktası biraz sonra olacak şeylerin merakıyla doluydu. İkisinin de ilk deneyimleri olacaktı. Daha önce öpüşmüşlerdi ve birbirilerinin vücutlarının her bir yanına dokunmuşlardı, ama sevişmenin finali cinsel birleşmenin nasıl olabileceğini, ne gibi sürprizlerle karşılaşacaklarını hiç bilemiyorlardı. Dünyanın toz pembe olduğu söylenemez di, ki onlar da öyle görmüyorlardı. Hayatın zorlukları onları erken olgunlaştırmıştı.

Bir süredir el ele yürüyorlardı, evlerine yaklaşmışlardı. Evleri şehrin dışındaydı. Heyecanları kat be kat arttı. Aynur Azad’ın kolundan çıksa boş bir çuval gibi yere yığılabilirdi. Ama dinç görünmeye çalışıyordu.
Oturma odası, mutfak ve yatak odasından ibaret olan evlerinde, yatak odasına girdiler. Aynur utanmaktan kıpkırmızı olmuştu. Kelebekler gibi narin elleriyle saçlarını arkaya attı. Yavaş hareketlerle soyunmaya başladılar. İç çamaşırlarıyla yatağa uzanmadan önce, Azad Aynur’un bembeyaz bacaklarına baktı. Meme uçlarına, sonra simsiyah saçlarına, oradan Aynur’un deniz mavisi gözlerine kaydı bakışları. Bugün tuhaf bir cesaret dolmuştu yüreğine. Daha önceki bakışlarını hatırladı. Sevgilisinin gözlerine asla bakamazdı. Aynur onun gözlerine bakacak olsa eli ayağı birbirine karışır, utanca benzer bir duyguyla al al olurdu yanakları.

Önce Azad sırtüstü yatağa uzandı, daha sonra da Aynur onun yanına. Azad başını kızdan yana çevirdi, burnunu sevgilisinin saçlarına gömdü. Saçları gelincik kokuyordu. Tepeden tırnağa ateş kesildi. Aynur, annesinin cinsellikle ilgili anlattığı kötü şeylerin etkisiyle kasıldı. İstek, heyecan ve korkudan titriyordu. Başını çevirdi. Dudakları birleşti. Birden yerçekimi etkisini yitirdi. Gökyüzünün boşluğuna doğru uçuşmaya başladılar ve yıldızların, gezegenlerin balkıyan ışık huzmeleri, bedenlerini mest etti. Kabardılar, büyüdüler, gökyüzünde kanat çırptılar ve tekrar yeryüzüne indiler. 

Kapının tehditkâr şekilde çalınışıyla yataktan fırladılar. Bin bir kötü düşünce beyinlerinin havsalasında cirit atmaya başladı. Azad, ne yapabiliriz manasında Aynur’a baktı. Hızla giyinmeye başladılar. Aynur saçlarını düzeltmeye çalıştı. Bu sefer de korkudan eli ayağı birbirine karıştı. Azad sakin görünüyordu.

Azad kapıya yaklaştı, kapının gözetleme deliğinde kardeşi Rızgar’ı ve Rızgar’ın eşini görünce rahatladı. Derinden bir oh çekti. Gelenlerin kardeşi ile eşi olduğunu söyledi Aynur’a. Aynur’un dudaklarındaki tebessüm rüzgârı yüzüne yayıldı. Rızgar’ın hoyratça kapı çalışına kızdı. Her an baskın ya da ayrılık için kapıya dayanabilirlerdi.
Azad, kapıyı açtı. Rızgar ile Berivan sessizce içeriye süzülüverdiler. Rızgar’ın ağzı kulaklarındaydı. “Hey kaçaklar, bu saate kadar uyunur mu?” dedi. Ve birlikte oturma odasına geçtiler. Azad olanları baştan sona kardeşine anlattı. Bu yönteme başvurmalarının dışında hiçbir seçeneklerinin kalmadığını da sözlerine ekledi. Rızgar içten olmayan gülüşüyle, savaştan yeni çıkmış bir komutan rolünü oynuyordu. İçini kemiren boşluğu kapatmak için gülme yöntemine sık sık başvururdu. Zaman zaman nedensiz kahkahalarıyla rahatsızlık yaratabiliyordu. Gerçi abisi bu duruma alışıktı.

Göğün maviliği, akşam üzerlerinin griliğine teslim oluyor, yani günler birbirini kovalıyor, ama Aynur’un ailesi barışmaya yanaşmıyordu. Her telefon açtıklarında küfür, hakaret ve tehditlerle telefonu yüzlerine kapatıyorlardı. Azad en kısa zamanda Aynur’u ailesiyle tanıştıracaktı. Şu barışma işini tatlıya bağlayabilselerdi, her şey kendiliğinden yoluna girecekti.

Bir gün Azad, Aynur’un ailesini evde görünce şaşırdı. Babası, abileri ve erkek kardeşleri, amcasının erkek çocukları, gelenlerin hepsi erkekti ve bu durum nedense Azad’ı şüphelendirmedi. İşten yeni çıkmıştı ve üstü başı toz topraktı. Hal hatır sormaları karşılıksız kalınca, duş almak için banyoya girdi. Azad yeni akrabalarının yüzlerine dikkatlice baksaydı, onların gözbebeklerine oturmuş kan kuyusunu hemen fark edebilirdi; bakmadı. Yüzlerindeki sadist bakışlara dikkatlice bakılsaydı akan pislikle birlikte hemen tüm şüpheleri üstlerine çekeceklerdi. Her ikisi de bakamadılar yüzlerine, göremediler o kan kuyusu özleri.Azad banyodayken Aynur’u  yakaladılar, elini ayağını ve ağzını sıkıca bağladılar. İki kişi banyo kapısının köşesinde bekledi. Aynur, kapana kısılmış yavru kuşlar gibiydi. Kocasını kurulan tuzağa karşı korumak için bağırmaya çalışıyordu, ama boşuna, sesini duyurmaya imkân yoktu, çünkü ağzı çok sıkı bağlanmıştı. Azad banyodan çıkar çıkmaz tabancayı göğsüne dayadılar. Azad tabancayı görünce şaşırdı, korktu. Dizleri titremeye başladı. Onun da ağzını, ellerini, ayaklarını sıkıca bağladılar. Daha sonra, Aynur’un abisi koca bir bıçağı böğründen çıkardı. Bıçağı hırsla sağ kulağına vurdu ve vurur vurmaz kulak kıkırdağı yere düştü. Kanlar içindeki kulağının üstüne yattı, debelendi. Acıdan bedenini kaldırıp yere vuruyordu. Aynur’un ailesi hep bir ağızdan, “Utanmazlar, kaçarsınız ha! Kaçarsınız!” diye bağırdılar. Aynur, sürünerek Azad’a doğru yaklaşmaya çalıştı. Akrabalarının acımasız pençeleri ayaklarına yapıştı. Aynur’u bel üstü yatırdılar. Bıçağı karnına sapladı biri. Bu arada Azad dört bıçak darbesi almıştı bile ve yüzündeki organların hiçbiri yoktu. Acıdan top gibi havaya sıçrıyordu.

Aynur’un akrabaları, “Utanmazlar, kaçarsınız ha! Kaçarsınız!” diyorlardı ha bire. Başka hiçbir kelime bilmiyorlarmış gibi, hep aynı şeyleri tekrarlıyorlardı. Aynur ile Azad’ın kana gömülmüş gözleri birbirine kilitlendi. Acı yüreklerini sızlatıyor ve onların tortop büzülmelerine sebep oluyordu. Gözyaşları sel gibi akıyordu.
Dayanılmaz acıdan ilk kurtulan Aynur oldu... Yaşama, ömrünün baharında veda etti. Azad hâlâ acının etkisiyle odanın içinde yuvarlanıyordu. Hepsi birden durdurmak için yapıştılar, ama durduramıyorlardı. Her yuvarlanışında mutlaka bir bıçak darbesi de alıyordu. Son hızıyla Aynur’un yanına yuvarlandı. Kulağı, burnu, gözleri, dili ve ayaklarının, kollarının yarısı yoktu artık.

Azad,  Aynur’un cesedine iyice yanaştı. Ağzındaki çaput düşmüştü, derin derin hırıltılar çıktı boğazından. O da  Aynur’un yanında can verdi.

Gaddar sürüsü orayı terk ettiler. Külüstür arabalarına binip gittiler. Emellerine kavuşmuşlardı.

Mehmet SÖĞÜT






 
İlgili Bağlantılar
Haber Puanlama
Seçenekler
Эlgili Konular

Kültür Sanat

Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil.
 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.09 Saniye