KÜRT SORUNU VE TÜRK AYDINLARININ ŞOVENİST TUTUMU
Kürt sorunu tüm sınıf ve kesimlern nerede durduklarını anlamak bakımından turnusol kağıdı rolünü oynamáktadır.Faşist MGK diktatörlüğünün en açık halka karşı saldrılarının basit bir yanında saf tutan faşist gerici yazar-çizer, bilim insanı, sanatçıyı vs/ bir yana bırakıyoruz. Onların durumu zaten açıkca ortada durmakta ve MGK’nın borazanlığını yapmakda geri kalmamaktadırlar. Neki, aydınların halka ve sorunlarına karşı sorumlulukları yönünden ve “aydın vicdanı“ denilen şeye göre üzerlerine düşeni şu ya da bu oranda yapmaya çalışan çok küçük bir devrimci-ilerici azınlık aydın kesim dışta tutulduğunda, geride kalanların kimisi kendini ilerici, demokrat ve devrimci, kimisi de daha ileri giderek “sosyalist“ - “enternasyonalist“ olarak gören ya da adlandıran yazar, sanatçı, şair, romancı, eleştirmen, gazete köşe yazarı, felsefeci-tarihçi vb açısından, ülkemizin en önemli toplumsal sorunlarından biri olan Kürt sorunu hakkındaki yaklaşımları, soru işaretleriyle dolu ciddi bir araştırma konusudur.
Nasıl oluyor da, olgu ve olaylara materyalist ve “realist“ bakma iddiasında olan, demokratik hak ve özgürlüklerin mücadelesini verdiklerini ileri süren, mevcut düzeni çeşitli yönlerden eleştirmekle ve egemen sınıflarla ilişkilerindeki belirli mesafeyle düzenin en gözü kara savunucusu yazar-sanatçı vs den ayrılan bu “aydın“ insanlar, sorun Kürt sorunu olunca, bütün bu akan sular duruyor ve şovenizm hortluyor ve ordunun yanında safa giriliyor ? Nasıl oluyor da, toplumsal yaşama toplum ve doğa bilimi yasalarının perspektifinden baktıklarını söyleyenler, resmi açıklamalarda dahi 12-15 milyon civarında oldukları belirtilen Kürtlerin, 82-83 yıldır ayrı bir ulus olarak varlıklarının inkarı politikasına devlet yönetimlerinin “penceresinden bakar“ ve devletin bu konudaki imh ve inkar politikasını, ‚birebir’ benimsemekte; bu ‚resmi tezi‘ doğrulamak üzere, şovenist cepheye su taşıyabilmektedirler? “Kemalizm“, bu pozitif bilimci, bu laik, bu ilerici, bu güya eşitlikçi, bu demokrat aydınların gözlerine bu kadar mı kalın mil çekmiştir ve onların somut-nesnel gerçekler üzerine düşünme ve irdeleme yetilerini bu kadar mı köreltmiştir? Ortada duran Kürt sorunun eşitli,özgğükçü ve kardeşçebir mevzide yaklaşömaları söz konusolmuyor Birey bazında herbiri önemli yeteneklere de sahip bu aydınlanmış insanların nesnel gerçeğe, bilim ve akla tümüyle aykırı bir‚ resmi tez‘i; Kürtlerin “ayrı bir ulus olmayıp, Türk ulusunu meydana getiren farklı etnik unsurlardan biri olduğu“nu; bu tez üstelik 82-83 yıldır baskı ve asimilasyon desteğinde sürdürülmesine karşın, bugün çok daha açık biçimde iflas etmişken, savunmaları, bunu bir tür “kırmızı çizgi“ olarak benimsemeleri, kendilerinin içine düştükleri durum bir yana bırakıldığında, hangi ulus ve milliyet kökenli olursa olsun tüm Türkiye işçi ve emekçilerinin en önemli ‘şansızlıkları’ndan biridir! Bu o denli “garip bir durum“dur ki, düzenin en gerici, en bağnaz savunucularıyla onlar tarafından kullanılan “güruh“lar elde silah, balta-kılıç-satır ilerici ve Kürt avına çıkmışken, burada sözünü ettiğimiz ilerici-demokrat ve “sosyalist“ aydınlar, değme şovenlerin Kürtlere karşı ileri sürdükleri tezleriyle neredeyse birebir birleşmekte sakınca görmeyebiliyorlar! Aslında bu aydınların ilericilikleri, demokratlıkları, “sosyalist“likleri, olay ve olgulara nesnel, materyalist yaklaşım mantıkları, iş Kürt sorunu, Kürtlerin Türklerden farklı ve ayrı bir ulus oldukları, ayrı dil ve kültürlerinin de varolduğuna, öyleyse bu farklılıklarının gözönünde tutularak buna uygun bir siyasal-hukuksal vs değişimin gerçekleştirilmesinin zorunlu olduğuna gelince, “kırmızı ışık levhası“na takılmakta ve o “sınır çizgisi“nde son bulmakta, tükenmektedir! O “nokta“ya gelindiğinde, bir tür irticacılık hortlamaktadır. İrticacılığı, sadece “çağdaş değerlere karşı çıkma, eskiye özlem, eski düzene dönülmesini isteme“ ya da “dini esaslara göre yaşamı dayatma“ olarak anlamak, eksik kalacaktır. Kürt sorununda, gerçekte artık iflas etmiş, iflas etmekle de kalmayarak toplumu “farklı etnik kökenden insanların boğazlaşması“nın eşiğine getirmiş inkarcı, baskıcı, zor ve şiddetle ayakta tutulmaya çalışılan bir politikayı savunmak da açık ki bir tür İrticacılık; “eski düzene dönülmesini isteme“ hali ve tutumudur. Sırası geldiğinde “Marx‘ın doğrulandığı“ ve “sosyalizmin bitmediği“nden söz edebilen ve “solcu“luğunu gizlemeyen şair ve yazar Ö. İnce, bir Kürt sorunu olmadığını, ama bir “PKK fesadı“ olduğunu savunabilmekte, silahlı güçlerin eylemlerini desteklemekte, Anayasa maddelerini dayanak göstererek, “bölücülüğe karşı en şiddetli mücadelede birleşilmesini“ isteyebilmektedir. Ataol Behramoğlu, keza tanınmış ilerici, demokrat bir şairdir. Ama Behramoğlu da örneğin resmi tezi tekrarlayabilmekte; “Türkiye Türklüğü’nün“, “Türk’lerin anadoluya ayak basmalarıyla birlikte, Anadolu’da yaşayan halklarla karışmaya başlamış olmaları“yla oluştuğunu; ...Anadolu’da, “belki tüm dünya tarihinde eşine az raslanır bir etnisiteler arası karışımın gerçekleşmiş“ olduğunu; onun, “tek bir etnisitenin değil, yüzyıllar süren karmaşık bir süreçte oluşmuş; toplumsal ve kültürel yaşamın bütün alanlarını kapsayan bir sentezin adı“ olduğunu belirtmekte ve öyleyse, “unsurlardan herhangi birinin şu ya da bu nedenle ayrılma girişiminin, bölünmeyle değil bütünün parçalanmasıyla sonuçlanması“ anlamına geleceğini ileri sürerek ve Kürt özgürlüğü düşüncesini “ABD emperyalizminin kanlı oyununun .. oyuncuları, …kuklaları“ olmakla bağlantılandırarak, resmi Türk ulusçuluğu çizgisine bağlanabilmektedir. İlhan Selçuk, keza “kararlı bir Kemalist“tir ve demokratik-ilerici değerleri savunmaktadır! Ona göre de, Türkiye‘de tek bir ulus, Türk ulusu vardır! Melih Aşık‘ı da Milliyet okurları başta olmak üzere çeşitli kesimler laikliği ve demokrasiyi savunan ve haksızlıklara karşı çıkan biri olarak tanırlar. Toktamış “hocaefendi“, Türkiye‘de “bir Kürt halkı olmadığı“ düşüncesindedir; Hikmet Çetinkaya ilericidir, “solcu“dur, demokrattır, ama Türkçüdür! Bekir Çoşkun, Hürriyet’in “aykırı kalemi“dir; laiklik ve demokrasi taraftarı olması ve “irticaya karşı savaşı“yla da tanınır. Çoşkun da, Kürt sorunu söz konusu olunca, terörden başka bir şey göremez, devletin “elden gitmekte olduğu“na dikkat çeker ve hemen “geriye dön marş“ komutuna yönelir! Bu listeyi de kuşkusuz hayli uzatmak mümkün, ancak gereksizdir. Durumlarının vehametini hafifletici bir ifadeyle belirtirsek, acaba bu ilerici-demokrat aydınlar, sorunlara bilim ve aklın ‘aydınlığı’yla değil, “yüzyıllık“ resmi hurafenin yol göstericiliğiyle yaklaşmalarını, Kürt sorununa “Güneş Dil teorisi“ ve “Türk tarih tezi“ formülleri kapsamında yaklaşmalarını, buna uygun düşen bir ulusçuluk tezini savunmalarını nasıl izah ederler? Bilinmez değil ama, örneğin tahtanın elma, demirin insan saçı, gözün betonarme bir köprü, ya da binek otomobilinin koyun olduğunu ileri sürmek bilimsel ve objektif midir? Peki kendilerini Türk görmeyen, öyle görmediklerini ve hissetmediklerini söyleyen, ayrı bir dille konuşan ve kendilerine özgü farklı kültürleri olan; dahası tüm bu ayrı özellikleri baskı ve inkarla ortadan kaldırılmak istenmesine ve onlarca kez büyük çaplı askeri harekatların hedefi olmalarına karşın, taleplerinden vazgeçmeyen oniki-onbeş milyon civarındaki “insan topluluğu“na, “hayır siz Kürt değil Türk ulusundansınız“ demenin neresi bilimsel ve akılcıdır? Bu dayatmanın ilericilikle, bilimsellikle, demokratlıkla, devrimcilikle, dahası “sosyalistlik“le, “aydın vicdanı“yla olumlu bağı nasıl kurulabilir? Kendi sorumuzun cevabını elbette biliyoruz. Ama bu sorulara cevap vermesi gerekenler bu aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanlarıdır.Tutumlarının Türk ve Kürt ulusundan olanları başta gelmek üzere Türkiye ve bölge halklarının kaderiyle dolaysız ilişkili olduğu ve önem taşıdığı da bir gerçektir.
Nasıl oluyor da, olgu ve olaylara materyalist ve “realist“ bakma iddiasında olan, demokratik hak ve özgürlüklerin mücadelesini verdiklerini ileri süren, mevcut düzeni çeşitli yönlerden eleştirmekle ve egemen sınıflarla ilişkilerindeki belirli mesafeyle düzenin en gözü kara savunucusu yazar-sanatçı vs den ayrılan bu “aydın“ insanlar, sorun Kürt sorunu olunca, bütün bu akan sular duruyor ve şovenizm hortluyor ve ordunun yanında safa giriliyor ? Nasıl oluyor da, toplumsal yaşama toplum ve doğa bilimi yasalarının perspektifinden baktıklarını söyleyenler, resmi açıklamalarda dahi 12-15 milyon civarında oldukları belirtilen Kürtlerin, 82-83 yıldır ayrı bir ulus olarak varlıklarının inkarı politikasına devlet yönetimlerinin “penceresinden bakar“ ve devletin bu konudaki imh ve inkar politikasını, ‚birebir’ benimsemekte; bu ‚resmi tezi‘ doğrulamak üzere, şovenist cepheye su taşıyabilmektedirler? “Kemalizm“, bu pozitif bilimci, bu laik, bu ilerici, bu güya eşitlikçi, bu demokrat aydınların gözlerine bu kadar mı kalın mil çekmiştir ve onların somut-nesnel gerçekler üzerine düşünme ve irdeleme yetilerini bu kadar mı köreltmiştir? Ortada duran Kürt sorunun eşitli,özgğükçü ve kardeşçebir mevzide yaklaşömaları söz konusolmuyor Birey bazında herbiri önemli yeteneklere de sahip bu aydınlanmış insanların nesnel gerçeğe, bilim ve akla tümüyle aykırı bir‚ resmi tez‘i; Kürtlerin “ayrı bir ulus olmayıp, Türk ulusunu meydana getiren farklı etnik unsurlardan biri olduğu“nu; bu tez üstelik 82-83 yıldır baskı ve asimilasyon desteğinde sürdürülmesine karşın, bugün çok daha açık biçimde iflas etmişken, savunmaları, bunu bir tür “kırmızı çizgi“ olarak benimsemeleri, kendilerinin içine düştükleri durum bir yana bırakıldığında, hangi ulus ve milliyet kökenli olursa olsun tüm Türkiye işçi ve emekçilerinin en önemli ‘şansızlıkları’ndan biridir! Bu o denli “garip bir durum“dur ki, düzenin en gerici, en bağnaz savunucularıyla onlar tarafından kullanılan “güruh“lar elde silah, balta-kılıç-satır ilerici ve Kürt avına çıkmışken, burada sözünü ettiğimiz ilerici-demokrat ve “sosyalist“ aydınlar, değme şovenlerin Kürtlere karşı ileri sürdükleri tezleriyle neredeyse birebir birleşmekte sakınca görmeyebiliyorlar! Aslında bu aydınların ilericilikleri, demokratlıkları, “sosyalist“likleri, olay ve olgulara nesnel, materyalist yaklaşım mantıkları, iş Kürt sorunu, Kürtlerin Türklerden farklı ve ayrı bir ulus oldukları, ayrı dil ve kültürlerinin de varolduğuna, öyleyse bu farklılıklarının gözönünde tutularak buna uygun bir siyasal-hukuksal vs değişimin gerçekleştirilmesinin zorunlu olduğuna gelince, “kırmızı ışık levhası“na takılmakta ve o “sınır çizgisi“nde son bulmakta, tükenmektedir! O “nokta“ya gelindiğinde, bir tür irticacılık hortlamaktadır. İrticacılığı, sadece “çağdaş değerlere karşı çıkma, eskiye özlem, eski düzene dönülmesini isteme“ ya da “dini esaslara göre yaşamı dayatma“ olarak anlamak, eksik kalacaktır. Kürt sorununda, gerçekte artık iflas etmiş, iflas etmekle de kalmayarak toplumu “farklı etnik kökenden insanların boğazlaşması“nın eşiğine getirmiş inkarcı, baskıcı, zor ve şiddetle ayakta tutulmaya çalışılan bir politikayı savunmak da açık ki bir tür İrticacılık; “eski düzene dönülmesini isteme“ hali ve tutumudur. Sırası geldiğinde “Marx‘ın doğrulandığı“ ve “sosyalizmin bitmediği“nden söz edebilen ve “solcu“luğunu gizlemeyen şair ve yazar Ö. İnce, bir Kürt sorunu olmadığını, ama bir “PKK fesadı“ olduğunu savunabilmekte, silahlı güçlerin eylemlerini desteklemekte, Anayasa maddelerini dayanak göstererek, “bölücülüğe karşı en şiddetli mücadelede birleşilmesini“ isteyebilmektedir. Ataol Behramoğlu, keza tanınmış ilerici, demokrat bir şairdir. Ama Behramoğlu da örneğin resmi tezi tekrarlayabilmekte; “Türkiye Türklüğü’nün“, “Türk’lerin anadoluya ayak basmalarıyla birlikte, Anadolu’da yaşayan halklarla karışmaya başlamış olmaları“yla oluştuğunu; ...Anadolu’da, “belki tüm dünya tarihinde eşine az raslanır bir etnisiteler arası karışımın gerçekleşmiş“ olduğunu; onun, “tek bir etnisitenin değil, yüzyıllar süren karmaşık bir süreçte oluşmuş; toplumsal ve kültürel yaşamın bütün alanlarını kapsayan bir sentezin adı“ olduğunu belirtmekte ve öyleyse, “unsurlardan herhangi birinin şu ya da bu nedenle ayrılma girişiminin, bölünmeyle değil bütünün parçalanmasıyla sonuçlanması“ anlamına geleceğini ileri sürerek ve Kürt özgürlüğü düşüncesini “ABD emperyalizminin kanlı oyununun .. oyuncuları, …kuklaları“ olmakla bağlantılandırarak, resmi Türk ulusçuluğu çizgisine bağlanabilmektedir. İlhan Selçuk, keza “kararlı bir Kemalist“tir ve demokratik-ilerici değerleri savunmaktadır! Ona göre de, Türkiye‘de tek bir ulus, Türk ulusu vardır! Melih Aşık‘ı da Milliyet okurları başta olmak üzere çeşitli kesimler laikliği ve demokrasiyi savunan ve haksızlıklara karşı çıkan biri olarak tanırlar. Toktamış “hocaefendi“, Türkiye‘de “bir Kürt halkı olmadığı“ düşüncesindedir; Hikmet Çetinkaya ilericidir, “solcu“dur, demokrattır, ama Türkçüdür! Bekir Çoşkun, Hürriyet’in “aykırı kalemi“dir; laiklik ve demokrasi taraftarı olması ve “irticaya karşı savaşı“yla da tanınır. Çoşkun da, Kürt sorunu söz konusu olunca, terörden başka bir şey göremez, devletin “elden gitmekte olduğu“na dikkat çeker ve hemen “geriye dön marş“ komutuna yönelir! Bu listeyi de kuşkusuz hayli uzatmak mümkün, ancak gereksizdir. Durumlarının vehametini hafifletici bir ifadeyle belirtirsek, acaba bu ilerici-demokrat aydınlar, sorunlara bilim ve aklın ‘aydınlığı’yla değil, “yüzyıllık“ resmi hurafenin yol göstericiliğiyle yaklaşmalarını, Kürt sorununa “Güneş Dil teorisi“ ve “Türk tarih tezi“ formülleri kapsamında yaklaşmalarını, buna uygun düşen bir ulusçuluk tezini savunmalarını nasıl izah ederler? Bilinmez değil ama, örneğin tahtanın elma, demirin insan saçı, gözün betonarme bir köprü, ya da binek otomobilinin koyun olduğunu ileri sürmek bilimsel ve objektif midir? Peki kendilerini Türk görmeyen, öyle görmediklerini ve hissetmediklerini söyleyen, ayrı bir dille konuşan ve kendilerine özgü farklı kültürleri olan; dahası tüm bu ayrı özellikleri baskı ve inkarla ortadan kaldırılmak istenmesine ve onlarca kez büyük çaplı askeri harekatların hedefi olmalarına karşın, taleplerinden vazgeçmeyen oniki-onbeş milyon civarındaki “insan topluluğu“na, “hayır siz Kürt değil Türk ulusundansınız“ demenin neresi bilimsel ve akılcıdır? Bu dayatmanın ilericilikle, bilimsellikle, demokratlıkla, devrimcilikle, dahası “sosyalistlik“le, “aydın vicdanı“yla olumlu bağı nasıl kurulabilir? Kendi sorumuzun cevabını elbette biliyoruz. Ama bu sorulara cevap vermesi gerekenler bu aydın, yazar, sanatçı ve bilim insanlarıdır.Tutumlarının Türk ve Kürt ulusundan olanları başta gelmek üzere Türkiye ve bölge halklarının kaderiyle dolaysız ilişkili olduğu ve önem taşıdığı da bir gerçektir.
|
|
| |
Ortalama Puan: 0 Toplam Oy: 0
|
|
|