 |
|
TEKELLERİN SOSYAL SORUMLULUK DEMEGOJİSİ

Tekeller bir yandan vahşi bir sömürü içinde doğayı ve toplumu
parçalayıp bozarken öte yandan bu durumunu gizlemek için sosyal alanda
bazı göstermelik yardımlar yaparak yada yardımlarda bulunarak görüntüyü
kurtarmaya çalışıyorlar. Peki toplumsal ve sosyal olan her şeyi
parçalayıp yıkan tekellerin sosyal sorumluluğu olabilir mi?
Olamayacağını yakınan bilmekteyiz. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de
de tekeller sponsorluk adı altında değişik vakıflar kurarak yada
bu vakıflara yardım ederek, vahşi kapitalist yüzlerini şirin
göstermeye ve rantlarına kılıf geçirmeye çabalıyorlar.
İMF’den Dünya Bankası’na ve bir çok tekele baktığımızda sponsorluk
adına yoksulluğu yenme, AİDS’i denetim altına alma,
çevrenin kirlenmesini önleme ve yeşillendirme adına parasal destekte ve
önerilerde bulundukları bilinen bir olgudur. TEMA, TEGV vb
gibi bir çok vakıf ve kurum buna örnektir.
Keza, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı 11 Şubat günü 1. Kurumsal Sosyal
Sorumluluk Konferansı’nı "hepimiz için daha iyi bir dünya" başlığıyla
bir konferans düzenledi ve bu Konferansta Marjorie Thompson’da
konuşmacılar arasındaydı. Televizyonda kısaca yer alan bu haber
kamuoyunun fazla dikkatini çekmemiştir. Haberin veriliş biçimi de zaten
bir hayır kurumunun yine hayırlı bir iş yaptığı yönündeydi ve
konferansın sponsoru hayır işinden daha fazla haberlerde yer
aldı. Bu da doğal bir şey, çünkü sosyal sorumluluk aslında
büyük tekkelerin kamusal alanda üstlendikleri yeni işlevin adı.
Bu aynı zamanda, Thompson'ın 1999 yılında yayınladığı kitabın adında da
yer aldığı biçimiyle 'marka ruhu' yaratmaya yönelik bir işlevdir.
Bu kitapta; sosyal sorumluluk, bir şirket ile tanımlanmış bir
alanda faaliyet gösteren bir dernek veya gönüllü kuruluş arasında
işbirliği yoluyla uygulanacak bir strateji olarak tanımlanıyor ve
kampanyaların temel amacı kurum tüketimi teşvik etmek için tekellerini
imajını geliştirmek, ürün farklılaştırılması, satışlar ve
bağımlılığın artırılması olarak vb. belirtiliyor. Bu konuda
bazı örnekler yine kitap içinde yer almakta. Örneğin, kredi
kartı markası American Express'in "açlığa karşı mücadele" kampanyası en
çarpıcı olanlardan biri. Kredi kartıyla yapılan harcamalardan
kesilen 3 cent ile 600'ün üzerinde açlık karşıtı gruba yardım
sağlanıyor ve kampanya 4 yıl sürüyor. Bir başka örnek Reebok'ın
1988'de B. M. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi'nin 40.
yılında başlattığı “insan hakları şimdi” kampanyası. Bir diğer
çarpıcı örnek ise, 1991 yılında hayata geçirilen ve halen sürdürülen
Liz Claiborne perakende zincirinin "aile içi şiddete karşı kadın
faaliyeti kampanyası".
Bu ve benzeri bir çok kampanya 1980 sonrası yaygınlaştı ve halen de tüm
dünyada sürdürülmekte. Büyük tekkelerin sosyal sorumluluk adı
altında gerçekleştirdiği bu kampanyalar sosyal reklam olarak da
adlandırılabilinir. Çünkü bu durum bu şirketler açısından hem bir
tanıtım ve bu sayede satış ve pazar payının artırılması söz konusu
olurken, hem de reklam masraflarında ciddi tasarrufların
sağlanmasını olanaklı kılıyor. Örneğin, yine kitapta belirtildiği
üzere, aile içi şiddet üzerinden kurgulanan kampanyanın şirkete
sağladığı reklam harcamaları tasarrufu 30 milyon dolar civarında.
Bir yandan emekçileri iliğini sömürerek doğayı kirlendiren tekellerin
öte yandan bu çirkin yüzlerini gizlemek için hayırsever ve birer sosyal
yönleri oldukları yönlü kampanyalar düzenlemedikleri bir handikapta
olsa gerek. Bir de bu işin toplumsal boyutu var. 1980 sonrası
giderek ağırlığı hissedilen neoliberal düzenleme ve politikaların
sosyal devlet uygulamalarına karşı başlattığı saldırı, toplumsal
nitelikteki kamusal hizmet alanını daraltırken, bu daralmanın
yarattığı boşluk hayırsever kurumlarla şirketlerin işbirliği üzerinden
doldurulmaya çalışılmakta. Bu yöntem eğitim, sağlık gibi alanlar
başta olmak üzere bir çok toplumsal sorun alanında kendini farklı
kampanyalarla tekrarlamakta.
“Hepimiz için daha iyi bir dünya” demek burjuva kapitalist sistemin
karşısında alternatif olarak sosyalist bir dünya olanaklıdır. Nitekim
bu, dünyanın temel dinamiği olan emekçiler için sürekli bir
bozucu, öğütücü olarak işliyor. Yüz yıllardan bu yana nice
zorluklarla sağlanan emekçilerin tüm kazanımlarını, değerlerini
yok ederken, emekçileri yoksullaştırmakta, temel
hizmetlerden bile yoksun bırakmakta. Emperyalist kapitalist sermayenin
doyumsuz vahşi ve saldırganlığı sonucu ortaya çıkan tahribatı yine
sermayenin kar mekanizmasına bağlı olarak gidermeye çalışmak, bu
çağın medya aracılığıyla yarattığı bir hayaldir. Burjuva kapitalist
devlet ve sermayenin “hayırsever” işbirliği medya eliyle sahnelendirip
pompalanırken, yoksullukla mücadele adı altında programları aslında
yoksullar arasında bir yeniden dağıtım üzerinden, piyasa aracılığıyla
sağlanmaya çalışılıyor ve emekçiler aldatılmaya ve tekeller şirin
gösterilmeye çalışılıyor.
Ebette işin bir de ahlaki boyutu var. Örneğin; Uzakdoğu'da
acımasız emek sömürüsü, özellikle çocuk emeği sömürüsüyle
tanınan, veya Ortadoğu'da petrol için savaş kışkırtıcılığı yapan
yada finans spekülatörlüğü nedeniyle dünyanın bir çok yerinde
yoksulluğun nedeni olan tekeller ve holding sahipleri kişilerin
fonlarıyla hayır işine kalkışanlar, bir yandan bu şirketlerin
suçlarını örtmenin aracı olurken, diğer taraftan bu acımasız
sömürü ve yoksulluk düzeninin sürdürülmesine sözde hayırseverlik adına
katkıda bulunuyorlar. Dolayısıyla sosyal sorumluluk,
kamusal alandaki tüm ekonomik faaliyetleri piyasa üzerinden düzenlemeyi
esas alan sürecin sosyal programının adı oluyor. Yani tekkelerin ve
holding sahiplerinin sosyal sorumlulukları sömürü ve zulmün
katmerleşmesi ve emekçilerin uyutulması anlamına geliyor.
|
|
| |
Ortalama Puan: 0 Toplam Oy: 0
|
|
|
|