DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
ÖRGÜTLÜ ÇALIŞMA KOLEKTİF OLMAK ZORUNDADIR
İnşamız
Örgütlenmek,  kolektif olmak demektir. Örgütlenme ve kolektivizm,
etle-tırnak gibi birbirine bağlı iki olaydır. Bilindiği gibi,
örgütlenme, özellikle de militanlar düzeyinde örgütlenme demek, ortak
bir amaç doğrultusunda, karar ve irade birliği yaratmak demektir. İşte
kolektivizmin anlamı da budur. Yani, kolektivizm, ortak karar ve irade
birliğini gerçekleştirme ve bu doğrultuda pratiğe yönelme demektir.
Bununla kastedilen, bir çok kişinin birlikte çalışabilmeleri,
güçlerini ortaklaşa kullanmaları ve ortak karar doğrultusunda hareket
etmeleridir.
Kolektivizm,ilkel komünal toplumdan başlayarak, insanları doğaya
karşı toplumsal gelişme süreci içerisinde ilerleten bir çalışma biçimi
olmuştur. Bu çalışma biçimi olmaksızın ilk insanların çetin doğa
koşullarına ve vahşi hayvanlara karşı varlıklarını yaşatabilmeleri
mümkün değildi. Dolayısıyla, insan daha gelişiminin bu ilk evresinde
yok olacak, varlığını sürdüremeyecekti. İşte, yaşam koşullarının
zorunlu kıldığı kolektif yaşam ve çalışma biçimi bu çağlardan
başlayarak toplumların bağrında varlığının sürdüre gelmiştir.
Deneyimleriyle kolektif çalışmanın gerekliliğini ve verimliliğini
kavrayan toplumlarda bu çeşitli sözlerle dile getirilmiştir. Örneğin;
''bir elin nesi var, iki elin sesi var'' gibi. Ancak Türkiye
toplumunun bilinen özelliklerinden dolayı, bu yönüyle son derece
çarpıtılmıştır. Bizde toplumsal bağlar o kadar parçalanmış, insanlar o
kadar birbirleriyle karşı karşıya getirilmişlerdir ki, birkaç kişinin
kafa kafaya verip büyük bir kader birliği içerisinde direnmeleri son
derece zor bir olay olarak görülür . Oysa, topluma veya bireylere bir
irade ve karar birliği yerleşmeksizin, bırakalım devrimci bir
gelişmeyi, sıradan bir gelişme bile sağlanamaz. Bu nedenle de, müthiş
bir kolektif anlayışta ve davranışta bulmak yani, karar ve irade
birliğini gerçekleştirmek gerekmektedir. Bunu sağlayabilmek,özellikle
de bizim koşullarımızda, çok büyük önem taşımaktadır. İnsanlarımızın
bundan son derece yoksun bir durumda olması ise, sorunu daha da önemli
kılmaktadır.
Bu olumsuz durum, bu yapı içerisinden örgüt saflarına gelen kadrolarda
da etkisini duyurmaktadır. Bizdeki kadroların küçük burjuva tarzda
çekişme içerisinde olmalarının nedeni budur. Eğer herkes birbirini
tamamlamaya değil, birbiriyle çekişmeye adeta bayılıyorsa ve en basit
yetersizlikler bile bir çekişme nedeni olarak korunabiliyorsa, açık
ki, bu ancak düşmanın yarattığı kötü hastalığın saflardaki yansıması
olabilir. Kolektif olmamak, düşmanın oyununa kurban gitmektir.
Kolektif olmamak, burjuva bölünmüşlüğünü, parçalanmışlığını, feodal
yaklaşımları örgüt içerisinde sürdürmek demektir. Bütün bu
özelliklerin devrimcilere çok yabancı olması gerekir. Eğer devrimci
saflarda güçlü bir irade ve karar birliği yaratılamazsa, Türkiye  gibi
bir ülkede, milyonların atomlarına kadar bölündüğü bir toplumda, her
hangi bir güçlü devrimci  kitle eylemi ve kitle örgütünü ortaya
çıkarabilmek oldukça güçtür.Devrimci militanlar, kendi aralarında
güçlü bir kolektivizmi yaratmadıkça, bizim gibi karmakarışık bir halk,
sınıf ve tabakalar içinde ve hatta bireyler arasında birliği nasıl
yaratabileceklerdir ki? En küçük birimine kadar bölünmüş, aile
içerisinde bile paramparça olmuş bireyler karmaşası içinde nasıl karar
ve irade birliğine bağlı olunacak ki? Açık ki, bunu sağlamak ancak,
devrimci militanlar örgütünde başlatılan güçlü karar ve irade birliği
ile mümkündür. Bu durum ise, kadrolarda, militanlarda kolektif
anlayışın gelişmesini ve buradan giderek tüm topluma benimsetilmesini
gerektirmektedir. O halde devrimci militan, böyle bir özelliği hiç bir
şekilde vazgeçemeyeceği bir özellik haline getirmek zorundadır.
Modern anlamda ele alındığında, kolektivizm, komite esası üzerine
kurulan komünist örgüt ve  partilerin çalışma ve yönetme ilkesidir.
Leninist partilerin komite esası üzerine kurulması bireyci çalışma ve
yönetme anlayışını engeller ve partide güçlü bir karar ve irade
birliği sağlar. Kolektif çalışma ilkesinin komite faaliyetlerindeki
anlamı şudur: Komitenin gündeminde olan bütün önemli ve temel
sorunların çözümü doğrultusunda alınan kararlar,  kolektif düşünce ve
tartışmaların ürünü olmalıdır. Komite içinde yer alan, onun
faaliyetlerinden sorumlu olan bütün militanlar, sorunların çözümünde
söz sahibi olabilmeli ve kararların alınmasında etkinlik
kurabilmelidir. Bir komite içinde yönetici kişi veya kişilerin olması,
kolektif kararların alınmasına ve kolektif bir yönetimin
gerçekleştirilmesine asla engel değildir. Kolektivizmin işletilemediği
bir partide veya bu partinin her hangi bir örgütünde, bireycilik,
dalkavukluk, kısacası, kişiliksizlik alır başını yürür .Bu anlamda
kolektivizm, militanların kişilikli yetişmesi açısından da büyük öneme
sahiptir.
Israrla üzerinde durduğumuz gibi, bugün Türkiye de  karşı karşıya
bulunulan sorun; yalnızca  öncü örgütün inşası değil, aynı zamanda
bütün bir toplumun yeniden örgütlendirilmesi sorunudur. Bir toplumun
yeniden örgütlendirilmesinin, onun ekonomik, kültürel, siyasal, vb.
alanlarda birliğinin yaratılması demek olduğu, bütün bunların
gerçekleştirilebilmesinin muazzam bir örgüt gerektirdiği ve yine
toplumun giderek sosyalist bir temelde yeniden örgütlendirilmesinin ne
denli büyük bir olay olduğu göz önüne getirildiğinde görülecektir ki,
bütün bu görevleri omuzlayacak örgüt, örgütlenme konusunda son derece
duyarlı ve gelişkin ölçülere sahip olmak zorundadır; Eğer öncü
çekirdek sağlam bir örgüt çekirdeği haline gelebilir, saflarında güçlü
bir karar ve irade birliği yaratabilirse, geleceğin ulusal ve
toplumsal örgütlenmesinin garantisini de oluşturmuş demektir.
 Elbette ki, ancak örgütlenme alanında bir nüve yaratılabilmiş, bu
konu da emin adımlar atılabilmiş ve bu bizzat pratik faaliyetle de
katlanabilmişse, milyonların örgütlenmesi de teşvik edilecek ve onlar
örgütlenme , içerisine alınabilecektir.
 İşte bu nedenle, her kim ki, devrimci militan örgütlenmeye, karşı
bireyciliği geliştirmek, bireyin çıkarını toplumun çıkarlarının
karşısına dikmek için çalışıyorsa, O kolektivizm yerine  bireyciliği
körüklüyor demektir. Yine bireyciliğin bu kadar etki bulmasında,
ekonomide küçük üretimin yaygın olmasını da önemli bir yeri olduğu
unutulmamalıdır. Yaygın olan küçük üretim, toplumun bir birinden
tecrit olmuş bir kitleye dönüştürmesini belirlemektedir.
İnsanlarımızın bu tecrit edilmişliği, teknolojiyi  kullanımdaki
gerilik ve yoksulluk ile de birleşince daha da derinleşmiş ve ortaya
son derece vahim bir durum çıkmıştır.
 Türkiyede nüfusun ezici çoğunluğunu küçük burjuvazinin  oluşturduğu
bir sır değil. Küçük üreticinin sahip olduğu  küçük bir tarlanın yada
işletmenin işletilmesi hiç bir işbölümüne ve hiç bir bilimsel yöntem
kullanılmasına olanak tanımaz. Bu nedenle de, hiç bir gelişim türüne;
hiç bir tecrübe ve yetenek değişikliğine ve sosyal ilişkilerde hiç bir
zenginliğe elverişli değildir. Kırın küçük üreticisi  ailelerinin her
biri çoğunlukla kendisine yeter ve ürettiğinin büyük bir bölümünü yine
kendisi tüketir. Böylece, kır ve kent emekçilerinin, geçim araçlarını,
toplumla değiş-tokuştan ziyade, doğayla yaptığı değişim yoluyla
sağlar. Toplumumuzun bu yapısını daha iyi açıklayabilmek için Marks'ın
Fransa'da küçük üretimin kırda yaratmış olduğu yapı hakkında
söylediklerine bakmakta yarar var. Şöyle diyor Marks: "Tarla, köylü,
ailesi; onun yanında bir başka tarla, bir başka köylü ve bir başka
aile... Bu ailelerden belli bir miktar bir köy meydana getirir. Belli
bir 'miktar köyde bir idari birim oluşturur. Böylece Fransız ulusunun
büyük kitlesi,aynı cinsten büyüklüklerin basit bir toplamı ile, hemen
hemen patates dolu bir çuvalın, bir çuval patates meydana getirmesi
gibi aynı biçimde oluşmuştur. ".
  İşte, günümüz Türkiye'sinde de  kolektif çalışma, düşünme ve hareket
etmeyi engelleyen, her türlü uğraşta bireyciliği doğuran temel etken !
Tabii ki, kent küçük-burjuvazisi ve aydınların da çalışma tarzı
bireyciliktir ve bu her üç kesimden çıkıp gelen unsurların
kolektivizme uymaları zor olmaktadır . Bunlar ,proletaryanın kolektif
çalışma tarzına ayak uydurmak bir yana, zaman zaman kendi bireyci
çalışma tarzını ona hakim kılmaya çalışmaktadırlar. Bu kadar da değil!
Bizim ülkemizde bireycilik öyle bir bireyciliktir ki, 0, hiç bir zaman
kendi çıkarını toplumsal ve ulusal çıkarlara, tabi kılmaz, tam
tersine, her zaman onun önüne çıkarır. Yine bu bireycilik boyun eğme
ve uşaklığı bağrında taşır. Birey, iyiyi ve doğruyu ne kendisi yapar
ve ne de bir başkasının yapmasına müsaade eder. Bizim toplumumuzdaki
bireycilik, işte bütün bu yönleriyle iyice tanınmak zorundadır.



Bu olumsuz yapıdan dolayı,örgüt yaşamında,kararların alınmasında ve
uygulanmasında ortak davranış ve kolektif ruh mutlaka sergilenmek
zorundadır. Eğer, örgüt  faaliyetlerinde böyle bir ilkeyi egemen
kılamazsa, açık ki, özelliklerini sıraladığımız bu tip, örgüt  içinde
kendi egemenliğini kuracak ve örgütü anarşiye sürükleyecektir. İyi
bilinmelidir ki, birey tek başına bir hiçtir, ancak örgütlü olduğunda
bir güç ifade edebilir .O halde örgütlü olmak kolektif olmak olduğuna
göre bireyler kolektif olmaktan kaçınılmamalıdır.
 Bu sağlanmadan örgüt de doğru bir yönetimin olamayacağım belirtmeye
bile gerek yoktur. Bu durumda, ya bir burjuva otoritesi uygulanacak ya
otorite tanımazlık ortaya çıkacak, veya kişi, otoritesini
eleştirilemez, karşı çıkılamaz bir otorite olarak gösterecek, despot
kesilecektir. Elbette ki, bunun hiç birisi proleter yönetim olayı
değildir. Bunlar, hiç bir şekilde örgüt bünyesinde yaşatılmaması
gereken anlayışlardır. Şu hiç bir zaman akıldan çıkarılmamalıdır ki,
en doğru kararlar ve en yaratıcı çalışmalar ancak kolektivizm
temelinde yürütülen faaliyetlerle gerçekleştirilebilir.

 
İlgili Bağlantılar
Haber Puanlama
Seçenekler
Эlgili Konular

İnşamız

Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil.
 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.07 Saniye