KANAYAN BİR YARA MARAŞ KATLIAMIN 31. YILINDA UNUTMAYALIM

Aylardan Aralık ise, Türkiye siyasal tarihinde akla gelen ilk olay; hiç şüphesiz, olanca vahşetiyle belleklerde çakılıp kalan MARAŞ KATLİMI olur. Bundan tam 31 yıl önce, 24 Aralık, 1978 günü ülkenin dört bir yanına bir katliam haberi yaylıyordu. Evet, faşizm yine kan dökmüştü. Hem de kadın, erkek, genç ihtiyar ve çocuk demeden... Sadece insanlar katledilmekle kalınmamış, evleri de yakılıp, yıkılıp talan edilmişti. Bu, Türkiye siyasi tarihinde resmi ve sivil faşist güçlerin organize olarak gerçekleştirdiği en büyük katliam olma özelliğini de taşıyor. Bu katliam, Türkiye'de egemen sınıfların tezgahladığı, gerçekleştirdiği ne ilk, ne de son katliamıydı. Bunların en büyükleri Kürdistan'da gerçekleştirildi. Dersim, Zilan, Koçgiri, Ağrı bunlardan bazılarıdır. Yani onlar, Kürt kanı akıtmaya alışkın oldukları gibi, katliamlar tezgahlamak ve gerçekteştirme de de ustalar. Onlar, halklar arasındaki ulusal ve dinsel farklılıklardan yararlanmayı, çelişkileri derinleştirmeyi, birbirine karşı kışkırtmayı ve bir birlerine kırdırtmayı da ustaca becerirler. Tarih, bunun örnekleriyle doludur. Egemen sınıflar ve faşizm, halklar arasındaki ulusal, dinsel vb. çelişkilerin yoğun olarak yaşandığı yer ve bölgelere özel bir önem verir. Buralarda, bu duruma uygun düsen örgütlenmeler oluşturur, var olan çelişkileri şiddetlendirir. Zira, halkların kardeşliği ve çıkar (ortaklığı temelinde birliktelikler oluşturması egemen sınıflar ve faşizm için en büyük tehlikeyi oluşturur. Bundan ötürüdür ki, onlar, bu tehlikeyi etkisiz kurmak için her yolu dener ve her oyuna başvururlar. Yakın tarihte gerçekleştirilen ya da gerçekleştirilmek istenen katliamlar bunu gösteriyor, bunu doğruluyor.Faşizmin, Maraş'ı katliam yeri olarak seçmesi buna uygun düşüyor. Neden başka bir yer değil de MARAŞ ? Öncelikle, neden MARAŞ ya da neden 1978 Aralık'ı? önce bunu irdeleyelim. 12 Mart yenilgisinden sonra, 74’lerden başlayarak Türkiye devrimci ve komünist hareketi yeniden toparlanma sürecine girmişti ve buna koşut olarak devrimci mücadele de giderek yükselen bir ivme kazanıyordu. Sonraki yıllarda ise, daha büyük bir hızla yükseliyor ve geniş emekçi yığınları her gecen gun daha fazla içine çekiyordu. 77-78 yıllarına gelindiğinde ivmenin daha da yükseldiği ve emekçi yığınlarla faşist diktatörlük arasındaki mücadelenin giderek sertleştiği bir siyasal ortama girdiği görülür. Genel bir kural ola devrim birleşik, güçlü bir karşı devrimi beraberinde getirir. Her siyasal mücadele iktidar mücadelesidir. Bu sınıf mücadelesinin temelini oluşturur. Buradan hareketle, sömürülen ve ezilen yığınlar iktidar olmak, sömüren ve ezilen yığınlar ise iktidarlarını korumak için kıyasıya bir mücadeleye girişirler. Ve her iki tarafta konumlarına yani sınıfsal çıkarlarına denk düşen yapılanmalar oluştururlar. Egemen sınıfların elinde yığınlar üzerinde bir baskı unsuru olan devlet aracılığı ve polis gibi resmi silahlı örgütler oluştururken, bunun yanı sara yasadışı sivil ve askeri örgütlerde yaratırlar. Bunları istihbarat aracılığıyla yönetir ve çeşitli karanlık işlerde kullanırlar. Egemen sınıflar güçlü bir ordu örgütüne sahipken, başka silahlı güçlere niye gereksinim duyuyorlar. Bunları, şu belli başlı işlerde kullanmak için öne çıkan ilerici aydın, devrimci ve komünist kişileri imha (12 Eylül'den önce, onlarca devrimci, demokrat, ilerici bilim adamı, komünist katledildi ) etmek; kitle katliamları gerçekleştirmek; provokasyonlar yaratmak, vb. vb. işler dayanılarak yapılır. İşte Maraş katliamında da esas olarak bu güç kullanıldı. 1978'e gelindiğinde sınıf mücadelesinin giderek yükselen düzeyi egemen sınıfları başka yöntemler almaya zorluyordu. Zira, yürürlükteki yasalar vs. bu durumun önüne geçmede yetersiz kalıyordu ve siyasal ortam iyice kızışıyordu. Orduyu fiilen devreye sokacak bir ortam gerekiyordu, bunun ortamı yaratılmalıydı. Daha önceki kimi girişimleri başarısız kalmıştı bu kez daha iyi bir yer ve zaman seçilmeli ve daha asgari organizeli bir faaliyet yürütülmeliydi. Bu ortamda ancak egemen sınıfların sivil faşist örgütlenmesi olan MHP yaratabilirdi. MHP, hem ülke içindeki diğer faşist güçler ve hem de ABD emperyalizmiyle eşgüdümlü bir şekilde katliamını planlanmasına bağladılar. Amaç açıktır. Ya, 1978'de işbaşında bulunan CHP hükümetini yıpratarak bir iktidar boşluğu yaratmak ve bu ortamdan yararlanarak ordu destekli faşist bir MHP iktidarı kurmak, ya da orduyu doğrudan devreye sokarak emekçi yığınlar üzerinde faşist baskı ve terör estirmekti. Herşeyden önce, MHP, yoğun bir iktidar hazırlığı içindeydi. Silahlı faşist militanları aracılığıyla ilerici kişi ve kuruluşlara karşı faşist terör uygulayarak bu güçleri sindirmeye çalışırken, diğer yandan da bu yolla kendi taraftar kitlesine moral kazandırmaya çalışıyordu. Ama, O, aynı zamanda saldırıları için devrimcilerin hazırlıksız olduğu alanlar seçerek, devrimcilerin emekçi yığınlar üzerindeki hakli prestijlerini sarsmaya çalışıyordu. Tam da burada neden MARAŞ ? sorusu açıklık kazanıyor... Maraş'ın sosyoekonomik yapısal özellikleri üzerinde kısaca da olsa durmak gerekiyor.Maraş, ekonomik olarak fazlaca gelişmiş bir bölge değil. Bir kaç dokuma (tekstil) fabrikası; Madeni eşya, tuğla, kereste ve kırmızı biber atölyesinin dışında da çoğunlukla hayvan ve tarımcılık başlıca uğraş alanlarıdır. Halkın büyük çoğunluğu yoksul olup, geçim sıkıntısı çeker. Yetişkin nüfusun (erkek) önemli bir kesimi başka şehirlerde ve yurtdışına işçi yaparak yaşamlarını sürdürürler. Kadıoğulları, Emiroğulları, Arslanlar ve Uncular gibi etkin aileler, bölgede önemli bir ekonomik ve siyasal güç oluşturuyor ya da ellerinde tutuyorlar... Bölgede Kürt-ve Türk ulusundan başka, değişik etnik gruplar da vardır. Mezhep farklılığı ise, (alevi-sünni) önemli bir yanını oluşturur. Bunlardan alevi halk genellikle ilerici, devrimci ya da demokrat bir yapıya sahipken, sünni halk ise, siyasi bakımdan gerici ve faşist düşüncelerin etkisindedir. AP, MHP ve MSP gibi gerici-faşist partilerin kitlesel tabanı çoğunlukla sünni halktan oluşuyordu. Bu partilerden MHP, kısa zamanda önemli bir kitlesel büyüme gösterdi. MHP, 1968 seçimlerinde 1500-oy alırken, 1977 seçimlerinde oy sayısını 33.470'e çıkarmıştı. Bölgede bu denli önemli bir kitlesel desteği sağlayan faşist güçler, ETKO (Esir Türkleri Kurtarma Ordusu), TİT (Türk İntikam Tugayı ) gibi faşist vurucu askeri timler oluştururlar. Bir yandan bunlar olurken, diğer yandan derinleşen toplumsal ve sınıfsal çelişkilere koşut olarak yükselen sınıf mücadelesi Kürt Türk ulusuna, alevi sünni mezhebine mensup emekçi yığınlar arasında giderek bir kaynaşma ve birlikte hareket etmenin nesnel ortamını da olusturuyordu. Ama bu, sözünü ettiğimiz ulusal ve mezhepsel çelişkileri ortadan kaldırabilecek düzeyde bir kaynaşma değildi henüz, Bu çelişkiler kullanılmaya uygundu. İşte egemen sınıflar, ülkede yükselen devrim, sosyalizm ve Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesinin önüne geçebilmek, bunu kan ve zulümle bastırmanın ortamını yaratmak için Maraş'in özgül durumundan hareketle Maraş'ı katliam yeri olarak seçtiler. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in hazırlatmış olduğu raporlarda :" Olaylardan önce, Ankara ili Bahçelievler,Karşıyaka ve Keçiören semtlerinde oturdukları bilinen Hüseyin Yıldız, Ünal Ağaoğlu, Haluk Kırcı, Mustafa Özmen, Mustafa Dülger, Remzi Çayır, Mustafa Demir, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli, Mustafa Korkmaz ve İsmail Ufuk ile Mehmet Gürses isimli şahısların Kahramanmaraş iline gittikleri öğrenilmiştir. Yine İskenderun Demir Çelik işletmesinde fabrika stok kontrol müdür muavini olan Hayri Kuşçu Çelik-İş Sendikası yetkililerinden Tuncay Tekeli..isimli şahısların olaylardan önce ve olaylar sırasında Maraş’a gittikleri öğrenilmiştir," Raporda sayılan pek çok isimden bir kaşı: Ünal Ağaoğlu ile Haluk Kırcı daha sonra Ankara Bahçelievler'de yedi TİP'linin evlerini basarak öldürdükleri için hüküm giydikleri, Ahmet Ercüment Gedikli ise Kemal Türkler'in katil zanlısı olarak aranan ülkücü militanlardı. Çelik-İş Sendikası'nın ise o zaman MHP yanlısı bir sendika olduğu bilinen bir gerçekti. "Adıyaman ilinde gelerek, Çelik Palas Oteli'nde, 19-20 Aralık 1979 günlerinde yatan kendilerine milli piyangocu tanıtan 26 değişik isimli şahsın, Milli Piyango İdaresi'nden alınan, 26 Ocak 1979 gün ve 013/653 sayılı yazıları vetkili bulunan bölgelerden, ne sabit ne de seyyar bayi olmadıkları anlaşılmıştır. Yine ekte bulunan OÏ3 sayılı yazıdan, yalnız 9 ve 31 Aralık günlerde çekiliş yapıldığı Kahramanmaraş içinde de yeteri kadar milli piyango bayii vardır. Ve 19-22 Aralık günlerinde çekiliş olamayacağına göre, sahte meslek göstererek kalan bazı kişilerin, olaylardan haberdar olarak gelmiş militanlar oldukları kanısı uyanmaktadır, Milli piyangocuların Kahramanmaraş’ta oldukları günlerde, bazı ev ve işyerlerini üç hilal ve çarpı koyarak işaretledikleri, şehir halkı tarafından da gözlemlendi. 19 Aralık l978 tarihinde " Güneş Ne Zaman Doğacak " filmi gösterilirken, Çiçek Sineması'nda meydana gelen patlama önceden planlanmış olup, katliamın başlaması yolunda önemli bir adım oluşturuyordu. Olay sonrası hazırlanan raporda: "18.12.1978 günü ÜGD Maraş Şubesi ikinci başkanı Mustafa Kanlıdere, Ökkeş Kenger- ve üçüncü başkan Mustafa Tecirli'ye halkı kışkırtmak, tahrik etmek ve isyanını sağlamak için, solcuların attığı süsü verilmek kaydıyla, tahrip gücü az bir dinamit atılmasını emretmiştir.. Atılacak dinamitin saat 13.00'de şekerli Camisinden alınmasını ister. Sonra birinci başkan Mehmet Leblebici ile görüşür ve bir köye gelir. Aynı gün birinci başkan Leblebici'de Ankara'ya hareket eder."
Peki şimdi neden Çiçek Sineması, neden "Güneş. Ne Zaman Doğacak " isimli film 15 gün önceden sürme program "Zeynep ile Veysel" filminin parçası gösterilmezken ve ayrıca yedek olarak bazı filmler beklerken. Adana'dan Maraş ÜGD Şubesine gelen iki şahşın getirdiği bir film aniden gösterime sokulmuştur. 19 Aralık'taki bu patlamadan sonra, yapılan propaganda" komünistler", " allahsız Aleviler" şehir suyuna zehir kattı şeklindeydi. Neki şehir suyuna zehir katan vardı, (ki böyle bir nedenden ölen veya zarar gören olmadı.) Ne de sinemaya solcular bomba atmıştı, tahrip gücü az olan bu bomba olayı bizzat faşistler tarafından bilinçli bir şekilde tezgahlanmıştı. Bütün bunlar 24 Aralık'ta başlayacak olan katliamın birer basamaklarını oluşturuyordu. Devletin resmi güçleri ve sivil faşist güçleri tarafından yoğun bir şekilde devrimlere ve halk karşı saldırılar düzenleniyor. Kahvehaneler, dernekler, sendikacılar, sendikalar öğrenciler evleri, otobüsler, yolda yürüyen insanlar, aydınlar, dernekler, devrimci yurtseverler kurşunlanıyor, bombalanıyor ve öldürülüyordu. Sivas, Erzincan, Elazığ, Malatya ve Çorum'da toplu kitle katliamlarının yanı sıra 1977 l Mayıs'ında Taksim'de topluca katliamların provaları yapılıyordu. Mitinglere, yürüyüşlere saldırılıyor, Alevi-Sünni çatışması denilerek mezhep çatışmaları körükleniyor. Saldırıların geldiği renk ise toplu katliamlar biçimindeydi. 21 Aralık günü iki TÖB-DER'li öğretmen faşistler tarafından öldürüldü. Devrimciler ve halk yaklaşık on bin kişilik bir katılımla cenaze töreni düzenlerken faşistler, korteje, taş, sopa ve silahlarla saldırdılar. Törene katılan antifaşist güçler karşılıyorlar ve mahallelerine çekilirler. Askerin ve polisin seyirci kalması olaylara müdahale etmediğinden dolayı Alevi halkın evlerine ilericilere ve CHP’lilerin işyerlerine saldırıldı. Ve Maraş olayları " Müslüman kardeşlerim, yılmayın vurun, kırın, soysuz komünistler çocuklarımıza işkence ettiler... Kahramanmaraş'ın kahraman çocukları, acısını komünistlere bırakmayın" sözleriyle üç hilalle imzalanmış sloganlarla "Katil Ecevit" "Hükümet İstifa", "Allah için Savaşın sözlerine rastlanıyordu. Saldırının hedefi ise "Komünist Aleviler"di. Maskeli birlikler (500-1000 kişi) sağa sola evden eve saldırıyor, acımasızca cinayet işliyorlardı, hamile kadınlar kurşunlanıyor, bıçaklanıyor, çocuklar çivilenerek ağaçlara çakılıyordu. O zaman ki Sağlık Sosyal Yardım Bakanı Mete Tan’ın 27 Aralık 1978’de "52 ceset gördüm”. Bizzat benim kafamın üstünden' vızır vızır kurşunlar geçiyordu. ‘Müslüman Türkiye' diye bağırıyorlardı. Evlerde öldürülenlere henüz ulaşılmamıştı. Bir cehennem aleminden geldim” dedi. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit 25 Aralık 1978 tarihli demecinde " olayların kaynağını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz’ demişti. Ama her zaman ki iki yüzü politika buraya da yansımıştı , olay sonrası sadece inceleme raporlar hazırlamakla yetinen Başbakan, olay konusunda ciddi bir girişimde bulunmamıştı. Sadece sıkıyönetim ilan ederek ordunun gücünü resmen devrimci, demokrat güçlere ve halka karşı kullanmıştı. Sıkıyönetimle birlikte 12 Eylül provaları yapılıyordu, ordu iktidara soyunmuştu. Katliam faşizmin, bütün barbarlığını, şovenist politikasını ve iğrençliğini sergilemişti. Olayla ilgili sanıkları yargılar mahkeme MHP'yï ve ÜGD'yi akladı. Kamuoyunda suçlular cezalandırıldı izlenimini yaratmak içinse, bir kaç piyona ceza verildi. Maraş katliamı ise işkencelerde devrimcilere, devrimci komünistlere yüklenmeye çalışıldı. 1980 sonrasındaki sorgulamalarda olayın sorumluluğu sol kesime, Maraş sıkıyönetim komutanı işkence uzmanı general Yusuf HAZNEDAROĞLU yönetimindeki işkenceciler tarafından yüklenmek istendi. Nitekim itirafçı polis Sedat CANER'in "200 gün işkence yaptık” dediği Hamit KAPAN gibi kişilere yıkılmaya çalışılmıştır." diyordu. Ali KALAN "sadece kimin kimi vurduğu, kimin kimi gördüğü hususunun tespitiyle yetinilmiştir." dediği Kahramanmaraş davasında kesinleşen idari kararlarını Meclis'te bekleyen altı kişi, "suya itilen ve olaylarda birer alet olarak kullanılanlar"dı denildi. Bura da olayın bir başka yönüne değinmek gerekiyor. Devrimciler, faşistlerin bir katliam girişiminin peşinde olduklarını ve adım adım bunu örmeye başladıklarını sezmelerine karşın, bu katliamı önleme yönünde etkili önlemler alarak katliamın önleyemediler ya da önlemede etkili olamadılar. Devrimcilerin, devrimci sosyalistlerin bu durumdan dersler çıkararak öğrenecekleri çok şeyler vardır. Ama şu da var ki, hazırlıksız olmalarına karşın, başta devrimci sosyalistler olmak üzere, tüm devrimciler, faşist saldırılar karşısında yiğitçe bir direniş, sergilediler. Devrimci sosyalistlerin 6 sempatizan bu kavgada şehit düştü, onlarcası yaralandı. 31. Yılında Maraş, katliamının deneyleri bir kez daha gösteriyor ki, devrimciler, devrimci sosyalistler yaşamın her alanında faşizmin tertip ve entrikalarına karşı siyasal uyanıklığı elden bırakmalı, tüm bu tertip, entrika, provokasyon katliam vb. girişim ve çabalarının boşa çıkararak örgütlenmeler yaratarak karşı-devrimin saldırı taktikleri açığa çıkarılmalı, kitlelere gösterilmeli, kitleleri uyanık ve hazırlıklı tutmalı ve yine karşı-devrimin saldırı taktik ve yöntemlerine karşı devrimci taktik ve yöntemler geliştirmeli ve bu yolla halka önderlik etme siyasal görevini yerine getirmelidirler. Siyasal önderlik, siyasal öngörüyü de gerektiriyor. Bu ön görüden yoksun olan bir örgüt, karşı-devrimin saldırı planlarını boşa çıkarmada, onları etkisiz kılmada yada bunlar karşısında devrimci taktik ve yöntemler geliştirmede eksik veya başarısız kalacağı gibi, siyasal mücadele ve önderlik görevlerini yerine getirmede de yetersiz ve başarısız kalacaktır. Sınıfı siyasal mücadelesinin tüm diğer alanlarında olduğu gibi, egemen sınıfların, provokasyon, katliam girişimi vb. durumlarda da halk güçlerinin birliğini oluşturmak, güç ve eylem birliklerini gerçekleştirmek yaşamsal bir öneme sahiptir. Zira, bu vb. saldırıları etkisiz kılmak ancak emekçi yığınların sağlam ve birleşik güç birliğiyle olanaklıdır. Her kim ki bunun önemini kavramıyor ve buna uygun davranmıyorsa, O, ne emekçi yığınların birleşik gücüne inanıyor ve ne de siyasal sorumluluğun gereklerini kavrıyor demektir. Bu gibi durumlarda proletarya ve diğer emekçi yığınların güç birliği yönünde çaba göstermeyen veya grupsal çıkarlarını halkın genel çıkarlarının önüne koyan ve bu yolda birliği bölen kişi ya da grubun önderlik görevini yerine getirmesi olanaksız olduğu gibi, halka vereceği bir şeyi de olamaz. 12 Eylül öncesi, faşist MHP kitleler içinde giderek daha çok teşhir oluyordu. Bu, nedenle, MHP'ye pek gerek duymadılar, zira, MHP'nin yaptıklarını ve yapmak istediklerini kendileri daha vahşice yapabiliyorlardı. Tabii, MHP bu arada boş, durmadı, o, tüm militan ve yönetici kadrolarını devlet kademelerine irere birere yerleştirerek devlet kurumları içinde başlarını tutma yoğun çabası içinde oldu. Bunu önemli oranda başardılar da. Geçmişte halka terör uygulayan, planlayan birçok kadro, bugün ya bakanlık müşaviridir, ya da Genel Müdürlük gibi görevlere sahiptir. Devrimci mücadelenin yeniden. yükselmeye başladığı, faşist baskı ve uygulamalara eylemliliğinde birlikte, egemen sınıflar, sivil faşist güçleri yeniden devreye sokma gereğini duyuyorlar. Burada üzerinde önemle durulması gereken bir nokta da reformist ve revizyonistlerin yığınların antifaşist mücadelesini zayıflatmayı hedefleyen "faşizm çözülüyor" vb. demagojiye 'karşı mücadele edilmeli.Yığınların, faşizme duydukları kini güçlü antifaşist mücadelesine dönüştürmek görevi tüm devrimci ve devrimci sosyalistlerin önünde ivedi olarak durmaktadır. Faşizme karşı mücadelenin yöntem ve biçimleri araştırıp incelemelerin sonuçlarına karşı uygun mücadele biçimleri belirlenmelidir. Daha güçlü, daha örgütlü, daha örgütlü yeni yükselişlere doğru. '
Maraş Katliamı unutulmayacak ! Maraş Şehitleri Mücadelemizde yaşıyor!
|
|
| |
Ortalama Puan: 0 Toplam Oy: 0
|
|
|