|
|
İlhakçılığı meşrulaştıran Kemalizm Kürt sorununda çözüm olabilir mi?-
Aydınlık revizyonistleri Kürtlerin bir ulus olduğunu kabul etmiyorlar. Durum daha baştan böyle olunca Kürt sorununun özünde kendi bağımsız devletini kurma hakkı dahil, tüm uluslarla, tam hak eşitliği kazanma diye bir sorunu olduğu kalem darbesiyle bir yana bırakılarak, Kürt sorununun dünden bugüne nasıl seyir izlediğine dokunulmadan, tarih ve politik gerçekler bir yana itilerek, kurtuluş savaşı içinde ve 1923 Lozan anlaşması sürecinde söylenen laflar sahiciymiş gibi, Kemalist cumhuriyetin temelinin Kürtleri inkar ve imha temelleri üzerine oturtulduğu gizlenmeye, yok sayılmaya çalışılıyor. Bu yaklaşıma değişik nedenlerle PKK önderi A. Öcalanında katıldığını söylemek yanlış olmayacaktır. Tarih çarpıtıcılığıyla hem Kürt ulusu inkar ediliyor ve hem de TC devletinin, Türk ulusunun devleti olarak doğduğu, geliştirildiği gerçeği kapatılmaya çalışılıyor. Kürt ulusal sorununda, emperyalist sistemin egemenliği altındaki çok uluslu devletler içindeki ezilen bağımlı ve sömürge uluslar sorununun bir parçasıdır. Yani Aydınlık'ın basitçe ele aldığı ve sıradanlaştırdığı gibi Kürt sorunu "kardeşler arasında eşitsizlik ve baskı" sorunu değildir. Oldukça karmaşık ve otuz milyonluk Kürt emekçisini ilgilendiren ulusal bir sorundur. Bilindiği gibi Kürdistan emperyalistlerin ve gerici devletlerin arasında 1923 Lozan antlaşmasıyla dörde parçalandı. O günden bu yana Kürdistan emperyalistlerin desteğinde dört ayrı gerici devlet İran, Irak, Suriye ve Türkiye tarafından paylaşıldı. Ve her bir parçası bu gerici faşist devletlerin işgal ve ilhakçı boyunduruğu altında tutulmaktadır. Ki, bu durum ilk olarak İran egemen sınıflarının boyunduruğundaki 1639 Kasr-i Şirin antlaşmasıyla atılmış ikincisi emperyalist sistem tarafından son şeklini 1923 Lozan antlaşmasıyla parçalanmış ve o günden bu yana Kürdistan'ın dört parçaya bölünüp zoraki işgal ve ilhak altında tutulma statüsü devam etmektedir. On yıllardır, İran, Irak, Türkiye ve Suriye gerici faşist egemen sınıfları emperyalist sistem sayesinde ve onun bir parçası sıfatıyla Kürdistan üzerindeki işgalci ve ilhakçı boyunduruklarını devam ettirmektedirler. TC devleti Osmanlı İmparatorluğu'ndan devraldığı politik işgal ve ilhakçı mirasını, 1923 Lozan antlaşmasıyla Kuzey Kürdistan üzerinde emperyalizmin de desteğiyle sürdürerek bugüne taşımıştır. Türk işbirlikçi egemen sınıflar, Kürdistan'daki işgal ve ilhakçı boyunduruğunu aynı zamanda feodal toprak ağası sınıf ve kesimlere de dayanarak Kuzey Kürdistan burjuvazisini ve gerici güçlerini de kanatları altına çekerek, korumaya ve sürdürmeye çalışmaktadır. Bu bakımdan Kürt ulusal sorunu emperyalizmle birlikte Türk egemen sınıflarının Kuzey Kürdistan'ı zorla işgal ve ilhak altında tutması ve boyunduruk kurarak, ulusal hak ve özgürlüğün tamamen özgür politik ve askeri mekanizmalarla gasp etmiş olması sonucu, inkarcı ve imhacı asimilasyon sorunudur. Dahası Kürt ulusal sorunu özü itibarıyla Kuzey Kürdistan emekçi halklarının Türk egemen sınıflarının boyunduruğu ve emperyalist sisteme bağımlılığından kurtuluşu sorunudur. Bazılarının iddia ettiği gibi bu sorun Kürt ulusal burjuvazisinin kendi pazarına egemen olması sorunu, değildir. Kürt ulusal burjuvazisinin kendi pazarına egemen olma mücadelesi Kürt özgürlük mücadelesinin tali bir yanını oluşturur. Tam tersine eğer sorunun özü emekçi halk kitlelerinin ilhakçı boyunduruğa, emperyalizme ve Türk egemen sınıflarının işbirlikçi iktidarına karşı ulusal özgürlük mücadelesine önem verilmez, devrimimizin bu temel dinamiği geliştirilmezse, (bugün PKK'nin geldiği üniter devlet sınırları içinde kalarak Kürt sorununu reformcu çizgide çözme gibi), Kürt ulusal burjuvazisinin ulusal hareketi uzlaşma yolunda karşı-devrimle anlaşma yoluyla sona erdirilmesine yol açılmış olur. Keza Kürt ulusal burjuvazisinin, ya da küçük burjuvazinin reformist çözümü Kürt ulusal hareketini Türk burjuvazisiyle anlaşarak da olsa -bugün böyle bir durumda olmamıştır-, Türk burjuvazisinin efendisi emperyalist rakibi emperyalistlerle anlaşmakta olsa -AB emperyalistleri gibi- sonuçlandırmayı başarması da aynı sonucu verecektir ki, TC devleti her iki "çözüme" de yanaşmamış ve imha, inkar politikasına devam etmiştir. Bu biçimlerin de ulusal hareketin işçi ve emekçi sınıfların devrimci başkaldırısının dıştan kirli savaş ve emperyalizmin baskı ve terörü, içten ulusal ve küçük burjuvazinin reformcu, uzlaşmacı çizgisi tarafından yenilgiye uğratılması ve sona erdirilmesidir ki, Aydınlık revizyonizmi PKK'nin reformist çizgisinin ardından TC devletine sahte "kardeşlik çözümü" çağrısı yaparak, Kürtlerin ağzına bir parmak pal çalarak, işlevinin bitirilmesini vaaz ediyor. Bu Kürt ulusu gerçeğini inkar ederek, Türk egemen sınıflarının cephesinde konumlanarak gerici çözüm önerileriyle MGK'ya akıl hocalığı yapmaya ve Kürt sorununu " Misaki milli sınırlar" içinde M. Kemal'in; "Kürtleri bağrımıza katıp (yani asimile edip, Kürt kimliğinden arındırarak HB) tekmil milleti birleştirmek için" sözleriyle çözmeye çalışıyor. Gerçekten de Aydınlık şeflerinin sürekli olarak çiğneye geldikleri gibi M. Kemal'in Kurtuluş Savaşı ve sonrası süreçte ortaya koymuş olduğu çözümler, Kürt sorununa çözüm mü olmuş? Eğer gerçekten M. Kemal'in Kürt sorununa ilişkin çözüm projeleri devrimci ve ulusların tam hak eşitliğini getirmiş olsaydı, neden 1925'lerden 1938'lere kadar onlarca Kürt isyanları yaşandı? Gerçekten de Kürt ulusu ile Türk ulusu arasında gönüllü birliktelik yakalanmış, her türlü eşitsizlik ortadan kalkmış olsaydı, emperyalistler neden olmayan sorunları kaşıyarak, Kürt kitlelerini harekete geçirmede başarılı olabilsin di ? Tüm bunlar irdelendiğinde karşımıza iddia edildiği gibi –PKK önderi A.Öcalan da son yıllarda Kemalist çözümü Kürt sorununun çözümünde öne çıkarılması gereken bir konu olarak görmüş ve sürekli olarak M.Kemali Kürt sorununda farklı tutum içinde olmakla övmüştür. Farklı argümanlardan hareket etseler de Öcalan ile Perinçek in M.Kemali savunmada anı kulvarda buluşmaları tesadüf olmasa gerek- M. Kemal ve İnönü‘nün; Kürtleri kurtuluş mücadelesinde kazanma ve etkisiz hale getirerek, kendine bağımlı kılıp ilhakını güçlendirme amaçlı söylenen "Kürtlerin ve Türklerin temsilcisi", ya da Sivas Kongresi'in de, "Türkiye'de Türkler ve Kürtler yaşar." sözlerinden hareketle, M. Kemal'in ve TC devletinin 1923'te Kürt realitesini tanındığını ve inkar ve imha politikasından uzak durduğunu iddia ederek, Kürt sorununda iflas etmiş Kemalist çözümü dayatmak, Türk şovenist inkarcı çizgide ısrar etmek demektir. Nitekim Aydınlık şefleri Sivas Kongresi, Amasya tamimine dayanarak egemen sınıflara baskın. M. Kemal ve İnönü'de "Kürt halkını kabul etmiştir" diyerek onlara Kürt sorununu bitirmek için Kürt realitesini kabul etmenin o kadar da korkulacak bir durum olmadığı konusunda perspektif vermeye çalışıyorlar. Soruna bir devrimci ve komünist gibi bakma yerine, bir Türk burjuva şovenisti penceresinden bakan ve kafasını "ayrılıkçılıkla bozan" Aydınlık şefleri, kendilerini de silip süpürecek işçi ve emekçi yığınların öncülüğünde bir devrimin gelişiminden öcü gibi korkuyorlar ve ondan dolayı Kürt sorununda devrimci çözüme cepheden saldırıdan kendilerini alamıyorlar. Öncelikle şu konuda açık ve net bir görüşe sahip olmalıyız, Kürt ulusal sorununun gerçek ve kalıcı çözümü devrim sorunudur. Devrim ve sosyalizm için savaşım yürüten komünistler ve sınıf bilinçli proletarya Kürt ulusunun bağımsız devlet kurma özgürlüğünü kayıtsız şartsız savunur. Devrimin zaferiyle ulusların işçi ve Emekçi Halk Konseyleri Cumhuriyetler Birliğini kurmaya çalışır. Komünistler Kürt ulusal sorunu devrimle çözüme kavuşana kadar ki süreçte, işçi sınıfı ve emekçi halklarımızın birleşik devrimini örmek ve geliştirmek perspektifiyle hareket ederler ve mücadeleye ulusal dar kalıplar içinde bakıp, mücadeleyi güçten düşürecek yanaşımlara karşıda enternasyonal proletaryanın ortak savaşım çözümüyle karşı dururlar. Ama bunun yanında ezilen bağımlı bir ulus olarak Kürt ulusunun haklı ve meşru olan ulusal ve demokratik istemlerinin destekçisi olur. Ve emperyalizmin, Türk egemen sınıfların faşist diktatörlüğü, baskı katliam ve zoraki göçertmeyle, Kürtleri baskıyla, asimile ederek tasfiye etme karşı-devrimci çizgisine karşı da savaşım yürüterek, Türk işçi ve emekçileri saflarında Türk şovenizmine karşı kararlı savaşım yürüterek halkların kardeşliği bilincini yaymaya çalışır. Bu devrimci önderlik görevler bugün daha yakıcı olarak kendisini ortaya koymaktadır. Türkiye devriminin birleşik bir devrim olarak zafere taşınacağının daha net bir şekilde açığa çıkmış olması, işçi sınıfı ve emekçi halk hareketinin devrimci önderlik görevlerini bu genel temel önermeyi dikkate alarak, taktiklerini, politikalarını ve pratiklerini geliştirmeli ve daha da çeşitlendirilerek yaratıcı kılınmalıdır. Faşist diktatörlük ve Türk burjuvazisi bu gerçeği görerek, strateji ve politikalarını bu zemin üzerinde tutmaya çalışıyor. Kirli savaş yöntemlerinde ısrar ederek, üniter resmi devlet politikasında ısrarlı olarak, Kürt sorununun inkarı ve imhası çizgisinde ısrar ediyor. O, Kürt sorununu faşist terörle ezme, yok etme ve işbirlikçi bir Kürt ulusu yaratarak, Kürt ulusal hareketini tümden terörize ederek, Kürt halk kitlelerini terörize ederek, ulusal mücadeleden uzaklaştırarak, "onlar istediler vermedim, ben istersem veririm." Kemalist çizgisinde ısrarla yürüyorlar. Faşist diktatörlüğün Kürt ulusuna yönelik baskı, zulüm ve katliamları, linç,yasaklama ve göçertmeler ve aç bırakarak terbiye etme şovenist saldırılarını arttırarak, bu yolla gerici kitle dayanağını güçlendirmeye ve devrimci yığın hareketinin gelişimini önlemeye çalışırken, devrimci ve komünistler olarak nasıl ki anti-faşist ve anti-emperyalist mücadeleyi devrim perspektifine bağlıyorsa, Kürt ulusal mücadelesini de yine devrim sorununa bağlar ve devrimci çözümü öngörürler. Dahası Kürt ulusuna devlet bağımsızlığı dahil, kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı, ulusların gönüllü birliği ve tam hak eşitliğine dayanan İşçi ve Emekçi Halk Konseyleri Cumhuriyetleri Birliği çözümü için mücadele yürütürler. Komünistler ve tutarlı devrimciler, anti-faşist, anti-emperyalist ve anti-şovenist taleplerle mücadeleyi birbirine bağlarken, Kürt ulusal sorununda kısmi çözümlerle tüm mücadeleleri demokratik devrimci çözümün bilince çıkarılması ve yaşama geçirilmesi perspektifine bağlarlar. Neki kendisine Marksist-Leninist ve hatta komünist diyen Kemalizm aslanları Aydınlık şefleri, özellikle 90'lardan sonra, 1980 öncesinin üç dünyaca TC devletine akıl hocalığı yapan karşı-devrimci çizgilerine rücu etmişler ve Kürt ulusal sorununda kaba, şövenist bir strateji izlemeye yönelmişlerdir. Aydınlık şövenizmini bir kaç çarpıcı noktada kendisini netçe göstermektedir. Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, 1992'den bu yana Aydınlık kirli savaş ve Kürt ulusuna yapılan katliamları ve zulümleri teşhir bıçak gibi kesilmiş ve Kürt düşmanlığı çizgisine gerilerek, TC devletine açıktan ilhak edilmiş ve MGK'nın akıl hocası konumuna gelinerek, Kürtlerin daha çok kırılmasına şak şak çalınmış ve Amerikan emperyalizmi kışkırtması yalanıyla Kürlerin ulusal özgürlük mücadelesine yönelik topyekün faşist saldırı dalgasına omuz verilmiş ve saldırılar çirkince desteklenmiştir. İkinci olarak, Aydınlık "ayrılıkçılık, bölücülük" adına TC devletinin Kürt ulusunu zoraki işgal ve ilhak altında tuttuğu inkarcı ve imhacı politikalar ve ilhakçı statüyü onaylamış ve TC devletinin Kuzey Kürdistan'da ilhakçı boyunduruğu sürdürmesi için Türk ulusunun lehine olan ulusal ayrıcalıkların devamı için "Türkiye Türklerin ve Kürtlerin vatanıdır." demegojisine sarılarak, faşist MGK diktatörlüğünün Kürtleri zulümle ve kırımla bitirme saldırganlığının yanında yer alarak, TC devletinin üniter yapısının devamı için her türlü kirli yöntem uygulamasının arkasında durulmuştur. Aydınlık gericilerinin, MGK ve Türk burjuvazisi devleti cephesinden getirdikleri sözde çözüm, M. Kemal'in kurtuluş savaşı çözümüdür. Aydınlık komünistlerin ilk ortaya çıktıkları ve güdük anti-emperyalist özelliklere sahip oldukları dönemde demagoji yaptıkları, ama pratikte hiç bir amaç için uygulamadıkları Kürt ulusunun işgalinin ve ilhakının tamamlanmasını sağlamaya hizmet eden politikasının sözde çözümü. Aydınlık şefleri Kürt özgürlük mücadelesinin patlak verip devrimci-demokratik çözümünü dayattığı koşullarda, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını reddetmiştir. Burjuva çözüm önerisi olarak dünde bugün de "tarihi kökleri" vardır diyerek, Kemalistlerin 1920- 22 yıllarında yaptıkları demagojiye, sonradan işgalin ilhakla tamamlanması politikasının halkası olacak olan Kemalist demagojiyi öne sürerek, Kürt sorununun çözümünü kurtuluş savaşına havale ediyor ve Aydınlı'ğın şefi Kürt sorununun çözümüne tarihsel atıfta bulunarak şunları öneriyor; "Kurtuluş savaşı sırasında... Türk ve Kürt tekmil milleti birleştirmek ve milli mücadeleye sevketmek" görevinin başarılmasına dayanılmıştı. Bugünkü karşılaştığımız tehditler milletin bütün kaynakları seferber edilerek göğüslenebilir. "Türk ve Kürdün" tek millet olarak birleştirilmesi ve kardeşliğin pekiştirilmesi acil bir görevdir. ... Alternatif olarak önerilecek çözümler açısından da biricik denek taşı bu olmalıdır." (Teori, s. 121, sy. 5) diyerek, M. Kemal'in kurtuluş savaşı dönemi ve 1925'e kadarki dönem için uygun çözüm olarak sunulan kurtuluş savaşı derslerinin temel alınmasını öneriyor ve kurtuluş savaşının tecrübesinden çıkarılacak dersin tek bir cümleyle özetlenmesi gerekirse, Atatürk'ün deyişiyle, "Kürtleri bağrımıza katıp tekmil milleti birleştirmek için" onların gönlünü kazanmak. Geri kalan bütün çözüm ve politikalar, bu ihtiyaç tarafından belirlenmiştir. Bugünde mesele budur. Kurtuluş savaşından öğreneceğimiz temel ders, Kürt kitlelerini kazanmaktır." diyen Doğu Perinçek, Kürt sorununa ilişkin kurtuluş savaşı dersleri çözümünü toparlayarak kendisine göre şu noktalarda kardeşlik çözümü önerilerini aktarıyor; "a) Ortak karar; Türkler ve Kürtler birlikte yaşamaya karar vermişlerdir. Bu kararlarını Müdafai Hukuk Cemiyeti'ni birlikte örgütlemek, kongreleri birlikte gerçekleştirmek, TBMM'yi ve hükümeti birlikte kurmak yanında kurtuluş savaşında ortak vatanlarını savunmak için sımsıkı birleşerek ve omuz omuza savaşarak ortaya koymuşlardır. b) Ortak vatan; Türkiye Türklerin ve Kürtlerin vatanıdır, c) Vatanın bölünmez bütünlüğü; vatan bölünmez bir bütündür; hiç bir gerekçe ile parçalanamaz ve birbirinden ayrılamaz. d) Ortak cumhuriyet; Türkiye, Türklerin ve Kürtlerin ortak cumhuriyetidir, e) Asli unsurlar; ortak cumhuriyetin asli kurucu unsurları Türkler ve Kürtlerdir, f) Ortak milli kimlik; Türkler ve Kürtlerin oluşturduğu tekmil milletin kimliğini belirleyen, ırksal kökenleri değil, fakat Türkiye cumhuriyeti devletiyle olan siyasal bağlarıdır. Milleti oluşturan maya, etnik değil, fakat siyasaldır, g) Şuralarla idare; Türkiye nahiye ve vilayet şuralarından başlayarak TBMM'ye kadar bir meclisler sistemiyle yönetilir, (1921 anayasası) h) Unsurların hakları; Kürtler, ırki, içtimai ve çevreye ilişkin hak ve hürriyetlere sahiplerdir, kendilerini serbestçe geliştirme koşulları sağlanacaktır, j) Ortak örgütlenme ve önderlik; Kürdistan Teali Cemiyeti gibi milliyet temelinden ayrı örgütlenmeler, emperyalist bölücülüğe hizmet etmektedir; bu nedenle kesinlikle engellenmelidir. Türkler ve Kürtler hep birlikte Müdafai Hukuk Cemiyeti'nde örgütlenmelidir." (D. Perinçek, Teori, s. 112. sy. 5) Burada özetlenen Kemalist hareketin Kürt sorununda çözüm olarak öne sürdüğü görüşler tas tamam Kürt ulusunu inkar etme, Türk ulusunun lehine her şeyi düzenleme ve Kürtleri zorla birlik içine katarak, asimile ile tasfiye edip Türkleştirme amacı güttüğü ve bu bakımdan da TC devletinin Kürt ulusu gerçeğini kabul ederek, federasyon ya da başka bir birlik biçiminde ortak örgütlenmeyi savunmadığını, önermediğini görmekteyiz. Yine Kürtlerin ulusal niteliği reddedilerek, Kürtler de dahil bütün halklar tek bir ulus haline getirilerek, "milletin adı Türktür" diyerek, TC devletinin 1923 ilanından itibaren Kürt ulusunun açıktan inkar edildiği ve Kemalizmin temel çözümünün de bu zemin üzerinde yükseldiğini gösteriyor. Kemalistlerin 1920-23 dönemindeki demagojisinin bir an için iyi niyetli getirilmiş çözüm önerileri olduğunu varsaysak bile ortaya çıkan tablo gerçekleri daha iyi ortaya sermektedir. Çünkü Engels'in belirtmiş olduğu gibi, "İleri doğru atılan her bir adım bir düzüne propagandadan daha değerlidir." Yani bir örgütün, ya da partinin niteliğini belirleyen onun sözlerinden çok pratikte attığı adım ve uygulamalardır. Aksi halde parti ve örgütlerin niteliğini değerlendirirken eylemlerin dışında tutmak olguları anlaşılmaz bir hale getirecek. Onun için M. Kemal hareketinin Kürt sorununa ilişkin sözlerinin hangi ortamda söylenip, nasıl pratiğe geçirildiğine ilişkin olarak yaşanan olgulara bakmak gerekiyor.
Aydınlık şeflerinin çokça övdükleri gibi Amasya Tamimi'nin, "Türk ve Kürtlerin oturduğu arazi", "Türk ve Kürt uluslarının oturduğu vatan" sözleri, sonradan görüldüğü üzere; Misak-ı Milli'yi galip itilaf emperyalistlerine kabul ettirmenin müzakerelerdeki dayanağı yapmanın aracı olarak söylenmiş sözlerdir. Bu emperyalizme karşı Kuzey ve Güney Kürdistan üzerindeki ilhakı korumanın manevrası ve Kürtlerle Türklerin yaşadığı bu bölgeleri Türk ulusunun ülkesi ilan etmesi tavrıydı. Kürtleri bir azınlık olarak kabul etmek, ama Kürdistan'da yaşayan bir ulus olarak lafızda bile kabul etmemek, inkar etmek ve onu kazanmak "tekmil millet yapma" tavrı da asimile edip, zorla eriterek Türkleştirme politikasıdır. Öte yandan Kemalist burjuvazi, bu demagojisiyle, Kürt egemen sınıflarını (ağa, şeyh, dede, aşiret reisi vb.), halk kitlelerini emperyalist işgale karşı kendi burjuva iktidarı için arkasına bağlamaya çalıştı. Yine Aydınlık'ın büyük bir gururla aktardığı; "Unsurların hakları; Kürtler, ırki, içtimai ve çevreye ilişkin hak ve hürriyetlere sahiplerdir. Kendilerini serbestçe geliştirme koşulları sağlanacaktır." (agy, s. 5) Burada D. Perinçek, M. Kemal'in Kürtlere her bakımdan özgürlük tanıdığını ve kendi kendilerini yönetme konusunda reyleriyle ulusal ve iç idari sorunlarında kendi kendilerini yönetir durumda olduklarını ve böylece TC devletinin ne kadar demokratik bir cumhuriyet olduğunu iddia etmeye çalışıyor.
|
|
| |
Ortalama Puan: 0 Toplam Oy: 0
|
|
|
Эlgili Konular
|
Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil. |
|