 |
|
EMPERYALİST KAPİTALİZM ÇÜRÜMENİN ADIDIR

Bilindiği üzere rüşvet ve iltimaz kapitalizmin yol arkadaşıdır. Rüşvet yalnızca yeni-sömürge ülkelerde geçerli olan bir şey değil, paranın egemen olduğu kapitalist sisteminde en gelişkin ülkelrinde de daha inceltilmiş halde geçerli olan bir satın alma çrüme yöntemidir. Keza Almanyada Haziran ayı başında Münih’te “Siemens skandalıyla” ilgili rüşvetle ihale alma davası bu gerçeği birkez daha yakıcı olarak ortaya koydu. Savcılık, tekelin yıllarca değişik ülkelerde ihale alabilmek için gizli banka hesapları üzerinden rüşvet verdiği gerekçesiyle 2006’nın sonundan bu yana soruşturma sürdürüyordu. Siemens tekeli 1999 yılından sonra, -ki bu tarihe kadar Alman firmalarının ülke dışında rüşvet vererek ihale almaları yasaldı(!)- 1.6 milyar Euro(!) rüşvet verdiği belgelendi. Siemens, aralarında Nijerya devlet başkanı ve bakanlarının da bulunduğu onlarca ülkenin üst düzey yöneticilerine rüşvet verilerek devlet ihaleleri elde etmiş. Ülkeler arasında Rusya, Yunanistan, Türkiye, İran, Irak, İtalya, İngiltere, Norveç de bulunuyor. Bunların dışında başka ülke olup olmadığı dava sürecinde ortaya çıkacak. Dava öncesi bütün gazeteler, davayı “Almanya tarihinin en büyük rüşvet skandalı mahkemesi” olarak tanımlıyorlardı. Dava gerçekten çok büyük. Ama benzeri davalar demokrasinin beşiği olarak gösterilen ve rüşvet ve iltimasın olmadığı örnke ülkeler arasında gösterilen Almanya da çok önceleri de yaşanmıştı. 1980’li yılların ortasında o dönem Almanya’nın en zengini olan Friedrich Karl Flick’le ilgili skandal yaşanmıştı. Flick’in parlamentoda bulunan bütün partilerin başkanlarına ve önde gelenlerine düzenli rüşvet verdiği ortaya çıkmıştı. O zaman da “en büyük rüşvet skandalından” söz edilmiyordu. Yakın zamanda Volkswagen, Daimler (Mercedes) ve daha onlarca Alman işletmesinde benzeri yolsuzluklar yaşandı, bazılarında soruşturmalar devam ediyor. Bu skandalların ortak özelliği; daha fazla sipariş almak, işletmeyi daha “iyi” yönetmek (VW’de sendikacılar satın alındı, Siemens tekeli rüşvet skandalının yanı sıra ayrıca bir sarı sendika kurdu) için yapılan yasadışı eylemler olmasıydı. Siemens davası başlamadan önce bir skandal da Alman Telekom’da çıktı; “telekulak” skandalı. Dünyanın önde gelen telekomünikasyon tekellerinden olan Telekom, şirket hakkında kötü haber yapan gazetecileri ve bunların şirket içindeki kaynaklarını tespit etmek için yasadışı işlemlerde bulunmuş. Görevlendirilen dedektif bürolarının yanı sıra Telekom, söz konusu kişilerin sabit ve mobil telefonlarını dinlemiş, internet üzerinden yapılan yazışmaları denetlemiş ve yine mobil telefon üzerinden kişilerin nerelere gittiklerini ve kimlerle buluştuklarını tespit etmiş.
Telekom şefleri, görevlendirilen dedektif bürolarına en son birkaç hafta önce ödeme yapmışlar. Yani yasadışı dinleme, takip etme olayı yakın zamana kadar sürmüş. Değişik gazete ve dergilerin ekonomi servislerinde çalışan yirmi kadar gazetecinin yanı sıra şirketin yönetim ve denetleme kurullarının üyeleri ve orta kademedeki onlarca yönetici yıllarca izlenmiş. İzleme emrini veren ise Telekom’un Denetleme Kurulu Başkanı Klaus Zumwinkel. Vergi kaçırdığı için Alman Posta İşletmesi’nin Yönetim Kurulu ve Telekom’un Denetleme Kurulu başkanlıklarından şubat ayında istifa etmek zorunda bırakılan Zumwinkel, yaklaşık 20 sene “örnek yönetici” olarak görev yapmıştı. Zumwinkel’e “yönetim tarzındaki kararlılığı, çalışanlarıyla iyi ilişkileri, sadece işletmeyi değil aynı zamanda toplumu da düşünen bir menajer” olarak birçok kez ödül ve liyakat madalyası verilmişti. Zumwinkel’e yakın kaynaklara dayandırılarak yapılan haberlerin birinde, “Zumwinkel Allah gibi bir adamdı, bir şey istediği zaman bu yapılırdı, hiç kimse de bunun yasal olup olmadığı konusunda soru sormazdı” deniliyor. Bu çok yerinde bir tanımlama. Zumwinkel gerekli gördüğünde yasaları bir kenara iterek, kişisel ve tekel çıkarları için dilediğini yaptığı gibi gerekli gördüğünde ise hükümete baskı yaparak rakiplerine karşı yasa da çıkartabiliyor. Bütün işlevini sömürücü, üçkağıtçı, düzenbaz sermaye takımını korumakta gören burjuva medya da bugünlerde ne yapacağını şaşırdı. Son bir kaç yılda ortaya çıkan bütün skandalları sürekli “tekil örnek” olarak gösterip sıradanlaştırmaya çalışan gazeteler, son aylarda ne diyeceklerini bilemez hale geldiler. Son 20 yıl içinde en azından 13.5 milyon Euro vergi kaçırdığı tespit edilen Zumwinkel’in, aynı zamanda kişisel hak ve özgürlüklerin korunduğu yasaları da çiğneyerek onlarca kişiyi takip altına aldığı ortaya çıktı. Daha önce örnek gösterilen VW Menajeri Peter Hartz’ın (ünlü Hartz yasalarının mimarı) sendikacıları satın aldığı ortaya çıkmıştı. Nitekim gazetelerde yayınlanan yorumlarda “Bir avuç menajerin tutumu nedeniyle bütün bir sosyal piyasa ekonomisi yara alıyor, halkın güveni sarsılıyor” denilmeye başlandı. Sözü edilen menajerler bir elin beş parmağıyla sayılacak kadar az değiller gerçekte. Bu yılın başında ortaya çıkan vergi kaçırma skandalında dört bine yakın şirket yöneticisinin ve tanınmış şahsın adının geçtiği Essen Savcılığı tarafından açıklanmıştı. Fakat bütün bu yaşananlarda çok da garipsenecek bir durum yok aslında! Piyasa ekonomisinin “sosyal yanı” falan yok gerçekte,emperyalist kapitalist düzen böyle işliyor. Tekelleri yöneten menajerler, her pahasına, daha fazla kar etmek için her türlü yolu mubah görüyorlar; yasaları çiğniyor, hakları gasp ediyorlar. Bütün bunları yapanlar topluma karşı hiçbir politik, ekonomik ve sosyal sorumluluk duymazlar. Bu artık emperyalist kapitalizmin kokuşmuş ve çürümüş halidir; bazı yasal önlemlerle, küçük reformlarla değiştirilebilecek, korunabilecek fazla bir şey yoktur. Yapılacak tek şey; üretim araçlarını, bugün elinde tutanların elinden almak , mülsüzleştirenleri mülksüzleştirererek sosyalizmi kurmak gerekiyor..
|
|
| |
Ortalama Puan: 0 Toplam Oy: 0
|
|
|
Эlgili Konular
 |
Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil. |
|