DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
SÜREKLI AYAKLANMALAR VE KATLİAMLARLA DÖVÜŞEN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ ARAYA BİR ULUS FİLİSTİN
Dünden Bugüne
  Yaklaşık bir asırdan bu yana sürekli ayaklanmalar ve bitmek bilmeyen katliamlarla yüz yüze kalan ve emperyalist ve Siyonist İsrail kuşatmasına karşı özgürlük yürüyüşünden vazgeçmeyen Filistin ulusu İsrail Siyonizm’inin işgal ve katliamlarına karşı özgür Filistin yaratma mücadelesini ölümü hiçe sayarak sürdürüyor. Peki Filistin sorunu dünden bugüne nasıl gelişme bir seyri izleydi ve neden Filistin sorunu kanayan yara olmaya devam ediyor.

Bilindiği üzere, İngiliz sömürgeciliği altındaki Filistin'de, I. Dünya Savaşımın bitimiyle, Yahudilerin İngiliz emperyalistleri tarafından Filistin'e yerleştirilmeleri üzerine, 1920-21 ve 29'da, ardından 1936-39 arası ayaklanmalar, genel grev ve genel direniş eylemleri yükseldi.

1948'de, bu kez ABD emperyalistlerinin himayesinde ve Yahudi burjuvazisinin öncülüğünde, Yahudi halkın ırkçı ve faşist baskılardan çektiği acılardan, devam eden "yurt özlemi'nden de yararlanılarak Siyonist İsrail devleti kuruldu. İsrail devletinin kurulması öncesindeki aylarda Yahudi siyonist terör örgütleri Irgun ve Sten tarafından yapılan katliamlar sonucu yüz binlerce Filistinli topraklarından göçertildi.

1965'ten sonra Filistinli örgütler, İsrail işgalcilerine karşı gerilla savaşı başlattılar ve aralıksız sürdürdüler.

1967'de, İsrail ile Ürdün ve Mısır arasında patlak veren savaş sonu İsrail, Sina yarımadası, Gazze Şeriti, Batı Şeria ve Suriye'nin Golan Tepeleri'ni de işgal etti.

1970'de, güçlenen Filistin geri örgütlerine karşı Ürdün krallığını başlattığı savaş sonucu 30 bin Filistinli şehit düştü. " Kara Eylül " verilen bu katliam üzerine gerilla örgütleri Lübnan'a geçerek orada üslendiler.

1973'te Suriye ve Mısır ile İsrail arasında savaş patlak verdi.

1975'te, Lübnan'da güçlenen Filistin gerilla örgütlerine ve Müslüman güçlere karşı Hristiyan faşist Falanjistlerin ve diğer İsrail yanlısı güçlerin başlattıkları iç savaş sonucu Telzaatar katliamı ve direnişi olarak anılan olaylarda binlerce Filistinli katledildi. Lübnan'da kendi denetimini kaybetmek istemeyen Suriye gericiliği de sözde savaşa son vermek için askeri güçleriyle girdiği Lübnan'da faşistlerin Telzaa-tar'da Filistinlileri katletmesine suç ortaklığı yaptı.

1982 Haziran'ında İsrail işgalcileri Lübnan'ı işgal ettiler. Güney Lübnan'dan başlayarak Beyrut'u da işgal eden ve Filistin gerilla (işleriyle Filistin mülteci kamplarını kuşatan İsrail savaş makinesi karşısında, FKO ağır bir yenilgi aldi. FKO gerillaları Lübnan'ı terk etmek zorunda kalmıştır, Ardından, Hristiyan faşist Falanjistlerle birlikte Filistin sivil mülteci kamplarına giren tsrail siyonisleri, Genelkurmay Başkanı kanlı cellat Ariel Şaron'un emriyle Sabra ve Şatilla'da binlerce çocuk, kadın ve ihtiyar Filistinliyi katlettiler.

1982 yenilgisiyle birlikte El Fetih ve FKÖ içinde çelişkiler yoğunlaştı.. Suriye etkisindeki Ebu Musa grubuyla Arafat önderliğindeki gruplar arasında sürekli ve şiddetli çatışmalar oldu. Yüzlerce Filistinli gerilla bu çatışmalarda yaşamlarını yitirdiler. Bu çatışmalarla ayni sürecte Arafat önderliği Mısır-Ürdün-Irak gericiliğine yanaşırken Ebu Musa grubu ise Suriye gericiliğinin etkisi altına girdi. Arafat grubu, uluslararası diploması alanına ağırlık vererek yenilgi ortamında bir süre, Ürdün egemenliği altında Bati Şeria ve Gazze'de Özerk yönetim sağlama peşinde dolaştı.

Lübnan'da İsrail işgalcilerine, ABD emperyalistleri ve İsrail kuklası Haddad güçleri ile faşist Falanjistlere karşı savaşan Şii örgütleri Emel ve Hizbullah, etkinliklerini güçlendirerek ipn bu kez de yeniden Lübnan'a gelmiş Filistin gerillalarına ve kamplardaki mülteci sivil Filistinlilere saldırdılar. Filistinliler bu kez de Lübnan Şii güçlerinin gerici saldırıları altında katledildiler.

Bu gelişmelerden sonra, işgal altındaki topraklarda Bati Şeria ve Gazze'de, 87 ve 2000li yıllarda olmak üzere 2. İntifada yaşandı. Bu intifadaki bugüne değin bastırılamayan Filistinli direnişinin sürmesini koşulladı.

Filistinlilerin İNTİFADA adını verdikleri, Filistin'in özgün koşulları nedeniyle ateşli silahların kullanılmadığı, ama gerçekte ayaklanma olan sürekli başkaldırıda Filistinliler binlerce şehit ve binlerce yaralı verdiler. İsrail Siyonistleri Filistinlilere karşı yoğunlaştırdığı faşist terörünü işgal altındaki topraklarla sınırlamadı. Lübnan'daki Filistin gerilla üslerini bombalama, Tunus'taki El-Fetih liderlerinden Ebu-ClHAD'i suikastle katletmeye kadar vardırdı. İsrail Siyonistleri dünyanın en bağnaz işgalcilerinden olduklarını Filistinlilere karşı faşist zulmüyle tüm dünyaya gösterdiler. Filistinli katliamlarını yürütürken tüm dünyaya meydan okudular.

İsrail Siyonist işgalcilerinin, yılları bulan Filistin ayaklanmasına karşı tutumu, hep cellat tutumu ve faşist terör oldu. Ama böyle de olsa fanatik dinci grupların önerdiği "ilhak" Siyonist yönetim göze alamadı. Daha çok sertleştiği halde " ilhak" i göze alamamayı sağlayan asıl olarak Filistinlilerin kahramanca ayaklanmasıydı.

Filistin ayaklanması ABD emperyalistlerini de tavizler vermeye zorladı. Carter'dan daha saldırgan taktikler izleyen Reagan yönetimindeki ABD emperyalistleri, '82 Haziran Lübnan işgalinde İsrail Siyonistleri en başta desteklemişler, Filistinli ve Lübnanlıların katledilmesinin suç ortaklığını yapmışlardı ve işgalden sonra da büyük bir iştahla ve "koruyucu" görünümü altında Lübnan'a askerlerini yerleştirmişler, Lübnan açıklarında ise, en büyük savaş gemilerini yerleştirmişlerdi. Sabra ve Şatilla kamplarındaki katliama nezaret ettikten sonra, savaş gemileriyle ve uçaklarıyla Filistinlilerin Bekaa'da kalan üslerini, Lübnanlı ulusalcıların üslerini sürekli top ateşine tuttular ve bombaladılar. Lübnanlı ulusal direnişçiler tarafından sökülüp atılıncaya dek bu politikasını sürdürdüler ve suikastle ödürülen kötü ünlü faşist Falanjist Beşir Cemayel yönetimini desteklediler. Filistinlilerin kahramanca ayaklanması bu aynı politikaları izleyen ABD emperyalistlerini "taviz" vermeye zorladı. ABD emperyalistleri, Shultz'un baş aktörlüğünü yaptığı " Shultz Planı" yla, Ürdün denetiminde Özerklik planı sunarak, ayaklanmayı söndürmeye sürekli çaba harcayıp durdular.

İsrail, 1967’den beri Filistin topraklarında sürmekte olan fiili işgali pekiştirmek, ve Filistin direnişini yok etmek için, 1986 yılında genel bir saldırı dalgası başlatmıştı. 1987 yılına gelindiğinde İsrail saldırıları bir üst düzeye tırmandı. Aynı yılın Aralık ayında, bir İsrail kamyonu, Cebeliye mülteci kampında yaşayan Filistinli işçileri taşıyan kamyona çarparak, altı Filistinli işçiyi öldürdü. İsrail askerleri, cenazelerin Cebeliye mülteci kampına götürülerek ailelerine teslim edilmesine izin verdi. İsrail, olayın bir “kaza” olduğunu söylüyordu, ancak, Filistinlilere göre işçiler “kasten” öldürülmüştü.  Filistinliler yas tutarken, İsrail askerleri kampa saldırarak cesetleri zorla ailelerinden geri aldı.

Amaç, cesetleri ortadan kaldırarak olayı örtbas etmek, cenaze törenlerinin bir gösteriye dönüşmesini engellemekti. Gazze İslam Üniversitesi öğrencileri, cenazelerin bulunduğu hastanenin kapısına gittiler ve tüm Filistin halkını ölülerine sahip çıkmaya çağırdılar. Saatler geçtikçe büyüyen kalabalığa İsrail askerleri ateş açtılar ve birçok insanı katlettiler. Filistinliler ise askerlere taşlarla karşılık verdiler. Böylece, 8 Aralık olayları, Birinci İntifada’nın ortaya çıktığı gün oldu.

1987-1992 yılları arasında süren İntifada, dünya tarihinin gördüğü en asimetrik savaşlardan biri oldu. İsrail ordusunun tanklar ve silahlı askerlerle yürüttüğü operasyonlara karşı, Filistin halkı taşlarla direndi.

İntifada’nın patlak vermesi 8 Aralık gecesinde yaşanan olaylara dayansa da, isyanın arka planında Filistin halkının yıllardan beri uğrunda mücadele ettiği belirli talepler vardı. 1967’de İsrail tarafından işgal edilen Filistin topraklarının geri verilmesi, bu savaşta ve sonraki dönemde ülkeden kaçmak zorunda kalan Filistinlilerin ülkeye dönmesi, İsrail’in işgal topraklarında açtığı yerleşimlerin kapatılması, Doğu Kudüs başkent olmak üzere bağımsız bir Filistin Devleti, intifadanın talepleri arasında yer alıyordu.

1992 yılına kadar süren Filistin İntifadası’nda 241’i çocuk olmak üzere toplam 1162 Filistinli yaşamını yitirdi. Aynı süre zarfında ölen İsraillilerin sayısı 160 kadardı ve büyük çoğunluğu askerdi.
Birinci intifada 1993 yılında Oslo’da yürütülen görüşmelerle resmen sona ermiş oldu. 'Soğuk Savaş'ın bitmesiyle bölgeyi yeniden biçimlendirmek isteyen ABD’nin önayak olmasıyla Oslo’da bir araya gelen Yaser Arafat ve İzhak Rabin, kalıcı bir barış anlaşması imzalayamadı. İsrail’e “taviz” vermekle eleştirilen Arafat ve direnişin öncüsü El-Fetih bu sürecin ardından giderek zayıfladı. Zira Arafat ülkesine döndüğünde bağımsız bir ülke müjdesini vermişti ancak Oslo'da asıl pazarlık konusu yapılan 1967 sonrasında işgal edilen Filistin toprakları olmuştu. İsrail ilk kez işgal topraklarını Filistin ile müzakere ederek "meşruluk" kazanırken, görüşmelerin "arabulucuları" bağımsız bir devlet için gerekli hiçbir desteği sağlamadılar. 
Oslo Görüşmeleri sadece Birinci İntifada'nın sonu değil aynı zamada Filistin Direnişi'nin çatı örgütü olan Filistin Kurtuluş Örgütü'nün de çatırdaması anlamına geliyordu. 1993 yılıyla birlikte Arafat liderliğindeki El-Fetih'in düşüşünü radikal İslamcı hareketlerin yükselişi takip etti.

İsrail Batı Şeria ve Gazze’deki kendi sivil yerleşim bölgelerini ve askeri üs sayısını artırmaya devam etti ve 6 yıl içinde çekileceğini vaat ettiği toprakların yalnızca %22’sinden çıktı. Katliamlarını sürdürdü, sık sık Filistin yönetimini ya da onun önderliğini tanımadığını ilan etti. Böylece Oslo süreci tam bir kandırmaca süreci olarak yaşandı. 

İkinci İntifada ABD'nin yeni Ortadoğu hamlesinden önce İsrail'in Filistin sorununda şiddetin dozajını arttırarak çözme çabasının ürünü oldu. İsrail, 2000 yılında başlattığı saldırı dalgasıyla, iç tartışmalara gömülen Filistin Direnişi'ni yok edebileceğini ve sorunda nihai bir çözüme ulaşabileceğini düşünüyordu. 2000 İntifadası Sabra ve Şatilla katliamlarının bir numaralı sorumlusu Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa'yı yanındaki 1000 kişilik askeri güçle ziyaretinin ardından gündeme geldi. Filistinliler için binlerce insanın ölümünden sorumlu Şaron'un 28 Eylül 2000 tarihinde Mescid-i Aksa'yı ziyareti "büyük bir hakaret" anlamına gelmekteydi.

İkinci İntifa'danın ilk 18 ayında 1000 Filistinli İsrail tarafından öldürülürken büyük çoğunluğu asker olmak üzere toplam 250 Yahudi öldü. İkinci İntifada'da bir diğer gelişme ise Filistin'in sembolü haline gelen Arafat'ın görüşmelerden dışlanması oldu. Arafat'ın iktidardan düşmesi için İsrail tankları karargahını kuşattılar ve kendisini günlerce izole ettiler. Aynı dönemde Mahmud Abbas ise öne çıkarılan kişi oldu. Abbas, "resmi" olarak intifadanın sonu anlamına gelen Mısır'daki Şarm El-Şeyh görüşmelerinde provokasyonu başlatan Şaron ile bir araya geldi ve iki lider burada bir ateşkes anlaşması imzaladı. 

İkinci intifada ve sonrasındaki dönemde İsrail saldırganlığı tırmanışa geçti. Filistin kentlerini bölen, Filistinlileri kendi yurtlarında İsrail'in izni olmadan seyahat edemez hale getiren İsrailli yetkililere göre "güvenlik duvarı" Filistinlilere ve İsrailli barış taraftarlarına göre "utanç duvarı" olan duvar bu dönemde inşa edildi. Ancak tüm bunlar Filistin halkını durdurmaya yetmedi. Kendi topraklarında işgalci olan İsrail'e karşı mücadele etti. 

İkinci intifada El-Fetih'in iktidardan resmen düşmesini beraberinde getirdi. Fetih'in düşüşünden sonra Hamas'ın etkinlik dönemi başladı. Arafat aynı dönemde işbirliğine daha sıcak bakan Abbas tarafından tasfiye edildi ardından da öldü. Hamas 25 Ocak 2006'da yapılan Filistin seçimlerinden galibiyetle çıktı. Ve böylece Filistinde İsrail’in hiç bir anlaşmaya uymamsı ve Oslo anlaşmasını rafa kaldırması. Filsitin devletini göstermelik ve İsrail Siyonist devletine boyun eğen bir devlet olarak görülmesi, Hamas’ın hükümette olmasına karşı çıkılarak Filistin de iç savaşın fitili ateşlendi. ABD ve İsrail Siyonizmi ile masa başında ihanetçi anlaşmalarla Filistin sorunun çözmeyi amaç edinen Mahmut Abbas yönetimi Filistin halkı üzerinden ciddi bir güç kaybına uğradı ve 2008 yılında Gazzede Hamas, El Fetihi söküp atarak Filistin yönetimi iki başlı hale gelmiş oldu. Bu durumu ABD ve İsrail Siyonistleri önemli bir olanak grup, Filistin de işgale boyun eğmeyenle güçlere karşı suiskast eylemleri başlattı ve ardından Abbas desteklenerek Filistin de kardeş kavgası körüklendi.

Keza Filistin halkının barışa olan inancı, İsrail’e olan güveni kaybolmuştur. İçinde birçok taviz bulunan ve 1993’teki şekliyle karşı çıkılması gereken Oslo Antlaşması’nı imzalayan Arafat kendi taahhüdüne bağlı kalmıştı. Ne ki bu ABD dayatması Oslo anlaşmasına bile uymayan İsrail Siyonistleri oldu. İsrail Filistin’i kuşatarak hem dışta ve hem de içte darbeledi ve istediği ortamı yaratmış oldu. Bugün ikiye bölünmüş ortak iradeden yoksun bir Filistin söz konusu; bir bölümü seçimle işbaşına gelen Hamas’ın yönettiği bir Gazze ile 2007 yılında hiçbir işlevi olmayacağını bile bile imzaladığı Annapolis Antlaşması’na sadık kalmaya çalışan, kitle desteği, olmayan ABD ve İsrail’le, gerici Arap rejimleriyle uzlaşma içinde hareket eden Mahmud Abbas’ın yönettiği Batı Şeria ve El Fetih var. İsrail, Abbas’ı kabul etmesine rağmen Hamas’sız bir anlaşma olmayacağını biliyor. İşte tamda bu süreçte kolu kanadı kırılmış ve kağıt üzerinde olmaktan öteye gitmeyen bir Filistin devlet yönetimi, birikmiş Filistin sorunlarına yanıt olmadığı gibi çelişkileri keskinleştirme ve iktidar kavgası’nın da nedeni olmuştur. Filistin ulusunun çıkarları hedefleyen özgür ve demokratik bir Filistin devletinin yaratılması yerine, kimin egemen olacağı bir filistin yönetimi yaratılmak isteniyor.

Filistin Ulusal Konseyinin ilan ettiği Filistin Devleti, gücünü ayaklanmada alıyordu. Ama parlamenter sisteme göre örgütlenmiş; bir devlet ancak böyle de olsa işte devrimci sosyalizme, işçi ve emekçilerin örgütlenmesine özgürlük tanıyan, ilerici, demokratik ulusal bir devletti. Bu yapısı, geçici hükümet görevi gören FKÖ'nün yapısından da anlaşılabiliyordu. FKÖ içinde, küçük burjuva devrimcisinden orta burjuva reformcusuna değin çok sayıda örgüt yer alıyor ve parlamento görevi gören Filistin Ulusal, Konseyi içinde ise revizyonist partiden, İslamcı örgütlere değin çok daha geniş bir yelpazedeki Filistin Örgütleri yer alıyor. Ama Arafat’ın ölümünün ardından işbaşına gelen Abbas kliği bu durumu bozdu ve Filistin devletinin halktan aldığı iradeyi zaafa uğrattı ve bir çok grup FKÖ’nün dışında kaldı ve Hamas’ın seçimleri kazanması görmezden gelindi.

Bölgesel ve uluslararası gericiliğe karşı ise, ilerici ama uzlaşıcı bir rol oynuyordu.

Filistin Ulusal Konseyinin devlet ilan eden toplantısının bildirgesinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1947 tarih ve 181 sayılı, 1967 tarih ve 242 sayılı, 1973 tarih ve 338 sayılı kararlan kabul edildi.

Ayrıca '85 Kahire Bildirisine de gönderme yapılarak, işgal altındaki topraklar dışında silahlı eyleme başvurmayacağı da taahüt edildi.

FKÖ'nün bu tutumu, birinci olarak, '67 savaşıyla işgal edilen Batı Şeria ve Gazze'yi Filistin devletinin toprakları olarak belirtirken, bu topraklar dışında İsrail devletinin varlığını, İsrail’n resm’olarak hala hazirda kendisini tanımasa da, kendisi İsrail’i tanıdığını ilan etti. 181 sayılı karar, Filistin toprakları üzerinde İsrail ve Filistin’e ait iki devletin varlığını kabul ediyor. 242 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı ise, öncelikle İsrail'in var olma hakkını ilan ediyor, işgal altındaki Gazze ve Batı Şeria'dan İsrail'in çekilmesini öngörüyor, Filistinli mülteciler sorununun çözülmesini istiyordu. FUK bildirgesi, buna, Filistinlilerin kendi yazgısını belirleme özgürlüğünü ekledi.

İsrail devleti, dünya jandarması ve dünya halklarının baş düşmanı olan saldırgan ABD emperyalistlerinin bölgedeki ileri karakolu, savaş makinesi, Siyonist gerici, terörist bir devlettir. E|er Yahudi halkı, ilerici ve devrimci hareketini geliştirici rol oynuyorsa; bugünkü koşullarda tek yanlı değil yani İsrail de Filistin ulusunun ayrı devlet kurma özgürluğünü tanıyorsa yalnızca bu koşullarla, İsrail devletinin tanınması doğru olur. Bu, Yahudi halkını Siyonist etkiden kurtaracak demokratik enternasyonalist hareketini geliştirici rol oynar. Gerçekte İsrail kukla bir devlet olarak kurulmasına karşın, bugün fiilen bu devlet altında yaşayan Yahudi halkı var. FKÖ’nün bildirgesinde İsrail'in Filistin devletini tanıması koşulunu koymaksızın İsrail devletini tanıması bu bakımdan ABD emperyalistlerine ve İsrail Siyonistlerinin önemli bir demagojinsin çekip ellerinde almıştır.

FUK Cezayir Toplantısıyla kurulan Filistin devleti, Filistin ayaklanmasına dayanan ve Filistin ulusunun büyük çoğunluğunun kuvvetli istemi olan, Filistin ulusunun yazgısını bağımsız demokratik ulusal devlet olarak tayin etmesi politikasıyla, dünya halklarının aktif desteğinin zayıflığı, dünya devriminin geri olduğu bir dönemi yaşadığı koşullarda, FKÖ'ye dahil örgütlerin, emperyalizm ve Siyonizme tavizkar uzlaşmacılığını içeren bir çizgiye sahip olmuştur.

İlk kuruluşu döneminde Filistin devleti Arafat’ın önderliği sürecince, içte burjuva demokratik ilerici, dışta anti-emperyalist, anti-siyonist ama uzlaşıcı özellikleri olan ilerici bir devletti.

Dünya devrimci sosyalizmi, ilerici demokratik Filistin devletini bu yönüyle selamladı. Haliyle ülkemiz devrimci sosyalistleri Filistin devletini, proletarya adına selamlamıştı.

Yalnızca devrimciler sosyalistler ve işçi sınıfı değil, dünya emekçi halkları, ilerici aydınları ve ulusal devrimci hareketleri, ülkemiz demokratik hareketi, Filistin devletini selamladı; Filistin ulusuna pençeleriyle çullanan İsrail Siyonistleri ve ABD canilerine karşı, Filistin’le dayanışma eylemleri yükseltiler.

Öte yandan, Filistin devletinin başta ABD emperyalistleri ve İsrail ilhakçılar olmak üzere, emperyalizme ve bölge gericileriyle uzlaşmasına karşı ise devrimci ve sosyalistler her zaman mücadele ettiler .

ABD, Batılı Emperyalistler, İsrail Siyonistleri: Ulusların Özgürlüğün Düşmani Leş Kargalarıdır



FKÖ- Hamas’ın dışında-, BM Güvenlik Konseyi 29 Kasım 1947 tarih ve 181 sayılı Filistini taksim kararını; bu karar gerçekte Filistin topraklarının büyük çoğunluğunu İsrail devletine bıraktığı halde tanıdı. İşgal altındaki topraklar dışında silahlı savaşımı vermeme tavizini ve Mültecilerin topraklarına dönmesine izin veren ve Kudüs’ün Filistin başkenti olarak kabul edilmemesi olasılığı tavizini verdi. FKO, belli bir dönemden sonrası esas olarak diplomatik yolla sorunu çözme yolunu tuttu. FKÖ’nün bütün bu taviz ve uzlaşılıklar karşısında, İsrail Siyonistleri faşist terörü yoğunlaştırarak yanıt verdiler. İsrail Siyonistleri gerçekte kendilerinin Filistin topraklarında hakları ve kendilerini tanıyan Filistin devletini kendilerinin seve seve tanımaların gerektiği halde, tam bir işgalci haydut küstahlığıyla, İsrail’in egemenliğinde egemen hakları olmayan bir göstermelik Filistin devletini tanıyacğını ilan etti. Bin-onbinlerce Filistinli kanı yetmiyormuş gibi, Filistin halkının özgür olma istemine İsrail devleti işgal, kan, terör ve suikastlerle yanıt verdi. ABD emperyalistleri de, FKÖ'nün verdiği her tavize yeni dayatmalar ekleyerek Filistin Özerk Yönetimin kağıt üzerinden tanıdığını ortaya koymuş oldu. ABD emperyalistleri ve İsrail siyonistleri başkaldıran Filistinlileri, göstermelik ve içeriği boşaltılmış devlet balonuyla diz çökmeye ve emperyalist pençeleri altında sürünmeye zorluyorlar.

Avrupalı emperyalistler ve Japon emperyalistleri de bu aynı politikayı izliyorlar. Sözde demokrasi ve uluslara özgürlük şampiyonu geçinen bu emperyalistler, FKÖ'nün, İsrail cellatlarına ve ABD emperyalistlerine verdiği tavizleri yetersiz görüp, Filistin devletini tanımayacaklarını söylediler. Böylece ne denli "barışdan yana “ görünseler de emperyalizmin savaşçı, işgal ve ilhakçı karakterini bir kez daha göstermiş oldular.

Emperyalizm, uluslara özgürlüğün düşmanı olduğunu, Filistin ulusuna düşmanlığı, Israil işgalciliğini destekleme politikasıyla bir kez daha kanıtlıyor. Bu rastlantısal değil, emperyalist kapitalizmin, tekelci sömürücü karakterinin koşullandırdığı, emperyalist hegemonya, işgalcilik, gericilik politikasının kaçınılmaz sonucudur.

Oysa dünya ulusları ancak özgürce yazgılarını tayin etme yolundan, ayrı ulusal devletlerini kurma özgürlüğünden geçerek, her renk ve ırktan halkların gönüllü birliğine gidebilirler. Bu yolu dünya sosyalist devrimi ardına kadar açabilir, kapitalizm değil. O halde Ülkemiz ve dünya işçi sınıfı acı çekmiş çilekeş ve kahraman Filistin ulusunun devlet kurma özgürlüğü için, şimdiye değin esirgediği yada yeterince veremediği desteğini yükselterek, kendi egemen sınıflarının kuyrukçuluğunu bir kenara atmalıdır.

 
İlgili Bağlantılar
Haber Puanlama
Seçenekler
Эlgili Konular

Dünden Bugüne

 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.09 Saniye