 |
|
YAŞAM KAYNAĞI SU ÖZELLEŞTİRİLİYOR

Kapitalizm hemen her şeyi metalaştırıyor. Onun varlığı daha fazla kar üzerine kurulmuştur. Haliyle her şeyi paraya tahvil ederek karına kar katmayı hedefler. Eğitimin, sağlığın, sosyal güvenliğin özelleştirildiği emperyalist kapitalist sistemde insan yaşamının sürdürülmesine dair ne kadar zorunlu gereksinimler varsa bunalar birer birer özelleştirilerek paraya tahvil ediliyor. Şimdi ise özelleştirme hedefinde su duruyor. Yaşam kaynağı olan su özelleştirilerek emekçilerin gelecekleri karartılmak isteniyor. Nitekim su kaynakları gittikçe azalırken temiz kullanılabilir sularda hızla kirleniyor. Parsı olanın su alacağı olmayanın yaşama şansının ortadan kalkacağı kapitalizmin vahşiliği her alanda emekçilere dayatılıyor Zaten dünya nüfusunun yaklaşık olarak %20'si yeterli içme suyundan yoksun, %29'u ise su kıtlığı çekiyor. Yılda 5 milyon insan su kıtlığı ya da kirliliği nedeniyle ölüyor. Tüm canlılar için temel bir hak olan suya erişimle ilgili kapitalist emperyalist dünya ölçeğinde ciddi sorunlar yaşanırken, bu sorunları istismar ederek kullanan ve suyun ticarileştirilmesinin/piyasaya açılmasının önünü açan Dünya Su Forumu’nun beşincisi, Devlet Su İşleri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İSKİ'nin desteğiyle 16-22 Mart 2009 tarihleri arasında İstanbul'da gerçekleşecek. İstanbul’da yapılacak “Dünya Su Forumu”, sularımızın özelleştirilmesini, ticarileştirilmesini gündemine almaktadır. Su, asla ticari bir meta olmamalıdır. Sularımızda, zehirden çok daha büyük bir tehlikedir özelleştirme. Parası olmayanın suya erişim hakkının ortadan kalkmasıdır. Acaba, “devlet bu işi yapamıyor, özelleştirilsin” anlayışının yerleşmesi mi hedeflenmektedir. Öncelikle, su kaynaklarının neler olduğu ve güvenli su kaynağının nasıl olması gerektiğini irdelemeliyiz. Doğadaki sular, yer altı ve yer üstü suları olarak ikiye ayrılabilir. Yerüstü suları, akarsular, göller ve denizlerde bulunurken, yer altı suları yeraltına süzülerek kayaların çatlaklarında, kum ve benzeri taneli jeolojik birimlerin boşluklarında yer alır. Yerüstü sularının yüzde 98 dolayındaki bir kısmı tuzlu deniz sularıdır. Kalan yüzde 2’si olan tatlı suların ise çok büyük bir bölümü buzullar şeklinde kutup bölgelerindedir. Bunların dışında kalan akarsu ve göllerdeki sular ile yer altı suları, çok az gibi görünse de akılcı kullanıldıkları taktirde yeryüzündeki tüm canlılara yetecek düzeydedir. Ama insanoğlu ne yazık ki suları akılcı kullanmaktan çok uzak. Başta sanayinin atık suları olmak üzere, tarımsal ilaçlar, madenler, kentlerdeki atık sular, öncelikle yerüstü su kaynaklarının hızla kirlenmesine neden olmuştur. Hepimiz, artık temiz akan bir akarsuyumuzun olmadığını biliyoruz. Sanayinin yoğun olduğu bölgelerdeki kirlilik çok daha üst düzeyde. Sağlığımız çok ciddi risk altında. Bu kirlenmiş sular, buharlaşıp yağış olarak yeryüzüne geri döndüğünde, taşıdığı kimyasalların bir kısmını da birlikte getirmektedir. Asit yağmurlarını hepimiz duymuşuzdur. Yağışın bir kısmı, yer altına süzülerek yer altı sularını oluşturur. Benzer şekilde, akarsuların taşıdığı suların bir bölümü de yeraltına süzülerek yer altı sularını zenginleştirir. Kirli sulardan beslenen yer altı suyunun da kirleneceği açıktır. Her şeyden önce, hızlı nüfus artışının çözümü güçleştirdiği ve hatta giderek çözümsüzlüğe neden olduğu bilinmelidir. Nüfuz artışına paralel olarak artan su ihtiyacının karşılanması gerekmekte, politikacılar da bunu koz olarak kullanmaya çalışmaktadır. Diğer yandan, çarpık büyüme, sürdürülebilir kalkınma politikaları, halk sağlığından çok küresel kapitalizmin gelişmesini hedeflediğinden aşırı su ve enerji kullanımını da beraberinde getirmektedir. Su-enerji ilişkisi gözden uzak tutulmamalıdır. Kirlenen sular, kullanıma sunulmadan önce arıtılmak zorundadır. Bu da enerji kullanımında artış demektir. Maliyetlerde artış demektir. Yani, kirlensin, biz arıtır temizleriz demek, maliyeti halka yüklemek demektir. Asıl çözüm, suların kirlenmesinin önüne geçilmesidir. Diğer yandan kirletenlerle arıtma bedelini ödeyen farklıdır. Kirletenler (sanayici), maliyeti karşılamadığından ve kapitalist sistemin gereği olarak da onların üzerine gidil(e)mediğinden, tüm fatura suyu kentte kullanan halka çıkmaktadır. Çözüm, sanayinin ve tarımın suları kirletmesini önlemek, kirletenlere caydırıcı yaptırımlar uygulamaktan geçmektedir. Sürdürülebilir kalkınma mantığındaki “kirleten öder” anlayışı da çok yanlıştır. Esas olan kirletilmemesidir. Kirlenmenin bedelini ödeseniz bile, geri kazanım giderek zorlaşmakta, imkansızlaşmaktadır. Suların arıtılması, sadece arıtma şirketleri için kazançlıdır. Tüm arsenikli sular, sanayinin yoğun olduğu yerlerdedir (Gediz yakınları, Halkapınar, Çiğli vb sanayi bölgeleri). Bu bir rastlantı değildir. Suları kirletenlerin üzerine gidilmeden çözüm olasılığı yoktur. Kalıcı çözümler için, üniversitelerle işbirliği içerisinde, daha derin akiferlerin (su taşıyan kayalar) araştırılması, kirlenmenin önlenmesi, tarımda ve sanayide su tasarrufunun sağlanması, kentlerdeki kayıp-kaçak oranının, etkin önlemlerle minimize edilmesi ile olanaklıdır. Yani, çözüm vardır. Gerekli olan bu iradeyi gösterebilmektir.
Suyun ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi kapımızda. Parası olmayanın suya erişim hakkı ortadan kalkacaktır. Bu, arsenikten çok daha tehlikelidir. Sularımızın özelleştirilmesine karşı örgütlü mücadeleye şimdiden başlanmalıdır. Yerel yönetimler, suyun belli bir miktarını kent halkına ücretsiz ulaştırmalıdır. Elektrik de halka, yine belli miktara kadar maliyetine verilmelidir. Çünkü halk, elektrik ve suyu ticari amaçla kullanmamaktadır. Bu uygulama, aynı zamanda su ve elektrik tasarrufunu da özendirecektir. Suyun yüzde 65’i tarımda, yüzde 10-12’si sanayide yüzde 12 dolayında ise kentlerimizde kullanılmaktadır. O zaman en büyük tasarrufun tarımda yapılması kaçınılmazdır. Tarımda, damlama sulamaya geçilerek yapılacak tasarruf ve uygun gübre kullanımı gibi önlemlerle, su sorunu büyük oranda çözümlenebilecektir. Geciktirilmeden yapılması gereken diğer bir şey ise tüm kentlerimizde çok yüksek olduğu bilinen şebeke kayıplarının minimize edilmesidir. Bu, iki nedenle çok önemlidir. Birincisi, halk sağlığının korunması, ikincisi ise kıt olan suyumuzun israfının önlenmesi. Dahası Türkiye'de suyun her alanda özelleştirilmesi çalışmaları, TÜSİAD raporları ve 5. Dünya Su Forumu öncesinde de sistemli bir şekilde yürütülmüştür. Ancak 5. Dünya Su Forumu’yla birlikte suyun ticarileşmesi gündemine karşı muhalefet sesleri yükselmeye başlamıştır. Demokratik kitle örgütleri, meslek odaları ve siyasi bileşenlerin desteği ile çeşitli etkinlikler ve bilgilendirme çalışmaları düzenlenmektedir. “Suyun Ticarileştirilmesine Hayır Platformu”nun gerçekleştirdiği etkinlikler ve “Suyuma Dokunma Kampanyası” kapsamında 20-22 Mart tarihlerinde gerçekleşecek olan “Alternatif Su Forumu”, bunun örnekleridir. Suyun metalaştırılmasını yoğun şekilde tartışıldığı şu günlerde biz de tüm canlılar için temel bir hak olan su hakkı için, ondan kar elde eden ve canlılara yaşamayı zindan eden burjuva kapitalist egemen sınıfa karşı örgütlü birleşik sesimizi yükselterek, “suyumuza dokunmayın” şiarını her alanda yaymalıyız.
|
|
| |
Ortalama Puan: 0 Toplam Oy: 0
|
|
|
Эlgili Konular
 |
Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil. |
|