KADINLAR, ŞİRKETLER, “BİRLEŞMİŞ MİLLETLER”…

SİBEL ÖZBUDUN
“Geçmiş değil, şu andır dokunamadığımız.”[ Octavia Paz.]
Herhâlde gözlerden kaçmıştır; bence bu yılki 8 Mart kutlamalarının “bonus”larından biri, BM Kadınlar Kadın Fonu (UNIFEM) başkanı Joanne Sandler, Avon şirketi Genel Müdürü Andrea Jung ve Hollywood’un ödüllü yıldızlarından Reese Witherspoon’un BM’de yaptığı basın toplantısıydı. Avon Genel Müdürü Jung, toplantıda yaptığı konuşmada, “Avon’un dünyada kadınların güçlenmesine yardımcı olmak amacıyla yeni bir bilezik yarattığını ve bu bileziğin satışından bir yıl içerisinde elde edilmesi beklenen bir milyon doların ‘BM Kadınlara Karşı Şiddete Son Fonu’na aktarılacağını” söylemişti. Jung, hızını alamayıp, Avon’un 120 yıl önce kadınların toplumdaki rolünü arttırma ve kadınlara kendi işlerini kurabilme şansını verdiğini belirtmiş, dünyada 5 milyonun üzerinde Avon temsilcisi bulunduğunu ve Avon’un kadın çalışan sayısı en fazla olan firma olduğunu belirtmişti… Merak bu ya, bilezik satışından kazanacağı 1 milyon doları kadınlara yönelik şiddete karşı mücadeleyi desteklemek üzere kullanacak olan bu “alicenap” ve “feminist” firma hakkında küçük bir araştırma yaptım - yo, sakın aklınıza “sınaî casusluk” falan gelmesin, internet üzerinden, herkesin yapabileceği bir araştırma… İşte sonuçları: º Andrea Jung’un kişisel maaşı yılda 4.68 milyon doları buluyor. Yani şirket, kadınlara yönelik şiddete karşı mücadeleyi desteklemek üzere tahsis etmeyi düşündüğü fonun 4.5 katından fazlasını, tek bir kişiye, CEO’suna ödüyor. º Bu kadarla kalsa iyi; Andrea Jung’un Avon grubundaki hisse miktarı, tamı tamına 8.64 milyon dolar… º Andrea Jung bu kadar çok parayı neden alıyor, orası belli değil. Çünkü şirket 2006 yılında bir “yeniden yapılanma”ya girdiğini, bunun için de istihdamında yüzde 20-30’luk bir tensikata gideceğini açıklamış. º “Küçülme süreci” 2007’de de devam etmiş, 2400 iş tasfiye edilerek 430 milyon dolarlık bir tasarruf gerçekleştirilmiş. Şirket, üretimini işgücünün daha ucuz olduğu Üçüncü Dünya ülkelerine yöneltmeyi düşündüğünü ilan ediyor. º Dahası var: Avon, ABD’deki ürünlerinde kanserojen ve düşüğe neden olabilecek kimyasallar kullandığı için sık sık boykot çağrılarına muhatap olmaktaymış… º Ve sonuncusu: şirket, çevreyle ilgili düzenleyici anlaşmalara imza koymaktan ısrarla kaçınıyormuş… Evet, sular dalgalanmaya başlayınca “gemiyi kurtarmak” için kadın-erkek binlerce emekçisini bir lahzada kapıdışarı etmekten çekinmeyen bir “feminist”… Kapitalist sistemin vazgeçilmez düsturu “kâr, daha çok kâr” güdüsüyle yatırımlarını, işgücünün daha bol, ucuz ve örgütsüz olduğu, yani binlerce çocuk yaştaki işçiyi, gencecik kızları, neredeyse boğaz tokluğuna çalıştırabilmenin ve böylelikle de kârını katlayabilmenin hesabını yapan bir “kadın kurtuluşçusu”… Üretim maliyetlerini düşürme adına tüketici (ki Avon ürünleri tüketicilerinin neredeyse tümü kadınlardan oluşuyor) sağlığını hiçe sayan bir “kadın dostu”… Ve yine maliyeti düşük tutma adına, çevreye karşı sorumluluk gibi gereksiz teferruatlara takılmayan külyutmaz bir girişimci… Bir bilezik yapacaklarmış, dünya çapında satıp, kârını şiddete uğrayan kadınlar yararına kullanılsın diye BM Fonu’na aktaracaklarmış… Ne göz yaşartıcı bir fedakârlık! Ne muazzam bir “kadın dayanışması”! Çokuluslu şirketlerin bir yandan emekçileri iliğine dek sömürür, sosyal haklarının daha da budanması konusunda hükümetlere baskı yapar, doğal kaynakları fütursuzca temellük ederken, bir yandan da “çevreci”, “feminist”, “sivil toplumcu”, “yönetişimci”, “yerli haklarına saygılı”, “çokkültürcü”… bir “suret-i hak”tanlık görüntüsü verme çabalarına alıştık bu “Cilalı İmaj Devri”nde. Üstelik bu düşük maliyetli “Halkla İlişkiler” çabaları, birer imaj parlatma girişiminden ibaret de değil; aynı zamanda çoğunlukla akçalı getiriler sağlayacak tarzda tasarlanıp kotarılıyorlar: şirket kasasından bağış değil, dikkat ederseniz; bilezik imal edip satarak elde edilecek geliri BM fonuna aktarmak… Bence işin vahim yönü, Avon’un bu imaj pazarlamasını Birleşmiş Milletler kürsüsünden yapabilmesi… Bu, BMÖ’nün adım adım Çokuluslu Şirketler tarafından teslim alınışının son simgesel adımını oluşturuyor kanımca.
Evet, BMÖ 1970’lerde sosyalist ülkelerin ve özellikle de Bağlantısızlar Hareketi’nin etkisi altında artan ölçülerde “hakkaniyet”, “insan hakları”, “yoksulların güçlendirilmesi”, “kadınların eşitliği”, “yerli hakları”, “sürdürülebilir kalkınma”, “çevre sorunları” vb. duyarlılıklara eğilmeye başlamış ve rotasını “güçsüzlerden yana” çevirmişti. Hatta, günümüzde “devasa bir şaka” olarak gözüken, herkesin “özgürce seçtiği ya da benimsediği bir işte çalışarak yaşamını kazanma fırsatına sahip olma hakkı”, “sendika kurma ve (…) istediği sendikaya üye olma”; “ sosyal sigorta dahil toplumsal güvenlik”; “kendisi ve ailesi için beslenme, giyim ve konut dahil yeterli bir yaşam düzeyi ve yaşam koşullarını sürekli olarak geliştirme”; “açlıktan arındırılma”; “dünya besin stoklarının gereksinmeye göre dengeli dağılımını sağlamak”; “herkesin erişilebilir en yüksek bedensel ve ruhsal sağlık standartlarından yararlanma” ; “herkese eğitim hakkı” vb. haklardan söz eden “Ekonomik, Toplumsal, Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi”ni bile kabul etmişti... 1980’lerden itibaren bu durum adım adım değişti. Dünya Ticaret Örgütü’nün yükselişine, bir “sosyal” söylem olarak BMÖ’nün “çöküşü” eşlik etti. Etkisini hızla yitiren kuruluş, esmeye başlayan güçlü neo-liberal rüzgârlara, “yeni söylem”e uyarlanma çabalarıyla tepki vermekte gecikmeyecekti. Örneğin günümüzde BMÖ, Dünya Bankası’nın izinden, “hükümetler, Birleşmiş Milletler sistemi, sivil toplum ve özel sektör arasında küresel bir ittifak kurulması gereği”nden sıkça söz etmektedir.[ Bkz. Commission for Social Development, Press Release, SOC/4669 (15/02/2005)] Bugün, yeryüzünde kadınlar, tam da kendilerine “müttefik” olarak sunulan o özel sektör ve onun “neo-liberal” düzeni sayesinde bir “cehennem” yaşıyor oysa… Milyonlarcası, “Üçüncü Dünya” ülkelerindeki ter atölyelerinde, “serbest üretim bölgeleri”nde, günde 14-16 saat, üç kuruşa çalıştırılıyor - tuvalete çıkmalarına izin verilmeden… McTanrılara daha bol, daha ucuz mal üretebilmek için… Milyonlarcası asgarî sağlık ve eğitim hizmetlerine erişimden yoksun… Karatahta, ya da doktor yüzü görmeden yaşayıp gidiyorlar… Ne kadar yaşam denirse… Milyonlarcası, suyu, sıhhî tesisatı, elektriği bulunmayan “konut”larda yaşıyor… Milyonlarcası, küresel kadın ticaretinin ağında av durumunda… Kimlik kağıtları ellerinden alınmış, yedi göbek torunlarına dek borçlandırılmış, onar dakika hesabıyla pazarlanıyorlar… Milyonlarcası savaş mağduru… Sevdiklerinin katledilişine tanık olmuş, yerinden yurdundan sürünmüş, sadaka bağımlısına dönüşmüş… Her saniye, dünyada bir kadının suratına şamar olarak iniyor; her dakika yeryüzünün bir bucağında bir kadın tecavüze uğruyor. Ve “Avon Hanımı”, BM kürsüsünden “mucize bileziği” sallıyor: “Haydi kadınlar, iyisiniz… Bir yıl içinde bunları satıp bir milyon dolar biriktireceğiz, bu parayı sizin için oluşturulan fona aktaracağız….” UNIFEM başkanı hayran ve müteşekkir, başıyla onaylıyor… Bu “al gülüm ver gülüm” dengesi, bu neo-liberal “fars” bir gün -üstelik yakınlarda bir gün bozulacak. Kamerun’da, Mısır’da, Etiyopya’da, Endonezya’da, Madagaskar’da, Pakistan’da, Haiti’de, Meksika’da, Filipinler’de, Honduras’ta, Hindistan’da sokaklara inen açlar, bunun tanığı ve alametidir…
|
|
| |
Ortalama Puan: 0 Toplam Oy: 0
|
|
|