DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
HER ZAMAN DEVRİMCİ KALMAK
İnşamız
Devrimci olmak ve kalmanın güç olduğu bir dönemden geçiyoruz. İnsanlar erken yoruluyor ve bir dönemler cepheden savaşım açtıkları sistemin limanına yeniden demir atarak sıradan bir yaşamı seçmede beis görmüyorlar. Aslında böyle olan insanların sayısı hiç de az değildir. Bunlar kendilerine göre haklı gerekçeler bulmaya çalışıyorlar. Bu kişiler her ne kadar haksızlıklara ve yanlışlara maruz kalmış olsalarda, devrimcilikten geriye düşmeleri ve nostaljiye sığınmaları kabul edilecek bir şey değildir.

Biliyoruz ki, devrimcilik eskiye vurup yeniyi kurmanın adıdır. O halde içinde geçmekte olduğumuz zorlu süreç, her daima devrimci kalmayı ve zorluklara karşı inatla ve israrla savaşmayı gerektiriyor. Çünkü biliyoruz ki, geleceğe dair inanç ve düşünceler asla yaşlanmaz. Kavgayı hep aynı inatla ve tutkuyla sürdürmek genç ve devrimci kalmak, etle tırnak gibidir. Ve birisi olmadan diğeri olamaz.
Devrimcilik yaşamı bir eylem olarak ele almak olduğuna göre; devrimcilik, sistemin bütün kötülüklerine, adaletsizliklerine ve eşitsizliklerine, zorbalığına, kirine-pasına karşı bir başkaldırıdır aynı zamanda. Bu başkaldırı kurulu burjuva kapitalist düzene karşı cepheden karşı çıkışın adıdır. Haliyle sisteme karşı savaşımda, genç ve devrimci olmak ve kalmak gerekiyor.

Dahası düşündüğün ve düşlediğin gibi yaşamak, hissetmek, istikrarlı bir hatta yürümek. İşte bütün mesele burada düğümleniyor. Kapitalizm, daha önce hiç bir toplumda olmadığı kadar bireyi ön plana çıkarmıştır. Bireyi yaratmıştır demek de hiçde yanlış olmaz. Bireyi, dinin, devletin/monarşinin, geleneklerin cenderesinden çıkarmıştır. Fakat çıkardığı gibi de bir başka cenderenin içine sokmuştur; kapitalist sömürü cenderesinin. Emperyalist küreselleşmenin kültürel-ideolojik dokusunu oluşturan postmodernizm ise bireyi de bölmüş, parçalamış ve nihayetinde insan posası olarak bir kenara atmıştır. Duygularını ve kişiliğini parçalamıştır. Çok kişilikli bireyler meydana getirmiştir. Geçmiş ve gelecek arasına sıkıştırmıştır. Geçmişi belirsizleştirmiş, geleceği perdelemiştir. Boşlukta, bir 'bugün' yaratmıştır. Özgürlük budur; anlamsız, ruhsuz, cansız bir 'bugün'...
Amaçsız kişiliklerin, duygusuz, ruhsuz, tüketici, bunalımlı insanın dünyasıdır bu. Haliyle devrimci ve gençliğe yer yoktur bu dünyada. Herkes yaşlıdır. Bitimsiz bir tek düzeliğin içinde heyecan ve tutku yitirilmiştir. Yorgunlaşma ve umutsuzluk geçer akçe kılınmıştır adeta. İnsanın en güçlü iç enerjisini örgütleyen tutku, amaçsızlığın, ruhsuzluğun, hissizliğin, gündelik aşkların, psikolojik bunalımların kirli çukuruna gömülmüş ve insan hiçleştirilmiştir.



Gelecek kaygısı, karabasan gibi düşlerin üzerine çökmüş, yaratıcı enerjiyi boğmuş ve bütün büyük buluşların ve devrimlerin itici dinamiği arayış ve merak söndürülmüş, idealler kurşuna dizilmiştir... Değişim adına döneklik, yaşamak adına korkaklık, gelecek adına bireycilik, özgürlük adına yozluk, savrukluk, tembellik kutsanmıştır...

Sonuç ise vıcık vıcık bir dejenerasyon ve yüksek bir hareketsizliktir. Gençlik bir yerde öldürülmüştür. Bütün toplum, huzur arayan bir yaşlılar evine dönüştürülmüştür. Kapitalizm, bir yandan yağmacı savaşlar, dizginsiz sömürü ve yarattığı sefaletle, ekolojik yıkımla insanlığı kahredici bir cehenneme hapsederken, diğer taraftan da muazzam kültürel-ahlaki dejenerasyon ve insani yıkımla bütün toplumu yaşlılık hastalığına mahkum etmeye ve geleceksiz bırakmaya çalışıyor.

Günümüz devrimcileri ve gençliği, bu yaşlılık hastalığının pençesindedir. Heyecansız, idealsiz, cesaretsiz, düşsüz, edilgen ve tüm bunların toplam bir sonucu olarak da bunalımlı bir devrimcilik ve gençlik; artık içerisinde yaşadığımız toplumun olağan bir görünümü olarak yansımaktadır. Toplumsal sorunlar ve gelişmeler karşısında en hızlı ve radikal tepkiyi veren devrimcilerin ve gençliğin toplumsal karakteriyle hiç de uyumlu olmayan bu durum geriye gidişin düzeyini göstermesi bakımından oldukça dikkat çekicidir. Heyecanı, tutkuları, düşleri, idealleri olmayan; cesur, enerjik, hesapsız, sabırsız olmayan bir devrimcilik ve gençlik düşünülebilir mi? “Tarihin sonu”nu getiren emperyalist burjuvazi, insanlığın güzel bir dünya umudunun üstüne çökmüştür. Bu, 20. yüzyıl sosyalizm deneyimlerinin yenilgisinden ve toparlanmanın uzamasından beslenmiştir kuşkusuz. Umutsuzluk, kendi gücüne güvensizlik devrimciliğin ve gençliğin başlıca düşmanıdır.

Genç olmak ve devrimci kalmak, işte bütün bunlara cepheden devrimci bir duruşun itirazıdır. Dahası devrimci olmak ve kalmak insanın kendini yeniden yaratma eylemidir. Başka bir dünya arayışının soluk soluğa sürdürüldüğü eşsiz bir serüvendir. Bu bakımdan günümüz koşullarında, devrimciliği, sosyalizm uğruna savaşı seçmek oldukça yüksek bir değer taşımaktadır. Bu tercih, yeni insanın başlangıç noktasıdır ve devrim ve sosyalizmin güçlü savaşçılarını, yeni bir devrimciler kuşağını yaratmak bakımından oldukça sağlam bir zemindir. Ancak devrimcilerin ve genç kuşağın kendisini kuşatan bu toplumsal atmosferden derin bir biçimde etkilendiğini gözlemlemek de mümkün. Düşündüğün ve düşlediğin gibi yaşamak ve hissetmek... İşte düşüncelerimiz, ideallerimiz ve düşlerimizle pratiğimiz arasındaki mesafe, genç ve geç kalan devrimcinin en önemli açmazı olarak devrimci eylemin aynasından yansımaktadır.

Öğrenme, toplumu ve doğayı anlama çabasındaki tembellik, bilgiye ulaşma konusundaki hazırcılık, aile karşısındaki tereddüt; orta yaşlı ve genç devrimcilerin kendilerine yaratma ve yenileme eylemini de sakatlamaktadır. Bunun aşılacağı yer ise kuşku yok ki eylemdir. Kendimizi, ancak devrimci eylemin zorukları içinde yeniden yaratabiliriz, Ve ancak bu yolda israr ederek, devrimci kalmayı başarabiliriz. Aksi halde yorgunlaşmış ve umudunu, hayallerini ve geleceğini kaybetmiş kuru bir yaprak gibi, oradan buraya savrulup durmak kaçınılmaz olacaktır.

 
İlgili Bağlantılar
Haber Puanlama
Seçenekler
Эlgili Konular

İnşamız

Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil.
 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.08 Saniye