DHB ARŞİV SİTESİ
Ana Menü
Anket
ÇETELERE OPERASYON MU EGEMENLİK MÜCADELESİ Mİ?
Haberler
Egemen sınıf klikleri ve burjuva düzen partileri arasında yoğun bir mücadele yaşanıyor. Generaller her ne kadar seyirci gibi gelişmeleri izlemiş olsa da, bu gelişmeleri kendi lehine yönlendirmeye çalıştığı bir yandan AKP’ye kapatma davası açılmasına omuz verirken, öte yandan çok fazla deşifre olmuş çetelerin bazılarının tasfiye edilmesine göz yumuyor. Elbette burada egemenliği pekiştirme mücadelesi biçiminde gelişiyor hesaplaşmalar. Çatışmalar arttıkça tarafların yaptıkları hamleler de yenileriyle sürüyor. Bu hamlelerin en çok ses getirenleri kuşku yok ki Ergenekon operasyonu kapsamında, yeni yeni iddialar art arda AKP’ye yakın medyanın yaptığı açıklamalarla sürüyor ve egemen sınıf ve burjuva düzen partileri arasında süren it dalaşı, demokrasi özgürlüğü savunanlarla karşı olanlar arasında süren bir mücadele olarak gösterilerek, işçi ve emekçi halk düşmanlığınca tescilli olan ve ittifak içinde hareket edene güçler temize çıkarılmaya çalışılıyor. Özellikle AKP mağdurları oynayarak demokrasi ve özgürlüğü savunan bir akım görüntüsüyle ,demokrasi ve özgürlüklerin düşmanı olduğunu gibi generallerin emir olduğunu gizlemeye çalışıyor.

Nitekim Başbakan Erdoğan’ın ve efradının açıklamalarında adeta Ergenekon operasyonu topluma, İtalya’dakine benzer bir ‘temiz eller’ operasyonu gibi gösterilmeye çalışılıyor. Ama gerçeklere bakıldığında durumun hiç de böyle olmadığı ve AKP kendisini kurtarma amaçlı göstermelik bir şeyler yapmaya kalkıştığını ortaya koyuyor. Daha Ergenekon operasyonuyla bırakalım kontracı çetelerden esmeyi, yaprak bile kıpırdatılamayışı; gerçek anlamda bir temizlik yapıldığı havasının ne kadar boş olduğunu ifade ediyor. AKP’nin bozuk sicilini ve çeteleri koruyup kollayan zihniyetini bildiklerinden dolayı geniş işçi ve emekçi yığınları, çetelerin üzerine gidildiği, çetesiz bir sistem yaratılmaya çalışıldığı fikrine sahip değildir. Sistemi koruma ve kollamakla yükümlendirilmiş, emperyalizme uşaklıkta sınır tanımayan bir AKP’ hükümetinde böyle bir beklenti içine girmek havanda su dövmekten öte bir anlam ifade etmeyecektir.

AKP’nin küllüğünde çöplenene medya organlarında her gün yeni bir iddia ortaya atılmaktadır. Bunların gerisinin geleceğinden de şüphe duyulmamalıdır. Ama geçmişte yaşananlar hatırlandığında, sürdürülen operasyon ve ortaya atılan iddialardaki çifte standart, temizlikten çok egemenlik mücadelesinde bir hesaplaşma içinde olunduğunu ele vermektedir..
Sürdürülen soruşturmaların gizliliğinden dolayı hangi iddiaların gerçekte dosyalarda yer aldığını bilmek zorlaşıyor. Ama her gün birçok yeni iddia basına ‘sızdırılmaktadır’. Bu iddiaların doğruluğu yanlışlığı hakkında elde somut bir kanıt olmadığından, çok fazla bir şey söyleme olanağı da bulunmamaktadır. Ama havada uçuşan belge ve bilgi bolluğu arasında yaratılan toz duman içerisinden biraz sıyrılıp, geçmişteki örnekleriyle birlikte tartışıldığında, sürdürülenin gerçek anlamda çetelerin, derin devletin üzerine gidiş olup olmadığı konusunda verilere ulaşabiliriz.



Sıkça tekrarlanan ve manşetlere taşınan bir iddiadan bir göz atalım. İP binalarında yapılan aramada Yargıtay’ın krokisinin ele geçirildiği söylenmektedir. Doğrudur yanlıştır bilemeyiz. Yargıtay krokisinin ele geçirilmesinden yola çıkarak da bir dizi teori üretilmektedir. Ama varlığı ve doğruluğu bile tartışılan bir kroki üzerinden bu denli tartışma yürütülürken, uzak olmayan bir geçmişte ele geçen bir başka suç üstü krokiden kimse bahsetmemektedir.
Hatırlanacağı üzere Şemdinli’de JİTEM’ci çetelerin Umut Kitapevi’ni bombalarken halk tarafından suçüstü yakalandığı sırada arabalarının bagajında da bir kroki ele geçmişti. Üstelik bu kroki, iddia falan da değildi. Bütün televizyon kanallarında, gazetelerin fotoğraflarında sergilenmiş olan bir kroki idi. O krokide de renkli kalemlerle işaretlenmiş yerler vardı. İşaretlenmiş yerlerin bir kısmı sırasıyla bombalanmış, bir kısmına sıra gelmeden çete suçüstü yakalanmıştı. Yargıtay krokisi etrafında fırtına estirenlerin Şemdinli’deki kroki hakkında süt dökmüş kedi misali sessiz kalmaları, gerçek niyetleri konusunda fikir edinmemizi kolaylaştırmıyor mu?
Yine sürdürülen Ergenekon Operasyonu kapsamında sık sık Ümraniye’deki gecekonduda ele geçen el bombalarından bahsedilmekte. Menşei, kaynakları, kullanıldıkları yerlerin güya izleri sürülmekte. Ama Şemdinli’deki Reno marka aracın bagajından da el bombaları çıkmıştı. Bir tanesi iki dakika önce Umut Kitapevi’ne atılmıştı. İçeride insanlar ölmüştü. Bu bombaların izleri niçin sürülmedi? Bölgede son altı ay içerisinde bombalan elliden fazla yere atılan bombalarla bu bombaların ilgisinin olup olmadığı neden takip edilmedi?
Cumhuriyet gazetesinin başyazarı, 83 yaşındaki İlhan Selçuk’un sabaha karşı yapılan bir operasyonla gözaltına alınışına gerekçe olarak, teknik takip sonucu yapılan telefon dinlemelerindeki bazı konuşmaların kanıt olduğu iddia edilmekte. Bu telefon görüşmelerinde söylenenlerden ötürü emekli general Veli Küçük’le bağlantısı kuruluyor. Ama aynı Veli Küçük’ün, Susurluk tartışmaları sırasında da bir dizi telefon görüşmesi yaptığı ortaya çıkmamış mıydı? Katliam sanığı, kontra tetikçisi Abdullah Çatlı ile yüzlerce kez konuştuğu belgelenmemiş miydi? Niye o zaman kimse ‘Sen bu aranan katliamcı ile ne konuştun bu kadar’ diye sormamıştı. O yere göğe sığdırılamayan teknik takipte teknik bir arıza mı çıkmıştı? Zaman yine de geç değildir. Veli Küçük hazır ellerinin altındayken, bu soruları da sorsunlar bakalım.
Kim ki karşı tarafı suçlamak, kendisine doğru yapılan hamleleri savuşturmak amacıyla yargı hakkında bir şey söylese, ötekiler ayağa kalkmakta; ‘Yargıya müdahale edemezsiniz’ diye bağırmaktadır. Peki Şemdinli’de suçüstü yakalanan askerlerin yargılanmasına başlanmadan Genelkurmay Başkanı’nın; “Tanırım, iyi çocuktur” demesi ve ardından sanıkların serbest bırakılmasına giden süreç hakkında niye kimse ‘yargıya müdahale var’ diye alçak sesle bile olsa tepki göstermemiştir?
AKP ve arkasındakiler açılan parti kapatma davası hakkında ‘Bu demokrasiye karşı işlenen bir ayıptır’ diyerek son sürat Anayasa değişikliği için adım atmaktadır. Peki daha dün DTP hakkında kapatma davası açıldığında bu demokrasi savunucuları neden seslerini çıkarmamışlardır?
AKP, parti kapatma davası için ‘Bize karşı yapılan bir operasyon’ demektedir. Ötekiler, Ergenekon için ‘Bize karşı başlatılan bir operasyon’ demektedirler. Herkes bu ‘operasyonları’ tartışmaktadır. Ama eski Emniyet Müdürü, İçişleri Bakanı, Milletvekili Mehmet Ağar’ın, Susurluk tartışmalarında izler biraz ilerleyince “Devlet için bin operasyon yaptık” demesi ve herkesin susması unutulmaktadır. Bu ‘bin operasyon’ neden tartışılmamaktadır? Hazır Ağar’ın dokunulmazlığı da bulunmazken, bu operasyonların neler olduğu niçin sorulmamaktadır?
Burada örnekler çoğaltılabilir. Gerçekten çeteler temizlenmek isteniyorsa, ortada temizliğe yetecek kadar kanıt bulunmaktadır. Hatta fazlasıyla veri ortada duruyor . Ama açıktır ki, kendileri de bir biçimde bu kirli ilişkilerin içinde olan, çetelerle temas içerisinde olanların yapacağı bir iş değildir bu. Temizliği kimin yapabileceğini Susurluk sonrası sokaklara dökülen milyonlarca emekçinin haykırışları, yürüyüşleri göstermişti. Yani işçi ve emekçiler ancak çetelerden hesap soracak ve kirlilikleri yok ederek politik ortamı temizleyecektir. Gerisi lafı güzahtır.

 
İlgili Bağlantılar
Haber Puanlama
Seçenekler
Эlgili Konular

Haberler

Üzgünüm, bu yazı için yorumlar aktif değil.
 
PHP-Nuke
Sayfa Ьretimi: 0.08 Saniye