 |
|
LÜMPEN ve ÇAPULÇULARIN AYAK SESLERİ!

Cehennemden çıkma Şu Çılgın Türkler kitabı aklıma geliyor da, cehennemdeki şu çılgınların, lümpen ve çapulcuların ayak sesleriyle cehennemi özlemelerini ve geri dönmelerine ister sömürge kalıntısı kompleks deyin: isterseniz de, ecdadımız mal bulmuş mağribi gibi saldırmak sözünü boşuna icad etmedi diyerek sorunu kervan yağması üzerine kurulu Kabili-Berberi sosyolojiye uzandırın, ama yinede bize çağrışım yapan vede tiksindiren insanı bu çığlıklar içerisinde bildiğimiz faşizm, haklının değil güçlünün sistemi...
Sonuç, yani bu son günlerde süren Fransa’da hüküm süren lümpen eşkıyalığının sebebi, sanıldığının ve iddia edildiğinin aksine, oranın veya başka bir ülkenin uyguladığı göçmen politikasından yada sergilediği dışlama refleksinden kaynaklanmıyor. Eski ırkçılarda özcüydüler ama onların ki daha çok biyolojik kadercilik temelinde oluşmuş eski model bir pozitivizmdi. Modern ırkçılarla postmodern ırkçılık arasındaki en önemli fark üstünlük ve dışlama mekanizmalarının inceliğinde yatıyor o yüzden (kültür dendi mi elim silahıma gidiyor) sözünü doğrularcasına kültür nötr bir alan değil (iktidar sözcükleri esir alır ve onları köle gibi kullanır) kültür de bugün hem ekonomik hem enformatik hem de devletsel hegemonyanın ayrılmaz bir parçası. Ancak her zaman olduğu gibi metropol ırkçısıyla periferi ırkçısı arasında hem biçim hem öz farkı var. Birisi entegrasyonda başarısızlar diyerek dışlama mekanizmaları oluştururken, diğeri alenen dışlayarak ben aslında patlıcanın dalkavuğuyum diyen saray soytarısını andırıyor. Günümüz ırkçılığı bizim yaralı belleğimizin ürettiği travmatik Turancılık gibi değil, çok daha incelikli, tek millet tek bayrak tek devlet demiyor (aslında bunu söylüyor ama bunu çok incelikli bir biçimde söylemleştiriyor) çok kültürlülük üzerinden kendi ırkçılığını üretiyor. Bu bakımdan ırkçılığı anlamak için, patlıcanın dalkavuklarına değil, patlıcanın kendisine bakmak gerekiyor, bu daha doğru olacaktır. Oysa metropol bu ateşli savunucuyu doğrulamıyor, Fransız sosyolojisinin abide isimlerinden Bourdieu’nun eğitimdeki ayrımcılık üzerine tespitlere, yine kayda değer sosyologlardan Alain Tourain’in Amerikan tarzı kentleşmesinin devam etmesi halinde Paris’in Los Angeles’e döneceğine dair tespitleri, Michel Wiverko Fransa’daki Müslüman göçmenlerin Cumhuriyet tarafından dışlandığını belirtirken, Uluslar arası İlişkiler Enstitüsünün başkanı Dominigue Moisi ise, (Mağrip kökenli iyi eğitim görmüş bir genç konut alımında ya da iş başvurusu sırasında salt Mağrip adı taşıdığı için ayrıma tabi tutulabilmektedir. Tek cümleyle Mağrip kökenliler hemen yanı başlarında duran hayata dokunamamaktadırlar) diye tespitte bulunurken, hatta isyancılara ayak takımı ve çapulcular deyip hakaret eden Sarkozy bile sorunun varlığını kabul ederek pozitif ayrımcılık önerirken ünlü döneklerden Uluengin’in tavrı tam bir kraldan daha fazla kralcılık halini yansıtmakta. Her halükarda (Küf kokan ağzıyla rai müzik bağıracak olan) mağribilerden tek kelime tiksinmekte, daha ötesi onlarla aynı Müslüman aidiyet içinde görülmekten hayli rahatsızlıkta duyulmakta. Peki bu nefretin sebepi ve Uluengin vb gibileri neden yoksulları ‘lümpen, çapulcu’ vb. gibi sıfatlar ile anıp aşağılamakta? Bunda hiç kuşkusuz aynılıktan duyulan korku önemli bir etken olmakla birlikte sorunun cevabını başlıkta veriyor. Damak tadı faşizmi olarak Uluengin vb. gibi Türk üst orta sınıfının bir mensubu olarak benliğini batıya adamışlığı aynı zamanda zevklerini de yoğurmakta ve onlar gibi olmak, onlar tarafından kabul edilmek istenmektedir. Gusto faşizmi kendi zevklerini norm olarak saptamakta ve ırkçılığın barometresini de bu normdan sapma derecesine göre biçimlendirmekte. Fakat daha da derinde hem metropol ile periferi arasında yaşanan sınıfsal çelişki, hem de üst sınıfa mensup olmak isteyen yoksunluğundan utancı ve bundan kaynaklanan efendilerden daha şedid bir ırkçılık sergilemesi, sınıfsal kin yattığı da yadsınamaz. Günümüz ırkçılığı her ne kadar kendini kültür üzerinden meşrulaştırmaya çalışsa da, aslında düpedüz sınıfsal etkenler üzerinden yürüyen bir olgu. Miller ırkçı nefretin kökeninde öteki’nin kendine özgü keyif alma tarzına duyulan nefretin yattığını gösterir. Sakın Uluengin vb. gibilerinin mağribilerin Fransız olmayı takmayan keyfinden nefret ediyor olmasın? Ama her ne olursa olsun, gelinen aşamada da bir Fransa banilyosu bir Şemdinli de üretilen kaos dolu sözler ve hareketler-tertipler faşizmin suratına yinen birer tokat olacak, tıpkı 1945’ler sonun da Hitler’in şizofrenilik içerisinde aşağılık bir şekilde bakanları ve generalleriyle tarihe gömüldüğü gibi bütün bunlarda tarihe gömülecek. Ama bilin hangi tarih? Spartaküs
|
|
| |
Ortalama Puan: 0 Toplam Oy: 0
|
|
|
Эlgili Konular
 |
Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil. |
|