DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
EGEMEN SINIFLAR ARASI ÇELİŞKİLER VE DEVRİMCİ OLANAKLAR
Analiz Polemik
Geride bıraktığımız 2006 yılı egemen sınıflar arasında çelişki ve çatışmalaırn arttığı ve yarığın derinleştiği ve devrimci olanakların arttığı bir süreç oldu. Neki bu olanaklar yığınların içinde kök salmış güçlü bir devrimci komünist önderliğinin yakalanmaması durumu istenen biçimde ve kuvvette devrimin ve emekçilerin lehine dönüştürmeyi başaramamak gibi bir duruma neden olmuş ve önemli fırsatta yararlanılamamıştır. Bu durum kaçınılmaz olarak egemen sınıf klikleri arasında süren çatışmanın ve egemenlik mücadelesinin devrim lehine derinleşmesini engellemiş ve kliklerin emekçi yığınları aldatmalarına olanak yaratmıştır.

Kuşku yok ki geride bıraktığımız yılda Türk milliyetçiliği ve şovenizm pompalanarak halklar arasında düşmanlık derinleştirilmeye çalışıldı. Generallerin öncülüğünde faşist milliyetçilik gerici kitle hareketi yaratmak için sivil faşistlerin, Kemalist Kürt düşmanı şovenist güçlerin önünü araladı ve soskaklara çıkmasını teşvik etti. Haliyle Türk emekçi yığınların bilincini bulandırmak ve MGK’nın kitle temelini genişletmek için Türk milliyetçiliği geçer akçe kılındı..

Bilindiği üzere milliyetçilik, burjuvazinin sınıf ideolojisidir. Doğuşu ve gelişimi, kapitalizmin doğuşu ve yükselişiyle bağlıdır. Tarihsel evrimi bir yana günümüzde burjuva milliyetçiliği, gerici bir ideolojidir.



Kapitalizmi, kapitalist sömürüyü, burjuva egemenliğini kutsayan, kapitalizmi ve emperyalizmi ebedi bir sistem olarak lanse eden gerici bir ideolojidir. Burjuva sınıf egemenliğini ve çıkarlarını tüm “toplumun çıkarları”, “ulusun çıkarları” demagojisiyle perdeleyip genelleştirerek, idealize eder. Emperyalist küreselleşmenin derinleşmesi Türk burjuvazisi ve kilkleri içerisinde iki ana eğilimi açığa çıkardı: Bu akımlardan birisi, emperyalist küreselleşme süreciyle her bakımdan hızla birleşmeyi, kaynaşmayı, “treni kaçırmamayı” savununurken, diğeri ise, sözde yok edilmek istenen burjuva “ulus devlet”i yüceltmekte ve emperyalist küreselleşmeyle mesafeli ilişkilenmek gerektiğini savunmaktadır. Birinci akımın maddi temelini, uluslararas› tekeller tarafından yönetilen emperyalist kapitalizm ve işbirlikçi tekelci kapitalizm oluşturmaktadır. İkincisinin maddi temelini ise yıkıma uğrayan ya da yıkım tehdidinin korkusu altındaki küçük ve orta ölçekli mülk sahipleri ve yeni yapılanmadan çıkarları zedelenen işbirlikçi tekelci burjuvazi ve orta burjuvalar, yeni süreçte ayrıcalıklarını kaybedeceğinden veya mevzilerinin gerileyeceğinden korkan geleneksel sivil ve askeri bürokrasinin etkin çevreleri oluşturmaktadır.Birinci akım, en başta TÜSİAD, yeni liberal burjuva çevreler, II. cumhuriyetçi çevreler, ANAP, AKP gibi partiler vb. yapılardan oluşmaktadır. İkinci akımın savunucuları ise, CHP, MHP, değişik sivil-asker,aydın kliklerden oluşan Kemalist çevreler İP, Cumhuriyet Gazetesi çevresi vb.dir.

Emperyalist dünya sisteminin son küreselleşme atılımıyla, burjuva milliyetçiliği, emperyalist küreselleşmenin yıkıcı gücü karşısında, kendi dolaysız özgün çıkarlarını savunmanın aracıolarak, değişik biçimler alan milliyetçi demagojiyi daha da yoğunlaştırdı. “Ulusal bağımsızlığın savunulmas›”, “ulus devletin savunulması”, “anti-emperyalizm”, Siyonizm, ABD ve AB karş›tlığı, IMF vb. kurumlara sözde düşmanlık, Kemalizm'in özünün bağımsızlık ve demokrasi savunuculuğu olduğu yalanının yüceltilmesi, “liberal küreselleşme”nin, “II. Cumhuriyetçiler”in, “mikro milliyetçili”ğin, “bölücü”lüğün, “ ılımlı İslam”ın, BOP’un mahkum edilmesi vs. söz konusu demagojinin ideolojik-politik argümanları olarak kullanılmaktadır. Kemalizm, Pan-Türkizm, “Avrasyacı”lık, “sosyal küreselleşme”, “sosyal devlet” savunusu burjuva milliyetçiliğinin değişik seçenekleri olarak öne sürülüyor.

Emperyalist dünya düzeninin büyük haydutları karşısında kendi küçük çıkarlarını savunan küçük haydutlar, bu arayışlarına kitle desteği bulmaya çalışıyorlar. Türk burjuvazisinin bir kesiminin, Kıbrıs'ın işgali, Kürt ulusunun inkarı ve Ermeni Soykırımının yok sayılmasında somutlaşan özgün gerici çıkarları için emperyalistlerle nasıl didiştiklerine tanık oluyoruz. İki gericilik arasındaki bu dalaşmada taraf olmak, emekçilerin tutumu olamaz. Tarafların ortak müştereği, işbirlikçi egemen sınıfların ve işbirlikçi tekelci burjuva devletin savunulmasıdır. Burjuva milliyetçiliğinin odağında kapitalizmin, burjuvazinin, burjuva devletin savunulması ve sınıf işbirlikçiliğinin meşrulaştırılması yatmaktadır. Demagojik söylemden arındırıldığında kaba bir biçimde karşımıza çıkmakta olan gerçek, işte budur. Yani egemen sınıflar arasında süren mücadele halka karşı aynı kulvarda birleşmekte ve devrimin gelişmesini önlemi zemini üzerinde yükselmektedir.

Aralarındaki önemli farklılıklara karşın, burjuva milliyetçiliği ve faşist şovenizm ekseninde birleşen milliyetçi cephe kabaca, Amerikancı faşist MHP, faşizan eğilimlere sahip Deniz Baykal ve CHP’si, Kemalist Cumhuriyet Gazetesi, “Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi” derneğinde örgütlenen emekli subaylar, özellikle kirli savaşı yönetmiş komutanlar, sosyal faşist eğilimlere sahip İP çevresi ve onun türevi “Türksolu” çevresinden oluşmaktadır. Bu cephenin dayandığı birinci siyasi kuvvet ise, tabii ki Amerikancı faşist ordudur. Bu cephe, faşist diktatörlüğü (“ulus devlet”) ve işbirlikçi orduyu savunmada tam bir ittifakla davranmaktad›r. İşbirlikçi burjuva devletin sivil ve askeri yönetici çevrelerinin elindeki maddi ve manevi olanaklar, psikolojik harp aygıtı açık, yarı açık ve kapalı biçimlerde “ulus devlet”in savunulmasına endeksli burjuva milliyetçi ve şoven çevreleri, partileri, aydınları vs. enerjik bir tarzda desteklemekte, teşvik etmekte, koruyup kollamaktadır.

Burjuva milliyetçiliğinin değişik akımlarının yoğun faşist milliyetçi ve şoven demagojisinin, işçi sınıfını,emekçi kitleleri ve reformcu ilerici aydın çevrelerini aldatmada ve silahsızlandırmada önemli bir etki gücüne sahip olduğunu görmek gerekir. Kürt ulusal mücadelesinin safları netleştirdiği, tutum almaya zorladığı koşullarda, egemenlerin “bölücülük”, “bölünme”, “Sevr’in diriltilmesi” paranoyasının sistemli olarak kışkırtılmasının da etkisiyle, bir zamanlar ilerici reformcu mevzide duran küçük burjuva aydın çevrelerinin büyük bir kesimi, sosyal-şovenizm zemininde devlete ve orduya yedeklenmiştir.

Emperyalizme bağımlılık ilişkilerinin daha da güçlendiği, başta küçük burjuvazi olmak üzere geleneksel küçük ve orta boy işletmelerin iflasının dahada yoğunlaştığı, açlığın, yoksulluğun, işsizliğin ve kültürel yozlaşmanın daha yıkıcı biçimlerde ortaya çıktığı koşullarda, demagojik anti-emperyalist propaganda ve ajitasyonun eşliğinde gerici, faşist burjuva milliyetçiliğinin ve şovenizmin daha fazla güç toplayacağı gerçeği gözden kaçırılmamalıdır. Devrimci demokratik ve komünist hareketin zayıflığı,güven bunalımı yaşadığı dağınıklığın sürüdğü koşullarında, işçi ve emekçilerin öfkesinin burjuva milliyetçiliği eliyle gerici bir çizgide düzen içinde kullanılabileceği ve boğulabileceği olasılığı yabana atılamaz. Bu tehlike, ancak güçlü bir devrimci kitle çizgisiyle önlenebilir ve sisteme, egemen sınıflara, faşist diktatörlüğe ve emperyalizme karşı yönlendirilebilir…

Türk burjuva milliyetçiliğine karşı mücadele dünle bağlı olarak ele alınmalı ve TC devletinin temle dokusnu oluşturan Kemlaizem ve kemalizmin aldığı biçimlere karşı sağlıklı bir aydınlatma savaşımının örgütlenmei ve bu alanda gerçeklerin sürekli olarak ortay konmaıs gerekiyor.

. TC devletini resmi ideolojisi kemalizmdir,.Önceis bir yana 12 Eylülcü askeri faşizmin Kemalizmin yanı sıra “Türk-İslam Sentezi”ni resmi ideoloji olarak benimsemesi dahil ama özellikle 1980'lerin sonuna doğru Kürt Ulusal hareketi’nin patlak vermesi, politik islami hareketin gelişip güçlenmesi, demokratik Alevi hareketinin gelişimi, toplumsal yaşamın “birleştirici” ideolojisi olarak esasen çözülerek geriledi; meşruiyet krizi içerisine

sürüklendi. Emperyalist küreselleşmenin gücü ve Amerikancı BOP’un gereksinimi büyük ölçüde Kemalizmi gereksizleştirdiği ve kullanışlı bir araç olmaktan çıkarttığı da ayrıca eklenmelidir. Dolayısıyla, “Kemalizmin modası geçti.” türünden açık istemler,

ABD ve AB çevrelerinde ve Türkiye’de burjuva gericiliğin, yeni burjuva liberallerinin, sermaye çevrelerinin bir kesimi tarafından; örneğin AKP gibi partiler tarafından da açıkça dillendirilmektedir. Kemalizmin kat› burjuva milliyetçi yorumu, uluslararası tekeller tarafından yönetilen emperyalizmin bu döneminde, yeni kapitalist birikim stratejisinin yönettiği dünya pazarı için üreten ve iç pazarın tümüyle uluslararası kapitalist tekellere açılmasını ve entegre olmasını gerektiren ve dayatan yeni yapılanması ile, BOP ile, AB’ye üyelik ile bir çelişki oluşturmakta ve tasfiyesi dayatılmaktadır. Bu mücadelede bir tarafa yedeklenmek veya entegre olmak, işçi sınıfının ve emekçilerin işi değildir. Bu çelişki, gericiliğin kendi iç çelişki ve çatışmasıdır… Bir yanda şovenist, ırkçı biçim ve görünümlerde ortaya çıkan burjuva milliyetçiliği, öte yanda “liberal”, “küreselleşmeci” biçimde ortaya çıkan burjuva milliyetçiliği; emekçilere, ezilenlere düşmanlık bakımından, al birini vur ötekine…

Askeri faşist klik (ordu), Kemalist gericiliğin başlıca kalesidir. Kemalist tarihsel şekillenmeye dayanmaktadır. Kemalizmin en gerici yorumunu savunmaktadır. Ama bu yorum, emperyalist küreselleşmenin, esnek kapitalist birikim yapılanmasının, ABD işbirlikçiliğinin ateşli savunuculuğuyla, BOP stratejisinin ve jandarmalığının, İsrail Siyonizminin savunusuyla el ele gitmektedir. Askeri faşist kliğe yedeklenmiş burjuva milliyetçi çevrelerin iddia ettiği gibi ordu, ne anti-emperyalisttir ne anti-AB’ci ve anti-ABD’cidir ne de “ulusal bağımsızlığın güvencesi”dir. Ordu, emperyalizmin, başta da Amerikan emperyalizminin işbirlikçisi ve baş savunucusu ve dayanağıdır.

Askeri faşist kliğin AB üyeliği dolayısıyla “ulus devlet”, “ulusal bağımsızlık” vs. üzerine zaman zaman yaptığı açıklamalar tümüyle demagojiktir. Faşist generaller çetesinin derdi AB’ye üyelik sürecinin ve AB üyeliğinin olağanüstü ayrıcalıklı konumlarını sarsacak olması ve bazı yetkilerinin kaybolması tehlikesidir (OYAK’ın vergilendirilmesi,Genelkurmay’ın Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanması, askeri şura kararlarının, ordu bütçesinin denetiminin yargıya, hükümetlere ve TBMM’ye açılması, ordunun iç güvenlik adına askeri darbeler yoluyla yönetime el koymasına gerekçe yap›lan yasaların iptali,

MGK aracılığıyla politika üzerindeki egemenliğinin sınırlanıp geriletilmesi vb. vb.). AB’ye üyelik, ordunun da hedefidir. Ancak ordu, konumunun sarsılmaması koşulunu dayatmaktadır. Milliyetçi söylem bunun aracıdır sadece. Ayrıca ordunun Erdemir’in özelleştirilmesini sudan ucuza kapattığını da hepimiz bilmekteyiz. Sözde "ulusal sermaye alsın” milliyetçi demagojisi ile ucuza Erdemir’i kapan ordunun, hemen ardı sıra Fransız ÇUŞ’uyla ortaklık görüşmelerine ve pazarlıklarına da başladığını herkes bilmektedir. OYAK Bank’ın özelleştirme vurgunundan kaptığı Sümerbank pastasını da unutamayız.

Ordu, ne emperyalist küreselleşmeye karşıdır, ne de özelleştirmelere. "Ulusal bağımsızlığın savunucusu" olarak kendine taktığı yafta da tümüyle sahtedir, pespaye bir demagojiden ibarettir. Aksine yeni koşullarda ayrıcalıklı bir iktidar odağı olarak bu süreçten pay kapmaya çalışmaktad›r. NATO’cu, ABD’ci generaller çetesinin CIA ve Pentagon denetiminde örgütlenmiş olan kontrgerillanın (Özel Harp Dairesi Özel Kuvvetler Komutanlığı) '70’lere kadar parasının doğrudan ABD tarafından ödendiğini, bizzat bu dairenin başında bulunmuş emekli orgeneral Kemal Yamak açıkladı. 12 Eylül'de bu ordu; Amerikan emperyalizminin doğrudan talimatıyla askeri darbe gerçekleştirdi, IMF'nin dayattığı 24 Ocak kararlarını uyguladı, Türkiye halkalırnın yiğit devrimci evlatlarını darağaçlarında sallandırdı, on binlerce ve yüz binlerce devrimciyi işkencelerden geçirdi, zindanlarda ezdi. Tarihi bir yana bırakalım, askeri faşist kliğin bir numaralı temsilcisi Yaşar Büyükanıt, daha bir kaç ay önce Amerika'dan “yüksek liyakat madalyası” aldı. Ve en azından Venezuela örneğinden biliniyor ki ABD, “ulusal bağımsızlığını” savunanlara “liyakat madalyası” değil, başka şeyler layık görmektedir. İşte, yere göğe sığdırılamayan “Türk bağımsızlığının nadide temsilcisi”“ulusal” ordunun hali durumu budur.

Devlet, bir sınıfın diğer sınıf üzerindeki egemenlik aracıdır. Türkiye Cumhiriyeti de işbirlikçi tekelci burjuvazi (ve büyük toprak sahipleri) sınıfının devletidir. Bu sınıfların Türkiye proletaryası, emekçileri ve Kürt ulusu üzerindeki faşist kanlı diktatörlüğüdür. Bu devlet, Türk işçi ve emekçilerinin devleti değildir.Bu devlet, ordusu, polisi, istihbaratı, kontrgerilla çeteleri, mafyası, uyuşturucu ticareti, “yasal” katliamları nın yanı sıra, yasalarına aykırı cinayetleri de bol bol gerçekleştiren, işkenceyi devlet politikası olarak uygulayan, aranan faşist katliamcıları koruma alt›naalarak tetikçi olarak kullanan, komşu devletleri işgal eden, işgal tehditi altında tutan, kitlesel katliamlar ve soykırımlar yapan bir devlettir. Bu devlet, emperyalizmin; ABD’nin, AB’nin ve işbirlikçilerinin devletidir. Bu işbirlikçi “ulus devlet”, Türkiye ekonomisini ve toplumsal yaşamını emperyalist küreselleşmenin ihtiyaçları temelinde düzenleyen egemen baskı aygıtıdır. Bu devlet olmadan, ne egemen sınıflar ayakta kalabilir, ne de emperyalistlerin boyunduruğu sürebilir.

İşte burjuva milliyetçilerinin savunduğu “ulus devlet” böyle bir devlettir. Liberallerin, milliyetçilerin iddia ettikleri ve göstermeye çalıştıkları gibi, temposu hızlanmış olan emperyalist küreselleşme sürecinde “ulus devlet”(ler) tasfiye falan edilmiyor. Aksine, burjuva “ulus devlet”, dünya pazarını temel alan uluslararas› tekellerin çıkarları temelinde ve doğrultusunda işlevleri bakımından yeniden yapılandırılıyor. Ekonomiden çekilmiş, özel tekellerin çıkarlarına, uluslararası tekellere daha fazla bağımlı, işçi ve emekçilerin tüm kazanımlarını gasp eden, daha merkezileşmiş, daha militarist, esnek ve vurucu yapısı daha güçlü bir “ulus devlet” modeli örgütleniyor.

Egemen sınıflar arasındaki çelişkilerin yoğunlaşması nesnel olarak devrimci olanakların artmasıanlamına geliyor. İşçi sınıfı ve emekçi yığınların örgütüsüz ve dağınık olmaıs,devrimci hareketin iç sorunlaırnı aşarak sınıflar savaşımına daha aktif ve ileri düzeyde müdahale edecek bir konumda bulunmaması, ortaya çıkan devrimci olanakların iyi kullanılamamasını koşullamaktadır. Kürt özgürlük hareketi diri ve devrimci bir güç olarak sistemi zorlamasına ve egemen sınıf klikleri arası çelişkileri derinleştirmesine karşın, batıda güçlü bir devrimci halk hareketinin yaratılamaması , Batı ile Doğunun aynı kulvarda birleşmesini güçleştirmekte ve devrimci olanakların devrimi ileriye taşımada manivela olarak kullanılmasına engel teşkil etmektedir.

Dahası, 2006 yılı devrimci hareketin devrimci olanaklarda iyi bir şekilde yararlanamaması ve önemli bir fırsatı heder etmesi bakımından kayıp bir yıl olmuştur. Neki 2007 egemen sınıf klikleri arasında çelişki ve çıkar çatışmalarının dahada derinleşerek süreceğine- Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerin yaklaşması daha şimdiden bunu gösteriyor- işaret ediyor. Bölünmüş ve çok parçalı olarak yığınlardan kopmuş ve kendi içine kapanmış, ortak çalışma ve birlikte hareket etmede sorunlu olmaktan kurtulamayan ve dar grupçuluğun çürütücü etkisini aşmada, halkın ve devrimin çıkarlarını merkezde tutarak hareket etmede başarılı bir pratik sergilemeyen devrimci hareket, süreci doğru olarak algılayarak birleşik bir mücadele hattı örme sorumluluğu içinde olduğunu anlamalı ve bunun gereklerini zaman geçirmeden yerine getirmeden sorumluluk içinde davranmalıdır. Devrimci ve kürt özgürlük hareketinin ve ilerici güçlerin birleşik hareketi, bunalmış ve umutsuzluk içinde kıvaranan ve güveneceği bir güç arayan emekçi yığınların saflarında önemli etki bırakarak halk hareketinin toparlanıp, silkelenip kendisine gelmesi ve alternatifsiz ortamın aşılmasında da önemli bir etki yapacaktır.

Bu bakımdan 2007 yılı, egemen sınıflar arası çelişklerin keskinleşmesi ve uygulamada olan gerici faşist politikaların , devrimci ve komünistlere daha fazla hareket edecekleri devrimci olanaklar sunmakta olduğunu gösteriyor. O halde bu devrimci olanakları, devrimci mücadelenin manivelası haline getirmek ve. 2007 yılını, devrimci halk hareketinin başını yukarıya kaldırdığı bir yıl yapmak için ortaka çalışma ve birleşik mücadeleyi örmek için görev başına.


 
İlgili Bağlantılar
Haber Puanlama
Seçenekler
Эlgili Konular

Analiz Polemik

Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil.
 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.17 Saniye