DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
Faşizm NEDİR ?
Temel Kavramlar
AB’ye üyelik bağlamında “demokratikleşme paketlerinin” yayınlanması ve  bazı demokratik hakların kullanılıyor olması ve parlamento seçimlerinin vb. yapılmasından vb. hareketle Türkiyede faşist diktatörlüğün olmadığı yada faşizmi yalnızca  MHP ve yandaşlarıyla sınırlayan yanlış eğilimlerin yaygın olduğu ortamda faşizmi nedir? sorusuna yanıt aramak daha bir önem taşıyor.
Her şeyden önce şunu belirtmeliyiz ki faşizm, emperyalizm dönemine denk düşen bir olgudur. Bu bakımdan tekelci kapitalizmin egemenliğini ifade eden emperyalizmle birlikte kapitalizmin  temel özellikleri ve eğilimlerine hızla değişmiş, emperyalizm her yere özgürlük değil, egemenlik eğilimi götüren mali sermayenin ve tekellerin çağı olmuştur.Bu eğilimin sonucu olarak siyasal rejim ne olursa olsun, her planda gericilik ve her alanda mevcut uzlaşmaz karşıtların ağır ölçüde yoğunlaşması siyasi üst yapısı demokrasiden siyasi gericiliğe değişim olmuştur.Ekonomide tekellerin egemenliği olan  emperyalizm hem dış hem de iç siyasette demokrasiyi yıkmaya doğru, gericiliğe doğru mücadele ederek, bu anlamda söz götürmez bir biçimde genel olarak demokrasinin, bütün demokrasinin inkarının adı olmuştur .

Bu açıklamlarda da görüleceği gibi faşizm, “her planda gericilik” doğuran kapitalizmin tüm çelişkilerinin keskinleşmeye yüz tuttuğu emperyalizm çağına özgü bir olgu; mali sermaye ve tekeller çağının bir ürünüdür. Tekelci kapitalizme özgü olan siyasi gericilik en açık ve en yoğun anlamını faşizmde bulur. Gerek emperyalist ülkelerde gerekse yeni sömürge ve bağımlı ülkelerde emperyalizm dışında ondan bağımsız bir faşizm aranamaz. Mali sermaye ve emperyalizm, kendisindeki siyasal gericilik eğilimini, tekeciliğini sömürge ve yarı-sömürgelere taşır. Emperyalizm ve proleter devrimleri çağında kapitalist emperyalist sistem içinde yer alan bütün devlet biçimleri siyasal gericiliğin dışa vurumudur. Devlet biçimleri de zaten siyasi gericiliğin farklı anlatımlardan  başka bir şey değildir.

1900 yılların başlarında emperyalizm çağına girilmesiyle birlikte, kapitalizmin serbest rekabetçi dönemdeki görece barışçı gelişmesi ve iç çelişmelerin görece hafif bir tarzda seyretmesi sona erer. Emperyalizm çağı, yalnızca ekonomik yaşamda tekellerin egemenliğini ilan etmekle kalmaz, bu çağı aynı zamanda tekellerle devlet aygıtının iç içe gelişmeye başladığı, tekelci devlet kapitalizminin doğduğu ve mali sermayenin asalak askeri-bürokrat aygıtının dev boyutlarda büyüdüğü bir çağdır. Mali sermayenin devlet aygıtını zora dayanan bir devrimle yıkmanın ve paramparça etmenin kaçınılmaz bir zorunluluk durumuna geldiği ve devrimin ve proletaryanın zaferinin nesnel koşullarının dünya ölçeğinde yoğunlaştığı bir çağ, aynı zamanda proleter devrimleri çağıydı ve burjuvazi ile proletarya, ezilen uluslarla emperyalizm ve emperyalist devletler ve mali sermaye grupları arasındaki çelişmelerin keskinleşmesiyle karakterize ediliyordu.
Bilindiği üzere önde gelen emperyalist devletler tarafından dünyanın ekonomik ve siyasal bakımdan yeniden paylaşılması için yürüttükleri savaşım, 1914'te başlayan 1.Emperyalist paylaşım savaşının patlak vermesine yol açtı. Bu savaş tekelci kapitalizmi ve militarizmi güçlendirdiği gibi, savaşan ülke halklarının ekonomik durumunu alabildiğine kötüleştirdi, milyarlarca emekçinin ölümüne, sakat kalmasına vb. yol açtı. Doğal olarak dünya halklarının emperyalizme ve kapitalizme karşı öfkesini ve kinini yükseltti. Emperyalist zincirin en zayıf halkasında, gerçekleşen büyük ekim sosyalist devrimi, dünyanın 1/6’sını kapsayan topraklarda proletarya diktatörlüğünü kurdu. Ekim devrimi dünya halklarına ilham kaynağı oldu. Ekim devrimini, Avrupa'da devrim dalgasının yeni bir yükselişi izledi. Avusturya ve Almanya'da Monarşik yönetimleri yıkan Kasım 1918 devrimleri; Macaristan'da Mart 1919'da 133 gün süren bir Sovyet iktidarının kurulması,Almanya’da Nisan 1919'da Bavyera yenilgisiyle sonuçlanan bir Sovyet iktidarının kurulması, İtalya’da Eylül 1920'de fabrikaların işçiler tarafından işgal edilmesi, 1923 sonbaharında Almanya'da yenilgiyle sonuçlanan devrimci ayaklanma, 1923 yılında Bulgaristan'da işçi-köylü ayaklanması vb. bu devrimci yükselişin en belirgin görüngüleriydi.
İşte faşizm böyle bir ortamda, burjuvazinin proleter devrimini ensesinde hissettiği koşullarda, sermayenin, proletaryanın ve onun önderlik ettiği emekçi yığınlara ve devrime karşı yeni ve sanal bir savunma ve saldırı silahı olarak doğdu. Ekim devriminin zaferinden hemen sonraki yıllarda, pek çok ülkede faşist eğilimler ve hareketler görüldü. Ancak bu yıllarda faşizm, yalnızca bir kaç ülkede başarılı olabildi. Bunların arasında, emperyalist yağma sofrasına çok geç geldiği için “kendi” proletaryasını ve emekçi köylülerini azgınca sömürmek zorunda kalan “genç” bir emperyalist burjuvazinin bulunduğu İtalya ile emperyalizmin yarı-sömürge olması nedeni ile burjuvazi zayıf kalan ve işçilerin-köylülerin devrimci hareketinin yoğun baskısı altında kalan Bulgaristan vardı. Bu iki ülkede burjuvazi devrimden kurtulmak için, faşizme yöneldi. 1920'de İtalya’da, 1923 Haziran darbesiyle de Bulgaristan’da, 1933'te Almanya'da faşist diktatörlük kuruldu. Mali sermayenin faşizme gereksinimini Dimitrov yoldaş 1935'te Komintern 7. Kongresine sunduğu raporda şöyle dile getiriyor: “Çok derin bir iktisadi buhranın patlaması, kapitalizmin genel buhranının daha da şiddetlenmesi ve emekçi kitlelerin devrimcileşmesi üzerine, faşizm geniş bir saldırıya girişti. İktidarda burjuvaziyi, emekçilere karşı en azgın soygun tedbirlerini yürürlüğe koymak, emperyalist bir yağma savaşına hazırlamak, Sovyetler Birliği'ne saldırmak, Çin'i köleleştirmek ve paylaşmak ve bütün bunlar sayesinde devrimi önlemek için, kurtuluşunu gittikçe faşizmde aramaktır. Emperyalist çevreler buhranın bütün yükünü emekçilerin omuzlarına yüklemeye çalışmaktadırlar. İşte bu yüzden faşizme ihtiyaçları vardır.” (Savaşa ve Faşizme Kaşı Birleşik Cephe).
Faşizmin İtalya ve Almanya' da iktidara gelmesine koşut olarak, faşizmin sınıfsal niteliği üzerinde tartışmalar yoğunlaştı ve komintern’in, 1924'teki 4. Kongresinde faşizmi “proletaryanın tüm devimci özlemlerine karşı burjuvazinin bir savaş aracı” olarak nitelemiş ve faşizm tehlikesinin bir çok kapitalist ülke için geçerli olduğu sonucuna varmıştı.
Faşizmin bilinen klasik son tanımı ise, Komintern Yürütme Kurulunun, 1933 Aralığındaki 8. oturumunda yapılmıştı. Buna göre faşizm: “Mali sermayenin en gerici, en şoven, en emperyalist kesimlerinin açık terörist diktatörlüğüdür.” Buradan anlaşılması gereken, burjuvazinin sınıf egemenliğinin son aşaması olmasıdır. Bu bağlamda İtalya, Almanya gibi ülkelerde küçük burjuvazinin, köylülüğün vb. bazı kesimlerine dayanarak, kendisine bir kitle temeli edinmiş olmasından, sahte ve iki yüzlü anti-kapitalist demagojisinden yola çıkarak onun, küçük burjuvazinin diktatörlüğü olduğu ileri sürülemez. Faşizmin sınıfsal karakteri ile onun, kitle tabanının sınıfsal bileşimi birbirine karıştırılmamalıdır. Faşizm tanımından da anlaşılacağı gibi, burjuvazinin tüm kesimlerinin değil, en gerici, en şoven, en terörist diktatörlüğüdür. Bu anlayıştan sapılması, faşizme karşı yürütülecek savaşımın, doğru strateji ve taktiklere oturtulmasını da engeller, faşizme karşı savaşımı, emperyalizm ve kapitalizme karşı savaşım perspektifinden koparır ve küçük burjuvazinin anti-emperyalist birleşik cepheye çekilmesini engeller. Böylece faşizme karşı cephe zayıflatılmış ve hedef şaşırtılmış olur.


 Faşizm,en azgın şovenizm, barbarlık, ve  terördür. Ama her terör, barbarlık faşizmle ödeştirilemez. Baskı ve terörün burjuva demokrasisiyle bağdaşmayacağını söylemek, burjuva demokrasisini idealize ederek, reformizme düşme anlamına gelir. Keza bugün bazılarının savunduğu gibi faşizmi yalnız Hitler biçiminde aramakta o ölçüde revizyonizmdir. Her iki yaklaşımda faşizme karşı mücadeleyi ve ittifakları ve taktikleri, pratikte doğru devrimci bir tarzdan oluşturmaktan uzak kalır ve yaşadığımız deneyler, bunu bir çok kez ispatlamıştır. Faşizm egemen sınıfların (emperyalist ülkelerdeki mali sermayenin, gerici ve bağımlı ülkelerde işbirlikçi tekelci burjuvazi ve toprak sahiplerinin) en gerici, en şoven vb. kesimlerinin siyasal hareketi olarak ortaya çıkmaktadır.
Faşizm devrimi ezmek, ekonomik bunalımın yükünü işçi sınıfının ve diğer emekçilerin sırtına yüklemek amacıyla ortaya çıkar ve tüm demokratik hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmaya yönelir. Ama, yığınların direnişi, egemen sınıfların kampı içerisindeki görüş ayrılıkları ve uluslararası güç dengelerinin etkisi gibi nedenlerden ötürü, amacını bütünüyle gerçekleştiremeyebilir. Faşizm, ekonomik bunalımın işsizliğe, açlığa ve yoksulluğa mahkum ettiği küçük burjuvaziyi, köylüğü ve emekçileri azgın bir ulusalcılıkla besler, ulusal azınlıklara karşı saldırganlık, dış politikada belirgin yayılmacılık eğilimlerle karakterize edilen bir gericilik hareketi olarak ortaya çıkar.
 Faşizm iktidardaki faşist kliğin ya da kliklerin, siyasal tekelini kırmayı amaçlayan ve buna yönelen bir karşı devrim girişimi olarak belirir. Faşizm günümüzde değişik biçimler altında kendini gösteriyor. Hitlerci faşizmin dünya hakları nezdinde teşhir olması, bu tarihten sonra çok ender olarak, açıkça faşist bir siyasal kimlikle ortaya çıkmış, hükmünü daha çok “komünizme karşı demokrasi ve özgürlük savunucusu olarak” kisvesi altında yürütmeye çalışmıştır. Bu dönemde görülen faşist diktatörlükler, yarı-sömürgelerde ve bunlarda sözüm ona burjuva demokrasisine ve parlamenter sisteme sahip çıkmış, rakiplerinin örgütlenmesine, seçimlere, parlamentoya katılmalarına özen gösterme, çeşitli demokratik haklara sözüm ona saygı göstermeye çalışmıştır. Faşizm ülkelerin somut durumlarına göre değişik biçimlerde iktidara gelir. İtalya ve Almanya'da olduğu gibi, yığınların özlemlerini dile getirip belli bir kitle tabanı oluşturarak geleceği gibi, yukarıdan bir darbeyle de (Avusturya örneğinde olduğu gibi) gelebilir. Daha ziyade geri ve bağımlı ülkelerde görülen böylesi darbeler, askeri darbe yoluyla olduğu gibi, zaten faşizan özellik taşıyan devlet aygıtının faşistleştirilmesi için “evrimci” bir yolla da olabilmektedir. Tabi böylesi bir durumu, faşist diktatörlük tezgahlamadan önce kitle tabanı yaratılmaya çalışılmasını dışlayamaz. Örneğin MHP'nin 12 Eylül öncesi mezhep çatışmalarını ve bugün Kürt sorununu kışkırtarak faşist bir kitle hareketi yaratmayı amaçlaması gibi. Elbette faşizmin işbaşına gelmesinde dış ya da uluslararası etkilerinde büyük rolü olmuş ve hatta bazen de belirleyici etkide bulunmuştur.
Bir burjuva devlet biçimi olan faşist diktatörlüğün yıkılması, faşizm tehlikesinin ortadan kalkması, ancak komünist partisi önderliğinde işçi sınıfı ve emekçi yığınların devrimci mücadelesiyle olur.
Ancak, faşizm tehlikesi ortadan kalkmadan yani mevcut burjuva devlet aygıtı yıkılmadan da faşist diktatörlük yıkılabilir. Halk mücadelesinin yükseldiği, ancak iktidardaki egemen sınıfları düşürmeye yetmediği durumlarda da faşist diktatörlük yıkılabilir. Böylesi bir durumda ayağa kalkan yığınlar, egemen sınıfları belirli ölçülerde geri püskürtebilir, onlara önemli darbeler indirebilir ve burjuvazinin faşist olmayan kesimlerinin devlet ele geçirmesine götürebilir. Fakat bu mali sermayenin, işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin iktidarının yıkılması demek değildir.
O bakımdan da faşizm tehlikelisini ortadan kaldırmaz. Bu yüzden de faşizme karşı mücadeleyi kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadeleden ayrı ele almalıyız.

 
İlgili Bağlantılar
Haber Puanlama
Seçenekler
Эlgili Konular

Temel Kavramlar

Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil.
 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.07 Saniye