 |
|
IMF’NİN DERDİ KURALSIZ SÖMÜRÜYÜ EGEMEN KILMAK

İMF gittiği her yere emperyalist küreselleşmenin kuralsız
ve vahşi sömürüsünü egemen kılmak için yoğun çaba gösteriyor, yasal
düzenlemelerden kendi memurlarını atamaya kadar bir çok yöntem
kullanan İMF yeni sömürge ülke ekonomilerini büyük
emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda eğip büküyorlar ve
yönetiyorlar.
Nitekim İMF’nin sıkı kıskacında kıvranan yeni sömürge Türkiye’de bu
ülkelerden birisi durumunda. Hatırlanacağı üzere IMF Başkan
Yardımcısı Anne Kruger’in 6 Mayıs’ta, “AB’ye Katılım İçin
Makroekonomik Politikalar” konulu konferans çerçevesinde verilen öğle
yemeğinde yaptığı konuşma;Türkiye’de çalışma koşullarını düzenleyen
mevzuata uymanın maliyetinin yüksek olduğunu savunarak çalışma
saatlerinin katılığı, işçi çalıştırmayı düzenleyen hükümetlerin
ağırlığı, ücretlerin yüksekliği vb. gibi kıstaslar
açısından, Türkiye’nin uluslararası standartların gerisinde
kaldığını savunmuştu ve bu durumun dikkate alınarak zaman geçirmeden
işçi haklarının tırpanlanması ve sömürünün vahşileşmesinin
önündeki engellerin kaldırılması talimatını vererek sermayenin
saldırısına ön açmıştı.
Ayrıca, mevzuatın katılığı ve asgari ücretin yüksekliğinin
istihdam önünde caydırıcı bir işlev gördüğünü, buna karşılık
kayıt dışı sektöre kaymanın teşvik edildiğini vb. gibi başka
argumanlarıda öne sürmüştü, İMF yetkilisi. Ardından IMF
yayınladığı raporunda ise “asgari ücretteki artıştan üzüntü
duyulduğu, kamu ücretlerinin sınırlandırıl ması çabalarının ise
memnuniyetle karşılandığı vb. bildirildi. Yayınlanan 142 sayfalık
rapor gazete ve TV ekranlarından böyle yansıdı bizlere. Oysa bu
rapor Türkiye’nin dış ticaretinden büyüme oranlarına kadar bir çok
değişkene ilişkin verileri, değerlendirme ve öngörüleri içeriyordu.
Bunlar içerisinde dikkat çekici bir nokta büyüme hızlarına ilişkin.
IMF’nin Nisan ayı içerisinde Türkiye’ye ilişkin yayınladığı büyüme
rakamları DİE’nin ki ile örtüşüyordu. Yani DİE’nin şu evlere şenlik
2004 yılındaki 9. 9 büyüme oranı. Fakat ne olmuşsa olmuş ve
İMF’nin geçtiğimiz Mayıs ayı içinde yayınlanan raporunda
Türkiye’nin 2004 yılı büyüme oranı 5. 0 olarak açıklanmış.
Elbette burada İMF’nin kuruluşundan bugüne önerdiği politikaların
uygulayıcı ülkelerde ne tarz krizler yarattığına değinmeyeceğiz ama son
raporunda yaptığı vurgular kapitalizmin yol haritasını gözler önüne
sermektedir.
Emperyalist merkezi ekonomileri (ABD, İngiltere,
Fransa, Japonya gibi) 1970’li yıllarla beraber “aşırı birikim” ve
“kar oranlarında düşüş” nedeniyle kriz içerisine düşmüşlerdir. Büyük
emperyalist ülkeler üretim içerisinde sabit sermayenin
(makine, teçhizat) oranını arttırırken, değişken sermayenin
(işgücü) oranını düşürmüştür. Bu durum toplam üretimde artış
yaratırken, karlılık oranının belirleyicisi olan işgücünün giderek
toplam içerisinde payının azalmasına paralel olarak kar oranlarının
düşmesine yol açmıştır.
Ardından gelişen süreçte merkez ekonomiler yaşanan bu krizi sabit
sermaye yatırımlarını arttırarak çözmeye çalışmışlardır. Bu da “aşırı
birikim krizi” adı verilebilecek bir durum yaratmıştır. Öyle ki, bir
taraftan toplam üretim hızla artmakta, ancak bu üretim artışı talep ile
karşılanamamakta ve dolayısıyla “realizasyon krizi (talep
yetersizliği)” ortaya çıkmaktadır.
Böyle bir tablo içerisinde üretken sermaye mevcut üretim
organizasyonlarını bir taraftan kısa dönemli ticari sermaye yaratacak
biçimde imalattan ağırlıklı perakende alanlara kaydırırken, bir yandan
da faiz getirilerine yönelerek üretkenlikten uzaklaşmıştır.
Bu noktada günümüz açısından asıl önemli olan gelişme ise “yoğunlaşma
etkisi”dir. Bunun anlamı mevcut yatırımda artı değerin
arttırılabilmesi amacıyla, sözleşme esnekliği, esnek çalışma
politikaları ve sınırlanmış toplu sözleşme tekniklerinin
uygulanmasıdır. Böylelikle sabit sermaye yatırımlarının maliyet
arttırıcı etkisi üretken işgücü maliyetlerinin düşürülmesiyle
giderilecektir. Elbette diğer taraftan erken kapitalistleşen
ülkelerin, bir anlamda sürtünme katsayısını artıran sabit sermaye
yatırımlarından kurtulması gerekmektedir. Bunu sağlayabilmek
kolay olmamıştır. Teknolojik yenilik alanındaki adımlar
üretimde otomasyonun gerçekleşmesine yol açmış ve böylelikle de
üretimin parçalara ayrılması kolaylaşmıştır. Artık kapitalist
merkez ekonomileri buzdolabının hammaddesini bir ülkede edinip,
başka bir ülkede parçalarının üretimini ve diğer bir ülkede de üretilen
parçaların montajını gerçekleştirmeye başlamıştır. Burada
üretimin modülerleşmesinden bahsedebiliriz. Modülerleşme bize
standartlaşmayı hatırlatır yani üretilen her bir parça bir araya
sorunsuz gelebilmektedir. Standartlaşma kavramı ise “kalite”den
başka bir şey değildir. Toplam kalitenin arttırılması modüler
sistemlerin azgelişmiş ülkelerde işlerliğine bağlıdır.
Peki emperyalist ülkeler arasından hangisinde
tasarım, hammadde tedariki, hangisinde parça üretimi ve
hangisinde bir araya getirme işini yapacak? Bu sorunun cevabı
basit, ABD’ de, İngiltere’de, Fransa’da “silikon
vadilerinde” tasarımladığı ürünlere, Afrika ve Asya ülkelerinde
hammadde bulacak, nerede işgücü ucuz-sendikasız-sigortasızsa orada
parçaların üretimini yapacak ve merkeze yakın ülkelerde montajını
gerçekleştirecektir. Böylelikle bu “küresel saçılmış üretim” içerisinde
değer yaratan faaliyetleri kendisine, geri kalanı ise yeni sömürge
ülkelere kaydıracaktır.
Buradan hareketle şu soruyu daha net sorabiliriz peki “IMF
bizden ne ister?”. IMF bizden uluslararası paylaşım mekanizmasındaki
biçilen görevin yerine getirilmesini dayatır. Eğer yerine
getirilmezse kirli çamaşırlarını ortaya serer. Peki nedir
emekçilerden beklenenler?sendikasız, sigortasız, ucuz
işgücü deposu olmak ve ses çıkarmadan kölece çalışmaktır. Yoksa İMF’nin
halkların yaşam koşullarını iyileştirme diye bir derdinin
olmadığını bilmeli ve onun açlık, yoksulluk ve sefaletten başka
bir şey getirmeyen politikalarına karşı örgütlü savaşım yürüterek
hayır demeliyiz.
|
|
| |
Ortalama Puan: 0 Toplam Oy: 0
|
|
|
|